2E Rkinlikmeze . <7 : sSOoM Tarihten sayfalar: Otomobilile İstanbuldan Avrupaya Yarılan ve gö; —— Veziri Haman, Fir'avu sihirbazlıkla geçti, sen ge çıkan deniz na bağırdı: “ Musa buradan Tanrılığınla geçemez misin ? ,, Pilistinde kıtlık oldu. Mısır hükümda- Tidn veziri olan Yusuf, babası Yakuplâ HL kardeşini de kendi yanına getirt- 'i İsrail oğulları çoğaldılar. On iki kar- ten on iki kabile meydana geldi ve © rdeşlerin adlarile anılmağa başladı. kâyesi urdur. Meşhur o!ı;ıî: kadar da n:undvır_. İZ yalnız Hazreti Musanın denizi yâ- TP ümmetini nasil geçirdiğinden bahsö - deceğiz, _’duıı_ kavmini — Mısırdan çıkaracaktı. Gizlice kaçmağa karar vermişlerdi. Zira Firavun ve Misırın yerli balkı önlerin Bittiklerini istem iyorlardı. İ Fakat bir çok geceler yola çıkmağa ni- :* tlendikleri ve hazırlık ta yaptıkları ölde birer engel yüzünden bunu YaPa - TaAyorlardı, İhtiyarlar dediler Ki : > — Yusuf Peygamber - öl: avtç Yaylâdlarım Mosırdan giderken - benim ibutumu da alsınlar. Kudüse götürsün rb> demişti. Onu almadığımız için Alaf M Çıkmamıza razı değildir. ,lh“yıu- bir kadın Yusufun mezarmın ıı:ı Yatağında olduğunu söyledi. Musa v hey. Bitti. Allaha yalvardı ve ywlu;'ı Yaz Mermerden, ek yerleri hiç belli ol- Z?L“" tabutunu çıkardı. Bir yerde 5 Sotira kavmine şöyle dedi: ir. On- lııî Allah Mısırlıları öldürecektir. V H Ka © mallarını, davar ve oğlınlırmı_nz- » Bümi kal nh"Wrmüıı rl::e"_ıı onların mallarını İs- İeyim, y ?'"' dcaiği gibi yaptılar. da ** geldi. Herkes, başkaları kezli'ttiklerini bilsinler diye, birer t 4 oe dııı;_ kanımnı evlerinin kapılarına SÜ Sabahle kaçtıkları & yin İsrail oğullarının kaç nlaşıldı. Telâş ettiler. Fir'avuna koşlu- a başla - x tavuk Ölmü l'l:,:m' Onları gömmeden yola çıkıla - kay, ” Geciktiler ve böylelikle Musanır ,'DI epeyee uzak gitti. : doıdruüm" kavmi şimdi Süveyş körlezi ün% deniz kenarına vardılar. Arkâ * Tüya Misır askerinin karakolları da gö * Yalü. İsratl oğulları Musanın — etrafini Aldılar: n Önümüzde deniz, ardımızda kıliç; 5 4 onlar bizden on misli çoktur; hatbe - m'ğ"* Halimiz nice olur? n Bi BT TabıygaA korkmayın, Allah bizimle be SSa bunları söylediklen sonra bi - Tüeh veya mersin ağacından meşhur Eânn, denize vurdu. Hemen o anda de- d, a ve sola ayrılarak on iki yol açık rine sürdü. Diğerleri de arı YAZAN Turan Can Musa! ğ — Haydi yürüyünuz! Dedi. - N#ıl yürürüz. Burasi balçıktır. İn-. gan veya davar burada çâmura gömü'ür ve ölür. Güneş Musa a ve rüzgâr çıktı; yollar kundu._ tmı denizde açılan yollardan bi- dından gittiler. On iki yoldaki on iki kabile b-.rbir_lı:_ - rini göremiyorlardı. Çünkü her birinin ında ve solunda Çağ gibi deniz yığıl - ğ zi ta yerde İsrail oğulları Mu- mişti. Tami ört ya dediler: S?îî Ey Musa, diğer yollara giden kar - deşlerimizin hali nicedir. Sağ mıdırlar, yoksa deniz işinde boğuldular mı? Kor - z ki boğulmuş olalar!.. l h;,' « Alıaha dua etti ve o anda on iki vnlur,'ırılnr.: daki deniz parçaları göğe Çıktı. Kubbr gibi asılı kaldı ve İsrali -o - ğallarının hepsi birbirlerini gördüler. Böylece 'drıııııdgiwî:%ln. İul?o::r::;ı:. durun, Fir'avun askeri- j ! mç'ıî"ıl::ıngnö::?nn yarıldığını, bir kığmı- nın d9 bir kubbe gibi tepede ı.inıdııin'nu görünce korktu. Veziri Haman'â& sordu: — Nice idelim? — Hemen fırsattır. lıktır. Kaçamazlar. dim. d ni re_ Şu asılı duran denizi görmez misin? Bunca askerle o kadar suyun altına nice alım? ü.r_ıym.ıs. buradan sihirbazlıkla — geçti. 'V Tanrılıkla geçemez misin? ğ s':ır'ıvun Allahlık iddiasında bulunu- yordu. Bunun için: " — Doğru söyledin. n taru sürdü. Asker de onun üN TGİN anları zorla yürüttü - Demnizin o tarafı sarp- Hepsini kılıçtan geçi- Fir'i ; gibi yaptılar. Korki ı“!;iışır ı..ık:ri denizin öteki tarafına îlı:. laşmıştı. Onları seyreden İsrail oğulları bı';yüli bir korku içinde hçıfıı.ıgı ye ı— niyor; Musa onları tutmak için — güçmük “:xîvoıln':n'l?ir'ıvun askeri tam - kıyıya Jecekleri sırada Müsa elindeki sopayı lı!Idı.niı ve denize vurdu. Bll'd("lb_novyan h;:ı'i inleten bir çağıltı ve gümbur:.u ol- gu. İki tarafa yığılan ve ll'pı:de asılı dü- ran deniz suları gene eski r_ıı.lgd:ıı ıı[.ma- a başladılar. Fir'avunun yüz I'ıın lerce âa- keri ve kendisi oruda bnı?uldıı.ır. e O gün Musanın kavminden hiç kimse yemek yememişu. Akşıı!ı da yak]îıg'mş. tı. Musa oruca niyet m.t Onun dininde ol'ınlınn her yıl ayni günde otuç iut - maları âdet oldu. Ertesi gün yola çıkacaklardı. Fir'avun korkusu bir türlü İsrail oğullarının yü - reklerinden çıkmıyordu: — Ey Musa, korkarız ki Fir'avun su al- tında ölmemiş ola. Zira o her insana ben- zemezdi. Gene çıkar da başımıza belâ ö- lur, Musa dua etti ve deniz dalgalanarak Fir'avun ile askerini suyun üstüne çı - kardı, gürdület, Bu aralık ölülerin üst ve başlarındaki kaymetli eşyayı almak içın, İsrail oğullarının yüzme bilenleri suya daldılar. Çok mal aldılar. Musa: Misirda aldıklarınız helâldir amma, bu helâl değildir. Diyerek engel olmak istedi, lâkin din- letemedi. Nihayet Kuüdüs yolunu tuttu- lar. * Bunlar din kitaplarının yazdıklarıdır. Hepsinin doğru olduğu hakkında tarihin malüm vesikaları yoktur. Ancak büsbü- tün inkâr etmek te kabil değildir. Din kitaplarında olduğu gibi tarihlerde de Müusa adında br adam vardır. (Musa) nn manası Misir dilince (çocuk) olduğura Köre bir sandık veya beşik içinde Nile a- tılması, Fır'avunun kardeş veya karısı tarafından bulunmuş olması - tarih ilmi bakımından da teslim edilmek lâzım ge- Bir, Esasan İşrail oğullarının Mısırda yer- li hatkın kölesi gibi angaryalarda çalış - tırıldığı, büyük zahmetler çektiği, Fir'a « vunlardan Mineftah zamanında oradan çıktıkları da sabitlir. Mineftah, en meşhur ve büyük Mısır hükümdarı ikinci Ramses veya Sezosti - risin on üçüncü oğlu olup ondan sonra tahta çıkmıştır. Büyük İskenderden sonra Mısırda bir saltanat kuran Batlamyüsler zamanında yapılan tetkikat neticesinde Misırım deri- ler ve papirüsler üzerine yazılmış olan es- ki kayıtları arasında İsrail oğullarının Mısırdan çıkışlarına ait malümat bulun- muştur. Bu mevzu ve Musarün şahsiyeti bir çok büyük san'atkârları hârekete getirmiş - tir. Meşhur - Leonar dö Vinçi Musanın fevkalâde güzel bir heykelirli yaptı. A - deti olduğu üzere eserini örterek bir sene sonra baklığı zaman hiç bir kusur bul - mamış, bunun kusurunu da bizzat yapa- yım diyerek çekiçle ayak parmağının bi- rinı kırdığı rivayet olunur, İsrail oğullarının Beçişinden sonra Fir'avun ile askerlerinin denizde boğul- duklarını gösteren yukarıdaki tablo din kitaplarının verdikleri izahata tamamile uygundür. Açılan yolun kapanışı, hwwva- ya kalkan denizin inişi, Musanın heybet- H hali ve kardeşi Harun, sarp kıyılar ve kayalar üstündeki İsrail oğullarının man- zarayı bayretle seyredişleri çok mükem- mel gösterilmiştir. y Turan Can Fransadan 7 İngiltereye “ Kale ,, ye vardığımız zaman vapurun kalkmasına bir çeyrek vardı. Ne pasaportumuza bakılmış, ne de gümrük muayenesi yapılmıştı. Derken bir memur “ Burada öyle saçma şey yok! ,, demez mi? Yazan;: Vasfi Rıza Zobu Londrada, Türkiye lehine mühim bi hareket olacaktı. Sü- varilerimiz orada beynelmilel müsaba- kalara girecekler, hiç güphe yök ki bir kağ ehemmiyetli muvaf- fakiyet — kazanacak- lardı. Bu havadisi Abidin Daver bize haber verdiği zaman, Pariste daha fazla duramadık. — Londra, Bibi bir yerde Türk #üvarilerinin Üstün- lüğünü — seyretmek, insana doyulmaz bir haz vereceğinden, gö- rülecek başka yer- leti dönüşe — bırakıp Londraya doğru ha- reket etlik. İlk he def «Kale» gehriydi. Fransanın şimali ve İngiltere için en mü- nasip bir kapı olan bu limana iki yol var- dır. Biri şimalden, deni e yakın geçer; ö- |teki de daha aşağıdan ena müvazi iler - ler ki. numarası da elâ> dır. - Biz ne ak- la hizmet ettikse ettik, «16» numaralı yöl- la «Kale> istikametine hareket ettik. - Dönüşte şimalden gelince anladık ki: «16> numaralı yol, şimal yolundan hem uzun, hem bozuk. Sonra da sık sık köylerden geçmek lâzım geliyor. Köy içlerinden geçmek otomobilin sür'atini kestiği için, yol uzunluğuna bir de «ağır gilmek mec- buriyeti» karışınca, oldukça sıkıcı, mü- nasebetsiz bir seyahat oluyor. Bundan dolayı, Paristen Londraya gitmek isti - yenlere şimal yolunu tavsiye ederim, ra- hat bir yolculuk yapmış olurlar. * Öğleden sonra iki buçukla «Kale> ye gelip rıhtıma yanaştığımız zaman, - bizi götürecek vapur, istim üzerinde duruyor- du. Londrada az kalacağımız için otomo- bili götürmemiye karar vermiştik. Rıh - tım üzerindeki bir garâja arabamızı bı- rakıp bilet gişesine koştuk. — Vapurun kalkmasına on beş dakika vardı. Halbuki daha ne gümrük muamelesi, ne pasaport vizesi yapılmamıştı. Bundan dolayı va - pura — yetişeceğimizi — ummuyordum. Ben valizleri açmağa, pasaportları mua- yene ettirmeğe hazırlanırken, gümrük memuru seslendi: — Ne bekliyorsunuz? Vapura koşsa - nıza! — Daha muayenemiz olmadı da... Adamtağız imtihanda, bilmediği — bir sualle karşılaşmış bir mektep talebesi gibi, suratımıza baktı. — Gümrük müuayenesi için bekliyoruz! diye tekrar ettik... Memur bir kahkaha attı. Bu seler biz bir şey anlamamıştık. O seslendi; — Burada öyle saçma şey yoktur. Hay- di çabuk vapura! Oh, ne âlâ memleket! Hiç olmazsa pa- saporta bir mühür bassalardı. Şu insan - lar ne tuhaf mahlüklardır. Alıştıkları Şeyleri öyle ararlar ki, «Nene lâzim se - nin? Yürü işte, mühim bir sıkıntıdan kurtuldun!.» Hayır.. Âdeta yadırgadık, Bir tnemleket hudutlarından — çıkıyoruz da, ne gümrük, ne de pasaport kaydına ihtiyaç görülmüyor. Cenneti âlâ da bile binbir türlü sual ve cevaplara maruz ka- lacağımızı düşündükçe, bu Borgusuz şe- hâr gözüme girdi. «Nereye gidiyorsunuz?» bile diyen olmadı. Vapura atladık. İşte bu dakikadan itibaren İngiliz li - sanı konüşmak mecburiyeti başlıyordu. Kendi lisanından başka bir dille konu - şan bir İngiliz aramak: Aynarozda dişi mahlük istemek kadar yersiz sayılabilir. Bilmiyorlar mı, yoksa biliyorlar da ko - nuşmuyorlar mı? Bunu tefkik edecek kadar memleketlerinde uzun müddet kalmadığım için bir şey diyemem; fakat, Londra konsolosluğumuzun hizmetçisi o- lan bir İngiliz kadınının fransızca ko - Londradan bir manzara nuşmasından başka hiç kimsenin yaban- cı bir lisanla anlaşmak istediğini görme- dim. Bereket versin Daver, seyahate kü- çük kızını da beraber getirmişti. Kolejde talebe olan küçük Bayan Daver, bizim can kurtaranımız oldu. Daha ilk mda, aç olan karınlarımızı vapurda do mek için, tercümanımızın delâletine muh- taç olduk. Bundan sonra artık, onun be- ğgendiği, onun istediği ve onun sevdiği $e) yemeğe, içmeğe, seyretmeğe mec- burduk. Maamafih, yemek seçmek - için İngilizce bilmek te kâfi gelmiyordu. On- ların yedikleri yemeklerin cinslerini de bilmek lâzım. Öyle ya, Londrada türkçe öğrenmiş bir İngiliz, İstanbula gelse de, bir lokantada listeyi okuyarak kendine yemek seçmek istese, bi m işin içinden çıkabilir mi? Meselâ şöyle okuduğunu farzetseniz: «Elbasan tavasi!».. ne de - mek?, Neyle yapılır? Et midir, sebze mi- dir? Hamur mudur?... «İmam bavıldı!» deyince atkasından bir simdat!» sesi bek- Temez mi? Okuduğu hastane raporu muduy, ye - mek listesi mi? «Hünkâr beğendi> neyi beğendi? Meçhul!. «Vezir parmağı», «kas dın göbeği», «elmasiye> bunlar da nedir? Sütlü mü, şekerli mi? Hamurlu mu, ça - murlu mu? İstediği kadar türkçe lisa - nına vâkıf bir âlim olsun, bunlardan na- sıl bir şey anlamazsa, biz de ayni müşkü- Vâta uğradık. Uysal tercümanımız listede okuduğunu bize meselâ şöylece tercü - me ediyor: «Altıncı Jötj haşlaması!a... Gelin de İşin içinden çıkın, eJorj haşla - masi» ne demek?. Haşlanan Jorjun nere- Si7 Neresj olursa olsun! Acaba haşlan - dıktan sonra dönitüş mü, Yoksa çorba ha- Hnde mi? Daha vapurdayız. Rıhtımdan yeni ay - rıldık. Asri ve muazzam bir liman olan «Kale» den yeni uzaklaşıyoruz. Bunun karaya çıkması, gümrüğe girmesi, trene binmesi, Londraya inmesi var, Allah biz- lere sabur. tercümanımıza dâ çene kuv « veti ihsan etsin! Varacağımız Londrada üç dört gün dilsizlik tecrübesi yapacağız galiba, Vasfi R. Zobu Yunan bahriyelileri Deniz harp Akademisini gezdiler Yunan donanması kumandanı Amirsl Ekonomu, dün Averofta donanma mandanı Amiral Şükrü Okan bir öğle yemeği wvermiştir. Saat 18 de Akayın bir vapuru, Yunan zabitlerini alarak Heybeliadaya — götür- Mmüş ve misafirlerimiz Deniz Harb Aka- demisini gezmişler ve izaz edilmişlerdir. Saat 18 de Amiral Şükrü Okan tara- fından Parkotelde Yunan amirali şereti. 'ne 200 kişilik bir gardenparti verilmiştir. Amiral Ekonamu, akşam Averofta hüs susi bir dine vermiştir. ku- şerefine