6 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

6 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yıldız Sarayında Bir haremağasının hatıraları Yazan: Ziya Şakir Abdülhamid: “ Pekâlâ, dedi. Saltanatı kabul ederim. Ancak şu şartla: Derhal meşrutiyet ilân edilmeli ve devlet işlerinin mes'uliyet yükü bana yükletilmemeli!,, — Bana kalırsa, veliahdlıktan — bile istifa etmek fikrin - kadar gai - zamanında hükümdarlık etmek değil, veliahdlık ün- vanını taşımak bi - Te akıllı — işi değil « dir; Haydi, farzedi - niz ki, saltanatı ka - bul ettim. Ne yapa « bileceğim? Hiç! Çün kü, bugün memle - ketin fikri ikiye ay- Tılmıştır. Bir kısmı, daha hâlâ amcam Sultan Azizin taraf- tarıdır. Bunlar, sal « tanat — makamında, onun oğlu Yusuf İz- Zettin efendiyi gör - Mek istiyorlar. Hal-Redif Paşa dayanamadı: — Paşa, paşa, dedi. Eğer siz işi böyle savsaklamakta devam ederseniz biz çaresine bakacağız! kın diğer kısmı da, biraderim — Sultan — Muradı se - Viyor; — hâlâ — ondan bit Üü- Mmid bekliyor. Bana gelince; beni tanı- yan, ancak beş ön koyun çobanı ile, bir kaç saray adamından ibarettir, Bu vazi- yette olan bir adam, bilmem ki; böyle bir zamanda, ne cesaretle teklifinizi kabul edebilir? demişti. Mitat paşa, uzun uzun izahat vere- rek, Abdülhamidi ikna etmişti. O za- man Abdülhamid: — Pekâlâ. - Saltanatı kabul ederim, fakat, şu şartla ki derhal meşrutiyet ilân edilmeli ve devlet işlerinin mes'u- liyet yükü, benim omzuma yükletilme- Meli., diyerek son sözünü söylemişti. Bu teklif, Mitat paşayı son derecede sevindirmişti. Zaten onun da istediği bu değil mi idi? En kü bir düşünce ile hükmedile- bilir ki; mülâkat bu şekli aldıktan son- Ta, artik Abdülhamide: — Bu sözlerinizi, bir sencdle tevsik ediniz. Denilemezdi. Mitat paşa gibi aklı ba- şında bir adam böyle bir söz söylemiye lüzum görmezdi. Görse bile, Abdülha- mid gibi mes'uliyetten korkan bir a> dam, ona öyle bir sened vermezdi. 5 Sonra çıxnııdının!'ldîkk'm'lm__nl ki; eğer Abdülhamid Mitat paşaya böy- le bir sened vermiş olsaydı; Mitat paşa bu kıymettar ve tariht kâğıdı, âdi bik borç senedi. gibi, her gün elden ele Bö> zen evrak çantasının yan gözünde sak: lamaz, her halde, bankalardan birinin demir kasaları içinde muhafaza eder- di. Ğ Hülâsa, bana kat'i olarak kanaat ge'- miştir ki; Abdülhamid, senedsiz Ve 5 Petsiz olarak saltanat makamına BÜ" rilmişti. Nitekim cülüs muıSM'_':l:u_ Pıldığı gün cereyan eden bazl :':: i ler de bu kanaati takviyeye kâfidir. Abdülhamidin cülüs mefasiminde; büsbütün başka bir takım hususiye ler vardır; İlk hareket, büyük bir riya- kârlıkla başlamıştır. En SY'“ Kü edilecek cihet şurasıdır. Ki; K Rüştü paşa, Abdülhamidi nıuna“:_'ı_ bule ikna edenlerden biri olduğu ha de; vükelâ meelisinde, yeni bir cülüsü tarafdar görünmemekte devüm ediyor- du. Onun bu hali, diğer vükelânın sin ” lerine dokunuyordu. Nihayet bir gün dayanamamış: N neî"Pl:: po:ı: eğer siz bu işi büyle savsaklamakta devam ederseniz, bı]z Çaresine bakacağız.. demiye mecbur 0” Mmüştü. i Muhakkak olan bir aa zam Rüştü paşa her nedense Ğkdğlsh:ls mide karşı menfi hislerle mütel » balunuyora Ancaiş Mitat pası, BŞ Paşa, Damad Mahmı ğ z vetli şahsiyetlerin Abdülhamid etra şey varsa, sadrâ: fında toplanmıya başladığını gördük- ten sonra, artık kendisi de onlara uymı- ya mecburiyet duymuştu. Cülüs gününü tayin buyurun.. demişti. Bunun üzerine gün de tayin edilmiş- ti. O zaman sadrâzam, Damad Mahmud Bu zat; yaşlı başlı, akıllı uslu bir dev-|paşaya dönerek: olmakla da raber, O sir — Paşa oğlum, işittiniz ya? Şimdi pek garib ve sadrâzamlığın vakar ve doğruca. veliahd hazretlerinin sarayla- Meselâ, , biraz sonra reddediyor; Sadri ettiği £ nun aksini iltizam eyliyordu zamın bu hareketlerine, hiç mana veremiyordu. #ÖZÜ 'kendilerine tebliğ edersiniz. Ancak, şu bir sözünü tutmuyordu. Her gün, fik- yar ki; bazı tara rini değiştiriyordu. Şimdi tarafdarlık'o))ması memü lardan, (suikasd) ya- Onun için kendile- a bırakmayınız. Baş- ırınız. Yarın da, kuv- ni bu gece s ka bir yerde yatı mse bir! vetli bir muhafaza altında Topkapı sa- tayına getiriniz. Biat, orada icra edil- Halbuki Rüştü paşa, Sultan Muradın ' çın, validesi (Şevkefza Kadın) la gizlice Jet adamı ciddiyeti ile münasebet almıyacak ta-|rpına gider, meclisin verdiği bu kararı vırlar gösteriyordu. sözleşmişti. Valide sultanın -kim bilir! Diyerek; büyük bir sevinç içinde bu- nâasıl ikna etmesi üzerine- kendisini Rüştü paşa: — Hiç merak buyurmayınız, sulta- nım. Cülüs meselösini mümkün olduğu kadar tehir ederim. Demişti. Ve, türlü bahaneler icad e- derek, bu sözünü tutmak için de cidden gayret göstermişti. Lâkin Rüştü paşanın bu garib siya- seti, Abdülhamidin hayatı üzerinde çok fena bir tesir husule getirmişti. Redif paşanın tehdidkâr sözleri kar- şısında derin derin düşünmeye mecbur kalan Rüştü paşa; artık Abdülhamidin cülüsunun. bir emri vâki şeklini aldı- ğını anlar anlamaz: — Pekâlâ., meseleyi, vükelâ mecli- sinde (resmen) müzakete edelim. Demişti. Ve bir iki gün sonra, müza- kere için içtima edilmişti. Mitat paşa: — Devletin siyasi vaziyet! malüm. Rumelide, kan gövdeyi götürüyor. Bu- gün yarın, büyük- devletler bizi icbar edecekler, -Sırbistan ile musalihaya mecbur eyliyecekler. Halbuki, hükü- metimizin şekline nazaran harb ve sulh »| hakkı padişahındır. Padişah ise, (âkil) değildir. Şu hâülde, ne yapacağız? de- mişti. ten, fikirleti hazırlanmış olan di- ğer vükelâ, derhal gu cevabi vermişler- di — Saltamatta tebeddül ierası zaruri- dir. Sadrâzam, vükelânin bu - ittifakını görür görmez, evvelâ - şaşalamış, birkaç dakika, düşünceli bir hal almıştı. Son- ra, cebinden mendilini çıkarıp yüzüne tutarak, bir çocuk gibi bağıra bağıra ağlamıya başlamıştı. Fakat şunu da ilâ- ve edeyim ki; sonraları Mitat paşadan, Damad Mahmud paşadan, ve şimdi i- simleri aklımda kalmıyan birkaç paşa- dan işittim ki; hüngür hüngür ağlıyan koca sadrâzamın gözlerinden bir dam- Ja yaş bile çıkmamıştı. Sadrâzam, bir müddet böylece ağla- dıktan sonra: ,—'Ne yapalım, cenahıhakkın takdiri böyleymiş. Bari, artık bu iş uzamasın. lunan Damad Mahmud paşayı, Abdül- hamide göndermişti. Abdülhamid, eniştesi tarafından söy- lenen sözleri dinler dinlemez, birden- bire içine bir ürkeklik gelmişti. — Pekâlâ, bana suikasd yapmıya ki- min hakkı var? Ben saltanat makamı- na zorla geçmek istemiyorum ki? Ma- dem ki böyledir; ben de hem saltanat- tan, hem veliahdlikten vazgeçerim. Ge- ne, çiftliğime çekilirim.. demişti. Damad Mahmud paşa, kurduğu yük- sek emel binasının yıkılmak istidadı gösterdiğini görür gürmez fena halde telâş etmiş; birçok dil dökerek, Abdül- hamidin bu fikrinin önüne geçebilmiş- ti. Ve hemen bir araba getirtmiş, erte- si gün Osmanlı tâhtına oturacak olan Abdülhamidi gizli$e bu ârabaya bin- dirip, Sultan Mecidin dördüncü zevce- si Perestu Kadınefendi'nin Nişantaşın- daki konağına nakletmişti. Ve derhal o civardaki karakollardan iki bölük as- ker #le bir mikdar jandarma getirterek konağın etrafını kuvvetli bir muhafız çemberi ile çevirtmişti. Aymı zamanda, ihtiyat olmak üzere bir tabur (talia) âskeri getirterek -0 tarihte tarlalardan ibaret olan şimdiki- (Osman Bey) mev- kiline yerleştirmişti. Fakat bütün bu tedbirler, Abdülha- midin maneviyatı. üzerinde çok-fena bir tesir husule getirmişti. O zamana kadar; Alibey köyü sırtlarında, İst:sran- ca ormanlarında, av peşinde koşan, Köylüler ve çobanlar arasında hür ve korkusuz bir hayat yaşıyan.. hattâ bir çok köy evlerinde misafir kalan Abdül- hamidin kalbine, ilk defa olarak büyük bir ürküntü ve evham girmişti. Buna da sadrâzam Rüştü paşanın suikasd söz leri ile Damad Mahmud paşanın aldığı telâşlı tedbirler sebebiyet vermişti. Eı:;er mesele bundan ibaret kalsa, ih- timal ki Abdülhamid o gece hepsini u- nutur giderdi. Fakat ertesi gün, Top- kapı sarayında cereyan eden bir hâdi- se, Abdülhamidin zihnini ve fikrini büsbütün altüst etmişti. f fArkası var) Y'ıldız-larır'ı içyüzlefi ğ Marlene Dietrich'in yıldızı yavaş yavaş sönüyor Bacaklarını peh yüksek bir fiata sigorla ettiren bu artistin hususiyetleri nedir? Marlene kadar kendisini beğenen insan yoktur Marlene Dietrich, gg sahne dışında, beyaz perdenin gözleri fal taşı gibi açılmış, ağzı yarı aralık, dehlizler. de süzülen beyaz kak barık saçlı hurisi dee ğildir.Fotograflardan uzaklaştı mı, daha a? cazibeli bir güzeldir. Fakat daha fevkalâ. dedir. — Exotigue'dir Nazlı ve adetâ hayali gibi olmasına Tağ men, etten, kandan, sin'rden, kemikten ve ade'eden yapılma bir hüviyet taşır. Yüzünün en bariz, tarafı, bir ada tavşa. nini, ve yehut ayıyı bile utandırabilecek kadar süt gibi pembe. yaz oluşudur ve ken. disi — derisinin — ör g renginden daha koyu renkte pudra kullanır. Kaş yerine de, al: nınin iki tarafında, kelebeğin boynuzla- rıra andıran ince hatlar vardır. * Yıldızın takma kirpikli gözlerini sey- retmek pek hoştur. Elmacık kemikleri oldukça yüksektir. Burnunun ucu da in- sanı tahrik edecek, kadar inhinalıdır. Be- yaz burun delikleri, pırıl pırıl parlayış- larile bir bebek ağzını andırır. Yüzü, sandığımızdan daha vakurdur. Yüksek ve zarif cmuziarmın üstünden yükerlen başı kahramanca bir eda taşır. Elleri daha marin, daha ince görünsün di- ye, Uurnaklarını iki pus uzunluğunda bı- rakır. Onu tam manasile tarıf etmek müm- kün değildir. Zira Marlene, şimdi, hay- ret ve taaccüb ifade eden nazlı bakışları, ıslak dudakları, tahrik edici omuz hare- ketleri, hülyalı, buğulu, nerede ise aksı- racakmış gibi, süzgün süzgün baktığı gözlerile, halkı büyüleyecek kadar güzel olduğuna inanmaktadır. * Mariene, kendisiriden pek emindir. Ha- riçte, sanneden bambaşka bir tavırla yü- rür ve konuşur. Kaşlarını kaldırarak, göz Yapaklarını mdirip; kirpiklerinin arasın- dan bakarak, gülümsiyerek cıvıldar, c vıldar. : Yürüyüşü, eski Belen atletlerinin yü- rüyüşüdür. Sol ayağı önde olduğu za- mah, sâğ omuzu da öne doğru eğilir. Bir sirema yıldızının tabii görünen âdetleri- ni almıştır. Asla acele etmez, adımları yavaştır. Tsrar, sebat ve sabrı harikulâ- dedir. Onca bir günün manası yoktur. Ağpiyode on jiki sast mütemadiyen fo- tağrafçının karşısında dularak vesim çi« kârır ve ertesi şabah ta bunları beğen- mezse hiçbir teessür ve acı duymadan rütoşsuz kopyalarını yırtar. Bu hususta hükümleri gayet âmansızdır. Maamafih resminin yeni baştan alınmasına da her zaman için hazırdır. Bir keresinde Saizburgda oturduğu ©- tele gittim. Hasta olmasına, yüzünde bo- ya bulunmamasıra rağmen, yaltaktan ok Bgibi fırladı ve 24 tane resmıni almama muvafakat etti. Marlene Dietrich her zamao, her vesi- le ile, banyodan yeni ç:ıkm.ş kadar din- lenmiş asabi ve pü 'avet yüzile, neş'e- lidir. Film makyajı epeyce uzun sürer. Kuiaklarını gölgelemek, burnunun hat- lazını düzeltmek, elmacık kemiklerini daha belirtmtek için en aşağı bir buçuk zaat uğraşır ve hergün film stüdyosun- daki ağır, yorucu işinden sonra, yatağa Marlene Dieirichin oturuşu girmeden önce saçlarını yıkar, düzeltir. Zira ertesi gün yeni baştan kıvrılacak, rengi değiştirilecektir. Marlene sahne hayatının het noktasın- dan hoşlanır. Sahneye ve sahne pozları- na onun kadar meftun olan azdır ve Gar« bonun aksine olarak, hududsuz seyirci. Jerin'n üzerinde yaratlığı tesirden ziya- sile memnun olur, clâkalanır. O da bir çokları g'bi kendisinden bah- selmeği sever. — Nasıl şu yüzüm güzel değil mi? — Bu havaya ne dersin? Bestesini ken- dim yaptım. Ve Marlene, gramofonda sesi yükselen Marleneye uyarak, şarkı cöyler. * Kokteyl partilerine gelse bile: — Yorgunum. Zira çok yazı yazdım, diyerek erken kaçar, «Çok yazı yazdım: dan maksadı, resim- Jerine ve imza kitablarına attığı imza- lardır. İsmini, elektrik ışıklarile yazılmış gör meğe bayılır. Gazeteserde, mecmualarda kendısine Cair ne çıkarsa okür. Keser, saklar, Zira, hiç bir smema perestişkârı Marlene kadar Maziene Dietriche âşık olamaz. Hususi hayatı gayet sakın geçer. Aile ufkunda asla bulut gürülmez, hiddet, giddet, gürültü, patırdı kasırgaları esmez, Kocası, böyle bir karısı olmakla mes'ud, bahtiyar, sarışın Herr Sleker'dir. Karı kaoca. birbirlerini anlıyan, seven ideal bir çıfttirler. Evin hâkimi de Mar- lene'dir. Sizin znuyacağınız, kocası kılı bıktır. Bumanla berabor, kıskançlık reko- runu gene Marlene kırar, Çocukları da gürbüzdür, göz &lıcıdir. Holiywood'da onlara gıpta ile Lakarlar. İki komedi ar- tistinden kiraladık'arı evin mutfağı, Mar- lene'nin, güzel yemeklerin pişirilmesine nezare! ettiği bir zevk ocağıdır. * Marlene gün geçtikçe güzelleşiyor, ca- zibleşiyor. Bununla beraber, pek yüksek fiats' sigorta edilmiş bâcaklarına, ve gü- zel yüzüne rağmen tali yıldızı yavaş yâ- vaş sönüyor gibi. Son çevirdiği filmler- de, hiç te muvaffak olmuşa benzemiyor: kis gittikçe bir ezavallı manken> ha- lint alıyor. Eğer, o yapmacık tavırlarını birakmaz, kendisini alkışlıyan orta tabakanın poh- pohuna fazlaca ehemmiyet verir de, bü- tün güzelliğini ve zekâsını kullanabilece- Bi hakiki san'alını göslerimezse pek ya- kunda sönmeğe mahkümdur.

Bu sayıdan diğer sayfalar: