Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
binler Kai ——— .— — m—inâna e t - “Son Posta ,, nın tefrikası: 49 151 numaralı (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) ** Yazan : A.R. şehit Bu sırada torpido memurunun gözüne birşey ilişmişti. Parmağının ucunu bir kamaranın kapısına uzatarak: - Bu ne?... diye bağırdı Ertuğruldakiler, bu filoyu doğruca (Singapur)a gidiyor — zannetmişler, ehemmiyet bile vermemişlerdi. Fakat, filo, sekiz on mil uzaklaşır uzaklaş - maz, vaziyeti değişmişti. Filo, bir ta- kım manevralara girişmişti... Fakat bu manevralar o şekilde idi ki; bu fi- lonun (Ertuğrul)u takip için emir al- dığı hissedilmişti. Ertuğruldakiler; bu lüzumsuz ih - tiyata, katıla katıla gülmüşler; — Yazık.. boş yere kömür yakıyaor- lar. Keşki o canım kardif kömürünü bize verseler. " Diye hasret çekmişlerdi. Gün, böylece geçmiş.. gecenin sa- atleri de epeyce ilerlemişti. Vardiyada bulunanlardan başka, herkes kamara- sına çekilmişti. Her tarafı, gene derin bir sükün istilâ etmişti. Güverteden, dört kampana sesi işi- tilmişti. Vardiya değişecekti... İşte a zaman tavlundan, zabit kamaralarının bulunduğu taraftan korkunç bir ses yükselmiş: — Destur.. destur, yâ mübarek... Diye bağırmayı müteakip, bir ta » kım dua sesleri işitilmişti. Kamaralarından fırlayan zabitler, gördükleri manzara karşısında birer adım geri çekilmişlerdi... Zavallı imam Ali efendi, sırtında beyaz hilâli gömleğini topuklarına kadar inen uç- kurluklu patiska donu.. — ayaklarında şıpşıp terliklerile, koridorların kena- rına dayanmış, baygınlıklar geçiriyor.. parmağının ucu ile, koridorun nihaye- tindeki kapıyı gösteriyordu. Zabitlerin hepsinden evvel kendini toplayan Tevfik kaptan, hemen Ali efendinin yanına koşmuş: — Kendine gel.. ne oluyorsun, ya- hü>, Diye sormuştu. Ali efendinin çene- leri birbirine çarpıyor.. heyecandan hiç bir şey söyleyemiyordu. Bölük kumandanlarından Nuri e - fendi, bir bardak su koşturmuştu. Ali efendi, bu sudan bir kaç yudum içtik- ten sonra, artık kendine gelir gibi ol - mustu. O zaman, korka korka anlat- mıya başlamış: — Helâdan geliyordum. Tam bura- ya gelir gelmez, ne görsem beğenir - siniz?.. Deniz kızı, değil mi?.. Müba- rek, şöylece kapının önüne gerilmiş.. bir elile göğsüne dökülmüş saçlarını tarıyor.. öteki elile de, «Gel.. — gel...» diye işaret ediyordu... Hasna mı, has- na, müstesna mı, müstesna... Fakat korkudan mübareği tamaşa edeme - dim ki... Ben çığlığı basar basmaz, bir anda sırra kadem bastı. Diye mırıldanmişti. Neferlerin sözlerine, kimse inanma- mak istemişti. Fakat; Ali efendi gibi, aklı başında, sözünü sohbetini bilir; şimdiye kadar lâtife şeklinde bile hiç bir yalanı işitilmemiş olan bir adamın bu sözlerine karşı ne denilecekti?, Bu sırada, torpidö memuru Kemal efendinin gözüne bir şey ilişmişti. her türlü ümit ve sevinçten ayırıyor gibi yükselen bu birbirine kenetlenmiş zalim dağların ardından beklediği yol- cu gelmiyordu. * Gülbeyaz; babasına ölüm döşeğinde verdiği sözü tutmak için yıllardanberi kendisini ümitsiz bir ümitle bekiiyen Hasonün karısı oldu. Dokuz ay sonra doğan yavruları bu güneşsiz saadeti çi- çekledi. Simdi Gülbeyaz; ulu cevizin gölge- sinde babasile oynıyan küçük oğlunu şöyle çağırıyor: — Paşo Selim! Yarınki nushamızda : Bazı kadınlar Yazan: Peride Celâl parmağının ucunu bir kamaranın ka- pısına uzatarak: — Bu ne?.. Büyük bir hayret ve taaccüp içinde: — Bu, ne?., Demişti... Herkesin gözleri, oraya çevrilmişti. Ve çevrilen gözler, mavun renkli kamara kapısına, ucu sivri bir şeyle çizilmiş olan bir deniz kızı resmi üzerinde birleşmişti. Bu kamarada yatanlar; mülâzim Asaf ve mülâzim Ali de dahil olmak üzere altı genç zabitten ibaretti. Şimdi; kamara kapısının önünde, karma karışık bir muhavere ve müna- kaşa başgöstermişti: — AÂzizim!.. Bu, resim el ile çizil- miş. — Al bundan da, on paralık... Re- sim, elbet el ile çizilir. Ayakla çizile- cek değil a... — E, deniz kızının eli mi var.. — Eli var yal.. Kulaklarını kiraya mı verdin.. Baksana, imam efendi ne diyor.. omuzlarına dökülmüş saçları- nı fil dişi bir tarakla tarıyordu, diyor. — Ayol, fil dişini de nerden çıkar- dın? — Canım; bırakın alayı.. şimdi şu işi halledelim... Bu resim, deniz kızı- nın değil.. senin, benim gibi elli ayaklı bir insan oğlunun elinden çıkmıştır. — Ne malüm canım?.. Altında, res- samın ismi mi var?.. — Canım, imzaya ne hacet?.. İnsan oğlundan başka, hangi mahlük resim yapabilir?. " — Bu da, doğruya... — O halde?.. — ©O haldesi, şu... Eğer bu ış, bir arkadaşın muzipliği değilse... Hesap memur muavini mülâzim Necip efendi, söyleyenin sözünü kes- mişti. Daha hâlâ, yudum yudum su i- çerek heyecanını teskine çalışan imam Ali efendiye seslenmişti: (Arkası var) — — Ölü Yazan : Celâl _Cenglz Muharipler: -Hepimiz ölmeğe hazırız. mden korkanlar, geride, karılarının koynunda kaldılar! diye bağırdılar Sihirbazlardan en yaşlısı ellerini göğsünün üstünde kavuşturarak — bir| şeyler okumağa başladı. Nâraşın yıl-| dızile konuştu. Tanzer, Gudeaniın yanında 'ayakta duruyordu. İhtiyar sihirbaz başını önüne eğdi: — Sordum, mellâl dedi. Nâraş bu saatte Akat kralının esiri imiş: Kral kendisini serbest bırakmak için yirmi talan altın istiyormuş. Gudeanin canı sıkıldı: — Nâraş bu altınları nerden bula- cak? Demek ki Akad kralı bu suretle beni de tehdit ediyor?! Altınları gön- dermezsem, ne olacak?.. Sor bakalım.. Sihirbaz bir kaç dakika konuştuk- tan sonra: — Sordum, dedi, yirmi talan altın üç ay içinde Akad hazinesine teslim edilmezse, Nâraşın boynu vurulacak- mış.. Gudea olduğu yerde titredi., — Peki.. yeter artık. Diye mırıldandı. Tanzer bu konuşmalara dudak bü- kerek geriye çekilmişti. Tanzerin si- hirbazlardan yılgınlığı, onun sihir - bazlara karşı inanış kuvvetini zayıflat- mıştı. Fakat, Gudeaya bir şey sezdir- mek istemiyordu. Gudea o geceyi ıztırap ve uykusuz- luk içinde geçirdi.. * * $& Tanzer (Akad) y lunda Gudea ertesi günü Tanzere hemen yola çıkmasını ve her şeyden Nâraşı esaretten kurtarmasını emret- ti. Tanzer hazırlanmıştı.. önce Güneş yükselmeden ordusile bera- ber yola çıktı. At üstünde giderken kendi kendine söyleniyordu: — Akad kralı Nâraşı serbest bırak- mak için, yirmi talan altın — istemiş, Sumerlilere hem bu altınları kazandı- racağım.. hem de saray muhafızile bahse tutuştuğumuz altın kemeri ben kazanacağım. Benim altımdaki bu (Uğurlu at)ı elimden kimse alamı - yacak. Tanzer yolda giderken bir deveciye rastladı. Devecinin Akadtan geldiği belliydi.. develerin üzerinde Akad eşyası var- dı. Tanzer devecinin yolunu kesti: — Nerden geliyorsun, baba? İhtiyar deveci nerden geldiğini sak- lamadı: — Akadtan geliyorum, dedi, biraz kumaş aldım Ur'da satmağa gidiyo - rum. Tanzer devecinin sözlerini hayretle karşıladı: — Akadlılar seni nasıl serbest bı- raktılar. Kral, Sumer kahramanı Nâ- raşı esir almış.. sınırlarda develerle dolaşmağa nasıl müsaade ediyorlar» Deveci birdenbire şaşaladı: — Nâraş Akadlılara esir mi düş- müş?.. Fakat, ben orada böyle bir şey duymadım. Tanzer zaten Ur'dan ayrılırken de, Nâraşın esir düştüğüne inanmamıştı. Eğer Akad kralından gelen mektup sahte değilse, bu habere inanmak lâ- ziımdı. amma.. gelgelelim, Tanzer, Akadtan Gudeaya gelen bu mektuba ' KUMBARA Wxxmwxxwm“““ XXWX yaesr | 'ııı ıı 1 İI FUT LMYL ll. Aî, , Üai ai ı'ı *XXXX BİRE. lese —— . da inanmıyordu. Deveci ile konuşmağa başladı: — Çoktanberi Akadta miydın? — Evet, mellâl! iki aydır (Kalde)da bulunuyordum. — Nâraşı oraya esir olarak getir- mediler mi? — Hayır. Ne ben gördüm onu, ne de birinden işittim. — Harp nasıl gidiyor? — Kalde de harp yok. Batı cihetin- de (Sama) büyük yararlıklar göster- miş diyorlar. Akadlılar bütün kuvvet- lerini o tarafa gönderdiler. — Demek Sama oralarda bir varlık göstermeğe başlamış?.. — Evet. Hattâ Akad kralının amca- sını da esir almış diyorlar. — Ne diyorsun? Böyle haberler de duydun demek?.. — Kral çok merak ve heyecan i - çinde bağırıp çağırıyormuş, «Âmca - mı kurtarana bir talan altın verece - giml» diye ilân etmiş. — Kralın amcasını kurtarmak isti: yenler meydana çıktı mı? — Herkes Samadan korkuyordu. İri boylu bir köylü geçenlerde Kalde- ye geldi.. kral ile görüştü. Kendisine bir at verdiler.. yola çıktı.. — Bir kişi Samayı öldürmeğe mi gitti? — Bu adamın vücudüne ok değmez ve etini kılıç kesmezmiş. Atını sürdü.. yola çıktı. — Bir haber gelmedi mi hâlâ? — Onun arkasından ben yola çık * mıştım. Samayı öldürüp öldürmediği: ni bilmiyorum. Tanzer başını sallıyarak mırıldandı* — Zavallı Sama.. sana kıyarlarsa, çok acırım. Deveciye başka bir şey sormadı. — Haydi yoluna git! Diyerek atını sürdü.. Tanzer ordusunun başında gidiyor du. Deveci bir hayli korku geçirdiktei sonra yoluna devam etti. ' Tanzer harpte gözile görmediği hiç bir şeye inanmazdı. Devecinin verdiği malümata da inanmamıştı. Acaba bu adam Akad kralının hafi: yesi olmasın?-. Tanzerin içini kemiren bu şüphe pek de yersiz ve mânasız değildi. D& vecinin sözleri birbirini tutmuyordu- Yalnız şurası muhakkaktı ki, Sama Akadlıları epeyce sarsmış ve titretmiş” ti. Mademki Sama batıda Ahdhfı’ çarpışıyordu.. Tanzer de. kuvvet itibarile çok zayıf olduğu anlaşılan merkez üzerine yani Kaldeye doğru yürümeğe karar vermişti. (Arkası var) | Nöbetçi Eczaneler Bu geceki nöbetçi eczaneler şunlardır: İstanbul cihetindekiler: ) Aksarayda: (Sârim). Beyazıtta: (Cemil- Fenerde: (Vitali). Şehremininde: (Nâ - zım). Karagümrükte; (Fuat). Samatyâ” da: (Erofilos). Şehzadebaşında: (İ- î';: lil). Eyüpte: (Hikmet Atlamaz). Emi geT nünde: (Bensason). — Küçükpazarda" (Hikmet Cemil). Alemdarda: (Eşref N© şet). Bakırköyünde: (Hilâl). Beyoğlu cihetindekiler: Tünelbaşında: (Matkaoviç). Yükleknır dırımda: (Vingopulo). Galatada: (M İ kez). Taksimde: (Kemal - Rebul). Ş " lide: (Pertev). Beşiktaşta: — (Süleym9 Recep). Boğaziçi ve adalarda: Bi Üsküdarda: (Ömer Kenan). Mşı-de; (Nuri). Büyükadada: (Halk). Haşbeli de: (Halk). —