8 Mart 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

8 Mart 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

On ikinci kısım İttihad ve Terakkide on sene No. 28 HARBİNİN SON PERDES Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen İ Bir ky Talât Paşa, kendisini gevşeklik ve zaafla, itham eden sözlere karşı irkildi — Evet, dedi. Çok gevşeklik gösterdim. Şimdi—î;;nl;ı;a ğîdince ilk işim bu meseleyi halletmek olacaktır. Her ne pahasına olursa olsun! Bu, sun,, sözünde Enver Paş “Her ne pahasına olursa ol Bu fikrimi, biraz daha mufassal bi şekilde böylece izah ettikten sonra ni-| hayet, benim de canımı yakan bir iç, acısının uyandırdığı bir ihtiyarsızlıkla, ağzımdan takriben şu kelimeler dökül- | dü:; — Bütün bunları yapacak ancak siz vardınız. Fakat, siz de Enver Paşanın karşısında gevşeklik gösterdiniz! Evvelki sözlerimi Talât Paşa, tasdik alâmeti olan baş hareketlerile dinliyor- du. Kendisini zaafla, gevteklikle itham eden bu son sözlerimi söylediğim za - man da biraz irkildi ve sonra: — Haklısın, Muhittin, dedi; hem de çok haklısın. Bu söylediklerinin bir kısmını olsun yapabilirdik. İdeal olarak tasavvur edilen bir siyasetin tamamen talbik edilebilip edilemiyeceğini — sen de bilirsin. Siyasette öyle ideal plân- lar var ki bunları tatbik etmeğe geçti- | #imiz zaman bir çok yerlerinde aksak- hk olur. Söylediğin şeyleri, işler olup bittikten sonra böylece sıralayıp dök- mek kolay, fakat, bunları günlük h: diseler arasında tatbik etmek müşkül- dür. Bununla beraber sana tamamen hak veriyorum, ben, çok gevşeklik gösterdim! Dört senedir gösterilen gevşeklik Talât Paşanın en güzel tarafı bu idi: Ben onu hiç bir zaman nazir ve sadra- | zam elarak görmedim. Her vakit ayni | ayni mütevazi ve tabil olmuştu. | Ben o gün kendisini gevşeklikle itham ettiğim zaman da bana sadece «haklı- sınl» deyip düşünmeğe başlamıştı. Hiç şüpheşiz, içinden, dört senedir gös- terdiği gevşekliklerin muhasebesipi ya- pPıyor ve bundan dolayı teessüfler du- Yuyordu. Bu acıklı bahis üzerinde konuşmak- tan ikimiz de yorulmuş gibiydik. Onu timdi o halile tekrar görüyorum: Geniş koltuğa yaslanmış, - ellerini karnının üzerinde birbirine kilitlemiş, | gözlerini karnının üzerine dikmiş, fa- kat, hiç bir şey görmiyerek, düşünü- yor, Ben de düşünüyorum. Yaklaştı- #amız fırtınanın uzaktan uzağa gürük tülerle gelişini hissediyor gibiyim Bir iki dakika bu süküt devam etti. Sonra, Talât Paşa, yeni bir azim ham-| lesile harekete geçiyormuş gibi, asabi, yerinden kımıldadı, gözlerinde uyanan bir parıltı ile bana bakarak: $ — Evet, dedi, ben “çok kabahatli - yim, çok gevşeklik gösterdim. Şimdi | İstanbula gidince ilk işim bu meseleyi halletmek olacaktır. Her ne bahasına | olursa olsun!.. | Bu son sözü, «her ne bahasına olur- a olsunl!» sözünü o kadar kat'i ve a- zimkâr bir tavırla söyledi ki bunda :ınw. Paşanın kat'i mahkümiyeti var- h Tâlat Paşa ne yapabilirdi ? Bu sözler, beni çok dikkate getirmiş- ti. Alelâde ahvalde fikirlerini söyle - Miyen ve « daha doğrusu - pek nadiren kat'i fikirlere sahip olup ekseriya, gü- Hün hadiseleri arasında sürüklenip gi- den Talât Paşanın, bana Berlinde En-| ver Paşa meselesi hakkında bu kadar | kat'i bir lisan kullanması, onun içinde ne kadar mühim şeylerin kaynaşmak- ta olduğunun alâmeti idi. Bu sözleri söyledikten sonra, düşün- teye dalmıştı. Şüphesiz, © dakikada stanbula avdet eder etmez ynımmğıi teyleri gözünün önünden — geçiriyor. 'n de acaba ne yapmak istiyor? diye| merak ediyordum. Her şeyin harap olup gittiği, harbin kaybedilişinin muhakkak — olduğu bir zamanda Talât Paşa ne yapabilirdi? Nasıl bir hareketle memleketi bir ktre daha etrafında toplayıp, Enver Paşasız ve ona rağmen, daha milli bir hareket uyandırmaya ve bununla felâketli har- bın son günlerinde millete kuvvetli bir rol oynatmıya muvaffak olabilirdi? Bu düşünceler içinde, tekrar dudak- larımdan ihtiyarsızca bir kaç kelime döküldü: — Fakat, çök beğii Dedim. Yürek ezen bir vaziyet için- de bütün öğle üstünü doldurmuş olan bu üzücü hasbihalin verdiği yorgun - luk, koca salonu doldurmuştu. Talât Paşa, gergin bir sinir sisteminin verdi- ği dolgunluğu arttıran bu yorgunluk- tan kurtulmak istiyerek ayağa kalktı, | düşünceli düşünceli yürüyerek ilerledi, | pencereyi açtı, biraz sokağa baktı, son- İra bana dönerek: — Evet, geç kaldım... Fakat, henüz vazifemi yapmak İçin vakit — vardır, zannediyorum. Sonra esnedi: — Uykuni geldi, Muhittin, ben biraz yatacağım. dedi; Tehlikeyi Büyümeden Önleyiniz ! Bnynk, küçük birçok hastalık- iar soğuk algınlığı ile baş- lar. Mikroplar üşüyen vücude hü- cum ederler. Nezle ve kırıklık baş- österir, Hararet yükselir, Artık 'en korkulacak hastalıklar için bile zemin bazırlanmış demektir, Kendinizi Üşüttüğünüzü hisseder etmez derhal hir kaşe anın kat'i mahkümiyeti vardı O gün günlerden pazardı. Talât Pa şanın bir âdeti vardı: Kederli zaman- larda uykusu gelirdi. Şimdi de kederli ve hattâ muztarip olduğu için uyku ih- tiyacı içinde esneyordu. Kalktım, onu uykuya bırakarak çıktım. İnsanın kederli zamanlarında uyku- su gelmesi, fena bir şey değildir: kede- * hafifler ve içindeki gönül sızılarını az duyar. Bu hiasi ben de tamırım. Büyük kabine dedikleri Gazi Muhtar Paşa ka- binesi zamanında Bekirağa bölüğün- de ekseriya benim de uykum gelir, be- nimle beraber mevkuf olan — dostlar, «mangafay diye alay ederlerdi. Sonra- ları İstanbulda aylarca saklandığım sı- ralarda gene ekseriya uyurdum. Fakat kanaatimce, insanın ıztırap zamanla- rında çok uyuması enerjisinin az oldu- ğuna, sinirlerinin gevşekliğine alâmet- tir Enerjisi az bir insan: Tâlat Paşa Kendi özerimde yaptığım tecrübe - lerle bilirim ki, bizlerin keder ve sı - kıntı, bin türlü üzücü ve bezdirici hâ- diseler içinde geçmiş olan hayatımız- da, şahsan, ne zaman enerjik oldum - sa, az uykulu oldum; ne zaman çok uyudumsa o vakit te az enerjik oldum. YALAN SÖYLEMEZ VWak'alari, olduğu gibi müta- lea edebilmek için, üzerinden biraz zaman geçmelidir. Bu- nun gibi DiT güzellik müstah- zarının değerini anlamak için onun İcadı Üzerinden en üşa- gı bir kaç yıl geçmiş bulun- malıdır. KREM PERTEV dün ortaya “tılan bir güzel- lik müstahzarı olmadığı için hakkındaki hüküm — çoktan verilmiştir. O, Cildin gıdası.. Cildin hayatı. RADYO Bugünkü Program 8 mart Sİ? parartesi İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1220: Plâkla Türk musikisi, 12.50: Havadis. 13,06: Muhtelif plâk neşriyatı, Akşam meşriyatı: —— 17: İnkilâb dersleri Üniversiteden —naklen Mahmut Rsat Bozkurt, 18.30: Plikla —dans kisi, 19,30: Çocuklara makal; İ Galib n, 20 Rifat ve arkadaşları tarafından ben söylev, 9048: Safi- GRiPiN GRİFİN sızi gripe — karşı ko- rur. GRİPİN en şiddetli baş ve diş ağrılarını geçirir. GRİPİN füşütmekten mütevellit bel ve sinir ağrılarını, bülün sızı ve sancıları dindirir. GRİiPiN Kaşeleri icabında günde 3 kaşe alınabilir. şları tarafından Türk musi - şarkıları: axat ayarı, Yarınki program 9 Mart $87 Salı İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plükla Türk müsikisi, 1280: Hava- dis, 13: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu tara- tından bir temsil, Akşam neşriyatı: 17: İnkılâp dersleri üniversiteden nak- len: Mahmut Esat Bozkurt, 18.30: — Plâkla dans musikisi, 19,30: Eminönü Halkevi sos - yal yardım şubesi namina Bayan Şüküfe NI- hal (Cemiyetçilik bakımından sozya dım), 20: Belma ve arkadaşları - taraf 'Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafından ürapça söylev, 2046; Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk mi sikişsi ve halk şarkıları, Saat ayarı, 21,15: Bütün oczanelerde satılır. Şehir tiyatrosu öperet kısmı (Üç sast) opere- tinin üçüncü perdesi, 2915 Ajans ve borsa haberleri, 32,3$ Plükla sololar, Opera ve o - peret parçaları. hikâyesi Yazan: Peride Celâl böyle olduğumna köydekiler gibi ben de — Emine gız niden bugün gene go l nuşmuyon heç? inanmıştım ne yalan diyeyim. Emme Emine elindeki yamalı bir çocuk şal-| benim aklımın almadığı şey senin o varını iyice sıkarak biraz öteye, taşla -| yüreği bozuk herif uğruna böylece aâ- rın üzerine attıktan sonra başını ar -| ma çöplerine dönmen, köyde başka de- kadaşına döndü. Ve bir müddet büyük mavi gözleri ile ona dalgın dalgın bak- tıktan sonra omuzlarını silkeliyerek ö- nündeki tahta tenekeye, sabun kö - püklerinin içine ellerini daldırdı, O, ya- mıya kadar sıvanmış tunç rengi, esmer kolları ile tenekenin içindeki çamaşır- ları birbirine sürterek ovalarken, âr - kadaşı Zeynop yere çömelip tokaçla - mak için taşların üzerine çamaşırları üstüste attı ve başını dönerek gene sor- du: — Emine gız.. Sana ne oldu bu ya - kınlarda? Yüzün öyle küskün, küskün, gülmeyi unuttun sankim. Geçende Ha- cıların Gül seni damda gözleri yaşlı buluvemiş. Gız ne derdin var ki söy- le be, ne saklıyon?.. sefer büyük mavi gözlerini kuşatan | gür siyah kirpiklerini - kırpıştırarak Zeynebe baktı. Yavaş yavaş gözleri - nin pınarlarında yaşlar toplamıyor, alt dudağı hafif bir surette titriyordu. Biraz kızdiği — belli idi. Boğuk — bir sesle arkadaşına âdeta çattı: — Sende ne soruyün demindenberi. Öğrenecen de ne faydan olacak san - kim? Zeynep çok uzun boylu, büyücek be- yaz yüzlü, keskin bakışlı bir kızdı. He. men oracığa taşın üzerine serdiği ça - maşırların yamına çömelmişti. Kaşla - tımı çatarak, dudağını büktü: sı olur mü sin soluğun kesil Deli Ömerlerin ne bile uğrama- yri aklın başında değil belli. Â- |lemden gaçdıkça a Jerini bile düşünmı Eminenin kızgınlığı hemen geçmiş, yorgun bir hareketle arkadaşının ya - hına çöküvermişti. — Zeynep giz, arkamdan ne derler Zeyevep kaşlarını büsbütün çatmış, ağır ağır başını sallıyordu: — Ne dimezler ki gız, ne dimezler ki. Âlemin diline kilit mi vuracan? Emine biraz korku, biraz da merakla onun yüzüne bakıyordu. Zeynebin yü- zü sakinleşmişti, sesi yavaşlıyarak de - vam etti: — Geçen bahar — gülüp söylerdin, böyle tasalı değildin. O zaman Emine arabacı İbrahime gönül vermiş, oğ - danla her akşam çamlığın ötesinde bu - luşur derlerdi. Şimdi de.. Biraz durakladıktan sonra ilâve etti: — Şimdi de İbrahim yüz çevirmiş te ondan böyle ağzını bıçaklar açmaz der- ler. Zeynep susmuş, bir şey söyleme bekler gibi dikkatle arkadaşına b yordu. Emine önun keskin b:ık:şhr.n-ı dan gözlerini kaçırmıya çalışarak ba şını önüne eğdi ve yavaşça mırıldandı: — Doğru derler, Zeynep sanki bu cevabı bekliyor - muş gibi tavrını hiç bozmamıştı. B düşündükten sonra önündeki çamaş; ları düdelterek: — Bana bak Emine, dedi. Bunun likanlı mı yok gız? — Var emme onun gibi olmaz, — Ne dedin, ne dedin! Onun gibi ol- maz mı? O kütük gibi berifin bizim oğ- lanlardan ne farkı var ki, kötü huyun- dan haşka, geçen gün arabasının atla » rını bir kamçılardı görme! Anasına bile el galdırırmış gızmca... Ganı te « pesinden inmiyen bir herif.. Emite arka & doğru başını u * ;ın;-;n, Büyük mavi gözleri yaş için- Bilirim, bilirim ve zalim olduğu- nu, dedi, Yüzüme Garşı «ne ideyim sen mızmızın birisin» dedi, sonra çamlığa | gelmeyiverdiydi. Halbuki geçen ba - |har eseni garım edecem» der dururdu. Şimdi de gayri yüzüme bakmaz oldu. Emine tekneden ellerini çıkarıp, ö-| Amma ne ideceksin, yürek bu. Ne it- nüne bağladığı beze silerek, dönüp, bu | sem atamıyom onu oradan gardeş. Çü- maşır yuarken, aş yaparken hep gö - zümün önüne geli geliverir. Hem son- — ra.. K Zeynep onun birdenbire susarak hiç- kırdığını görünce çilli beyaz yüzü hay- retle gerilmiş: — E, sonrasını desene gız, dedi. Emine başın: iyice onun başına yak- iaştırarak hızlaşan hıçkırıkları arasın- da bir şeyler anlatmıya başladı. O söy- ledikçe Zeynebin yüzü öfkeden gözle- rinin içine kadar kızarıyor, arada sıra- da; «Vay sütü bouk itl» «vay Tanrının Bazabi başına yağası donuz!» diye mı- rıldanıyordu. Emine gözlerini silerek içini çekip ayağa kalktığı zaman Zey- nep keskin bakışlarını ona çevirerek: — Bâna bak, dedi. Kendini üzüp durma gayri. Hele ben onu görüp bir gonuşayım da bakalım ne olur. * Aradan bir ay geçmişti. O gün Emi- nenin arabacı İbrahimle düğünü var - dı. Herkes hayret içinde kalmıştı. İb- rahim son zamanlarda Emineden yüz çevirmişken şimdi ona nasıl dönmüş, evlenmiye nasıl razı olmuştu. Düğün günü bir aralık Zeynep pe - şinden ayrılmıyan Emineyi bir köşeye çekti. Sevinçten mavi gözleri pırıl pi - ril yanan yeni gelinle başbaşa verdi - ler ve genç kız «anlat» diye, and verdi. Ten arkadaşına İbrahimi nasıl yola ge- — Ona geçende su başında rasıgel- dim. «Bana bak İbrahim çamlığa gelir misin yarın, sana bir diyeceğim var» dedim. Yüzü güldü. Heç gelmez miyim ben gız» dedi, Öbürsü gün çamlıkta bu- luştuk. Ona: #İbrahim be dedim, Bizim Emeniye ne büyü ettin de gız sensiz e- demez oldu öyle?» sırıttı: «Çok mu ya- nıp tutuşur ki benim için?» dedi. Sonra birdenbire yanıma yaklaşmıya galktı. lenir (*) gibir söylenn ali do- ana. Bütün gücümü göolu- bir tokat attım yüzüne. 1 oldu. «Bana bak, ne gibi her buyruğuna bo- yun eğecem mi sanıyon?» dedim, gö- |şo göşe yanından gaçtim. O akşam ga- n önünden grabasını sürdü, geçli: (*) Zeklenmek, istihza etmek. (Devamı 11 inci sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: