Pi 14 Sayfa SON POSTA 17 inci Azerbaycanda Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen İttihat ve Terakkide on sene kısım No, 4 son İttihatçı İttihatçılar Azerbaycanda, gerek komünistler ve gerek nasyonalistler arasında ma peşinden yürüyebilir insanlar olarak tanınmışlardı Rüstem gardiyanı boğazınd di, sonra kapıdan fırlayıp kaçtı Sâbir, tam manasile milli bir Türk ve halk şairidir. Teknikte kısmen bizim son Osmanlı şarilerinin mukallidi, fa kat, ruhta büsbütün başka ve orijinsl bir halk adamıdır. Kütlenin hayatile a- lâkadar olmuş, herkesin derdine tercü- manlık yapmış, Azeriliği modern bir ruh içinde milli olmıya sevketmiş bir insandır. Türkiyede misli mevcud ol- mıyan bu şairi Azerbaycanda tanımı- yan insan yok gibidir. En yüksek mü- rden, en mütevazi köylüye kadar bolşevizni 5 tarihlerde Rus in- zın hususi çehresine usuna, mümkün olduğu ve riayet göstermekte i- Ni kadar hürmet di. FAKAT BENİM VAZİYETİM MÜŞKÜLDÜ Azerbaycanda bana çok müteşekkir kaldığım bir kabul tarzı gösterilmiş ol- masına oradaki vaziyetimin uzaktan yaptığım tehminlerdekinden daha çok müşkül bulunduğunu gör- mekte gecikmedim. Bir kere sırtımda henüz ittihatcılık ve politika yükü vardı; Tifliste Çe- ka memurlarının peşimi bırakmış ol- dukları tarih, henüz pek yeni İdi. İtti- hatcıların Azerbaycanda, gerek komü- nistler ve gerek nasyonalistler arasın- da birakmış oldukları intibaların ne ol- duğunu şimdiye kadar hayli anlattım. , müalesef ve haksız olarak, her entrikanın peşinden yürüyebilir tar olarak tanınmışlardı. İkinci derecede, Azerbaycanda yapa- mek idi. Milli kültürü kuvvetlendirmek de, her ne olursa olsun, bolşevizmin sevmiyeceği bir şeydi. Bolşevizm, A- zerbaycanda İlk Teşrin Dili'nin yani Ruscanın ve İlkteşrin Kültürü'nün ya- ni bo'şevik Rus kültürünün kuvvetlen- mesini isterdi. Benim yapacağım iş ise, inkılâb nazariyelerinin ruhuna muha- lif olmamak lâzım gelse dahi, sekter inkılâb tatbikatcilarının zevklerine uy” gun olamazdı. Bunlar, benim uzaktan da bildiğim müşkülâttı. Fakat, Baküye gider git- mez rördüm ki orada mahalli müşkü- lât da vardır ve bunlar benim hesabin- rıms girmiş değildi. Evvelâ şu müşahedeyi yaptım: Ken- di ürularında uzun bir müzakere ve münakaşadan sonra benim Baküya da- vetime karar vermiş olan Azeri komü” histleri bazı noktalarda kendi araların- da mi tefik değildiler. Bir kısmı, Türk dilinin Türkiyede ayrı, Azer - da ayrı olamıyacağını pek güzel benim Azeri halk lehçe- ür diline doğru götürecek bir hareket yapacağımı zaten ka-| rlardı. Fakat, buna mukabil bir de cahil inkılâpç: tipi var- dı ki Türkce denilen şeyin, kendi ko- nuştuğu beş yüz kelimelik sokak Türk-! cesinden başka bir şey olabileceğini zihnine sığd azdı. Bunlardan bir tanesi, Kasim nindeki kara cahil Çeka şefi, beni ilk defa, maarif komi- inde gördüğü zaman, Çeka reisi olmanın verdiği bir azamet ve selâhi- yetle şu tavsiyelerde bulunmuştu: h — Mehettin efendi, bize deyiplerki Bzün yahşi meelimsen. Biz “de özünü bundan ötürü bura getirdik. Amma sa- Ba Şunu deyem: Gerekki bizim balalara İstanbul'un galiz Türkcesin örğetme- aaasanaaeseesaseseessessae kadının olan bul etm EV kadınının saklayınız. 30 tanesini bir seri halinde derenlere bir numara vereceğiz, Son sında kur'n çekilecektir. İlk 25 mumu ya onar kilo, bundan sonraki 60 puma; kilo şeker verilecektir. Ev kadını, taze yemiş mevsimi geçmeden kilerini reçel ve şurupla doldur. Bu kuponları 30 gün neşredeceğiz. Onları hergün munun İstanbul şubesi târafından tayin olunacak bir günde bu numaralar ura- (il alesef, hertürlü enirikanın yesen, lâp bizim öz halk dilimizi örge- tesin! Bana bunları Ken maz! Baküda adi amelelik yapan bu zat, bana halk ne demek olduğuna ve halk diline ehemmiyet verilmek icap ettiğine, İstanbul dilinin de bir burjuva dili olduğuna dair bir konfera ben de bütün sözlerini «Böâli'» diye baş salbyarak dinledim ve kendisine hak verdim! Onu, eski maarif komiseri Dadaş Bünyad Zade, takip etti ve gene 6 gün“ lerde bir tesadüf esnasında beni ayni tarzda ve kör bir ustura ile bir kere de O traş etti! İkinci bir müşahedem de şu oldu: İnkılâbın baştaki müdürleri tarafın- dan nasyonalistlikle itham edilmele - rinden korkan bir takım Azeri komü- nistler - bunların da asıl hükümet ba” şında bulunanları - İstanbulun sade 'Türkcesini değil Türkce kitabını da turfa ilân etmek, bilhassa Türkiyedeki Türk edebiyatını nasyonalist ve burju- va edebiyatı diye - Azerbaycana sok - mamak istiyorlardı. Ordusu olmayan bir harbiye komiseri Karayef benim üniversitede verdiğim ilk konferansta hazır bulunduktan sonra, beni hararet- le tebrik ederken dedi ki: — Mehettin eferidi, bu konferans çok hoşum (1) giti. Gerekki bize hemişe böyle konferanslar veresiz. Lâ- kin sizden rica ediriz ki İstanbul'un burjuy (2) edebiyatını buraya, Azer- baycana sokmiıyasız, Görülüyorki beni oraya çağırmış o- lanların bir kısmı İstanbul Türkçesini istemiyor, diğer bir kısmı da İstanbul kitabını ve edebiyatını oraya sokmamı tavsiye ediyordu. Bunların hepsi de derece derece cahil adamlar oldukları için. bunlara dert anlatmak da güçtü. Fakat, müşkülât bununla da kalmıyor- du; bu komünist ekipi arasında şahsi sempatik ve antipatilerden ileri gelen bir takım klikler de vardı; bü kiliklerin her biri beni kendisine maletmek fik- rinde idi. Binaenaleyh, bunların ara - sında ayrıca bir de diplamasi ile uğ” raşmak, hiç bir tarafla samimilik yap- mıyarak, berkesle resmi bir dostluk tesisine çalışmak lâzımdı. (Arkası var) (1) Hoşuma, (2) Burjuvanın Rusça- Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şunlar- der: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Sarım), Alemdarda: (Ab- dülkadir). Beyasıdda: (Cemil). Samalya- da: (Teofilos). Eminönünde: (Salih Ne- catlı, Eyüpte: (Arif Beşir). Fenerde: (E- mliyadi). Şehremininde: (Nâzım). Şeh- zadebaşında: (Hamdi). Karagümrükle: (Fuat). Küçükpazarda: (Necati Ahmet), Bakırköyünde: (EHÂL). Beyoğlu cihet#»dekiler: İstiklâl caddesinde: (Kansuk). Galnta- da: (İsmet). Taksimde: (Nizamettin). Kurtuluşta; (Necdet). Yenişehirde; (Pa- runakyan). o Bostanbaşında; (İtimad). Beşiktaşta: (Ali Rıza). Sarıyerde: (Asaf), Moğariçi, Kadıköy ve Adalardakiler: da: Cİttihadi. (o Kadıköyünde: içler), Böpükadada:; (Şinasi Heybelide: (Halk) eeaeasananaannasaansssasasasm er kuponu biriktirip idaremize getirenlere ve gön- ra ulusal “ekonomi ve (arttırma kuru. & raya yirmişer kilo, müteakıp 25 numara- saya beşer kilo; 250 numaraya da ikişer ırı söyliyen Kasimofun telaftüzü de İranın Azeri şivesi idi. İranlı idi. İnkılâp neler yap- (lde su akmıya Mi| başladı. Zabit, işkence başlar başlamaz, İ| bir daha süalini sordu; fakat Hurap, ge- il)lun aynı nokfasına, birbirini müteâkib Ul damlalar halinde düşmesi, ayakları altına ser Gardiyan, öğle ve akşam zamanları geliyor.. suyunu yemeğini getirip ne bırakıyor. biçimsiz gözlerini, höc- renin etrafında gezdirdikten sonra bir Süz söylemeden çekilip gidiyordu. Hurap.. kırk sekiz saatini, böyle ka” rarsızlıklar, can sıkıntıları ve üzücü dü- şünceler içinde geçirdi. İkinci defa is- ticvab olunması zamanı yaklaştıkca si- nirleri sarsıliyordu. Biliyordu, ki bu defa da Rüstemin hüviyeti üzerinde du- rulacak.. belki, hayır muhakkak işken ceye tâbi tutulacaktı; fakat azmetmişti; onlara, Rüstemin kim olduğunu söyle- miyecekti, * Hurap.. zabitin önüne çıktığı zaman, bu defa da aynı sualle karşılaştı: — Hurap! Tüccar diye buraya gelen asılzadenin kim olduğunu, ne yapmak için buraya geldiğini söyle! Doğru söy- lersen hayatın bağışlanacak.. emin ol serbest de bırakılacaksın. Hurap.. bu suale de, gene tereddüd etmeden cevab vererek Sohrap ismin- deki tüccara dalr bir şey bilmediğini. | ona, ticaret seyahatinde, para ile reh- berlik ettiğini söyledi. Bu cevab üzerine, kale kumandan muavini kaşlarını çattı ve kızgın göz- lerle Hurapın yüzüne baktıktan sonra: — Sen, böyle yalan söylemekte ısrar edersen, bil, ki, işkence altında ölecek- sin. İşkenceye dayanamıyarak sonunda söyliyeceksin, ama © zaman da yaşamı- ya imkân bulamıyacaksın; çünkü her defasında, sana tatbik edeceğimiz İş- kenceler, vücudünün bir tarafnı zede- liyecek.. hayatını, parça parça ifna ede" cektir, Hurap, söyle! Budalalık etme! Dedi. Hurapın, yalnız omuzlarını kal- İdırdığını görünce, yan taraftaki kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açarak orada bu- lunan birisini çağırdı. Arkasından ge- len adamla beraber Hurapm önüne| geldi. Gelen adam.. pek iri yapılı, vah- şi suratlı, korkunç bakışlı bir şeydi. Zabit, ona Hurapı gösterdi: — Bu adamı sana teslim ediyorum. Kale kumandanı, ona ilk derecedeki iş- kencelerden birisinin tatbikini emret- ti. Cellât.. vahşi bir gülüşle, Hurapı baş- tan aşağıya kadar süzdü. Sonra, ku- mandan muavininden sordu: — Bu adamın vücudünün bangi kıs- mına işkence yapayım? Sol koluna mı? Sağ koluna mı? Başına mı? — İlk evvel, sol kolundan başla! Bel. ki, inadından vazgeçer de yalnız sol ko- lamu kaybetmekle kurtulmuş olur, Cellât, arlık, anlamak istediği bir şey kalmayınca, geldiği kapıya doğru bağırdı, Oradan, kendisi gibi iri yapılı iki adam geldi. Üçü birden, Hurapı o- muzlarından yakaladılar, İte kaka gö- türdüler. Evvelâ uzun bir dehlizdeh geçtiler. Böylece ve arkalarında zabit olduğu halde, geniş bir odaya geldiler. Odanın duvarlarında palalar, hünçer- ler, ipler, kayışlar vesair işkence âlet- leri vardı. İki cellât yamağı bir emir bekleme- den ve bir söz söylemeden Hurapı ya- kaladılar, Orada bulunan ve eirafın- da kayışlar görünen bir tahtanm üstü- ne yatırdılar. Sol kolunu, yan tarafa germek suretile her tarafını, kayı la, sıkı sıkıya bağladılar. Kolunun üs- tüne gelecek vechile, bir sehpa yerleş- tirdiler, Bu sehpanın ortası delikti ve bu deliğin üstüne su dolu bir kap ko- nuldu, Bu kabın dibinde, pek ince bir çöple kapatılmış, ucu büyüklü- günde bir delik vardı. Çöp çekildi. De- liktön, birbirine bitişik damlalar halın- Hurapın gerilmiş olan noktasına dökülmeğe kolunun aynı ne cevab vermedi. Bu, öyle bir işkence idi, ki suyun, ko- bidayette bir gıcıklanma yapıyor. ondan sonra, Re Ee omuza doğru çikan bir ağrı husule ge-İya bağlıyan kayışları görüyorlar İğ tiriyordu. Hurap, iztırap duymıya baş-İle kumandan muavini, sualini / ladı, Gözlerini kapiyarak, acı duyduğu-İetmeden, kumandanın bu anlatmamıya çalışıyordu. Kolunda-|kilip gitti. ki su damlalarının düştüğü yerin etra- fı kızardı; sonra büyüye büyüye morar- dı. Bir saat sonra, kızaran, sonra morâ- ran yerlerin mesamatından kan zerre- leri fışkırmıya başladı, Hurap.. çok ıztırap çekiyordu. Bağır- mamak, kıvranmamak için, bütün gay- retini sarfediyordu; fakat öyle bir an geldi, ki artık dayanamadı. Dişlerini, birbirine geçirecek gibi, sıktı. İçinden kabaran acı bir feryadı pek güçlükle zaptetti, Bu anda.. odanın kapısında kale ku” mandanı göründü ve cellâda, işkence- nin durdurulmasını işaret etti, Cellâd, kabın deliğine çöpü sokunca su damla- ları kesildi. Bu da derhal Hurap ta te- sirini gösterdi ;çünkü bir anda ıztırabı dinmişti. Gözlerini açtı. Etrafına bakın- ) dı. Cellâd yamakları, vücudünü tahta- (arkası v8, Çiriemek LâzıM oeğiki / İlaley sar BUNLARI İnsanı YORMAZ ÇÜNKÜ ÇAMAŞIRI KOLAYCA BEYAZLATIR..? —10 RÜSTEM HÜCRESİNDEİ ! KAÇIYOR... i Rüstem.. taş hücresinde ayağa ve tığı zaman, kapı çoktan kaj m lunuyordu. Kapıyı sarstı; sonra pi ledi. Ona bir şey yapamıyacağın! yeri yınca, yaş elbiseleri içinde tri g düşünmeğe başladı. Bu yaş elbis$ duramıyacağını anladı, Onları 5 mak, sularını sıkmak hatırına geli yundu; elbiselerini sıktı; fakat öyle yaş bir halde giymek İs! için, kurumaları için, onları hücre kuru kalan taşları üzerine serdi disi de kol, ayak hareketleri Yi vücudünü ısıtmıya koyuldu.