:13 SON POSTA RAKKİDEONSENE Ce | Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen İttihat ve Terakki devrinde matbuatın çehresi muhalif Alil<emal kısmen şahsi ve kısi et Cevdet ve Mihran : ar e pîıriklıınenin fiki Ahm, zühdünün ıngilizıe! den Fehmi de Lu?" devirde Türkiyede görülen mat- * hezeyanı, zannedersem, başka vemleketlerde kolay kolay görülmüt & bir hatıra içinde, nümuneleri bir ksizin, sözlerile ranlatılai- deşlölerden değildir. İatanbulda ol - RA gibi, vilâyetlerde de. bilhasta Wmnelide her önüne gelen bir gazete tazalı Himi nalına, kimi müuhına v" karl; h,"“' ve hayale gelmez hezeyan” ti ..Tü'kiyenin henüz matbuat hür- H:î:"' ümumi menfaat aleyhine k_ hi H_]"' bir seviyeye gelmiş olmadı Top, ta çalışırlardı. Rume e kan Bomba, Süngü gibi namlarla © vüğ tözde gazeteleri » ki bunlar hep iciy. ittihatçı — neşriyatıdır - daima Hatı bir iğrenme hissi ile hatırlarım. dizlil, V© hayale gelmiyen münasebet- tlikleri fikir ve vatanperverlik diye bu gazetelerin hepsi Ğ K Vre mahsus bir fikir ve his y Klın mahsulleri idi ve hemen hepsi de Çühat ve Terakkinin muhtelif hare - betleri Cinamtada; yani 9K ayaklanina ?"hnu_ 31 martı müteakip İstanbul Z&tİNe yürüyüş sırasl şımarmış k takımı küçük komitecilerin muhte- , Maksatlarla ’,Pnkhn, kısmen sa * :;_N ve kısmen de daha ziyade şan- Mahiyetinde taşkınlıklardı. & M“hılekı matbuatına gelince, bu- uı.ı türlü türlü şekli vardı. Daha meş- Btiyet hareketinin ilk günündcn İti bazen İstanbul Rum matbuatı İttihat Terakkiyi beğenmemişti. Onlar Onu Vat hürriyetini doğrudan doğruya u temin edene karşı kullandılar ve Mtematik bir akalliyet muhalefeti ilar, Ermeni matbuatı - önceleri Rluıiyıı inkılâbını dostane karşıla- * Fakat, Rusların Ermenilere karşı Yaseti tedrici surette değiştikçe on - ha d' yavaş yavaş değiştiler. Balkfn Gö'bi ile cihan harbi arasındaki devir- D ni matbuatı açıkça muhalefet "afına geçtiler. Ürk matbuatı arasında & hezeya -| fikir vardı. ki muhale-|kanun ,men de haric ürüm yüzünden aldığı söyle ini temsil Ahmet Samim va aldığı hakkında mütevatir bir KS RAyin Bzıııııun hakikatini bilmeğe her halde gazetenin normal iradının masrafını korumadığı ve bizzat Abdullah Züh - bul|tünün sermaye koyma kabiliyetinde imkân olmamakla beraber bulunmamasına rağmen gene neşri - yatına devam edebildiği mubhakkaktı. Esasen o zamanlar herkes siyasi veya iktısadi ecnebi kuvvetlerin Türkiyede birer söz nâşiri elde etmeğe ehemmi « yet verdikleri ve manlesef çürümüş ahlâklı muhitlerden kendilerine ba - zan yardımcı d. görülmedik bir şey değildi. Büıün*bu perişanlık, bütün bu fesad ve dalulc'l arasında, şimdi dudaklarımda acı bir tebessümle hatırladığım bir şey var * dir: Bütün bunları yapanlar, hıll':ın demagoji ile geçerek Tanine karşısına Ş e isim takarlar- «Fonder Tanin» diye d p * ç ıİnihaı ve Terakki, bidayette, işlerin bu rengi alabileceğini hatıra getirme - miş olduğu için memlekette en geniş şeklinde bir mMatbuat hürriyeti tesis i- çin mükemmel bir kanun yapmıştı. Bu bu hezeyanı susturamadığı gi- hattâ teşvik de etmiş oldu. Fa- et türlü türlü sebeplerden ileri gelir *|bi onu g ü türlü sebeplerden hei geT L a aA ezoyan, bu dal&- .B;' kere, iğrenç ve korkunç ruhlu Kemalin kısmen — şahsi ve h.n'“ de harict tesirler altında ve bllnl.,dm menfaat umarak - yaptığı Muhalefet vardı. Sonta, — gazeteciliği Püra kazanmaktan başka bir vasıta ta- :""7“ Ahmet Cevdet ve Mihran gi- )—"ki devir matbuat ekâbirinden, mu- lefet yolundaki kazancı görerek ga- :::rini bu tarafa sevketmiş olanlar Eskiden, devrin bütün gazeteleri Tuhalif bir cephe tutmuşlardı. Yeni an gazetelere gelince, bunlar da ek- Kiya kârı muhalefette buldular. Pa: t, kâr verecek muhalefet )'ıpmılı'dı lay değil, bunda da en ileriye git - h.ek lâzım geldiğinden bunu becere - Tiyenler muvaffak olamazlardı. ©O zamanki matbuatta, Abdülha * Mit zamanından kalma bir «tahsisat» âdeti vardı. Bir gazete tahsisatı :qede" alabilirse almayı mübah sa - ı,;? bir fikir madrabazı derecesine ine- “ir ve eski zaman — matbuatcılarının ].r kısmı da hattâ bunu mübah sayar- Tdı, Meselâ, 31 marttan evvel ve son- Tü epeyce bir müddet neşriyat yapmış olan Abdullah Zühtünün «Yeni Ga - Zeten si vardı ki Kâmil paşa ve İngiliz Tarafdarlığı şeklinde bir muhalefet tut- uştu. Yeni Gazetenin İngilizler -|yor. let fırtınasi artınca da kanunun sustu- ramadığı sesleri kurşunun susturmıya teşebbüs ettiğini gördük: İrtica İıhyen. «Serbesti» nin muharriri Hasan Fe!u,v ile açıktan açığa Rum pıuillıınuııîın siyasetini temsil eden Ahmet Samim ürüldüler. Ohîı:::. İttihat ve Terakkinin düşün - meden tesis ettiği yazı hürriyeti, mu- halif matbuat bidayette böyle şeyler doğurmuştu. Bunlardan sonra, İttihat ve Terak - kiden her nedense memnun olmamış insanların kıamen bu ıı.ııı;ınıniy.eıııfc Ekle, kısmen de işleri bizim gibi mü- talea etmiyerek samimi ve hattâ belki de iyi niyetlerle yapmış oldukları mu- halefet vardı. Fakat, B1 marttan sonra zaman geçtikçe Türkler arasında mu- halefet temayülü azalmış, 'm!el:ı'de görülen şekil, daha ziyade şahsi görüş farklarına ve şahsi ihtiraslara mıhşhı— sır kalmıştı. Bunun sebebi de, İttihat ve Terakkinin tedricen Türkleçîneğf doğru gitmesi idi. Doğarken hâlis bir Osmanlı mefküresile meydmı çıkmış olan İttihat ve Terakkiyi bir kıç_ sene- lik harici ve dahili vuku:ık ııı;ı 'atle 'Türklüğe doğru götürüyordu. Bunun için R::aeli Türkleri _ııuındı mu.hı._ lefet pek ehemmiyetsiz dereceye ini- lu Türkleri a tedarik edebildikleri | 4 tesirler altında muhalefet yapıyordu, muhalif olmuşlardı, Abdullah niyordu, Ahmet Samim ile Hasan ediyorlardı muhalefet, mahalli teneffüz hırsları- | nın doğurduğu alelâde şahsi ıebeplen:' münhasır kalıyordu. Her halde, İstan- bul haricinde, İttihat ve Terakki Türkler arasında zümrevi bir muha - lefete uğramış değildi. Esasen, o za - manlar Osmanlı imparatorluzğunun dahil ve hariçteki hâdiseler o tarzda ce- reyan ediyordu ki bunların arasında Türklerin İttihat ve Terakkiye - kitle halinde muhalefet yapmaları imkân - sızdı. Siyasi kültürleri ne kadar nok san olsa, gene Türk kitlesinde mevcut milli bir nefsin muhafazası duygusu onlara tehlikenin ne taraftan gelmek- te olduğunu gösteriyor ve bu suretle bütün Türkler, bilhassa bu tehlikeleri yakından gören Rumeli Türkleri, gün geçtikçe, daha şuurlu bir halde onun etrafında toplanıyorlardı. Bunun için idarei örfiyeli meşrutiyet devrinde İt that ve Terakki en büyük istinatgâhı- İnı Türk kitlesinde buldu ve bu hal e- İnu türkçülüğüe sevkederek Türk nay yonalizmi de bu suretle inkişafa baş- ladı. (Arkası var) | |dar daha PASLANMAZ Hasan Tıraş Bıçağı Çeliğin en serti olduğundan çok kolaylıkla ve tatlılıkla bir dakika- da tıraş eder. Dünyanın en kuvvetli we hassas mikroskop âletile müker- ver surette tetkik olunduktan sonra piyasa' çıkarılmıştır. Ne fransız - lar, ne İngilizler, ne de Amerikalı- lar, ne de bütün dünya aynını yapa- maz, Alâmeti farikası ile ihtira be- ratı vardır. Paslanmaz Hasan tıraş bıçağı ra - kiplerini şaşırtmış ve her tıraş bıça. ğı fabrikası paslanmaz yapmak iste. miştir. Fakat bu İş kolay olmadığın- dan hiçbir fabrika muvaffak olama. mıştır. Yalnız Almanyada Fazân ve Türkiyede yalnız Hasan tıraş bıça- ğı muvaffak olabilmiştir. Mutlaka Hasan markasını ârayınız; israr e- diniz. Hasan deposu: Ankara, İstan- bul, Beyoğlu. Bütün kremlerin içinde birinci olan ve daima birinci kalan Krem Pertev oldu. Bu Krem Pertevin her zaman pek büyük bir itina ile ihzarından başka bir şey değildir.. Krem Pertevin (gayrisaf) — kiçbir madde giremez. terkibine arasında da| Diyojen gene susamıştı. Dünyada bir tek eşyası olan toprak çanağını aldı ve içinde yaşadığı fıçıdan çıktı. Agoranın öteki başındaki çeşme dur- madan akıyordu. Oraya yürüdü, Şimdi her zamanki gibi çanağını suyun altı- na tutacak, dolduracak ve içecekti. FPa- kat tam o sırada bir çocuk geldi. Elin- de hiç birşey yoktu. Diyojen : — Suyu nasıl içecek? Diye merak etti ve bekledi, Çocuk avuçlarımı bir çanak gibi yap- ti ve suyu alıp alıp içti. O zaman Diyo- jen : — Demek ki bu da lâzım değilmiş!. Diyerek çanağını yere vurdu, parça parça etti. Tam bu anda arkasında kahkaha duyuldu. Bu bir insan sesi değil, sanki bir er- ganün sesiydi. Diyojen onu tanıyordu. Dünyanın bütün güzellik ve şatafa- tından elini çekerek bir fıçının içinde yaşamağa başlamadan önce o kadınla beraber yaşamıştı. Onun adı Lâisdi ve şimdi Aristoya metres olmuştu. Kadın insanın derisinden ve kafata- sından içine sızan bir sesle: — Vah za . Gördün mü aksiliği.. Aristo, bana hatırlat ta hizmetçi ile şu- na başka bir çanak göndereyim! Diyojen hiç kımıldamıyordu. Kadına ne yebilirdi? Onun ka- fası Diyojenin felsefesini almazdı ki... O yalnız etlerinin ve sinirlerinin arzu- larına uyan, etlerinin ve sinirlerinin hakkını mümkün olduğu kadar eksik- siz vermek için kucaktan kucağa ge - zen bir kadındı. gevrek bir * Lâis pamuktan yapılmış olan beyaz bir örtüyü koluna asmış, çırıl çıplak bir halde Aristo- nun kolunda A - goradan geçiyor - du. Aristo ise ge- ne beyaz bir bez- Yaşatan ve yaratan.. Yarınki nushamızda : İKİZLER Sayfa Yazan : Kadircan Kaflı bilmelidir. Hattâ ilâhlardan üstün ole malıdır. Lâis o gece evinin bahçesinde, ince- cik mermer direkler üstüne kondurul- muş olan mermer çardağın altında aya karşı uzandı. Hemen yanı başında o « lan havuz o gece doymuş bir aşk gibi durgundu. Lâis'in çıplak vücudü onun fiçinde incecik bir tüle bürünmüş gibi, ve belki de aslından daha güzel oraralk görünüyordu. Lâis ona bakıyardu. Yanına gelen Aristoyu : — Bu gece düşünmek istiyorum. Böe ni yalnız bırak ! .. Diye savmıştı. Bu, Aristo ile geçen ilk ayrılık gece- siydi. * Lâis ondan sönraki üç yıl içinde baş« ka başka on sekiz erkekle görüldü. Ba- zıları onun için : — Bu kadarı da çoktur. Utanmiyor mu ? iyorlar, fakat olgun kafalar ve gü« ğin tadını bilenler şöyle söylüyore dinin bir ki tır!.. O sırada Fidyas ilk ve güzel eserle. Tini vermiş bulunuyor, Perikles'in em- rile mabude Atene'nin altın inf yapıyordu. Herkes Lâis'in ardında olduğu halde Fidyas ona aldırmıyordu. Bir gün Atinanım büyüklerile oturur ken Lâis girdi. Fidyas'ı görünce büsbü- tün açıldı ve halkanın ortasında dura« rak hepsine gülümsemeğe, şen bir se$e le konuşmaya başladı. Herkes ona yer vermek ve yanına ©- tutmak istiyordu. Yalnız Fidyas otur- duğu yerde hig kımıldama«s dan bakıyordu. Lâis ilk defa o« larak onun aşk « den ibaret ulan sız ve kuru ba « elhisesini omuzu- . se> | kışları” —önünde Saedali Yazan: İsmet Hulüsi küüğe H.ırk- onlara dı.. Oturacak ol . bakıyordu. du. Fakat Fidyas 4 zaman yerinden Lâis kendisine hasret ve arzu ile ba- kan gözler önünde mümkün olduğu ka- $ yürüyor. Kendisini mümkün o! u kadar çok kişiye, çok zaman göstermek istiyordu. Agoraya çıkan sokaklardan birine sa pinca Aristoya daha çok sokuldu. Sokra tın evinin önünden geçiyorlardı ve bu büyük filozofün çok çirkin olan geveze karısı kapının önünde iplik, eğiriyordu. Lâis onu gösterdi : — Bir gün böyle olacağımı düşüne- rek içim titriyor Aristot.. Güzel insan- lar ölmemeliydi!.. Dedi, , — Doğru söyledin. Bü' güzellerin hak kıdir, Fakat çirkin olanlara teselli ve- ren de bizim ölüm karşısında onlardan farksız oluşumuzdur. Lâis kolunu çekti, Aristodan ayrı 0- larak yürümeğe başladı. Yollar ıssız - laştığı için örtüsünü omuzuna attı, vü- eudünün sol omuzile sağ kalçasından aşağısını örttü. Aristo ona sordu * — Niçin kolumdan ayrıldın? Bu ba- na iyi bir fal gibi gelmiyor. Beni de bı- rakıp gideceksin diye içim titriyor, Lâ- İS... Kolunu genç kadının omuzuna attı: — Mağdur Alkibyad senin için ken- dini öldürecekti, Kleon'u - çıldırttın. Diyojen senden ayrı düşünce bu gü - Tünç hayata ve bu gülünç felsefeye başladı. Eflâtun arkanda gezip duru - yor. Demosten senden başkasını seve- medi ve sen bütün bunlara metres ol- dun, lâkin onları değil, yalnız kendini düşündün ve bıktığın gün hepsini yüz Üstü bıraktın. Şimdi bana imreniyor - lar. Ve ben onlara acıyorum. Yarın onların bana acımalarına meydan ver- miyeceğini ağzından duymak isterim. Genç ve güzel kadının olgun vücü - dünü kucaklar gibi yaptı ve sordu : — Beni seviyorsun, seveceksin ve bi- rakmıyacaksın, değil mi? Lâis çekindi ve Aristonun kolların- dan sıyrılarak cevap verdi : — Bilmem... Herhalde birisine bağ- lanıp kalmayı çok istiyorum. Lâkin o adam hiç kimsenin yapamadığını yapa, | beni görenler hayran Kalktı: — Güzel kadın, oturma; Vücudünün Çizgilerini, yuvarlaklarını, ve armonisi- ni bir kitap okur gibi gözden geçirmek isterim. Onu evirdi, çevirdi, bazı hareketler yaptırdı. Sonra dudak bükerek : Dedi. Herkes şaştı. Lâis merakla sordu : — Yazık, çünkü bu güzellik te bir gün solacak, dağılacak ve yoök olacakl, İşte Lâis te bir zamanlar böyle dü« şünerek üzülmüştü. Ortada bir sessizlik vardı Lâls şimdi üzgündü. Fidyas onu avuttu : — Ben seni yaşatabilirim. — Nasıl?.. Ah, bunu o kadar isterdint ki... — Yarın atelyeme gel!.. Fidyas: — Arpazya ile Perikles beni bekli « yorlar. Hoşça kalın!.. Diyerek gitti. Lâisin heykeli pek çabuk ilerliyordu. Kadın onu gördükçe her gün biraz da- ba kendisine vuruluyardu: — Artık ölmiyeceğim... Diyordu. Heykel bitti ve Fidyas ona: — Artık gidebilirsin ve kendini dile- diğin gibi harcayabilirsin ey eşsiz kâ- dın!... Dedi. Fakat Lâis beraber bulundukları ye- di ay içinde en küçük bir aşk göster « miyen Fidyas'ın dizlerine atıldı: — Beni kovmat... Beni ne istersen yap, fakat kovmal.. g Ertesi gün bütün Atinada yeni bir haber z — Lâis, Fidyasın metresi olmuş... Güzel.kadın ondan hiç ayrılmadı. Ateno heykelinin altınlarından bir kıs- munı çaldı diye büyük heykeltraşı hap- se attıkları zaman Lâis kapıda kuru toprağa çömelmiş, ağlıyordu. Ona bu bağlılığının sçpebini sordu- lar, Şu cevabı verdi : ” — Beni mabut Zeus yarattı, lık;: Fidyas yaşattı. Binlerce yıl “ sonra et olacaklar.