BON Haziran 16 Bir tramvay kontrolu ile taharri memuru arasındaki_dava Taharri memuru vak'a gecesi kolay kolay tanınacak kıyafette olmadığını söyledi ve dava, memura karşı suç işlemekten beraet kararile neticelendi! Bir gece yarısına doğru, Galatada o - lan bir vak'anın duruşmasına, İstanbul | 8 üncü cezâ hakyerinde bakılmış ve du- ruşma, bir celsede tekmillenmiştir. Davacı yerine gelen, bir taharri me - muruydu. Taharri memuru Hayri, vak'a yı şöyle anlattı: 3 — Ben, gece Galata ile Tophane ara - sında vazife görüyordum. Bir aşağı, bir yukarı dolaşırken, bir aralık Yakubun birahanesinin önünde, orada hanende - vazife bu yerlere de uğrar, vesika alma- mış çalgıcı v.s. bulunup bulunmadığını köntrol ederiz. Fakat, o akşam başka iş- ler gördüğümden, buraya uğrıyamamış - tım. Paydos saatiydi. Refika, beni gö - rünce «bu akşam bize uğramadınız!» de- di Beni memur sifatile tanıyor, tabil o AMWibarla! Ben de «başka bir hayli işimiz vardı da!» dedim. Bu sırada, birdenbire bu Ahmet, mü- Gahale etti. Söze karıştı ve söverek ba- na bir yumruk iİndirdi. Galiba, bu ka - ınla aramızda bir şey var sandı da kıs- kandı! Esaser. sarhoştu. Ve beni evvelden tanımakla beraber, o sırada tanımadı. Sonradan kim olduğumu öğrenince de, yaptığına pişmanlık getirdi. Ben de şah- san davacı değilim! Reis Necip Nadir, sordu: — Yani, fazla sarhoştu da, seni an - dan mı tanımadı? — Hem sarhoşluğu dolayısile, hem ben de zaten kolay kolay tanınacak kıyafet- te değildim o gece! — Ne gibi? — Âdeta tebdil geziyordum da! Has- belvazife başıma bir kasket geçirmiş, ya- kalık, boyunbağı takmamış, ellerimi ce - bime sokmuş, yürüyor, duruyordum. Me- mur olduğum bilinmeden etrafı tarassut edebilmek, kontrol edebilmek maksadi- le! $ — Yani, söverken ve yumruk atarken seni tanımadığ: muhakkak? — Öyle sanırım; sonradan pişmanlık getinmesi ve söylediği sözler de, böyle memur olduğumu bile bile, kasdi olarak harekele geçmediğine delâlet edebilir! Ahmede soruldu. Tramvay şirketinde kontrol memuru olan Ahmet te, o gece köprü Üstünde hat tamiratına kumun getirilip getirilmediğini gürmek maksadile Beyoğlundan aşağıya indiğini söyliyerek biraz içkili olduğunu tasdik etmekle beraber: — Fakat, dedi, sövmedim, yumruk ta atmadım! Jüzumlu |7 — Belkt de farkında değilsin? — Hayır.. Zannetmem! İki şoför, bir manav, bir kahveci ve hanende Refika, şahit olarak dinlenildi- der. Müddeiumumi muavini Ferhat Dö - mekeye mütaleası soruldu. O kısmen be- Xaet, kısmen de ceza istedi. Heyet, müzakereye çekildi ve netice - de, memurun, kolay kolay tanmacak kı - yahette olmadığını söylemesini vo diğer taraftan şahitlerin ifadeleri arasında mü- bayenet bulunmasını göz önünde tuta-| rak, Ahmedin ememuru vazife ifası sıra- sında darp ve tahkir» den beraetini it - tifakla kararlaştırdı. “Dilsizler cemiyeti ,, reisinin karısı aleyhinde açılan dava «Dilsizler cemiyeti» reisi Süleymanın karısı İrfan, Neriman isminde bir kadına sövdüğü iddiasile 4 üncü cezaya gönde - rilmiştir. Duruşmada suç sabit giirülmiı.ş. 3 gün hapis kararı verilmiş, ancak bu ceza te - cil olunmuştur. Evrak imhasından berast Bir dosyadaki resmi evrakı imha etti- ği iddiasile bir müddettenberi ağır ceza- da duruşması yapılan maliye mensupla - rından Avni Ertan hakkındaki karar, dün akşamüstü bildirilmiştir. Bildirilen karar, beraet kararıdır. Polis âbidesi Yapılacak Emniyet umum müdürlüğü İstan - bulda büyük bir polis âbidesi yaptır- mağa karar vermiştir. Bu maksatla Av rupa memleketlerinden bazılarında bu lunan polis âbidelerinin plânları getir- tilerek tetkik olunmuştur. Maketi Gü- zel San'atları Akademisi haykeltraşları tarafından hazırlanmakta olan bu â- bide 7,5 metre boyunda 4,5 metre ge- liğinde yaptlacaktır. Ayakta bir po: lis bulunacak dört tarafında şehit edi!. miş polislerin kabartmaları gösterile - cektir. Abidenin Yıldızdaki polis mekte - binin önüne dikilmesi düşünülmekte - dir. TÖNÜL İSLERİ! Gençlik Hatıralarının Tesirleri.. Ankarada oturan bir erkek okuyu - cum, Bay Ö. A. elân bir gençlik sat- hasının tesiri altındadır. Diyor ki: — 7 yıldanberi evliyim, iki çocuğum war, 7 günlük güvey kadar mes'udum. Yalnız.. Yalnız bekârken İstanbulda tahsil - de bulunduğum sıralarda ihtiyar bir adamın genç zevcesile. tanışmıştım, dostca ara sıra buluşup gezerdik. Ka- dın kocasından ayrılmak arzustihday- d Fakat ben bir taraftan hiç evlen - memiş bir adamdım, diğer taraftan dul bir kadınla evlenmeyi hoş bulmu - yordum, aynı zamanda da böyle bir hareketin karısını çılgınca seven ada- mın mahvı demek olacağını düşünü - yor, vicdan azabına düşmekten korku- yordum. Nihayet kadını ikna ettim ve bizzat onun seçtiği bir kızla evlendim., Aradan zaman geçti. Dediğim gibi mes'udum, fakat ara sıra maziyi dü - şünmekten kendimi alamıyorum. Ka- dın bana mektup yolluyor, bütün 18 « rarlarıma rağmen yolluyor, ben de İs- tanbula gidince ayaklarımın beni o- nun semtine doğru çektiğini hissedi - yorum. Bu tesirin altından acaba na- sıl kurtulabilirim?» * Meselenin bir manevi, bir de maddi iki safhası vardır. Birinci safhanın te- sirinden kurtulamaz, Genç erkek veya kadın istediği kadar mes'ud, yuvasına çılgınca bağlı olsa bile ilk aşkını, ya- hud tanışmalarını unutamaz. Acı veya tatlı muhtelif levhalar ölünceye kadar ara sıra gözlerinin önüne gelecektir. Bunlar dimağa silinmez bir baya ile nakşedilmiştir. Öylece mahkük kala- caktır. İkinci ve maddi safhaya ge - lince: Bu, bir azim ve irade meselesi- dir. Mektub mu alıyorsunuz, yırtar a- tarsınız. Korkmayınız bu hareket haf- talarca, aylarca sürecek değildir, ni- hayet üç beş defa yapılır, karşınızdaki mektublarının mütemadiyen cevab - sız kalmakta olmalarına bakarak yaz - maktan vazgeçer. Unutmayınız: Göz- den ırak olan gönülden de ırak olur derler, nihayet mesele, kül Kltında ka- lır, gider. TEYZE HÂDİSELER KARŞISINDA Erenköyünün su derdi Erenköyünde oturan bir dostum sa-| bahlari altıda evinden çıkar, şehre iner| ve akşamları saat onda gene Erenkö-| yüne dönerdi. Kendisine sordum: mi? Cevap verdi: — Kat'iyen, musluklar gürül gürül akıyor. Erenköyünde oturan başka bir das- tum sabahları saat sekizde yataktan kalkar. Akşama kadar evinde otürur, yahut o civarda gezer, geceleri de saat dokuz oldu mu hemen yatardı. Ona da sordum: — Nasıl susuzluktan şikâyetin var mı? Cevap verdi: — BSorar mısın azizim! Haftalardır yüzümü bile yıkayamadım. Musluklar- da bir katre su yok! Birbirine zıd cevap veren iki dastu- mu yüzleştirdim ve nihayet başka şa- hidleri de dinledikten sonra meselenin künhünü anlıyabildim., Meğer sabahleyin yedi ile sekiz ara- sında sular kesiliyor. Ve gece ancak dokuzdan sonra geliyormuş.. * İzmirde belediye meclisi biri: — Mehtablı gecelerde şehrin sokak- larında elektrik yakmıya lüzum yok- tur. Tarzında bir teklifte bulunmuştu. Acaba bu zat şimdi Kadıköy su şirke- tine getirildi de İzmirde yaptığı tekli- fin suya ait kısmını tatbik etmek için: azasından Büyük Türk Hekim ve Feylesofu İBNİ SiNA Muskasız ve daasız ilâç şifa vermez, derlerdi. Hastalıkları hep cin * || lerden bilirlerdi. lâç olarak meselâ (aslan tersi) yedirirlerdi. İbni — Nasıl, susuzluktan şikâyetin var | Sina Böyle bir devirde ve on yedi yaşında iken asrının bütün hekim- |İterinin iyi edemediği prensi iyileşti; rince önünde engin ve parlak bif Yazan : Turan Can —I 997 senesiydi. Sasani hükümdarının sarayında büyük bir telâş vardı. Çün- kü hükümdar Mansurun genç ve sev - gili oğlu Nuh ağır surette hastalan - mıştı. Günlerce memleketin en tanın- mış hekimleri, hocaları, hattâ üfürük- çüleri saraya taşınmış; ilâçları yapıl - mış, dualar edilmiş, muskalar yazılmış, fakat hiç 'bir fayda görülmemişti. Hükümdar şaşkın bir halde Idi . Artık bütün ümitleri ölmüştü. Yalnız hükümdar değil saray adam- ları ve halk da telâş içinde idi. Hastanın kurtuluşu Allaha kanlmıştı, Bu sırada vezirlerden biri hüküm- dara yaklaştı: — Efendimiz, müsaade buyururlar - sa bir sözüm var! Sultan Mansur bu sözün herhangi devlet işine ait olduğunu sandı. Çün - kü hasta oğluna şifa vermek hususun- da yeni bir söz ve tavsiyenin kalma - mış olduğuna kesin olarak inanmıştı. Bunun için: — Bildiğin- gibi yapt.. Diyerek yanından çekilmesini işa - ret etti. Vezir onun kulağına yavaşça şun- — O civar deniz kenarına yakındır. Gündüzleri herkes denizde yıkanabi- lir., Binaenaleyh suyu kes 'Tarzında bir emir mi verdi! * — Adın ne? — Hüseyin! — Nerede oturursun? — Erenköyünde. Bir filozof tavrile başımı salladım: — Tevekkeli tarih bir tekerrürden ibarettir dememişler; bir Hüseyin Ker- belâda susuz bırakılmıştı. Asırlar son- ra bir başka Hüseyin Erenköyünde su- süz bırakılıyor. * Şöyle bir mülâhaza yürütülebilir: — İnsanların sayfiyeye gitmeleri biraz da şehrin medeni vasıtalarından uzak olmak içindir. Mademki medeni vasıtalardan uzak olacaklar; büyük bir teşkilâtla evlerine kadar ulaşabilen ve musluk açılınca şakır şakır akan sudan da mahrum kalmalılar ki şehrin mede- niyet dağdağasından tamamile uzak olabilsinler. Okuduğunuz Kitapları nasıl Seçersiniz ? Büyük bir İsveç gazetesi okuyucula - rına şöyle bir sual sormuştur: «Satın aldığınız ve okuduğunuz kitabı nasıl seçersiniz?» Aldığı cevaplar şunlardır: Cevap ve - renlerden 4 38 1 gazete tenkitlerinin, $ 16 sı kitaplar hakkında gâzetelerde ve mecmualarda gördükleri ilânların, $& 12 gi kitabın isminin, 96 9 zu dostlarının tavsiyesinin, b 4 dü de muharririn ismi- nin kitabi almağa saik olduğunu bildir- mişlerdir. Geriye kalan $6 25 kişi ne saik. le kitap seçtiklerini tayin edememekte - dirler. ları söyledi: — Sözlerim hasta oğlunuza — alttir, Afşina'lı genç bir hekim var, Ciyarda pek çabuk tanındı. Halk hastaları şim- di hep ona götürüyor. Henüz on yedi on sekiz yaşlarındadır âama, Çok zaman kendisinin hocalarına hocalik - ettiğini işitiyoruz. Bir defa denesek! — Hekimlik tecrübe işidir. On yedi yaşında bir delikanlı hekimlikte henüz çocuk demektir. — Hakkınız var, Fakat denemekten ne çıkar? Bilirsiniz ki tecrübenin kıy- meti olmakla beraber akıl yaşta değil, baştadır. Takriben bu şekilde geçtiği muhak- kak olan konuşmadan sonra Buhara ci varındaki Afşina kasabasında bulunan Tbni Sina Sultan Mansur sevincinden çıldıra cak gibiydi. Genç (İbni Sina) ya nasıl ikram ©* deceğini bilemiyordu, Hasta nihayet tamamile iyileşti V€ dinç bir halde ayağa kalktı. Herkeste bir hayret vardı. İbni Si * nayı artık bütün Buharada tanımıyal kalmadığı gibi şöhreti büyük bir ğ etrafa da yayılıyordu. Hükümdar Mansur ona kese kese tın veriyor: — Dile benden ne dilersin? Diyordu. Fakat o bu altınlara' aldırmıyordu? — — Bana yetecek ka kıun:yu!ıılâ Fakat mesleğimde il ek için | miktarda kitap bulamıyorum. Saray tüphanesine serbestçe girip çı izin verirseniz pek mes'ut olurum. Diyordu. © günden sonra İbni Sina artık $8 rayın kütüphanesinde kitaplarla ba$ * başa kalıyor; onları okürken dalip B al genç Türk hekimi hemen saraya geti- diyor, büyük bir hirs içinde hattâ yiye rildi. Bunun adı (İbni Sina) idi. 980 de Afşinada doğmuştu. Bir ri - vayete göre babası bu küçük kasaba - nın reisiydi. O zaman âdet olduğu ü - zere öon yaşında kur'anı ve islâmlık ka- ini öğrenmişti. — Riyaziye, fizik, felsefe ve hekimliğe çalışmıştı. Bun - ların arasında bilhassa hekimliğe bü - yük bir alâka göstermiş, Farabi ve E- bu Zeyyid Belhi'nin eserlerini tetkik etmişti. O zamanlarda hekimlik usulleri eski Mısırlılar ve Yananlılardan kalmış mu ayyen bir takım tecrübe ve itikadlar - dan ibaretti. Çeşit çeşit otlar bastala- rın tedavisinde büyük rol oynamakla | beraber sihir ve muskaların ehemmi -| yeti daha büyüktü, Haslalıkların in - san vücuduna giren cinlerin, insanlara musallat olan gulyabani ve perilerin © seri olduğuna inanırlar; hattâ iyi tesir eden nebatların bile sihirli oldukları - nı sanırlardı. Hekimin — reçetesi hem maddi, hem de sihir cihetindendi. Du- asız ilâcın fayda vermiyeceği söylenir- di. Bu arada meselâ (erkek çocuk do - ğuran ananın sütü), (kaplumbağa bey- ni), (aslan tersi) gibi şeyler de büyük şifa hassaları umarlardı. Hekimlik âleminde sihir ve muska- lardan ayrı olarak başlıca üç kişinin e- serleri tanınmıştı, Bunlar da (| - Hi - pokrat), (2 - Galien - Gallens) ve (3 - Ebubekir Râzi) idi. İbni Sina henüz bunları tamamile okumamaıştı. Saraya geldi. Hastayı gördü. Geçir- diği buhranları ve hastalığın devrele- rini tetkik etti ve büyük bir dikkatle tedaviye başladı. Hükümdar Mansurun ümitsizliğine, bir sürü ukalâ ile bir sürü hektm tas - lağının gülmelerine rağmen hasta gün- den güne iyileşiyordu. ceğini ve uykusunu unutuyordu. —— * Artık bu genç, zeki ve çalışkan TÜr gencinin önünde engin ve parlak bit ufuk açılıyor; onun dehası Şarkta ve Garpta ilim ve fen âlemini parlak yaz güneşinin ışıkları gibi büyük bir hızla fethetmeğe başlıyordu. — Arkası yarın — a o.uı-:ıııuıuuıııuıııılı; gamada doğdü. ve öldü. Felsefeden — S0'İY Bergama, İzmir, Kornit ve aT himlik tahsil etti. Tekrar Berçamaya dün © dü ve daha sonra Romaya gitti. 168 Sent sinde Tüun çıkınca Romadan çıktı. Cermfii lere karşı harp eden Veros ve Meark yanında bulundu. İmparator naks ve Septim Sever zamanında kalarak büyük yöhret kazandı. 'Mv': belkide cesur değildi. Nazariyatçı kuldı. V- cudun, su, hava, toprak ve ateşleri kep olduğunu iddia ederdi. elt (2) Hipokrat: Mitâddan 460 sene evri mı»ım.ww"m, dasında doğdu. Bir Yunan hekim ve (OP sofudur. İranlı Artakserhas, vebadan V — —lıııhıoıl—ııılh'ılul_d:'. ıııılııiı-l)iıııııhnıyırlı-“ SŞ perti Romadü mesi için kendisine Yunanlıların u-ın—nuıwm% mumiyetle Hipokrata muarız olurdu. meşbur sözdür: hekimliğin piri sayılır. — O lig, (2) Ebubekir Râzi: Rey şehrinde Otuz yaşına kadar müsiki ile """:ı Kİ ra Bağdad'da Halife Mutesimin — H4 min nezareti altında hekimlik tahsil «ÜT . cazet alfıca Rey hastanesi müdürlüğüne yi Gülldl. Daha ecnra gene haLUS L ga Tüğile Bağdada döndü. Çok seyabat sanilerden Mansur bin İshak onu M aldı. Râzi o sırada yazdığı bir esCft, dara ithaf ederek (Mansari) admı Mansur sert bir adamdı. Kimyaya Gaif bu eserdeki mütalcaların tecrlibel masını istedi. Rüzi, yapılamıyacağil! leyince kızdı ve kamçı ile kafasına © bir görünü çıkardı. (Mansurl) vlu Ve birisi (kızamık) hakkındadır. kalmış eseri(Hüvi) dir. Ölümünde yarımı daha sonra Röküddevlenin veziri Aikmat edilmiştir. v Tttti * î