T ATSRTŞT I —F FT 10 Sayfa Son Posta'nın siyasi tefrikası : 59 Yazan : Arif Cemil Saatlerce devam eden şahitlerin ifadelerine ve üç avukatın mahirane uydurulmuş yalanlarına mukabil Talât paşa beş on kelime — Talât paşa 1908 senesinde ne su<' retle iktidar mevkiine geçti, biliyor mu- sunuüz? O bir gün bazı hempalarını bir araya topladı, Babıâliye gelerek sadrâ- zamla karşılaştı. Sadrâzam, sigarası ağ- zında, elleri cebinde, tı bekliyordu. Kendisini görünce: «— Ne var, ne yapıyorsunuz? Böyle şeylerden hiç hoşlanmadığımı biliyor- sunuz?» diye bağırdı. Fakat endahta hazır duran tüfek o anda patladı ve Ta- lâtın, vücudünün orladan kaldırmak is- Azam gırtlağından vurularak halde yere yuvarlandı. Avukat Niemeyer'in Talât paşayı bir 1 gibi göstermek için jüri heyetine bu uydurma masal, ihtimal ki nazırı Nâzim pa: n vefatile enen meşhur Babıâli vak'asına sdanı böş bulan avu- t eşhası, hâdiseleri ve zamanları de- ğiştirerek v rbirine karıştırarak Ta- ayı zâlim bir adam gibi göster- gusile söylenip durdu. Niha- tarzda harel bir şeyi yaptı. n ikten sonra o da katilin | beraatini istedi ve bununla artık kati- müddelumuminin ise de| kemenin bu tarzda cereyan etme- sonrâ onun sözlerinin bir kıy- meti olamazdı. Müddeiumumi şayed başlangıçta Ermeni meseleleri mevzuu bahsolduğu zaman, vâdi vechile mu- hakemeyi tehir ettirmiş olsaydı, o za- man neticenin başka türlü çıkması bek- lenebilirdi. Halbuki muhakeme geri kalmatlığın- jumumi de merhum Talât paşayı müdafaaya hazırlanmamiştı. O zaten uzun uzadıya beyanatta bulun- mağa kalkışmış olsaydı bile mahkeme Teisi buna müsaade etmezdi. Çünkü re- is, müddelumuminin kısa süren ifadesi esnasında bile ona sözlerini ça t S ihtardan çekinmedi. İ rafgirliği bu kadar olabi lerce devam eden şahidlerin ifa- rine ve üç avukatın mahirane uy- üş yalanlarına mukabil Talât beş on kelime ile müdafaa edilmiş munla kalmış olsaydı gene ne ise i Fakat, müddelumumi sö- | zünü bitirince avukatlar gene ayakla- narak yeni hücumlara başladılar. Bil- haşsa Werthauer tekrar Talât paşayı mevzuu bahsederek - İ: bul divanı- harbi tarafından verilen idam kararı mevcud oldukça kendisinin Türk sad- râzamını daima bir câni telâkki edece- ğini edi. Avukat Niemeyer de müddeiumumiye çatarak dedi ki: — Umum! harp esnasında Türkiyede bulunmuş olan Alman askeri ve siyasi ricali Ermeni vak'alarını caiz olmuyacak bir tarzda gizlemeğe çalıştılar, Her ne kadar bir parça evvelden ©o vak'aların önüne geçmeğe gayret ettilerse de biz, “Almanlar da o meselelerden dolayı şark- ta âyni derecede mes'ul sayılıyoruz. Amerikada, Fransada ve şarkta neşre- dilen bir çok eşerlerde Almanlar, Ermeni Meşselelerinde Türkiyenin hakiki «Ta - lât» ları olarak gösteriliyor. Şayet maz- ile müdafaa edilmiş oldu nun beraet ettirilecek olursa ©o zaman hakkımızdaki bu ittihamlar ortadan kal- kacaktır. Cihan böyle bir beraet kararını yüksek bir adalet eseri olarak selâmlı- yacaktır, Bidayette Tayliryan davasına siyaset sokulmuyacağı ve sokulmadığı iddia olu- nuyordu. Halbuki işte katili beraet ettir- mek için açıktan açığa siyasi bir sebeb gösterilmekten de çekinilmiyordu. Bu hale kızmamak kabil miydi? Nlemeyer'in bu son sözleri üzerine ar- tık muhakeme bitmiş oldu. Gayet vâsi ve şümullü böyle bir davayı bir buçuk gün- de hallettirmek için Alman mahkemesi fevkalâde bir istical eseri gösterdi. Ni- hayet, mahkeme reisi katilin tercüman- larından birine hitaben dedi ki: — Maznmuna söyleyiniz, vekillerinin üçü de kendisinin beraetini istiyorlar. Kendisi bu hususta bir şey söylemek is- ter mi? Bü suale karşı katil dedi ki: — Avukatlarm neler söylediklerini an- lamadım. Fakat, onlar tarafından söyle- nen şeylerin kâfi geleceğine eminim. Başka hiç bir dileğim yoktur. Bunun üzerine reis jüri heyetine hita- ben bazı şeyler söyledi. Verecekleri ka- rar ve bunun için tatbiki lâzım gelebile- | ek maddeler hakkında kendilerini ten- vir etti. Fakat en ziyade 51 inci maddeye dair izahat verdi, sonra dedi ki: — <«Müttehim> kararını vermek için üçte iki ekseriyet lâzımdır. Kanundaki sarahata nazaran cevabhınızda yediden fazla rey ile «evet> demeniz icap eder. 51 inci madde mucibince cezat mes'uli- yeti reddetmek için ise hiç olmazsa ge- kiz rey lâzımdır. Maznunun taammüden katlettiğini tasvip eyliyecek olursanız sevet, yedi fazla rey ile» demeğe mec- bursunuz. Muhtelif sebebler dikkate a- lındığı takdirde de cevabınızda — <eveğ altıdan fazla rey ile» veyahut yalnız «evet> demeniz de kâlidir. Şimdi sual varakalarını imzalıyorum » | Bunun üzerine jüri heyeti azası sual varakalarını alarak müzakereye çekildi. " |Bu müzakere bir saat kadar devam etti. Mahkeme salönunda hazır bulunanlar 'Talât paşanın intikamı almarak katil mahküm olacak mı, yoksa beraet ede - cek mi, düşüncesile bu bir saat zarfında heyecanlı dakikalar — yaşadılar. (Arkası var) rerecaser en ea eame vrne S saRA AYA SA DAAAEne aN eaenenamLe Nöbetci Eczaneler Bu gece möbetçi olan #ozaneler yumlar - dır: İstanbul eihetindekiler: Aksarayda: (Şeref), Alemdarda: (Esat). Beyaszıtta: (Asador), Samatyada; (Rro- filos). Eminönünde: (Bensason), Ryüp- te: (Hikmet Atlamaz), Fenerde: (Emil- yadl). Şehremininde; (Hamdi). Şehsa- debaşında: (Asaf). Karagümrükte: (Puat). Küçükpazarda: (Hikmet Cemil), Bakırköyünde: (HiM). Beyoğlu cihetindekiler: 'Tünelbaşında: (Matkoviç). Yüksekkal - dırımda: (Vingopulo). Galatada: (Mer- kez), Taksimde: (Kemal - Rebul). Şiş- lide: (Pertey), Beşiktaşta: (Nall Ha - nd). ” Boğuriçi, Kadıköy ve Adalardakiler: Üsküdarda (Ömer Kenan). Sarıyerde: (Nuri), Kadiköyünde: (Moda), (Mer - kez). Büyükadada: (Halk), Heybelide: (Halk), G e — ee ae — — ee S ee — yazdım. Bir küçük çocuğa vereceğiniz ihtimamı, şefkati» durakladı, gözlerime dikkatle baktı ve kelimelerin üzerine ba- sa basa ilâve etti: «Ve sevgiyi bana ve - Temez misiniz?» Ellerim hâlâ ellerinde idi. Sesimi çı - karmadım. Biraz sonra da başım göğ - sünde oldu. Ne yapayım, onun çok iyi bakışlı gözleri, itimat telkin eden bir ha- li vardı. İşte bizim mürebbiyelik işi böy- Tece hitama erdi. Yani dört kapıdan bi - rinde mürebbiyelik bulmadıysam bile kocam olacak adamı buldum. Artik benden sık sık mektup bekleme, gene uzun müddet süküt edeceğim. Çün- kü yakında evleniyorüm, hazırlarımâm lüzım. Bu moktubu bir davetiye şeklin - de de telâkki edebilirsin. hasretle öperim. Hamiş: «O gün düştüğüm sırada kay- bettiğim kitaptan ehemmiyetsiz bir şey diye sana bahsetmemiştim. Halbuki bu kitabın birleşmemize epey dahli oldu. Şunu da kaydedeyim. O, benim neden mürebbiyelik yapmıya kalktığımı bili - yor, Annem ve ablamla beraber otur - mamızı istedi. Bizimkilerin, benim ka - dar değilse bile damatlarını her halde çok seveceklerini santyorum.» Yarınki nüshamızda: Ablamnasıl evlendi? Yazan: Yaroslav Haşek $ w *. Rusçadan çeviren: H. Alaz - Gözlerinden 8ON FOSTA Son Postanın tefrikası: 73 Çeviren: Ahmet Cemalettin Saraçoğlu San Fransisko'da bir sürü gazete muhabir ve fotografçısi Mongolya vapuruna üşüştüler. Anlaşılan Emden'in seyil zabiti Lauterbah'ı arayorlardı Bu «Emden yir dün iri kruvazörünün zabiti — kaptan «Mongoliae — vapurile nımıza geldir havadisi gözlerimi tır- malıyordu. Meğer limanda bulunan Al- manlar beni tanımışlar, hakikf hüviye- timi keşfetmişler ve bu havadis de bu suretle şayi olmuş... Konsolos bana: başlıklarla: sabık se - «Lauterbah» lima - gazetede - Burada kalsanız fena olmaz! na- sihatini verdi. — Hayır, dedim, ben eMongolia» va- purunda kendimi tamamile emniyet al- tında görüyorum. Binaenaleyh seyaha- time devam edeceğim. Miralay eJohnson>» la şehrin başlıca defa daha laştım ve bu sefer bu zata hakiki timi ifşa ettim, Kendisi kahka- halarla güldü ve karşı karşıya birkaç kadeh bira yuvarladık. Amerikan vapurunda erkân:harbiyesi zabitleri ârasına karışmış olduğum A- an amirali «Kowles» e de haki- ti söyledim. Kendisi: otellerinden birisinde bir ka — Peki ama siz bir Amerikan vapu- runda zaten emniyet altında bulunu- yordunuz. Neden dolayı bir Amerikan denizcisi Üniformasına bürünmek lüzu- munu hissettiniz? diye sordu. — Vaziyeti büsbütün sağlamiaştır- mak istiyordum, cevabını verdim. Zaten sırtımdaki üniformaya dikkat etmiş olsaydınız görürdünüz ki bu A- merikan denizcisi üniformasının düğ- leri Alman üniforması düğmeleri- dir.... Amiral de kahkahalarla güldü. Be- nim için «Lauterbah» şarkısını yüksek sesle söylemek sırası gelmişti ama ağır başlı Amorikan amiralinin karşısında münasebet almazdı. Binaenaleyh bu fikrimden vazgeçmek icab etti. Artık büviyetimi gizlemekle bir se- beb ve hikmek kalmamış olduğundan «Möngolia» nın kâtibine müracsat ede- rek hakiki ismimi yazdırdım. Geminin z memuru bu haberi telsizile bütün yaymış ve «San Fransisko» - müteveci golia» vapurunda <«Emden» kruvazörü zabitlerinden birisinin bulunduğunu | bildirmiş. | Gemide herkes, hattâ İngilizler bile | bu korsan zabiti görmek, onunla görüş- mek istiyordu. Ben kendilerine bahe- mehal vatanıma dönmek niyetinde ol- duğumu söyledim. İngilizler de dahil olduğu halde yolcular bana bu fikrim- den vaz geçmemi tavsiye ettiler, Birleşik Amerikan sabık reisicamhu- runun kardeşi Bay eÇaris Taft» ile eşi bana karşı Çok iltifatkâr davrandılar ve «San Fransiskoe daki evlerine davet ettiler. Büyük bir vapur şirketinin mü- dürü olan «Mak Donald» isminde bir zat da böyle bir teklifte bulundu. Yolcular arasında bulunan âyan üza- sından «Saltsbury» bir akşam yemek- ten sonra beliğ bir hitabe irad etti ve parlak nutkunu: «Biz kaptan «Lauterbah» 1 himaye e- deceğiz. Kendisi Birleşik Amerfka top- raklarında çok emin bir melce bula- caktır» cümlesile bitirdi ve alkışlan- di. Lâkin ne çare ki ben Amerikada du- rucu değildim. Atlas Okyanusu ile düş- man abloka hattını geçecek vasıtaları tedarik edince yurdumun yolunu tut- mıya kat'iyen karar vermiştim, Almanya, sevgili memleketim bütün evlâdlarından hizmet bekliyordu. Ben Amerikada nasıl kalabilirdim?... —-21 — NEW-KORK'DAKİ HAYATIM - İNGİLİZ ABLOKA HATTINI NASIL YARDIM? «San Fransisko» ya gelir gelmez bir sürü gazete muhabir ve fotoğrafcısi «Mongolia» vapuruna üşüştüler. Anla- şılahi korsan kruvazörü «Emdens''le o- nun şişko.ve iri yarı seyir zabiti. henüz unutulmamıştı ve bu gidişle unutulma- sına da imkân ve ihtimal yoktu. Ben mümkün olduğu kadar kendi- mi belli etmeden, izimi kaybeylemek istiyordum. Halbuki Amerikan gaze - tecileri binbir cepheden resmimi ala - rak, hayatımın en İnce teferrüatını, ta- savvurlarımın en gizlilerini ifşaya ça - lışacaklardı. Tabil buna müsaade ede- mezdim, Vapur limana girdiği zaman ben ge- minin üçüncü kaptanının kamarasın - da idim, Gazetecilerin geldiklerini ha- ber verdiler, Birdenbire aklıma bir şeytanlık geldi. Kamarada Amerikalı kaptanla benden başka genç bir Al - man arkadaş ta vardı. Bu delikanlıya rica ettim ve benim yerime gidip ga - zetecilerle mülâkat etmesini söyledim. — Peki amma, dedi, sonra ne ola - cak?... — Ne olacak, Amerikan gazetecileri sizli kaptan Lauterbah zannedecekle! benim yerime sizin resminizi alacaklâ ve sizinle mülâkat yapacaklar. «Em den» in sergüzeştleri hakkında sora cakları suallere baştan savma cevaplâ verirsiniz ve bildiklerini söylemek is, temiyen bir adam gibi kem, küm edel siniz; olur biter, Delikanlı yavaş adımlarla güvertey! çıktı. Ben akşama kadar üçüncü kaplâ nın kamarasında kaldım ve bu suretl resmimin gazetelerde intişar etmesili mâni olmuş bulundum. Alman delikaf Lsı da rolünü güzel oynamış doğrust Ertesi günü Sanfransisko gazetelerili bir göz gezdirdiğim zaman kahkahalaf la gülmekten kendimi alamadım. Hü men bütün gazeteler benim mü' sıkılgan, sakin bir delikanlı olduğum! söylüyorlar ve hakikaten taban tabâ na zıt bir şekilde eşkâlimi tarif ediyof lardı. (Arkası var) —h Resimli fıkra müsabakamız Son Postanın kış mevsimi programını| İtesbit ederken sadece günün vak'ası, ma- İkalesi, hikâyesi, romanı kâfi değil, biraz eğlence lâzım, diye düşündük, bu dü- ce İle bir müsabaka tertib ettik, bu müsabakanın esası şudur: Müsabakanın esası Meşhur Bekri Mustafanın 40 tane fik- rasını seçtik. Her fıkra için bir re: iyaptırdık. Fıkralara 1 den 40 a kadar, fık-| İraların resimlerine de gene (1) den (40) a kadar numara koyduk. Hergün bu ikralardan ve resimlerden birer tanesi- dercedeceğiz. Fakat bu resim o gün, çıkan fıkranın değil, ya daha evvel çık- İmış, yahut ta daha sonra çıkacak bir fık-| İfanın resmi olacaktır. Müsabaka bitince okuyucularımızdan | Tacağız: — Hangi resim, hangi fıkranındır? Siz de bize meselâ (40 numaralı resim, numaralı fıkranın, 4 numaralı resim. 17 numaralı fıkranın, 14 numaralı resim numaralı fıkranın V. S.) diye bildireceki bu fıkralar ve resimleri de gazeteden K& sip listeye bağlıyarak bize gönderecek" siniz. Bu suretle siz okuyucularımız hem gö zel bir fıkra okumuş, hem güzel bir Te sim görmüş, hem de bir müsabakamıl! verdiği heyecanın zevkini tatmış oladı Mükâfatlar Bu müsabakada kazananlar arasındi 75 okuyucumuza para mükâfalı vereci ğiz. Mükâfatların listesi şudur: 1 kişiye 100 lira » ) 28 » w » 6 er lira £ şer buçuk lirâ Mükâfat kazanan okuyucuları no tayin edecektir. Müsabakamıza 16 gü evvel Başladık. Ön yedinci resim fıkrayı aşağıda bulacaksınız. Reslm : 17 eg 17 Bekri ile çingene kızı... Bekri, Kâğıthaneye gitmişti. İki çingene kızı, Bekriden pt? sızdırmak için karşısına geçip göbek atmağa başladılar. Bekri, cebinde ne varsa, hepsini burlara yedirmiş, on parastğ kalmıştı. Çingenelere: — Hadi bakalım, dedi, son defa bir göbek atın da, seyredip B delim! Kızlar; razı olmadılar: — At, iki mangır daha da, atalım sana maydanozlu bir göbek! , Bekri, parast halmadığı için ses çıkarmadı. Çekildi, gitti. Yold bir ahbabı Bekriye rastlamıştı. Sordu; — Gene nereden? Atmaktan mı? Bekri güldü: — Evet! Attık da geliyoruz. Biz mangır attık, oıılılöu" fı! Akşam için atacak bir şey kalmadı!