1Y Sayfa Bu köylü şairin soyadını iyice hatırla- | miyorüm., galiba Ovçimikovdu. — Fakat Ç adı basit ve sade idi: İvan Filipoviç. İvan Filipoviç bana haftada üç defa ge- lürdi. Sonraları hergün gelmeğe başladı. Bana gelişlerinin sebebi basitti. O, bir fh bir gazete veya mecmuaya basılması T için tavassutumu rica ederdi. - — Hiç olmazsa şiirlerimden bir tanesi> | ni bassalar başka bir şey istemem, derdi, 'tjirlerııxıln basılmış halde nasıl görüne- geklerini şiddetle merak ediyorum. İvan Filipoviç bazan karyolamın üze- Ş Tine oturur ve nefes nefese: — Muhterem yoldaş, derdi, benim şiir Üİ |— ve edebiyata olan alâkam daha çocuklu- Üİ Oğumdan başlar. Küçüklüğümdenberi ta- | biati ve güzelliği severim. Diğer köy ço- O cukları, çelik çamak veyahud yazı mı, O tura mı oynarken ben, meselâ, bir danayı | veyahud bir bulut parçasını seyreder ve A bundan fevkalâde mütehassis - olurdum. | Ben en ufak bir güzelliğe bile alâka gös- | termeden duramazdım. t Buluttan, rüzgârdan, danadan falam Üİ Yevkalâde zevk duyardım, İşte böyle .muhıcn—m yoldaş, ben bütün bu güzel- || likleri mükemmelen anlar ve severdim.. ,i Danadan ve buluttan bu kadar iyi an- Ulamasına rağmen İvan Filipov şiir- | fleri, maalesef, çok fena idile n an- | diyacağınız bunlardan daha kötü şilr yaz- | mak imkânı yoktu.. | İşin en şık tarafı, İvan Filipoviç'in bü- Şün şiirlerinin kafiyesiz oluşu idi O da 'bu noktayı itiraf etmekten çekinmzedi: — Ben kafiyeli şifr yazmasmı sevmem, | H derdi. Çünkü kafiyeye uyduracağım di- | ye güzelim şürlerimi berbad etmekte hiç| 'lhlr mana görmüyorum. Sonra bu iş biraz Büçlüğü de mucib oluyor. Bu vaziyette H daha az şiir yazılabiliyor. Halbuki kafi- yelisine de, kafiyesizine de ayni parayı *f veriyorlar.. OÜ İik zamanlar namuslu namuslu bütün | gazele ve mecmua idarehanelerini dola- | Şarak İvan Filipoviç'in şiirlerini teklif et- | dim., fakat sonraları bu işden vazgeçtim. W O Günkü hiçbir gazete, hiçbir mecmua bun- *hn metelik bile vermedi. | İvan Filipoviç sabah sabah bana dam- g lar, karyolamın üstüne oturur ve sorar- di İ — No haber?. Almıyorlar mı?. Ü — Hayır İvan Filipoviç, almıyorlar,. — Peki herifler ne diyor? Belki de be- nim köylülüğümden, falan, şübhe — erli- | yorlar?. Bu noktada hiçbir şübheleri ol- $ Mmasın!. Ben halis muhlis köylüyüm. Bu- u siz onlara büyük bir kat'iyetle söyli- ” yebilirsiniz!. Diyebilirsiniz ki: <Hiç kork- | Mayın; o, cedbeced köylüdür. Soyunun | hepsi köylüdür. Babası, dedesi, dedesi- | nin dedesi hep köylüdür. Sonra bu aile | dışarıdan kız almamış, hep köylüden ev- | lenmiştir, Bu hususta yemin bile edebi- GAS «Son Posta» nın edebi yomani: Posta,, “Son E KÖYLÜ ŞAİR — | MN Ruscadan çeviren: H. Alaz AMWT nın Hikâyesi D Bugünlerde bama yaorika işcilerinden bir gair musallat oldu lirim. Hattâ bu yüzden alay edenler bile olmuş: Bu sile ama da antika, diye söy- lenenler bulunmuştur.» Velhasıl vaziyot bu merkezdedir. Bu işden yana HWiÇ şüb- heniz olmasın.. — Hayır İvan Filipoviç mesele bu de- Hil Herifler sadece salmayız, diyorlar, zamana, zemine pek uygun değil!» Yani senin anlıyacağın bu şüirleri pek beğe miyorlar.. Yoksa senin menşein, ail vaziyetin onları pek alâkadar etmiyor. İvan Filipoviç benim sözlerime fena halde içerler: — Af buyurun fakat, derdi - herifler haltetmişler!. Ne demek şiirlerim «zama- ma, zemine uygun değil!» miş?. Şürleri- min neresini beğenmiyorlar Nereleri güzel değilmiş?: Bon küçüklüğümdenbe- Ti tabiatle, edebiyatla alâkadar bir adam değil miyim?. Danadan, buluttan pekâlâ zevk alan birisi idim.. şu halde muhte- rem yoldaşım ne diye bu şiirleri almaz- lar?, Açıkça sebebini söylesinler'. Bu düpedüz şahsıma hakarettir. Hiç olmazsa bir tanesini alsınlar!. Ben, bu köylü şairin tazyiklerine iki ay kadar dayanabildim. Fakat iki aylık bir mukavemetten son- ra teslim olmağa, mukayemelim kırılma- Ha başladı. Nihayet İvan Filipoviç günün birinde koskocaman bir manzum eserle veyahud, Allah belâsını versin, ne bileyim işte bu- na benzer bir şeyle bana müracaat ettiği zaman kat'i olarak mukavemetimi kay- bettim: — Ya,'dedim, manzum bir eser mi ge- tirdiniz?. İvan Pilipoviç büyük bir safiyetle: — Evet, dedi, manzum bir eser getir- dim. Çok kuvvetli bir eser oldu. Bunu yazmak için iki gün uğraştım. Doğdu işte.. — Neden icab etti?. Böyle bir ilhama sebeb ne?. — Bilmiyorum, tekrar ediyorum, doğ- ÇINARALTI Bürhan Cahid yayaa. Hasan dayı çiftliğin bir aylık süt sa-|den beni haberdar etmekle âdeta fe - Eyışından yüz yirmi lira getirdi ve bir bafla sonra başlıyacak yeni mahsul sev- ikiyalının en aşağı altı yedi bin lira tu- | tacağın: haber verdi. Burada yerleşip kalsam bir kaç sene- AU de adamakıllı zengin olacağım. Feridu- J pun mektubunu açtım, Oldukca uzun. Allı, morlu elbiselik siparişim üzerine | bir çok gevezelik ettikten sonra müd - hiş bir haber veriyor. Nazlı, Nevin ve Suna çiftliğe gelmek istiyorlarmış. Onların bu karari kendi ara - darında verip Feriduna âdeta kal'i hü- küm gibi tebliğ ettiklerine bakılırsa bu Beyahat pek uzak değil. Kendilerine her fırsatta bir eğlence bir değişiklik Arıyan bu salon hanımları bir kere a- ; kullarına koymasınlar, mutlak yapar - | lar. | Zaten Feridun da öyle söylüyor. Bil- hassa Nazlı ile Suna bu çiftlik âlemine dair daha şimdiden programlar ve plân- dar yapıyorlarmış, işin garibi bu ziya - yeli ansızın yapmak için Feridunu da sıkıştırmışlar. Zavallı çocuk tehlike - dakârlık etmiş. Bu yaman sürprizden kurtulmak i- çin ne yapmalı bilmem? Uykum büs - bütün kaçtı. Bu hoppa, çılgın kadımların çiftlikte koparacakları fırtına herhalde müdhiş olacak.. Allah vere de beni adamları - ma karşı kepaze etmeseler. Bizim dok- tor Rüşdü bey duysa kıyameti koparır. Fakat bu Ffettan — kadınlar be - nim çiftliğe geldiğimi nerden haber almışlar? Feridunun söylemediğine e- minim, Zavallı çocuk, bu gevezeliği ya- panı anlamak için onları çok sıkıştır - mış. Fakat hiç birini söyletememiş. Naz- lhı hanımefendi : — O bizden kaçtı. Biz de ona sürpriz yapacağız. Kadınların elinden ne kur - tulur, demiş. Hakkı var. İçimden garip fikirler ge- çiyor. Ben de onlara bir sürpriz yap - sam.. geldikleri zaman buradamn kaç - sam... e Heyecanla beklediğim çarşamba sa- | | SÖON POSTa du işte.. yaz da yaz!. Yaz da yaz!. İlham... Ne denir? — İlham!.. Şiir yazmak!. Arkadaş; ça- Jışmak lTâzim, çalışmak!. Sana, güneşin altında taş kırdırmalı!, Seni bu adam eder!.. İvan Filipoviç canlandı; gözleri çak- mak çakmak oldu: — Böyle bir şey yaparsanız, dedi, Al. lah sizden razı olsun!. Ben hazırım.. size yalvarırım, beni hemen böyle bir işe yer- leştiriniz!, Çünkü artık tahammülüm kal- madı, İşte iki senedir ki işsiz. dolaşıyo- rum.. ne İş olursa olsun yaparım. Ben hayret ettim: — Nasıl, nasıl, dedim?. Anlamadım. Ya şiirleriniz?. İvan Filipoviç gene o serçe sesile: — Birak canım, dedi, yemek lâzım, ye- mek.. karnım zil çalıyor. Şiir!, Bana bak aziz yoldaşım; değil şiir yazmak, fakat ne olursa olsun, bundan daha kötü şeyler bile yapmağa hazırım.. gür!.. Köylü şair benden üç ruble ödünç ala- rak sert adımlarla odadan çıktı.. Bir hafta sonra da ben onu gazete ida- Tehanelerinden birine kuryer olarak yer- leştirdim. Artık o şiir falan yazmaktan vazgeçti. gazetenin evraklarını, postala- rını götürüp getirmeğe başladı. Vakıâ şimdi artık bizde işsizlik falan kalmadı.. fakat buna tağmen bugünler- de bana fabrika işcilerinden bir şalr mu- sallat oldu. O açıkça: — Bu şlir denilen nesne ile, dedi, yev- miyomi biraz olsun kabartabilirsem, ne Alâ! Beni iş borsası mı zannettiler, nedir?, YARINKİ NÜSHAMIZDA: Bir gece macerası Yazan: Peride Celâl Adalı Halil pehlivanın Mezarını ziyaret (Baş tarafı 7 nci sayfada) ümidinin yükseltici imanından ve kud- retinden mahrum kalacaklardır! O gün hepsi de, Adalı Halil pehlivana, şerefile mütenasib bir mezar yapılmssı için her fedakârlığa hazır bulundukları- nı söylediler. Ve ben onlara: — Lüzumu yok... dedim... Sporün ve sporcunun kadrini bilen hâmilerden bi- risi, faraza Kâzım Dirik, Adalı —Halilin böyle bir mezarda yattığını duyarsa, di- leğinizin yerine gelmesi için sizin feda- kârlığınıza ihtiyaç kalmıyacaktır! Bilmem onlar o zaman, bu teminatıma inanmışlar mıydı? Fakat ben eminim ki © gün bu sözle- bahane ile çiftlikten uzaklaştırdım ve hayvana atladım. Artık bütün yolları, geçidleri, patika- ları biliyorum ve hayvanımı korkma- Gan istediğim yerlerden sürebiliyorum. Kestaneliğe geldiğim zaman daha pek erkendi. Hayvanı çalılar arasında siper bir ye- Te çektim. Birkaç gün evvel buralarda köy ka- dınlarının yabani çilek - topladıklarını görmüştüm.. bol şekerle pek güzel ye- nen bu kır yemişleri burada © kadar bol ki! Bu sabah kimse yok. Eğer Sıdıkadan |koruyup kucaklıyarak talihin yolunu ce- | 19 Mayıs bayramı bütün yurdda —ıı, coşkun tezahüratla kutlulandı (Baş tarafı 1 inci sayfada) tikbalinin bayramını kutluladı. Şehrimizde şenlikler Taksim stadyomunu, şimdiye kadar misli görülmemiş bir kalabalık dolduür - muştu. Fakat içeriye giremiyenler, stad- yomu dolduranlardan çok daha büyük bir kalabalık teşkil ediyordu. Vali Muhiddin Üstündağ, İstanbul ku- mandanı Halis, amiral Şükrü, Üniversite rektörü Cemil Bilsel, kültür direktörü Tevfik, Türk Hava Kurumu başkanı İs- mail Hakkı, ve diğer vilâyet, zabıta er- kânı, yüksek rütbeli bir çok zabitler, bir çok memurlar da stadyomu dolduranlar arasıtıda idiler. Saat tam 9,30 da bayrak çekme mera- simi yapıldı. Hep bir ağızdan İstiklâl marşı söylendi. Ve bunları mütecakib kürsüye çıkan vali Muhiddin Üstündağ, içinde bulunulan - yüksek günün mana - sını, şu özlü cümlelerle ifade etti: Valinin nutku «— Bayanlar, baylar, Bize şeref veren değerli huzurunuzla bölgemizin 938 yılı spor ve gençlik bay - ramı şenliklerini sevinçle açıyorum. Gençliğin heyecan dolu güzel gösteri- lerinden önce, bugünün takvim adını bir kere daha saygı ve tapı ile analım: 19 mayıs! Her yıldönümü daha heyecanla karşı- lanan bugün, vicdanlarımızda mukaddes bir tarih olarak ebediyen yaşıyacak ve Türk milletinin ilerisin! hiç sönmiyen bir ışık gibi daima aydınlatacaktır. Bugün; milli varlığımızda hududsuz bir köşebaşı, bir dönüm noktasıdır. Tam on dokuz yıl önce Atatürk sonsuz vatanseverliğinden ve ölçüsüz azim ve iradesinden aldığı iham ve kuvvetle Türkü mahküm eden ölümün suratına tükürmüş, milli hayatın asil varlığını hennemin uçurumundan, istiklâlin cen- netine çevirmiştir. | O günün muvaffak jesti, Türk milleti- | nin her şeye rağmen bugüne kadar mu- zalfer olan açık ve parlak talihi oldu. Biz, bu güzel talihe kıskançlıkla sa - rıliyor, ve yardımcısına derin bir bağlı - hk ve yüreklerimizden kopan sonsuz sev- Bi ile tapıyoruz. İşte bugünkü bayram, 6 mes'ud hâdi- senin vicdanlarımızdan taşırdığı şükran borcunun bir iladesidir. 19 mayısın gençliğe ve sporculuğa nis- bet ve istinad edilerek hususiyeti bay - ramlara temel tutulması Türk milletinin bünyesindeki hususi karakterleri teşkil eden sayısız kuvvet ve kiymetlerin bü - tününü üzerinde topluyan ve bunları kur- c rimden şübhe etmiş bile olsalar, yarın | inanacaklardır. Çünkü bu naçiz satırlar, koca Adalı Halilin harab mezarını, himayekâr gör- lere meçhul kalmak talihaizliğinden kur- tarmış bulunuyor! Naci Sadullah tuluş sahasının her safhasında Tâzım ol- duğu gibi tebarüz etliren Atatürkün mil- lete hizmet yolunda Samsunda açtığı bay- rağın gençliğe ve sporculuğa emanet e « dilmesi, hiç şüphesiz, Türk gençliği ve sporculuğu için pek büyük — mazhariyet ve pek yerinde bir iftihar sebebidir. Bunun için, hepinize tercüman olarak kendilerini kutlular ve geçen sene aynil vesile ile burada söylediklerimi bir kere daha tekrarlarım; Bütün kıymetlerin kuvvetlerin ve gü- zelliklerin sembolü Atatürktür. Türk genci! Bu örneğe sadık, ve lâyik ol Ya- şasın Ulu Önder, yaşasın Türk gençliği, ve sporculuğu!..> Hürmet Enginin sözleri Müuhiddin Üstündağın uzun alkışlarla ! mukabele gören bu nutkundan sonra, kız | muallim mektebinden Hürmet Engin söz dı. Hürmet Enginin uzun ve kıymetli nut- kundaki şu parlak ve özlü cümleler, uzun uzun alkışlandı: . «— Bizler bugün, coşkun bir sel gibi ı içimizden köpüren heyecanın ilk hızın! ©o tarihi değiştiren günden aldık. a «Atatürk çocuklarıyız!» diye, haklı bit a şerefle övünen Türk gençliğinin en mü- him vazifesi bize emanet edilen bu ese- re lâyık olmıya çalışmak ve cihan tarihi- nin tek Önderini: «Ben böylae çocukların atasıyım!'» diye övündürmektir.» Geçid resmi Bayan Hürmet Enginin sözlerini tamam lamasını müteakib geçid resmi başladı. Üç bine yakın kız ve erkek tal, rin, sporcuların, muntazam ki /u" muntazam adımlarla geçişleri, seyircile- Te coşturucu bir iftihar ve zevk duyur * muştur. Resmi geçide iştirak eden talebelerin ellerinde bulunan bayraklar üzerinde şü mekteb isimleri göze çarpıyordu: «Yüksek Deniz ticaret, Türkkuşu, Boy- oğlu, Bakırköy, Eyüb, Kasımpaşa, Cum- huriyet kız orta mektebleri, Çapa Kıf muallim mektebi, Nişantaşı, Fatih, Süley- maniye, Cağaloğlu, Kumkapı, — Taksim orta mektebleri, İstanbul erkek lisesi, Gü“ latasaray, Pertevniyal, Vefa, İstiklâl, Şiş- li Terakki liseleri ve İstanbul kız lisesi.» Jimnastik hareketleri Şehir bandosunun çaldığı marşlarla yapılan resmi geçidden sonra, talebeler: meydanda muallimlerinin kumandasın * da beden hareketleri de gösterdiler. Bin- lerce gencin, tek bir insan gibi harektt edişi, seyircilerin gururlarını ve sevinç * lerini büsbütün arttırmıştı. Süleymani * ye, Vefa, Galatasaray, Beşiktaş, Kumkâ* pı klüblerinin de iştirak ettikleri bedeü hareketlerini müteakib, bütün mekteb - ler ve klübler, Taksim âbidesine birer ÇE“ lenk koymuşlardır. Öğleden sonra, saat 14 de, Beyoğlü Halkevinde toplanan bir çok mektebliler Şükrü Kayanımn nutkunu büyük bir he (Devamı 13 üncü sayfada) kat edince bunun bir eşek olduğunu an-/ona doğru âdeta koşuyorum. İki elifi ladım, Fakat üzerindeki yolcuyu tanı- mağa imkân yok. Mesale azaldıkca bu- nun bir kadın olduğunu da farkettim. Fakat garib şekilli bir kadın! Bir iki dakika içinde bu garib şekil bütün hatlarile meydana çıktı. Gelen Sıdıka idi, fakat kucağında bir de kü- çük çocük vardı. Sevinçten ne yapacağımı — şaşırdım. Şimdi bekâr odasında sevgilisine yer hazırlıyan bir çapkın gibi bu koyu yeşil gölgeli kestaneler altında onu oturta- cak yer arıyardum. Ayak altı bir yer tehlikeli idi. Kesta- önce başkaları gelirse orman içinden |nelerin arkasında sık bir meşelik var. köy yoluna hâkim bir tepeye çıkaca- ğım... Başkalarının yanında onunla konuşmağa imkân yok. Engin dalları koyu yeşil bir çatı gibi birbirine karışamı kestaneler altında dolaşıyordum. İnce bir keçi yolu kıv- rıla kıvrıla ovaya iniyor. Sıdıka bu yol- dan gelecek. Bir saat geçti. Köy yanaşmalarından iki oraket ©- muzlarında yabaları, tırpanları ile or- manın eteğindeki arpa tarlasına girdi- ler. Onlara görünmemek için bir müd- det çalılar arasında Keçi yollarile yamaca çıkılryor. Bura- ları her halde daha müsaid... Fakat Sı- dıka yanına bir de çocuk almağa neden lüzum gördü? Kestaneliğe geldiği zaman acaba be- ni arıyacak mıydı? Ona birdenbire gö- |beni seyreden çocuğun başın! rünmemek için hayvanımı bağladığım |İki adım geride yükünü boşal! çalılık arkasına saklandım. , Gittikce yükselen güneş olduğum ye- |(memnun böz eşek keyifli kayi Ti cehenneme çevirmeye başladı. birden tuttum: — Gelmiyeceksin diye üzülüyordum — Sıdıka hanım. Çok teşekkür ederim- N& iyi ettin bilsen! Birçok şeyler söylemek istediği BaF de cesaret edemiyen, muvaffak olami” yan insanların sıkılganlığı içinde yit bakıyor. Benimle gözgöze gelmekte? çekiniyor. I Ona rica ettim; — Gözlerini benden kaçırma.. o K” dar güzel gözlerin var ki Sıdıka banıf nemle şakaklarına yapışmış. Burun natları heyecandan — açılıp W'Ş:_' İlk defa bu kadar yanyana geldik- ük zü yüzüme o kadar yakın ki.. bir XÜS hareketle dudaklarım alnıma değte”k © bu vaziyetlen çekinlr glll w kurtardığı parmaklarile hayran 7 » tmaklâf tan ve gölgelik, çimenlik bir yer b“::’:w- yor. Etrafımda böcekler, sinekler uçuştu-| Onu söyletmek için: yor. Ayak sesleri topraktan geliyor. Ni- hayet yolun ucundan göründü. Eşekten | dim. inmiş, bir elile yuları tetuyor. Çocuk,| Titrek sesle cevab verdi: gizlendim. Yolun alt kısmında bir gölge hareket |dört beş yaşında bir kel oğlan.. etti. Gittikce yayılıp kızışan güneş ab| — Başımı sağa, sola çevirip etrafı arıyor. bahı nihayet geldi. Hasan dayıyı bir|tında hareket eden garib bir gölge. Dik- |Sabredemedim. Yerimden fırladım ve hanım, dE” — Bu yavru kimin Sıdıka — Komşumuzun efendim. — Onu buraya kadar neye (Arkası vüği