aa “Son Posta,, nın ı NMDNİN SON MEKTUBU IADDA İZtilüzceclen çeviren : — Neyyür glll ı'Gençhgimde daha fakirdim. Kenar ma-| O güne kadar ne miralayı, ne de oda-| Bereket o akşam yakın şehirlerden biri. hallelerden birinde, odaları sefertası gibi istüste dizili, dapdar, yüksek bir evin | çatı arasında otururdum, Altımdaki katı doktorluk etmiyen bir doktor tutmuştu. sarı uzanmış. Ancak kırk beş yaşlarında Onun altında öksürüklü bir kiracı vardı. lur Yüzünde, ıztırab çeken sevimli bir altında bir ressama modellik eden / çocuk hali var. Bir köşede bir koltuk, ö- güzel bir kadın, yer katında ev sa-| büründe de bir soba, ümiz, bodrum katında da evin her tür-| O gece hastayı doktorla nöbetleşerek işile meşgul olan fakir bir adam ya -| bekledik. Ertesi sabah doktor odasına çekildi. Jimmi'nin yanında ben kaldım. Sabahları kahvaltımı - eğer kahvaltı Çünkü zavallının hastabakıcı getirecek demek caizse - bana bu adam getirirdi. | parası yoktu. Ayak üstü bir iki lokma atıştırır, yarı tok | ÜÖğleye doğru idi.. hasta bana halsiz işime koşardım, Mardivenden — inerken | halsiz bir mektub kâğıdı uzattı: ince doktoru selâmlar sonra öksürüklü| — Doktorla size nasıl teşekkür ede - anın kapalı kapısı önünden - öksü- ceğimi bilemiyorum, dedi, saygısızlık ol- ğünü duymamak için - hızla geçer gi- mazsa son bir şey daha rica edeceğim,. im. Genç güzel kadın sabahları hiç| Karıma mektub yazdırmak istiyorum. İş- dar sürüklendim. Biri: ri yok gibi tutmuş ta Jimmiden der kendim görürdüm Kitab yazı; unı görmüştüm. Hemen hemen boş, bü-|ne gitmek üzere Londradan geçecek bir yük bir oda. Duvarlardan birinin önünde | arkadaşımla bir kaç saat için buluşa - bir karyola. Miralay Jimmi içinde sap -| caktık. Halimin perişanlığını gören ar - kadaşım beni oyalamak için o yakınlarda açılan lüks bir gazinoya götürmek iste- di. Söz dinletemedim. Zarzor oraya ka - Arkadaşın hakkı varmış. Guzino ger- çekten lüks bir yerdi. Kibar haikla dolu idi. Yalnız yanımızdaki masada ıki genç- çe kadın yüksek sesle çene çalıyorlardı. — Ama antika insanlar, diyordu, işle- gelen mektubu buraya kadar yollamışlar, Yel- lamayın diye de tenbih etmiştim. Pek gö- züm araşa bir hafladır Löndradayım, gi- r . ğxgnmrwı. Ev sabibim ise bilâkis müt- kapısmı açık bıirakır ve yatağında waltı ederdi. Bazı âakşamlar doktorun odasına inor- m. Şuradan buradan bir iki lâkırdı o « rdik. Tath dilli, güler yüzlü bir adam- ik Küçük bir gaz ocağında bana kahve a , bazan da gaz sobasında sucük ki- r, ikram ederdi. Ne sobam, ne sucü- hoşuma giderdi. Tatlı tatlı konuşürken aşağıdaki kira- Çının durmadan öksürdüğünü duyardık. tünden güne artan bir öksürük bana ğ» oldu. Bir gün doktora: — Şunuri bir çaresi yok mu? diye sor- dum. | — O kadar hasta değil canım, dedi. hemen her gün odasına uğrarım. Des tepeden lâf ederiz. Pek iyi ahbab lduk. Hoş bir adam, Mirâlaylıktan te - kıud olmuş. Bir kitab yazdığını söylüyar. Biraz da parası var galiba, Hör ay aylı - ğmin üçte ikisini karısma yollar, geriye kalanile de kendi geçinir. | — Karısı var da, neye adamcağıza bak- t? — Hastalığı pek ilerlemiş değil. Kita- bitirir bitirmez de İsviçreye tedavi- gidecek, f_— Ne olur siz onu kandırın da bitir - meden gitsin. — İmkânsız. Bir kere aklına knymuş. ü dinlemiyor. “— Öyle ise karısı... — Karısı da burada değil, (D...) da, narinmiş, Londrahin havası ağır nllyom-mş. Miralay her Allahın günü gı mektub yazar, ben postaya veririm. olmadığı için doğrusu ber ikisi de| muştuk. Hani seni kollarımda uyuttuğum te resmi!., Hastanın baktım. Güzel; çok güzel bir kadındı. F kat - her halde fötoğrafçının "Hatası ola- cak, duruşu da, gülüşü de pek yapma - diktı. Mektub şöyle başladı: «Sevgilim, Ben sana hiç bir vakit lâyık değildim. Buna rüğmen nasıl sevişmiş, mes'ud ol - güzel akşamlar! Gittin, bütün dünyam karardı. Görmek için oraya kadar koştü- ğum zamanlarda başbaşa hiç kalamadık. Etrafını saran gürültülü, şen kalabalığın içinde seni o kadar az görebildim, sen - den © kadar mahrum kaldım ki... Yanımda olsan, nazlı başını pene di - zimde dinlendirsen... Gene biricik çocu- Bum gibi uykunda bile üstüne titresem...> Bu, ölüm gibi acı hasret ifadesi Üüç saat sürdü. Söylerken alnından ter bo - şanıyordu. Belli son kuvvetini harcıyor- du. Yazmak istemesem o, içinden taşan bu büyük hasreti kanile yastığına yaza- caktı. Bitirdiğimiz vakit başı cansız gi- zel isteklerine erenlerin tatlı vardı. sükünu h günü alır, o gün veya ertesi gün yola çıkar. Hemen çıkamazsa bile uzun mektub yollar. Mahsus çok hastayım de- medim. Yavrucağım zaten mektubu be- nim yazmadığımı görünce çok üz'ilecek. * Salı sabahi miralay Jimminin ağzın - dan yeniden kan boşandı. Telgrafla ka- rısını çağırmak istedik. Korkar diye razı olmadı. Güçbelâ doktorun mektub yaz - Ondan da arasıra gelir. masına müsaade etti. O gün akşama kadar hiç mektub gel - uzattığı resme uzun — uzun | Va. | gözüm, kadının elindeki kâğıd zarfa gi — Lütfen hemen postaya verirsenir sa-! bir| * İ Doktorla bunları konuştuğumuz ek -| medi. Çarşamba sabahı iki mektub geldi. amdı. Gece yarısı oda kapım hızlı hızlı| Hiç biri karısından değildi. Saat üçte içi- ildu. Telâşla açtım. Doktordu. mi bir merak aldı. İşimin başından eve Çabuk dedi, bir şey giyinip aşağı İnin. | doktora telefon ettim, miralaya mektub | Illrıhy Jimmi çok hasta.. ağzından kan| gelip gelmediğini sordum. Gelmemişti. Gelmesine lüzum da kalmamıştı. Çünkü — Ynl:n. diye kekeledim. Hayır... Bu geceyi geçınr BABA “Kagmlmn tekerlekleri gıcırdayor - Ben orada bir taşın üstünde otur - . Başım ellerimin içindeydi. Su vardı_ Kavaklar hışıldayorlardı. “Lem'i omuzlarımdan tuttu. Lem'i i yerimden kaldırdı. Afyona doğru kafileye boş gözlerle bakıyor - » çocuk bana el sallıyordu. Ve si- çarşam kadin, bir külçe gibl idk 3izi görmüyordu bile. Göğsünden yara lnuş sevgili kardeşini düşünüyordu: ) kadar. L,Ghtiğlmiz bir han odası mı idi, bir öy evi mi? Bilmiyorum. Yalnız bir kerevetin üstüne çöktü - mü hatırlıyorum... EBütün' bütün gece orada kâaldım, O tin üstünde... Bir ara Lem'iyi hatırlıyorum. Elinde j'r şey ile geldi. Bana yemek getirdi. ımege elimi sürmedim. Bilmem çar- afımı çıkardım mı? Ne yaplım? Bil - I YAZAN: SUAD DERVİŞ I külmüş bu mahşer gibi yerlerde ben ne yapacaktım? catiye gitmiyecektim. Necati benim i- çin bitmiş demekti. görmiyecektim, Baflı bir kadına rastgelmiştim. Ve bu tesadüf benim bütün hayatımı altüst etmişti. O kadın ömrümün sonuna ka- dar benim hayatımı nasıl berbad etti- ğini, felâketime nasıl sebeb -olduğunu bilmiyecekti. Ve bilmedi. ğümu sorduğu zaman: zavallı Jimmi ölmüştü. Bir yabancı ol - muş., Ne de güzel kitabdır kim bi |turup, stedikçe kalemini sem bayılır ama, bü del eJimmi» $özünü duyunca istemeden Benim o gür dın da fotoj nı gördüğüm yapmacık kadının tâ kendisi idi. Bir kahkaha daha atıp okumiya başladı: — Aman kuüzüm dinle, dinle pek enr- teresan! Birlikte gülüştülar. Gene — okumiya | başladı. Her «kollarımda... Güzel yüzün... Smgıîı—ı- gibi hasret ve aşk sözü geç - tikçe gülmeklen kırılıyorlardı. Ariik son- lara gelmişlerdi: «Sen yanımda olsan hemen iyi olur- düm. Beni hep senin yokluğun...» bu son söz kadına belki biraz hüzün ve pişmar- lık verir sandım. Nerede? O, bir kahka- ha savurdu: — Mektybu da kendi yazmamış. Bir kıza yazdırmış, Görmeli, kim bilir nasıl bi arkaya düştü. Fakat yüzünde en gü -| kırıla kırıta, ezlle büzüle yazdırmış, afal &fal da gözlerini kıza dikmiştir.» YARINKİ NÜSHAMIZDA: Bir genç kız... Yazan: Peride Celâl YereerenecenerecerererErEcCAN Askerlik bahisleri (Baştarafı 7 nci sayjfada) «Yeni büyük cüzütamların başlıca bu- susiyeti çok kısa mesafelerde dâhi bü - yük bir ateş kudreti izhar edebilmele - rindedir. Bu suretle her hangi bir nokta- ya çok şiddetli bir ateş teksif etmek mümkün olabildiği gibi bu ateşi muay - yen bir uzunluk dahilinde de müessir su- rette taksim etmek kabil olabiliyor. Bu- nun en büyük faydası hücum hattına ka- dar piyadenin asgarf zayiat ile ilerliyebil- duğum halde bu haber beni ıllust etti. OĞUL İşim bitmişti. Tanıdığım yoktu. Ne- Görmiyecektim onu... Onu bir daha Ben ne yapacaktım? Bir günün birinde yolda siyah çar- Ertesi gün Lem'i benim nasıl oldu- — İyiyim, dedim. Fakat: — Afyona bugün mü hareket ediyo- ruz? deyince kısaca: — Hayır, dedim, caydım ben Afyona gitmiyeceğim, Lem'i gözlerimin içine baktı: «Ne-|on iki uzun sene Bergamada kaldım... ltmdnn ın;anlın dağlara, tepelere dö-|den?» diye sormadı. Bu vazgeçişimin| Bütün bu tecrübeler muhakkak ki ',Neroye gidecektim? Her bir damının mesini temin etmek 0myı)f sebebini öğrenmek ııtemed Sadece. «Peki», Lem'i o günden şonra bütün hayatı- mızda banat " — «Neden Afyona gitmekten vaz- geçtin» diye sormamıştı. Bana hiç.. hiçhir kere ne Necatiden, ne Afyondan, ne seyahatimizden bah- setti. Belki o Necatinin karısını şahsan tanıyordu. Onun evli olduğunu bili- yordu. Bu tesadüfümüzden, bu netice- nin çıkacağını anladı. Belki çocukla konuşarak, belki de bizim yakınımızda bulunarak konuştuğmuz şeyleri aşağı yukarı anladı. Fakat ne o gün ve ne de onu takib eden günlerde bir daha ara- mışda Afyon hastanesi va Necatinin ismi mevzuubahs olmadı. Ben bir daha İstanbula dönmedim... Büyük babam bana hasret öldü... Ve benim Anadoluda geçirdiğim İlk ayla- rın üçüncüsünde bir gün Lemi bana! — Evlenelim mi? dedi. Lemi beni seviyor muydu?.. Neden bunu bana böyledi... Bir sele kapılmış tahta par- çası gibi hayatın içinde yuvarlanışıma mı acıdı? Bilmiyorum, Hiçbir şey bilmiyorum. Yalnız üç buçuk ay sonra Leminin ka- rısı olmuştum... Ve sonra on iki sene.. (Bir kahkaha attı.) Dizinin,dibinde o - kâğıdını vör- iliği de ben ya- Bir Bir nokta: lara ve onlar derecesinde muzır olan yemek kırıntılarının muzir tesirlerine mııın bırakılmıştır, demektir. Gecele- ağız dahilinde 35 dereceye varan ha- rıretle bu mikroblar ve salya ifrazatı büyük tahribat yaparlar, Geceleyin fır- çalanması ihmal edilen dişleri sabah- Yemı—klen mütecakıb her gece ya - .|tarken temizlenmiyen dişler mikrob- yazdığım mektubdu, Ka - W RADYOLİiN Bütün hayat imtidadınca diş- lerin güzelliğini ve Mı temin eder. ANCAK' Bu garantiyi el. de “edebilmek — için — dişleri «RADYOLİN» ile sabah, öğ- le ve akşam her yemekten sonra muntazaman fır. M lâzımdır. leyin temizlemeğe lulhııık. kırılan bir vazoyu cilâlamağa uğraşmaklan farksızdır. Bunun için: Sabah - Öğle ve Akşam her yemekten sonra Daima Radyolin Muhammen kıymeti Lira Kr. 800 dükkânı müştemil ahşab 647 60 da 28, 1, 3, 5 sayılı ahşab 558 40 murabbamndaki arsa. 158 00 Kabataşta Ömer Avni Be ytülmalci sokağında 32, 34 sayılı altında beş odalı hane. Galatada Arabecami maha llesinin Sarızeybek ve Demirci sokağın- hane, Cihangir Sormagir maha llesinin Sormagir sokağında 80,69 metre Hacı Ferhad mahallesinin Aşıklar sokağında 79,50 metre murab- bamndaki 13 No. lu arsa. Yukarıda yazılı gayri menkullerin mülkiyetleri peşin para ile satışı 1/7/938 tarihinden itibaren on beş gün müddetle açık arttırmaya çıkarılmıştır. İhalesi 15/7/938 Cuma günü saat on birde komisyonda yapılacağından va - lblerin 96 yedi buçuk pey paralarile akarat ve mahlülât kalemine müracaatları. S AM A a Bnş y e arila v pt riyor. Hel& burada içine düşlüğüm muhit babamın ve üvey anamın muhi- ti bena o kadar yabancı ve © kadar ây- kırı ki... Onlar bir milletin çırpınışlarına bi- gâne kalan ve Üüst Labaka muhitinden insanlar... Benim eski arkadaşlarım da öyle,.. Aşağı yukarı eski hayatları de- ğişmemiş gibi geliyor bana... Çocukla- ra öz türkce isim takmakla, başörtü ye- rine şapka, fincan oyunu yerine poker, briç nymmkla inkılâba hizmet edil- miş olur mu?... Bergamada konuştuğumuz mevzula- rın hiçbiri burada mevzuubahs değil... Hem bir kadın öyle konuşur ve öyle düşünürse ukalâ diyorlar, «Taşralı mü- nevver» diyorlar ona.., Ve sana mektubumda yazdığım gibi ben de onlar için: «Basit, ve sathf in- sanlar» diye düşünüyorum. Onlar mı basit, ben mi ukalâyım Bilmiyorum. Fakat muhakkak olan bir şey varsa muhitlerinde konuşacak çok söz bul- mayışımdır. Fakat bunu söyliyerek bütün İstan- bulu tenkid ettiğimi zannetme... İstan- bulun şu - üst tabaka - sının haricinde her halde kıyı ve bucağında kendisile «Taşralı münevver» diye istihza edile- rragan, (4113) insanı hayata karşı bımbııkı yetişti- | bilecek epey değerl! insanları olsa ge- rek...> —— Feriha arkadaşına yazdığı mektubda da izah ettiği gibi bir türlü İstanbula intıbak edememişti. Herkes ona aykırı geliyordu. Ve o, herkesten biraz kaçmak, ve tek başı. na kalmak istiyordu. İyi bir arkadaş Muhitinde on iki se- ne en büyük zevki tefekkürde ve fikir- lerini münakaşada bulmuş olan bu ka- dın için birdenbire açkadaşsız ve mu- bitsiz kalış çok güç gelmişti. Lemiyi şübhesiz hiçbir zaman deli gibi bir aşkla değil, hattâ aşkla bile sevmemişti. Fakat ona karşı sonsuz bir sevgi ve şefkatle merbuttu. Uzun seneler süren heyecanlı, korku lu ve tehlikeli bir çalışmadan sonrt birdenbire faaliyetini kesen Feriha o- İnun yanında hayatının ilk gençlik dev- relerinde aldığı intıbaları tedkik, tah Hl ve tasnif edecek müsaid bir hava bulmuştu. Küçük evlerinin basit sessizliği için- de tıbkı bir uzun, serin, tatlı sıcaklığın- da yetişen nadide bir nebat gibi dü- şünmek, mantıkla muhakeme etmek, görüp anlıyabilmek kabiliyeti inkişaf etmişti. Benliği, bugünkü benliği tekâ- mül etmişti. (Arkası var) ge