"BON POSTA «Son Posta» nın zabıta romanı: © EAVALİDE SULTANIN Kapının açılan kanadını henüz aralamıştım ki müvdzenesini kaybeden bir insan vücudunün üzerime doğru «Bir cinayet ekseriya daha büyük cinayetlere tekad- düm eder.» -Fratasız darbimeseli- «Valide Sultanın Gerdanlığı» vak'ası Rıdvan Sadullahın (*)*en büyük mu- vaffakıyetlerinden biridir. İnsan zekâ- gının ne harikulâdelikler yaratabilece- Bini ben bu vak'ada gördüm. Her aklı- ma gelişte ona daha az cazib olmakla beraber (zekâ düellosu) denmesinin daha doğru olacağını düşünürüm. Bir- birini takib eden korkunç, esrarlı, şa- yanı hayret hâdiseler ortasında cinayet için yaratılmış alabildiğine geniş bir zekânın hakikat ve adâlet âşığı daha üstün bir zekâ ile çarpışması... Granit- ten bir irade ile çelik kadar sert bir â- sâb manzümesi karşı karşıya... En he- sablı hareket, en şaşırtıcı kurnazlık ve €en aldatıcı riya ile silâhlanan fenalığın her türlü karanlığı aydınlatan adâlet güneşine ilânıharbi... Bugün aradan seneler geçmesine rağ- men bu vak'ayı yazmak üzere kalemi elime aldığım zaman içimde aynı ür- pertiyi duyuyor, tıpkı o müthiş çarpış- maya şahid olduğum günlerdeki heye- can ile sarsılıyorum. BİRİNCİ KISIM —İ— İntihar mı, cinayet mi? Eski Mabeyncilerden Selânikli Hüs- nü Beyin intiharı haberi İstanbul mat- buatında âdeta misli görülmemiş bir gürültü koparmıştı. Bu habere kimse inanmak istemiyordu. Hüsnü Bey vak- tile karışmış olduğu birtakım siyasi me- seleler dolayısile çok meşhur bir a- damdı, Zenginliği dillere destandı. 70! (*) Rıdvan Sadullah ile —dostluğumuzun başlangıcı gençliğimizin en hararetli devre- sine rastlar. İkimiz de gazeteci idik. Çok zengin bir alleye mensub olduğundan güze- | teciliği sırf zevki için yapıyordu. Benim gibi © da zabita işlerine fevkalâde meraktı idi Conan Doyle'in, Moris Löblâş'ın, Kâgzar Vallas'fı eserlerini okumakla başlıyan bu merak İstanbul zabıtası erkâni ile dost olup bazı meselelerde onlara yardıma kadar Herledi. Rıdvan Sadullah nadir denecek bir gekâ sahibidir. Harikulâde bir nüfuzu nazarı yardır. En meşhur polis memurlarını gün- lerce düşündüren muammalar ona göre İkl GA üç dakikada hallediverdiği birer mesele ııl-|d- mt muş, bu kudreti e zabıta erkânı arasında takdir ve hürmet kazanmıştır. Şimdi o gümlerde': çok uzaktayız. İkimli de yaşlandık. Babası ölen Sadullah bıraktığı | HEL terketti. Beni de kendisine vekili umu yaptı. O samandan bügüne kalan ye; miras zabıta işlerine olan merakımız ve dullahin zabıta erkânt ile sarsılmaz dostlu GBudur, İhtiyar yuvarlandığını dehşetle gördüm yaşına yaklaşmasına rağmen genç ve güzel bir karısı, Erenköyünde muhte- şem bir köşkü vardı, İlk tahkikata nazaran hâdisenin intihar —olduğunda —şüphe — yoktu. mabeynci kütüphanesinde saği şakağı bir kurşunla delinmiş olarak bu- lunmuştu. Yanında ölümünün sebeble- rini anlatan kısa bir mektup bır: ti. Zahiren meselede hiçbir gayri lik bulunmamakla beraber gazetelerin yazılarında müphem, fakat kuvvetli şüphelerin izleri görünüyordu. Bu şüpheler oldukça mantıkf birkaç esasa dayanıyordu. | — Yetmiş yaşındaki müntehir 30 yaşında ve çok güzel bir kadınla evli âdi. Güzelliği büyük bir semtte meş- hur olan bu kadının kendi yaşında bir yeğeni vardı ki Erenköyündeki köşke sık sık geliyordu. Hâdise gecesi de köşkte misafirdi. b 2 — Hüsnü Bey iradeli, azimkâr ve bilhassa Müslüman bir adam olarak ta- nınmıştı. Böyle bir adamın eyaşamak- tan bıktım, ölümümden hiç kimse mes'ul değildir» diye bir mektub bıra- karak kafasına bir tabanca sıkması hayli garibdi. 3 — En kuvvetli esas üçüncüsü idi.| Müntehir Hüsnü Bey o günlerde San- dal Bedesteninde satılacak olan tarihi kıymeti haiz bazı eşyalarla yakından alâkadardı. Bu eşyalar Kevser Hanım isimli zengin bir kadının Boğaziçindeki yalısının eşyaları idi. Kevser Hanıma, babası Abdülmuttalib Beyden kalmış- ti. Yıldız yağmasına ismi karışan Ab- dülmuttalib Beyi bir zamanlar bülün İstanbul tanırdı. İşte bu Abdülmulta- lib Bey aynı zamanda müntehir Hüsnü Beyin kayınpederi oluyordu, Yani Hüs- nü beyin genç ve güzel karısı, Abdül- muttalib Beyin kızlarından birisi, ya- Dsının eşyalarını satan Kevser Hanımın da kardeşi idi. Abdülmuttalih Bey ö- lürken Erenköyündeki köşkünü Hüs-! nü Beyin karısı Nazana, Boğaziçindeki yalısını da öbür kızı Kevsere bırak- mıştı. Ve işte şimdi Kevser Hanım Bo ğgaziçindeki yalının eşyalarını satıyor- du. | Abdülmuttalib Beyin Yıldız ya sında ele geçirdiği tarihi bir g ötedenberi kulak da, n kula- en sonra mey Vasiyetnamede deb ndek inin eşyaları ilk defa konunca belki de bu se- lanmıştı. Müzayedeye birçok kimseler iştirak etmişti ama bilhassa Hüsnü Bey ve diğer üç kişi en fazla hevesli görü- nenler içinde idiler,. O gün müzayede tam neticelenecek iken bedesten mü- dürlüğünün sebebi anlaşılmıyan bir emri ile tehir edilmişti. Bu tehir keyfi- yeti de halkın alâkasını büsbütün artır- muştı. Hüsnü Beyin, karısı Nazan Hanımın| teşvi le bu işin üzerine bu kadar düş- ğü söyleniyordu ve meselenin en ga- rib noktası da şu idi: Müzayedenin te- hir edildiği tarih intihar hâdisesini ta- kib edecek olan günden bir gün sonra- sı idi. Yani Hüsnü Bey kat"i satışın ya- pılacağı günden iki gün evvel kütü hanesinde ölü olarak bulunmuştu. Böy- le iken ölüme intihar deniyordu. Buna imkân var mı idi? —2- Mavi gözlüklü adam Saat sabahın dokuzu idi. Rıdvan Sa- dullah ile kahvaltımızı henüz yapmış- tık. Ona gazetelerin Erenköy hâdisesi için — verdikleri tafsilâti okuyordum. Sadullah hiç de beni dinliyor gözük- müyordu. Köpeği Aslanı kızdırmakla meşguldü. Biraz sonra bundan b:karak |Samsundan sureti mahsusada getirtti- ği nefis tütünden bir sigara sarmıya başladı. (*) Yaktı. Başını geriye doğru bırakarak gözleri yarı kapalı, dumanla- rı tavana doğru öflemeğe başladı. Kalk- tığımızdanberi o kadar çok sigara iç- mişti ki odanın içinde âdeta göz gözü görmüyordu. Sabah gazetelerinin ikisini okuyup tirmiştim. Üçüncüsünü elime ılmıya hazırlanırken telefon çaldı. Ben &çtım. Polis müdüriyetinden telefon ediliyor- nayet masası serkomizeri ÖOsma- nın sesini duydüm. Rıdvan Sadul evde olup olmadığını soruyordu. Eren- köy hâdisesinin tahkikatı kendisine ha- alli vak'aya işmek istiyor Rıdvan Sadullahin Maçkadaki muhte- şem apartımanının bizim oturduğumuz kinci katında en çok görülen ziyaretci- lerden bir Haha sörmüy' görmeden kendisini kapıyarak yerime NüÜZ dönmüştüm ki kapı zilinin üstüste bir duydum. Benim gi- da bu sese kulak (©) Rıdyan Sadullakhtı garib tabiatlerin- den biri de budur. Onu bir kere olsun hazır n o görülmemiş alâka ile ikasşı- bir sigara içerken görmedim. Bul Kumar Sayfa 7 ..01...1...1.A * * Pariste bir Türk pehlivanını yendi Burada paçavraya dönen Amerikan boğasını Fransız çazeteleri n Parisin güreş mev- simi girmiş ve büyük serbest güreşler baş- lamıştır. İlk akşam yapılan — müsabaka- larda Fransız Deglan, Polonyalı Nowinayı, Amerikalı Bül Ku.- mar Türk Mehmed (f Arifi mağlüb etmiş. tir. Bul Kumar bir iki ay evvel İstanbula gelen ve seri halinde Mülüyime Üç defa yenilip çampiyonluk kemerini — kaptıran pehlivandır. Fransız gazeteleri bu boğalığa pek he Wes eden Amerikalıyı her nedense pek met hetmektedirler ve za. fer (!) ini «yükseli şöhretine parlak bit sayfa daha ilüve etti> şeklinde kaydetmek- tedirler. Bu da tabil ileride yapacağı maçlar için reklâm olsun diye yapılıyor. Mehmed Arif ismindeki Türkü yakı- nen tanımıyoruz. Sadoce bir iki seneden- beri iszmine tesadüf ediyoruz. Geçen ge- ne Paristen bir iki galebe baberi geldi. Sonra bunu mağlübiyetler takib etti. Maamafih Amerikan boğasının önünde ancak 12 dakika mukavemet edebildiği nazarı itibara alınacak olursa ve güreş için methediyorlar ? Deglan » Nowina maçındanbir sahne gike yani danışıklı değilse . ki bizce bu muhakkaktır - pek çerden çöpten bir a- dam olduğu anlaşılıyor. Ne ise profesyonel güreş, bizde de ya- vaş yavaş yoluna giriyor. Bir iki sene sonra elbette birkaç tane hakikf Türk pehlivanı oraya da baskın verip ortalığı kasıp kavurur, Yukarıdaki Tesim Deglan - Nowina maçından bir sahneyi göstermektedir. ——— e— <—— — e aldırmıyacak, dadının, yahud aşcının kapıyı açmasını bekliyecektik. 'Tüyler ürpertici bir kadın çığlığı ile yerlerimizden fırladık. Oda kapısına Rıdvan Sadullahtan daha yakın oldu- ğum için koridora ilk atılan ben oldum. Sokak kapısını bulup açmak iki sani- yeden fazla sürmedi. Kapının açılan kanadını henüz aralamıştım ki müva- zönesini kaybeden bir insan vücudü- pün Üüzerime doğru yuvarlandığını dehşetle gördüm. Seri bir hareketle ku- caklıyarak düşmesine imkân bırakma- dim. Bu bir kadındı. Siyahlar giyinmiş bir kadın... Korkudan büyüyen gözleri ile bir saniye yüzüme baktı. Ancak duya- bildiğim bir sesle dudakları titreye titreye mırıldandı: — Odur, mavi gözlüklü adam... Be- ni kurtarmız! Sonra gözlerini kapıyarak bayıldı. Rıdvan Sadullahın sesini duydum: — Yaralı... Vurmuşlar.;. Şimdi vur- dular... Cevad Fehmi, sen onu içeri gö- tür. Ben şimdi geliyorum. Böyle söyliyerek aşağı, apartıman kapısına inen merdivenlere atıldı, Kadını kucakladım. Oturma aodasına götürerek bir sedire yatırdım. Ve an- cak o zaman Rıdvan Sadullahin haklı olduğunu anladım, ellerim ve üstüm başım kan içinde kalmıştı. Kadını sır- tından, sol küreğinin üstünden bıçakla vurmuşlardı. Oldukça güzel bir kadındı. 30-35 yaş- larında kadar gözüküyordu. Siyah saç- Çok sade, siyah renkte bir elbise h hasır bir şapka giymişti, Rıdvan Sadullahım geri dönmesi u- zun sürmedi. — Kapıcı bu kadından başka kimse- nin içeri girdiğini görmemiş, dedi. Ga-| rib, pek garib! — Peki ama, ya mavi dam... — Onun arkasından kimsenin girme- diğine yemin ederim, diyor. Kapıdan bir sa: ayrılmamış, gözlüklü a- — Ya daha evvel. — Bon gelen üçüncü katın kiracısı avukat Mecdi Âli Beymiş. Ondan evvel de yabancı kimse gelmemiş.. | — Peki ama mavi gözlüklü adam u- çarak girmedi ya... Bu herif ne oldu? — Ne bileyim ben? Sonra anlarız, gdaha sonra... Sen bana yardım et de şu yâaraya bir bakayım... Kadını beraberce yüzüstü çevirdik. Rıdvan Sadullah yarayı gözden geçir- di. Nabzını dinledi. — Yaşıyacak, dedi. Yara büyük, fa- kat tehlikeli değill Hemen bir otomo- bil çağırt... En yakın hastaneye nakle- delim. Benim için söylersin. Hesabıma yatırsınlar. Kapıcıya bir otomobil çağırtmak ve bununla kadını bir hastaneye naklet- mek on dakikadan fazla sürmedi. Der- hal ilk tedavi yapıldı. Yara temizlendi ve dikildi. Hastane operatörü de Rıd- van Sadullahın fikrinde idi. Ölüm teh- Hkesi yoktu. Yara on gün zarfında ka- panabilirdi. Fakat iki üç gün mutlak bir istirahat lâzımdı. Üç günden evvel kadınla koguşmak imkânı yoktu. Geri döndüğüm zaman Rıdvan Sa- dullahı bıraktığım yerde, kadının biz- de kalan el çantasını karıştırırken bul- dum. Vaziyeti anlattım: Âlâ! dedi. Sonra el çantasını göstererek ilâve etti: — Hüviyetini anlatacak hiçbir şey yok. İki on liralık kâğıt para ile biraz İbozukluk, bir sürü anahtar, Boğaziçi ıvapurlırını mahsus bir avdet bileti, bir rüj tüpü, ve bir de pudralık... — Peki ama bu kadın kimdir? Bura- ya niçin geliyordu, neden öldürmek is- tediler? iki katlara çıktınız mı? .— Hiç kimse bir şey görmemiş... Ya- bancı kimse yok. Birkaç dakika düşündü, sonra: | — Gezeteleri okumıya devam et, Ce- vad Fehmi, dedi, bu muammanın anah- tarını bize galiba gene Erenköy hâdi- sesi verecek, Kadın mavi gözlüklü x damdan bahsetti. Gazetelerde de böyle bir adamın bahsi geçiyor. Bir gözlük camının rengi il dise arasında yakınlık tesisine aklım ermedi, maamafih itiraz etmiyerek tek- rar gazeteleri okumıya başladım. (Arkası var)