14 Süyfa -— * Son Posta ,, nın tefrikası : 67 Maşa artık casusluk yapmıyacak, Cemil ile berabet ayni uğurda mücadele edecek, millet ve memleketi ağır ve kokmuş bir hava içinde boğan iğrenç taas- subu ortadan kaldırmağa gayret edecekti . Sen, nasil işcilik,, ame - lelik yıpıı.ııl.unu) « O işler için yaratıl- miş bir mahlük değilsin ki... Demişti. — Masal. * — Gidiniz. Söyleyiniz, yoıuın Diye cevab verdi — Gitmeyin.. birdenbire o adama SÖON POSTA « Son Posta » mm Tariki Tefrikamı : 6 SÜMERYILDIZI A KBNT Yazan : Celâl Cengiz İki kişi Tanzeri yakaladılar ve kızgın şişle gözlerine mil çektiler Şimdi geli-| Nabo Sumerlilerle dövüşmek için fırsat arıyordu, kendi kendisine “Bakalım Gudea benden intikam almıya teşebbüs edecek mi? Eğer bu hâdiseyi görmemiş duyma- — Keşke dağların koynuna sığın- di Sofrada, karşı karşıya oturmuşlar, |görünmeyin. Siz, onların ne tehlikeli| saydımı da buraya gelmeseydim, Bek- sessizce yemeklerini yemişlerdi. İkisi de dalgındı. İkisi de düşünüyor- du... Fakat ikisi de, bu sükütun şi'riye- tni iklâlden çekiniyormuş gibi görü- nüyordu. Nihayet; Cemil, söz. söylemiye ce - saret etmişti. Elindeki büyük bir kış ar- mudunu soyarken: — Müuşal.. Demişti... Ve bir kaç seniye düşü- mür gibi dararak sözüme devam eyle - mişti: — Maşal. Hakkın var... Seni, biz- denbire çok sarstım; tamamile yabancı olan hislerle başbaşa bıraktım... Yave rum!.. Önünde açılan ufuk, çok geniş- tir. Hiç bir zunan; mermer direkler, mozayik işlemeli duvarlar, günlük ko- kan tavanlarla çevrilmemiştir... Bu ge- niş ufkun çevirdiği büyük saha, mum- ların karanlık dehlizleri arasında yol - harını — şaşırmaktam korkanların — birer mürşide ihtiyaç göstermeleri, çok tabit- dir. Fakat senin önüne açılan saha, o kadar parlak bir nur ile ziyadardır ki; Burada, ne Bana, ve ne de başka bir rehbere ihtiyaç yoaktur. Buzada, yegi- ne rehiber ve müzşid; sadece akli sa - Tümdir... Bu akli selim, hetn senin iman ve hayatına yeni bir mecr verecek.. hem de insanlara karşı daha cid- di ve daha (aydalı hizmetlere sevkey- liyecektir... Sonra.. Bugünkü vazifeni terkederek buşka bir işe atılman buhsi- we gelinee.. bunda, çok hakkın var. Ar- tk sen, & icdan avcılarına vasita- hk edemezsin... Ancak şu var ki, bir fabrikanın ağır ve meşekkatli işleri al- tina da giremezsin. İster mişin, sana Bizzat ben bir vazife vereyim, — Memnuniyetle isterim. — Pekâlâ.. şu halde, sen de Bildik- lerinin, tamdıklarının bâtıl itikadlarını yıkacak.. millet ve memleketini ağır ve kokmuş bir hava içinde boğan, iğ- renç tanssubu ortadan kaldırmıya gay- vet edeceksin. — Hissettiklerimi, herkese söyle « Tim. — Fakat bu, çok tehlikeli bir iş o « Tacak, Maşa. — Siz.. dün akşam.. bir çok şehid- lerden bahsettiniz. — Kâfi, kızım... Anlıyorum ki, ar- tık sen; dersini tamamile hazmetmiş- sin. Cenâbıhaktan temenni ederim; se- ni, bütün tehlikelerden esirgesin. * Aradan, tam bir hafta geçmişti. Nefes nefese gelen bir uşak, Cemi- lün odasma girerek, büyük bir telâşla: — Kumandan efendi!.. Grandük hazretlerinin bir yaveri gelmiş, Sizinle görüşmek istiyor... Kendisini beyaz salona aldık. Sizi orada bekliyor. Dedi. Cemilin vücudünden, hafif bir ür- perti geçti. — Graadük'ün yaveri mi?. Acaba me istiyor?.. Diye söylendi. Birdenbire, gözü Maşanın çehresine Mişt. Genç kızın yüzü, sapsarı kesil « Mmişti Maşa; Cemilin yanına geldi. Onun Bulağına eğildi. — Siz, durunuz, Evvelâ; ben gide- yim, Bakayım. Ne istediğini anlıya - mahlüklar olduğunu Bilmezsiniz. O « nunla birdenbire karşılaşmanız, belki meş'um bir netice verir, Rica ederim, müsaade edin. Evvelâ ben gidip gö - vüşeyim, Diye yalvardı, Cemil ,acı bir tabesaümle gülümse- Ğ: — Bana karşı himayekâr bir tavır alman, pek hoşuma gidiyor, Maşa... Fakat, ben de seni muhtemel! olan bir teklike karşısına atacak kadar çocuk değilim... Merak etme. Grandük haz- retlerinin yaverlerinin huzuruna nasıl çıkacağımı şimdi: görürsün. Diye söylendi. Derhal yatak odamma geçerek, baş ucundaki gece dolabının gözünü a - çarak orudan çıkardığı iki brovnik te bancasını, ceketinin ceplerine yerleş- tirdi. — Yavrumt.. Benim için en küçük bir endişe bile duymadan, neticeyi bekleyebilirsin. Dedi. Ve sür'atla odayı terketti. Cemil, bu garib ziyaret hakkında muhtelif ihtimaller düşünerek, bir çok koridorlardan geçmiş.. bir kaç merdi- ven çıkıp inmiş.. nihayet, ikinci kattaki salonlar dairesine gelerek (Beyaz Sa- lon) dan içeri girmişti. Orada, basit ve sade bit ceket üzerine ipek kordon tak- maş olan genç bir zabitin, ellerini arka- ma bağlıyarak salonun ortasında dur«| duğunu görmüş.. metin adımlarla ona doğru ilerlemişti. (Arkası var) —— lan! Ben sana güvendim de geldim bu- raya. Yağmurdan kaçarken, meğer, doluya tutulacakmışım! Şimdi iki düş man arasında kaldım.. — Ne tuhaf şey! Düşmanlarının iki- ai de hükümdar. Doğuya gitsen, Su - mer kralının.. batıda kalsan, Suz kra lınin eline düşeceksin! Delikanlı içini çekti: — Ne yapayım şimdi ben..? Bana yol göster, Beklan! Ben, onsuz nasıl yaşıyabilirim? — Bana kalırsa gene Sumare döner- sin.. ve Taunçayı görmemiş gibi davre- nırsın! Belki Gudea seni affeder... Bu sırada bahçenin önünde ayak ses leri işidildi. Beklan başını uzattı; — Eyvah.. basıldık, — Basıldık mı? — Kralın muhafızları evimin etrah- nı sarmışlar.. — Ne var acaba..? Birdenbire içeriye giren muhafızlar ellerindeki kargıları uzatarak: — Kıpırdamayın! Diye bağırdılar. Tanzer bu hücumun manasını bir » denbire anlıyamamıştı. Nerden bilain- di ki, Suz kralı onu da yakalatıp zinda- na attıracaktı! Muhafızlardan biri kargısının ucu- nu Beklan'ın göğsüne dayadı: — Tunçayın eşi bu adam mıdır2 Beklan şaşırdı.. «— Hayır.. o değill» Diyebilirdi.. korktu.. Diyemedi.. Tanzeri göstererek — İşte aradığınız ıdııı.. Diye mırıldandı. Tanzer tehlikeyi görünce evin tara- çasından atlayıp kaçmak istemişti. Fa- kat, vaktinde davranamadı.. kralın as kerleri — etrafını sardılar.. kargılarım Tanzerin göğsüne dayadılar. — Haydi, yürü.. — Nereye götüreceksiniz beni? — Saraya.. — Gitmem.. — Gitmezsen, öldürürüz. Kral böy- le emretti. Tanzer kımıldamağa muktedir de - gildi.. kargıların ucu göğsüne dayan - maıştı. Bu vaziyet karşısında boyun eğ- mekten başka ne yapabilirdi? — Tanrı beni korur... Diye söylenerek muhafızların önü- ne döndü. Beklan delikanlının arka - sından bakâa kakh.. Tanzeri saraya ge- tirdiler. Işıksız, karanlık bir bodruma attılar.., Tanzer bu havasız yerde, bir ölüm mahkümu gibi, hapsedilmişti, * Ertesi gün.. 'Kralın yatak odası.. Nabo sevgilisini kendine bağlamak için, ona kendisinin ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek istiyor., Tunçay pencereden dışarıya bakar- ken, sarayın bahçesinde bir kalabalık gördü. Elleri ve ayakları zincirle bağlı bir adamı sürükleyerek bahçeye getiri- yorlardı. L Uşak, kapıdan çıkar çıkmaz, Maşa| mış gibi davranarak ses çıkırmıın benden çekindiğine hükmederim. , diyordu. Hiç konusmadan şatoya gelmişler- | Tançay: — Bu kim..? Diye sordu. Suz krahı : — Bir ölüm mahkümu.. Diye cevab verdi. Saray muhafızları kargılarının ucur u mahkümüon göğsüne dayamışlar * d. Ölüm taahküma bağırıyordu: — Bu yurdda adalet yok mu? Be « nim eşimi elimden almak yetmiyor * muş gibi.. Üstelik bu işkenceler.. bu dayak ve hakaretler.. "Tunçay birdenbire şaşaladı: — Tanzer.. ta kendisi. Diye bağırarak başını dışarıya uzatmak istedi. Nabo genç kızı omuzlarından çekti! — Artik o seni göremez, Tunçay! Ve yeni edebiyyen görmemesi için bu- gün onun gözlerine kızgın mil çekti « tTeceğim, Sen, onun değil.. benimsin ar- tik! "Tunçay korku ve heyecan içinde tit- riyordu. Kalbi koparcasına çarpmağa başlamıştı. 'Tanzer bir düha onu Günya gözile göremiyecek miydi? — Yalvarırım sana, Nabol Onu af fet.. onu bir daha anmıyacağım.. Tan- zeri memleketine gönder! İ 'Suz kralı yavaş yavaş sakalmı okş- yarak gülümeecdi: — 'Merak etme! Onu memleketine göndereceğim.. fakat, gözlerini dünya- ya kapadiktan sonra. Korkma sakın..| 'Tamzeri öldürmiyecekler. Sadece göz* lerini söndürecekler.. işte o kadar. Ve yüksek bir sesle bahçedeki mu- hafızlara bağırdı: — Haydi.. ne duruyorsunuz? 'Tunçay deli gibi çırpınmağa 'başlar dı. Tanzerin gözlerini oyarken, Tun * çay bu füyler ürpertici manzara karşır sında nasil kendini tutacak.. nasil tar hammül edecekti? 'Bahçede başlıyan koşuşmalar ara “ sında 'Tanzerin eesi işidiliyordu: — Ulu Tanrıdan ikorkmuyor mu * sunuz? Soyunuzdan hiç kimseye fena” kip dokunmıyan — suçscz bir. adamın gözlerini ne cesaretle söndüreceksiniz? Cellâdlar kulaksızdır. derlerdi de pencereden 'anzer bu söze inanmazdı. Gerçek bu adamlar kralım sözündeü başka bir söz dinlemiyorlar.. bürnuü seslere, feryadlara, haykırışlara ku.sü” larını tikamış 'bir halde işlerine de aa ediyorlardı. Bunlardan ikişi Tanzerin kollarık * dan yakaladi.. bir üçüncüsü ebrue Mür gn bir şişle koşarak geldi.. . Ve Zavallı delikanlının gözlerindei bu kızgın mili geçirdi. Bir inilti duyuldu.. — Ah.. ölüyorum... Bu ses, Tanzerin sesiydi. Saraym penceresinde de hıçkırıldar” in öğlyan bir kadıni verdi” 'Tunçay: — Tanzer... Tanzer... Diye bağırıyordu. 'Tanzer sevgilisinin sesini âuwnıl'f' değildi.. fakat, sönen gözlerinin vadl_i ıztırabla kıvranan delikanlının erimif bir külçe haline gelen vücudü gittikce pelteleşiyordu. Ağzından bir tek söz çıktı: vi ATGÜĞÜEEİ Kendini kaybederek omuzlarının üstüne düştü.. (Arkası var)