Türklüğ Mercanda Tayftçılarda Pastırmacı ha nının odabaşısı ve kahvecisi Adanalı Serkisin, Türki n mânevi şahsiyeti- ni tahkir ettiği iddiasile ikinci cezada yapılan duruşması, dün sabah bitti. Dava, 1295 tevellütlü olan Serkisin, 1936 senesi Mayısının 19 uncu günü akşamı, Pastırmacı hanının 2 numaralı odasında rakı sofrası kurüp muhabbet ' nunun 159 uncu maddesine göre sabit | €ded'dört terlikçiye, uydurma bir vak- ayı fıkra yollu anlattığı ve bu suretle, Türklüğün mânevi şahsiyetini tahkir ve tezlil ettiği kaydiyle, açılmıştır. Serkis, Pastırmacı hanmda 14 sene- dir odabaşılık ve kahvecilik ettiğini, ağzından hiç kimsenin Türklüğe karşı bir söz işitmediğini, bü uydurma vaka fıkrasının da bir isnat olduğunu ileri sürmektedir. O akşam, kendisine börç- hu olan terlikçilere, kahve borçlarını ödemeyip te Takı eğlentisi yapmağa pa ra harcamalarından dolayı sitem ettiği ni, buna öfkelenen terlikçilerin aley - hinde bu iddiayı ortaya attıklarını; bunlardan Sabriyi kendisini dövdüğün den sulh cezada dava ettiğini de bu mü dafaa yollu sözlerine ilâve etti ve mü- dafaa şahitleri gösterdi. Amme şahidi olarak dinlenilen ter- likçi Sabri usta, Sabri, Ahmet, İsmail, Serkisin aleyhinde söyliyerek, uydur- ğe hakaret eden Ermeni mahküm oldu ve - tevkif edildi ma vak'a fıkrasının, tam Türklerin bu gün gösterdikleri terakki ve tekâmül- den bahis açıldığı sırada anlatıldığı şe- kilde ifade verdiler. Müddeiumumi müavini Cevdet, mü- dafsa şahitlerinin bu vak'ayla alükadar olmadıklarından bahisle, onların celbi- ne lüzum olmadığını, suçun ceza kanu bulunduğu mülaleasını ortaya attı. F ve heyet, kısa bir müzakereyi mütes- kıp, müddeiumum!? muavininin isteği- ne uyarak, müdafsaa şahitlerinin celbi isteğini red ve Serkisi ceza kanununun 159 uncu maddesi delâletile 158 inci maddesinin sön fıkrasına göre 6 ay hap se mahküm etti. Ayni zamanda, hak- * kında tevkif müzekkeresi kesti. Karar, «sübut cihetinde ittifakla, tevkif cihe- tinde ekseriyetle» dir. Temyizi kabil olmak üzere verilen kararda, Serkis- ten 1700 kuruş duruşma masrafı alın- ması da vardır. Duruşma sırasında — Serkiş ağladı. Samiler arasında duran karısı da, bir a- ralık hıçkıra hıçkıra salondan koridora çıktı. Sonra tekrar içeriye girdi ve ko- cası kendisini müdafaa ederken, söze karışmak isteyince, dışarıya Çıkartıldı! Muganniye Neriman nerede bulunursa tutulup zorla mahkemeye götürülecek Muganniye, çalgıcı, bestekâr, plâkçı v. s. bazı kimseler, «Balıkçılar» şarkı- sından dolayı müddeiumumilikçe dava edilmişlerdi. Bu şarkı müstehçen görül müş, plâkları da piyasadan toplattırıl- mıştı. İkinci cezada yapılan duruşma, dava edilenlerden muganniye Nerimana teb ligat yapılmasına kalmıştı. Ötekilerin sorguları yapılmış, yalnız Neriman sor güya çekilmemiştir. Kendisinin Bursada olduğu anlaşıl- mış, orada istinabe yoliyle ifadesinin alınması kararlaştırılmış, fakat Nerima nın İstanbula gittiği, Burvada ifadesi alınamadığı cevabı gelmişti Bunun ü- zerine de buradaki adresine celpname Bönderilmişti. Dün sabahki celsede, Neriman gene yoktu. Celpname arkasına verilen şerh te, kendisinin daima İstanbul ve Ana- |, dolu arasında seyahate çıktığı, şimdi de Samsunda «Galip Bey gazinosu» n da çalıştlığı, 10 gün sonra İstanbulla döneceği yazılıydı. Rels Kemal, bu şerh okununca, şöy- le dedi: — Gelir gelmez de başka bir yere ha reket eder, ihtimal! Sabit deği de, demek! Ne buyurulur? Mütaleası sorulan Müddeiumumi mu avini Cevdet, şu mütaleada bulundu: — Duruşma, kaç celsedir. Neriman yüzünden kalıyor. Anlaşılan, kendisi daima seyyardır; tebligata salih ika - metgâhı yoktur. Bu kadar araştırmala ra rağmen bir türlü bulunamıyor, du- ruşma bu yüzden uzadıkça uzayor. Hal buki, matbuat kanunu, bu davanın müs tacelen bitirilmesini icap ettiriyor, Da- CÖNÜL İSLERİ! Bir hatanın Neticesi Dün B. K. imzasile bir mektup al- dım. Yazanın hüviyeti hakkında fi- kir verebilecek mahiyette olan kısım larını atarak hemen hemen aynen dercedeceğim, öteden beri bu sütun- larda müdafaa ettiğim bir düşünce- yi teyit ettiği için.. Diyor ki: — Teyzeciğim, ben an sene evvel benüz istikbali şüpheli fakirce bir genç iken bana göre zengin bir kız- la evlendim. Tahsili kıt, görgüsü de azdı, aldırmadım. Aradan geçen u- zuâ yıllar içinde kendisinden hiç şi- kâyetim olmadı. Kendi halinde bir kızcağızdı. Geçinip gittik. Fakat dün ğyı bir çocuğumuz gelince iş de- işti. Kadını sevmior, sevmediğim için de hali tavrına aldırış etmiyordum. Gürültüsüzce yaşayabilişimizin se - bebi buydu. Fakat çocuğa itina et- mek istedim. Onun görgüsüzlüğü ve cehli ile mütemadiyen uğraşmak karşısında kaldım. Ve maalesef ça - cuk benim istediğim gibi yetişmedi. Şimdi yedi yaşındadır. Bu yazın so- nunda mektebe gidecek. Eksikliğini tamamlatmak için ben onu memleke —a ———0 tin en iyi mektebine, mümkünse ya- tı olarak vermek istiyorum. Annesi ise nehari olarak mahalle mektebine yollamak azminde, niyetinde: Bu defa ooştum. Yıllardan beri içimde sakladığım dertleri döktüm. Kavga ettik. Şimdi sonu gelmiyen bir sinir buhranı içinde çırpınıyorum. Ayrıl- mayı da düşünüyorum. Ne tavsiye edersiniz? * Okuyucum baştan başa hatalı va- ziyettedir: Parasina heves ederek seviyece düşkün bir kızla evlendiği- ne"hatâ etmiştir. Vaziyeti on sene hazmettikten sonra coşmakla hatâ etmiştir. Nihayet ayrılmayı düşün- meye- başlamakla” hat& etmektedir. Hayatını zehirlemiş olduğunu görü- yorum, Bundan sonra düzeltmesi mümkün değildir. Yeni bir teşebbüs * yeni bir sıkıntı doğurabilir. Tavsi - yem şudur: Karınızla barışınız, içten dışa dök- tüğünüz zehirleri bir sinir buhranı- na atfediniz, sözlerinizi geri alınız. Hareketinizde tasvip ettiğim tek nokta çocuğu iyi bir mektebe ver. mek azmidir. Bu noktada sebat edi- niz. TEYZE Serkis, masum olduğunda urar etti | Kulp hastalığı Bir arkadaşım gazete okuyordu: — Hayvanlarda sap hastalığı görül - müş; dedi, kendisini ikaz ettim: «ş>! dikkat et — Yok canım ben doğru okumuşum- , Şap yazılmışsa da yanlış yazılmış- tır, Sap olacak. Çünkü bu hastalık, in- sanlarda da vardır: — İnsanlarda sap hastalığı adlı bir hastalık mı vardır?. — Evet, fakat hastalık insanlara ârız olduğu zaman ismi değişir. Kulp has- talığı olur. — Şimdiye kadar böyle bir hastalık duymadım. — Olabilir; fakat bu hastalığa tutu- |lanlara çok rastlamışsındır. — Hiç zannetmiyorum. e — Dikkat etimemişsindir. Kulp hasta lığı insanların yüzde doksanında var- dır. . — Hastalığın ârazı nedir? — Hastalığın ârazı kulp takmaktır. | Kulp hastalığına tutulanlarda kulp tak | mak bir mani haline gelir. İnsana kulp |takarlar, insanın elbisesine kulp takar- lar.. Şapkasına kulp takarlar. Her sö züne kulp takarlar. Hattâ hattâ verdi- ği selâma bile kulp takarlar. — Şunu merak ettim.. Selâma nasıl kulp takılır? | — Selâma nasıl kulp takıldığını söy- liyeyim.. Meselâ sen selâm verdin de- ğil mi? Selâm verdiğin adam derhal | şöyle bir kulp takar: Bu bana selâm verdi ama selâm vermesinin herhâalde bir sebebi vardır. Ya benden bir şey isteyecektir. Ya bana bir tuzak kuru- yordur. Kulpu kulpa takar ve nihayet senin selâmım onun kafasına kulpun- dan takılır kalır. — Anlaşıldı, dedim, şunları ben bir yazayım. — Yazıp ta ne yapacaksın? — Gazeteye koyacağım. — Hah iştel — Ne iştesi ? — Yazıya da kulp takıldığını süyle- meyi unutmuştum. Sen ounu gazeteye yazdığın zaman okuyan , kulp hastaları yazıya da muhakkak kulp takacaklar- dir. İMSET Heeseansese eee ee LA reR AAA eALeEAA DK BerraecAmAkAe ge reecenAn ha fazla aramakla duruşmanın uzatıl- ması, caiz değildir. Şimdilik önün hak — Şap hastalığı! Baş harf «s> değil, Hıngi K Tahranın eğlence 'Tahranda bazı Asya şehirlerinin ak- sine gece hayatı vardır. İstanbuldaki Petrograd, Maviköşeyi hatırlatan ve müşterilerine içki ile birlikte çay, kah- ve Ve pasta sunan gazinomsu kahve - lerde her milletten insana rastlıyabi - lirsiniz. Payitahttan kilometrelerce u- |zakta, demiryolu inşaatında çalışan t - | talyan ameleler, mühendisler, daha hâ- lâ o dağlı, kılıklarını muhafaza ederek veyahud da, - yerin suyundan Ve ha - vasından olacak - giyinişlerine zerrece ehemmiyet vermiyerek, muhitlerine hâs mübalâğalı jestleri ve gü ü konuşmalarile, Trabzonlu Türk müte - şebbislerinin veya Rus Ermenilerinin İşlettizleri bu «vazit öldürme», köşe - letinde kendilerin! belli ederler. Şu masada tek başına oturan gözleri sür- 'meli, beresi eğik, mantosunun havları İdökük kadın, kırışık sapsarı yüzü ve ruju oldukca taşmış dudüklarile her gelen geçene esmanı mukabilinde mev- hum ezevke ! vaad eden bir makine - dir. Rusyadaki giyinişlerini bir türlü |terkedemiyen daz kafalı, iri göbekli, kındaki davanın tefrikini veya duruş- / iri kemikli beyaz Rus tellâlları bağıra manın tatilini isteriz! Heyet, kısaca müzakere etti ve şu kararı verdi: — Nertimanın hüviyet ve iİkametgâ-| hı malüm ve muayyen bulunmamasına | ve şimdi Samsunda «Galipbey gazino- su» nda çalıştığı ve J0-gün sonra ge- leceği bildirilmesine göre, Gavanın tef- rikine veya duruşmanın tatiline kanu- nen cevaz görülememiştir. Duruşma uzamasın diye, Nerimanın her nerede bulunursa polisçe yakalanarak zorla mühkemeye — getirilmesi * hususunda müddelumumiliğe müzekkere yazılma- sina ve duruşmanın devamımın 24-4.37 saal IZ ye bırakılmasıma... Dün sabahki duruşma celsesinde, dava olunanlardan Safiye ve daha bir kaçı bizzat hazırdılar. Bazılarının da vekilleri hazır bulunuyorlardı. Sörgu- su yapıldıktan sonra gelmiyen birkaçı- nın da, duruşmalari vicahiden giyabi- ye çevrilmiştir! Şair Nazım Hikmet dün tahliye edildi Komünistlik tahrikâtından Ağır ce-« zaya verilen 14 suçlunun duruşmaları- na, dün sabah kapalı celsede devam e- ditmiştir. Bunlardan Nâzım Hikmet, Dr. Hik- met, Cenap Şahap, Zeki, Kemal, bas- toncu Feyzi, Şükrü, İhsan, Salâh mev- kuftular, Kadri, Süleyman, Bekir, Ha- san Basri, Mustafa Refik mevkuf de- Bildiler, Dün sabahki celseye, jandarma mu- hafazasında getirilenlerden Nâzım Hik- met, Dr. Hikmet, bastoncu Feyzi, Sa- lâh, İhsan, duruşmadan sonra, serbest olanak çıkıp gitmişlerdir. Dolayısile, mevkuf olarak Gdört suçlu kalmıştır: Cenap Şahap, Zeki, Kemal, Şükrü, lçağ'.rı burada seyyar dükkânlarını ku- | rar, bir fincan ay veya bir votka bar- |dağının arkasında fazla örselenmekten yölanmış defterlere rakamlar döker, a- rada sırada da, rusca'da galiba evet manasına gelen ve daha zıyade leylek- lerin gagğalrile yaptıkl esi andıran: 'Tak.. tak..larile birbir İ mât et - |meğe uğraşırlar. Trabzonlu Türk müteşebbislerinin işlettiği gazinoda ise her okşam radyo ziyafeti vardır. Ve hoparlör, patronun keyifli olduğu veyahud da Mmemleket iştiyakını besle a da, Türk musikisini yaymaktan almaz. * 'Tahran — delikanlısı ile ecr.ehi! kolonisinin sık sık koştuğu eğlence yer leri üç tanedir, Astara, Kafe Pats, ve Kafe Kanari.. Astaraya Tahranın Gar- den Barı diyebilirsek, Kafe Parsa, Mak simi, Kanariye de Roz Nuarı adını ta- kabiliriz. Maskeli, maskesiz balolar, düğün eğlenceleri hep buralarda olur. Pars ve Astarada, her yerde olduğu gibi smokinli İngilizler, deryadil Fran- sız ahbablar ve.. her iki eldivenini de elinden çıkarmayı bir etike; bilgisizli- ği addeden, favurili, kaytan bıyıklı (is- terseniz Klark Gabi, Adolf Menju bı- yıklı da diyebilirsiniz) İranlı delikan- hlar ve bayanlar bulunur. Gece yarı - sından sonra da, İstanbulun def'ettiği Beyrut, Bağdad'ın göre göre bıktığı, kanıksadığı yılan vücudlü, bütün ca - zibelerini ölü sırıtmaları ile çıplaklık- larında toplıyan artistler varyete nu - maraları yaparlar. Kanari barı tam manasile bir «Bar» dır. Ve sahibi de, Parise mühendislik tahsiline giden, lâ- kin istidadını gece salonlarında harcı - yan, ve memleketine, valizinde, kaba - relerde, hususi müesseselerde (!) öğren diği ilimlerin (!) diplomaları ile, apaş dansları profesörü olarak dönen bir Tahranda gece hayatı barlara kimler giderler? - Saiıip—lerî Trabzonlü olan eğlence yerleri - Maskeli, maskesiz balolar - — Orta tabaka ile amelenin eğlentileri ) Yazan : İbrahim Hoyi eş Şlle yerlerinden. Kafe | ÜŞ ğ ğ Pars Orta tabaka ve amele kısmı burala f ra gelmez. O daha ziyade, ruhunu K kaslı çengilerin milli rakslarını, İstan £ bulda gördüğünüz, Kafkaslı müzis * yenlerin çaldığı musikiyi arar, Ve bü nu da «Lüle», «Beynelmilel» gibi balt larda bulur. Buralarda tam manasili ve her şeyde demokratlık hüküm sü * rer, Elbise itinası yoktur. Oturma te * kellüfü, kaidesi yoktur. Yüzlerce ağ * zın savurduğu tütün dumanları, içki kuyruk yağı, kebab, soğan kokulari çinde, ahlâk hocalarını hiddetlerindefi kudurtacak 1âübalilikle, felekten bil gece çalmış olan «ehli diller» bir saat * lik veya bir gecelik dildadelerile İ laşır, dans eder, içer, içer, Bu yanda d Kafkaslı rakkaseler göbeklerini çal hyarak, göğüslerini titreterek, sa! d boğazlanıyorlarmış gibi sesler çıkarâ* rarak hünerlerini gösterir, kendilerind vurulmuş olan «meftunlarını» bir Kat | daha mestederler, Ve zurnasını çalali delikanlı, «târ» 1nı inleten ezeldei haasas tarzen; dümbeleğini gümleteli şen ve şakrak tip, ve nihayet tef'initi mohoton ahengi ile oynak, kıvrak: Hıyabana su dökmüşem Yar gelende toz olmasın, Eyvay dinme dinme, Yar dinme dine... şarkısını okuyan kart sesli hânendi bu Baküs âlemini bir kat daha şenlen * dirirler, K İranlı yaradılıştan musiki ve şiir âşt“ ğidır. Ardbasını sürer, davarını güdeli — duvarını örerken ya Sadiden, Hafız * dan makamla beyitler okur, veyahul da işinin temposuna ayak uydurarı şarkı söyler. İranlının şarkısında engilb elâi, keder vardır. Onunu içli de bütün melodiler hüzünlü, sözler hi ranlıdır. Bana anlattıklarına göre, ilk isi hiç de böyle mersiye tar* zında değilmiş. Ve daha ziyade neş' motiflerile süslü imiş. Arab istilâsı il€, İranın bir Ççok asil ve güzel idenelc. mahvolmuş, İran musikisine de karan" hk, ve uçsuz bucaksız çölün ıssızlığın" dan doğan, kederli hisler karışmış. a İran musikisinin tipik ve orijinal ifar — de âleti Tar'dır. Hiç benzememekle — beraber, âdeta udü andırır. Meclis ku* rulur kurulmaz, tarzenler, tarlarını if letir, feryad etfirirken, dinleyenleriği — yüzünde âdeta derin huşu izleri belit — rir. Delikanlılar mehtablı gecelerdtr kırlara açılarak, ufukta ayın yaratlıği — buğulu, sisli ışık oyunlarından coşara& şarkı söyler, saatlerce tarlarını çalafı çalarlar.. Sazsız bir meclis kıvamına gelmiş Sâ — yılamaz, Tara bazan da ya bir kemâlör veya darbuka, dümbelek refakat edefe Darbuka, monoton lâkın sıkmıyan â * hengile tempo tutar. Tar'ın hakkile zevkine - varabilimek için onu Şehnazi veya Veziri gibi üs * tadlardan dinlemeli. Bu insan yapıSi âlet onların elinde sadece âhenk, fef* yad ve bütün bir iştiyak sembolü ha (Devamı 8 inci sayfada) ;