V. 10 Sayfa OLUMMANGCGASI Katırl; ı.;iden"ikî yolcu, on nefer silâhlının muhafazasında idi.. * O gün, köyün erkek kadın bütün balkı, aylardanberi sırtlarında taşıdık- ları kirli gömlekleri çıkarmışlar; temiz — birer gömlek giymişlerdi. SON POSTA Bir İngiliz gene- ralının dün geceki Yazan A, R. garip nutku (Baştarafı 1 inci sayfada) retti. Bu sayın generale nazaran biz Türk- ler Büyük harpte Filistin cephesinde İngi- liz Mareşali Allenbi'ye karşı yaptığımız İhtiyar kadınlar; muharebelerde meğhur Mareşalden öğ - — Lülü, lülü... rendiğimiz askerlik sevk ve idaresi saye - rile, SK İ sindedir ki Yunan ordusunu 1922 de mağ- m,îıîîlhnk' söreklibin kopar lüp etmeğe muvalfak olmuşuz!.. Mareşal Allenbi İngilizlerin çok sevdik- Bu işler bittikten sonra, meydana| — Cemil de kalkmış; lâkayt bir tavır-| ). ; ye saydıkları bir şahsiyet olabilir. Bir çalgı takımı gelmişti. Çalgı takımı, bir davul, çifte kamıştan bir zurna, bir de — çalparadan ibaretti. Eğri bir ağaçtan yapılmış olan tok- mağın, davulun iyice gerilmiş olan de- — risine bir kaç darbe indirmesi, bütün köy halkının bir anda oraya birikmesi- ne kâfi gelmişti. Erkekler, beyaz ve koyu kahve ren- gi bez entarilerinin üstlerine, deri tara- f dışarı gelen, kuzu - derisinden kısa — kürkler giymişlerdi. Hemen hepsinin — de ellerinde bulunan, birer metre u « zunluğundaki çubuklardan, ince mavi — tütün dumanları yükselmekte idi. Kadınların hemen hepsi de koyu lâ- civert birer gömlek giymişlerdi. Bu gömleklerin altından, çıplak ve nasırlı ayaklarının üstüne, rengâ renk ipek- lerle işlenmiş don paçaları görünmekte İ idi. Üryan çocuklar, bir karga sürüsü gibi meydana dağılıvermişlerdi. Halkın birdenbire toplanması, çal- gı takımına derhal bir iştiha vermiş - — ti. Şimdi mutarrit bir ahenkle da - — wulun gerilmiş derisini döven tokma - ğın gürültüsü arasından, çifte kamış - h zurnanın boğuk ve pürüzlü sesi, işi- tilmekte; birer kenarı çatlamış olan la, halk arasına karışmıştı. Gelenleri | kaç gün önce ölmüş bulunan bu İngiliz as- görmek için, içinde büyük bir sabır -|keri İngiltere imparatorluğuna büyük hiz- sızlık vardı. met etmiş bir adamdı; büna da şüphe yok. Meydana en evvel yarı çıplak beş| Bu itibarla bu ölüm karşısında her İngili - kişi girmişti. Bunlar ellerindeki kaval | zin acı duyması ve onun hâtırasını hürmet- tüfeklerle havaya beş el ateş etmişler- di. Cemilin yanında bulunan Salih, o - nun kulağına eğilmiş; şu küçük iza - hatı veriyordu: — Bu adamları gördünüz mü?.. Bun- lar, (Beni Şeddat) kabilesine mensup olan dağlılardır. Bunların cesareti ve nişancılığı, hiç bir şeyle ölçülmez. Bunlardan bir tek tanesi, elinde tü - fekle bir kayanın arkasında pusu tut- tuğu zaman, karşısında yüz silâhlı ol- sa, oradan bir tek adam sağ geçemez. Nâsır Mebhütun, para ile tutulmuş muhafızlarıdır. Salih bunları söylerken, Cemil de gözlerini onlardan ayırmıyordu. Bu a- damların vücutları kârmlen çıplaktı. Yalnız bellerine, diz kapaklarına kadar uzıyan kirli bir bez sarılmıştı. Belleri- ne korkunç birer cenbiye asılmıştı. Kalın adaleli bazularında, üçer beşer demir halka vardı. Meşin gibi yanık ve kuru çehreleri; açık duran dudakları - nın arasından görünen beyaz ve keskin büyük çalparanın madeni sedası ta A L L lanan karma — nan akislerle titremekte idi. — Genç erkeklerle genç kızlar, mey - — danda derhal bir halka oluvermişler - 'di. Bunların serçe parmakları, birbir - lerine kenetlenmişti. Çalgının ahengine uyan bir şarkı, dü. Anceli kalınlı seslerle yükselmişti: Berhu, yâ berhu — Yâübü gidile — İhrak kalbi, yâ gemiyli — Tilke yâ veyle.. Yâ rühi 'Tilke gemiyle... Bu şarkı başladığı zaman, evvelâ — bütün ayaklar bir hizaya gelmişti. Ve sonra, bu ayaklar, mihaniki hareket - lerle ileri geri sürüklenmişti... Ve da- — ha sonra, artık şarkının ahengine u - 'yan raksan bir dalga haline gelmişti. — Serçe parmaklarile birbirine bağlı o- — lan genç kızlarla delikanlılardan mü- — zekkep olan bu geniş halka, bazen da- — Talıyor, bazen genişliyor; ve sonra, a- — yaklarını yerlere vura vura birbirlerine “sokularak, ortada cesim bir yılan gibi — kenetleniyordu. karışık zülüfleri; bu adamların ruhun- daki vahşeti gösteriyor; bacaklarını aça aça yürürlerken, hepsi &» iki ayak üs- tüne kalkmış birer canavara benziyor- (Arkası var) RULMACA Soldan sağart 1 — Kumar düşkünü, mefulüfih. 2 — Çevik, centilmen. 3 — Üzerinde yemek Duvar diplerine biriken yaşlı kadın- yenir, baş. 4 — Bir tahkir kelimesi, adet. lar, ellerindeki kısa tütün çubuklarını — çekiştirirken: — Lü, lü, lü, lü, lü, lülül.. — Seslerile, bu raksan zümreyi — etmektelerdi. Köyün ihtiyarları, o geniş gölgeliğin altına toplanmışlar, yerlere bağdaş kurmuşlardı. Yalnız bu gölgeliğin bir — köşesine şilteler serilmişti. Bunların ü- — zerine de; Seyit Tâhâ ile köyün (şeyh) teşyi 5 — BSöru edatı, ticarette fazlalık tabiri. 6 — Bir maç sistemi, üçüncü şahıs, Fasta bir yer. 7 — Üçüncü şahıs, dörtte bir, boş- Tuk. 8& — Bilerek yapmak. 9 — Çok değil, kat'iyyen. 10 — Sicim, kokulu. 11 — Vü- cudumuzdan çıkan su, Asurilerin bir ma- budu. Yukarıdan aşağıya: | — Ay, üçüncü şahıs, dair. 2 — Utan- maktan emri hazır, kulübe. 3 — Evimize — denilen erkânı; ve ukkâl tesmiye edi-| gelen kimse. 4 — Adaya işliyen vapur - len ihtiyarları; anut bir asalet gayesi — güden ve hattâ, kendi familyaların - — dan başka kimseden kız alıp vermiyen /— eşrafı, yerleşmişlerdi. — Meydama, büyük fıçılar içinde yo - ğurtlar taşınmış; bunlar ayran yapıl- g""?"“' Bu ayran, tas tas halka dağıtı- hyor; kıpkızıl kalaysız taslar, elden ele — dolaşıyordu. — Dakikalar geçtikçe çalgı takımının “jiştihası kabarıyor; oynıyanların da ne- / şesi artıyordu. — O handasilâhlar atılmıya başlamış, bir- denbire ortalık birbirine karışmıştı. — — Geliyorlar!.. — Karşılıyalım!.. Serlerile koşusmuşlar; meydanın /— köşesindeki yol üstünde toplanmışlar- Tarın ismi, bir nevi makara. 5 — Mağara, bez. 6 — Akıllı. 7— Nehir ne yapar?, ü- çüncü şahıs, yorgunluk. 8 — Düğün ge- cesi, uzakları gösteririz.. 9 — Kız oğlan kız, ödemek. 10 — Mef'ulübih, tümsekli, kırmızı. V1 — Erkek, gürüra bâis şeyler. Dünkü bulmacanın halli: Soldan sağa: 1 — Sultanahmet. 2 — İane. 3 — Ya- rat. 4 — Gramer, rakı, 5 — An, dolu. 6 — San, selâm. 7 — Kale, av. & — Âlâ, Atilâ. 9 — Lâmalar. 10 — Eter, Nemrut. V — Mat kene, saç. Yukarıdan aşağıya: 1 — Saygı, kalem. 2 — Ar, salata. 3 — Lira, alâmet. 4 — Taamhane, ar. 5 — Anten, al. 6 — Ne, rasathane. 7 — De- viten. 8 — Hazrol, me. 9 — Alâka. 10 — İkum, vs. VW — Tanı, makta, le anması gayet tabil'dir. Fakat biz Türk- lerin Yunanlılara karşı İstiklâl harbini ka- zanışımızı, Büyük harpte Mareşal Allenbi- den' askerlik sevk ve idaresi öğrenmiş ol- mamıza rabt ve atfetmek, hakikate karşı göz yummak ve hattâ tarihe karşı hürmet- sizlik yapmak olur.. Bu noktayı böylece i- şaret ve tesbit etmeği hakikate ve tarihe karşi sevgi ve saygımızın en basit bir bor- cu biliriz. Eğer sayın general (Jhon Shey) bizim bu noktaya temas edişimizi yalnız bir milliyetperverlik tezahürü ad ve telâk. ki ederse kendisine tavsiye ederiz. meşhur Fransız askeri muharriri Kurmay (Erkânı- harp) binbaşı (Laşer) in «Büyük barp- te Türk harbi» isimli eserini okusun. Fran- sızların o$ark Lisanları mektebir nden mezun olan ve Şark lisanlarına vakıf bu » lanan bu kıymetli Fransız askeri muharri- Tinin eseri, muhtelif lisanlardaki sayısız ret- mi vesaika — istinaden yazılmış ve eserin metninde bu vesikalar kâmilen zikredil - miştir. Binaenaleyh eser hissiyata değil, hakikatlere istinat ettirilmiştir. İşte bu eseri gözden geçirdikten sonradır ki sayın ge - neral (Jhon Shey) gu hakikatlerle karşı « Taşacaktırı | — İngilizler ne Çanakkalede, ne İrak- ta, ne de Filistinde Türk askeri sevk ve i- daresine karşı hiç bir üstünlük göstereme- mişlerdir. 2 — Büyük harpte Filistin cephemizde- ki askeri harekâtı, — maatteessül, general Falkenhayn ve general Layman gibi Alıman kumandanları idare etmişler ve fena sevk ve idareleri yüzünden hem yüz binlerce 'Türk çocuğunun beyhude yere kanına gir- mişler, hem de Osmanlı İmparatorluğu' » nun en mamur — mıntıkalarını © zamanki düşman ordulaşına kolayca kaptırmışlar- dir, 3 — Alman generallerinin, hele bil - hassa (Falkenhayn) in bu büyük ve affe» dilmez hataları ve o zamanki Türk ordula- vi başkumi n vekili Enver paşanın i - daresizliği yüzündendir ki Filistindeki Türk ordusu eriye eriye tam mevcutlu iki - üç fırka muharip mevcuduna kadar tenez - zül etmişti. Halbuki İngiliz ordusu bu &- yada mükemmel techiz ve teslih edilmiş yüz binlerce insan mevcuduna yükselmiş bulunuyordu. Binaenaleyh general (harp- ten sonraki mareşal) — Allenbi'nin Filistin muvaffakiyeti sayı kalabalığı (adedi kiyyet| neticesinde elde edilmiştir; bunu © meşhur mareşal değil, askerlikten biraz Anlar herkes başarabilirdi. Bununla bera- ber mareşal Allenbi'nin Filistin cephesin - deki müteaddit taarruzları askerlik sevk ve idare hünerinden mahrumdur. Hattâ 0- nun muvaffakiyetini doğuran son taarruzda bile hatalar vardır. (Biz bunları gelecek bir yazıda göstermeğe çalışacağız) eğer bu taarruzu-bir Türk generali sevk ve idare (etse idi her halde çok daha parlak bir nü- ,(mune meydana getirebilirdi. Bu fikrimizi İteyid etmek için hemen söyleyelim ki has- mından tasavvurun haricinde bir nisbette (dun kuvvette olan Türk ordusu — Filistin cephesinde İngilizlere karşı (Şeria) muha- rebeleri gibi çok kıymetli muharebeler ka- zanmışlardır. * Büyük harpte Filistin cephesindeki Türk ordusunun hazin âkibetini doğuran se - ,bepleri yukarıda işaret ederken mecburen iki Alman generalinden de bahsettik. Bu husustaki Fikrimiz şüphesiz bütün Alman general ve kumandanlarına şamil seğildir. Onlarda hakikaten büyük sevk ve idareci. ler yetişmiştir. Lükin esasen muvaffakiyet- sizliği ve liyakat göstermemesi yüzünden Büyük harpte Alman orduları başkuman- danlığı erkânıharbiye reisliğinden uzak - laştırılan general — Falkenhayn ile general Leyman diğer taraftan da Alman karargâhı lumumisinin - bittabi Almanyanın menfaat- lerini en önde tutan - direktiflerine ve ayni YUSUF İZZEDDİN ldü mü, ö!'dürüldü mü? Eski Osmanlı Veliahtı katledilmiştir. Yazan: Ziya Şakir AA ça Veliaht, harp ilânı haberini alır al - Mmaz, doğruca saraya gitmiş; padişahin liğine dair bir çok şeyler söylemiş; ve |neıieede de: — Böyle bir adam, hanedanı salta- huzuruna girmiş; böyle birdenbire |nat arasına nasıl karıştırılır?.. harbe girmekte ne gibi mühim sebep-| — Demişti. ler olduğunu sual etmişti. Karagöz göstermeliği gibi, basit bir vazifeden başka hiç bir işe karışmayan padişah; veliaht'a hiç bir izahat vere- memiş: — Hükümet böyle istedi. İnşallah, sonu hayır olur!.. Demekle iktifa etmişti. O zaman veliaht, kızmış; köpür - müş; ağzına geleni söylemiş: — Hükümet dediğiniz kim?.. En - wer, Tal'at, Cemal mi?.. Onlar böyle kafalarının doğrusuna gittikçe; hem memleketi, hem de bizi batıracaklar. Alt ucu pot gelirse, bu'memlekette di- kili ağaçları mı var? Her biri bir yere def olur, giderler. seyyiesini biz çeke- riz. Diye feryat etmişti. Veliaht'ın bu hiddetli sözleri, bazı saray erkânı tarafından işitilmiş; İtti. hatçılara haber verilmişti... Yusuf İz- zeddin efendini bu müdahalesi, İtti - hatçıların hoşuna gitmemişti. Efendinin, yarın öbür gün başka iş- ler hakkında da bu şekilde müdahale etmesi ihtimalini nazarı dikkate alan İttihatçılar, onun sözlerini hükümden iskaf etmek için veliaht'a derhal bir etiket yapıştırıvermişlerdi: — Efendi, zaten genç yaşındanberi delidir. Ne onun böyle sözlerine ehem- miyet verilmeli.. ne de hükümet işleri- ne müdahale ettirilmeli. Demişlerdi. Vahdeddin; ilk hakkı buradan ka- zanmıştı... İttihatçıların her hareke - tinden nefret etmekle beraber, onların bu sözlerini zeytin yağı lekesi gibi fi- kirlere yaydırmağa başlamıştı. Aradan bir müddet daha geçmişti. Enver paşanın, şehzade Süleyman e - fendinin kızı (Naciye sultan) ile ev - lenmesine karar verilmişti. Bu meseleyi ilk defa haber alan Be- şiktaşlı Şevket efendi isminde bir zat, doğruca Yusuf İzzeddin efendiye gel- miş: L Siz bu Enverin mazisini biliyor müsunuz?.. Diye söze başlıyarak, Enverin ço - cukluk hayatından itibaren bütün genç- büyük dâhi (Atatürk) ün, vekayie tak - dim eden ve Enver paşaya hitaben yazı Bu sözler, Yusuf İzzeddin efendinin sinirlerini alt üst etmeye kâfi gelmişti. O öfke ile kalkmış, yine saraya gitmiş; doğruca padişahın huzuruna çıkarak Şevket efendiden işittiklerini birar bi- rer nakletmiş: — Böyle bir adama kız verilmez, ben buna, külliyyen muhalifim!.. Diye, ayak diremişti. Fakat; veliahdın bu itirazını, hiç bir tesir husule getirmemişti. Enver paşa ile Naciye sultanın akiteri, mutantan bir merasimle icra edilmişti... Bu hâ- dise, yalnız bir netice vermişti ki, o da; veliaht Yusuf İzzeddin efendi ile Enver paşanın arasındaki gerginliğin bir kat daha gerilmesinden ibaretti. Bu meseleyi büyük bir alâka ile ta- kip eden Vahdeddin Efendi, büyük bir sevinç içinde idi. İşte şimdi eline, çok kuvvetli bir silâh geçmişti. Her iki tara- fiın hissiyatını maharetle idare ederse, artık bütün meram ve maksadına ko- layca eriverecekti. Vahdeddin Efendinin aklına ilk ge- len şey; Yusuf İzzeddin Efendi ile En- ver Paşanın arasındaki bu gerginliği tezyit etmek, ve veliahdı İttihatçılara öldürtmekti. Vahdettin — ittihatçıların — cüretkâr ve pervasız adamlar olduklarını - bili- yor; hele Enver Paşanın sabrı tükendi- ği takdirde, veliahdın hayatını bir sa- niyede imha edeceğine hükmediyordu. Bunun için de - ekseriya, Enver Paşa- nin da iştirak ettiği - (Hanedan mecli- si) nde iki tarafı birbirine tutuşturacak, iki tarafın da birbirine karşı kinleri - ni arttıracak münakaşalara yol açıyor- du. Yusuf İzzeddin Efendinin Enver Pa- şaya karşı olan nefreti, hakikaten gün- den güne artıyordu... Ortada, henüz Türkleri alâkadar eden ciddi bir sebep yok iken harbe girilmesini şiddetle ten- kit eden veliaht; (yetmiş bin) Türk evlâdının aziz ve kıymetli hayatını söndüren (Sarıkamış) mağlübiyetini haber aldığı zaman, hüngür hüngür ağlamış; günlerce heyecan içinde kal- maşti, (Arkası var) Osman oğullarmın saltanat devirlerinin *|ilk msurlarında dahi öz Türk kumandanları- lan lâyihası başlı başma bir önceden görüşİnm kafasından doğmuş olan yüksek sevk gâheseridir ki bunun üzerinde mütalâa ve mülâhaza yürütmeği hadnâşinaalık addet- tiğimiz için, gelecek yazımızla, aynen nep yedeceğiz. Çanakkalede kalbinin üstüne rastlayan, cebinde bulunan ve kendisine çar - pan — İngiliz — kurşunile — parça — parça olan saati büyük dâhi'mizden ehâtıran di- ye isteyip alan general Leyman dahi bu hareketile Çanakkalenin şanlı müdalaası. nın bütün şerefinin büyük (Atatürk) ün büyük şahsiyetine raci olduğunu itiraf et - miş ve ayni zamanda, büyük dâhi'nin şah- siyetinde temessül etmiş olan Türk askeri #evk ve idaresinin yüksekliğini ve ölmez za- ferini selâmlamış değil midir? Meraşal Allenbi'nin harekâtı hakkında- ki mütalâamıza gelince: Esasen bugünkü İngiliz general ve ma- reşalleri bile - haksızlığa kapılmamak şar- tile - elbette itiraf ederler ki İngiliz asker- liği Türk askerliğine nazaran her itibarla henüz çok genç ve nisbeten az tecrübe sa- hibidir. Asırlarca evvel yetiştirdiği Cen » giz'leri, büyük dâhi Teymur'ları, Atillâ'la- m ile tarihe şeref veren zafer âbidelerine sahip olan Türk milleti, askerliği başka mil- letlerden öğrenmeğe ihtiyaç görmemiştir. Büyük (Teymur)un seferlerini, Sevkülceyş harekâtını tetkik etmek, bugün dahi, asker- likle alâkadar ve yüksek sevk ve idareden anlar her insanı derin heyecanlara düşü - |gamanda siyasi bir takım mülâhazalara ta- | rür; hayret, takdir ve tebcil hislerine bo -| hürmetlerimizi sın bi olarak hareket ötmişlerdir. Bu hususta İğar , ; ve idareye ait harekât plânları ve banların tatbik tarzları dünyanın en büyük tamdığı makeri dehâlara asırlarca tekaddüm etmiş yüheserlerle doludur. İmha muharebeleri- nin üstad'ları addedilen büyük Fredrik'ler ve Napolyon'lar, seferlerini Kosova'dan, Varna'dan, Niyebolu'dan asmırlarca sonra yapmışlardır. Bu Türk seferlerinin her biri harp tarihinin parlak birer imha muhare- besi nümunesi vücude getirmektedirler. O zamandan bugüne kadar geçmiş daha bir takım parlak Türk seferleri vardır. fakat her birini sayıp dökmeğe ne lüzum, ne de bu sütunların tahammülü vardır. — Fakat Türk askeri sevk ve idaresinin en parlak nümunesi, İstiklâl harbimizin ta İnönlerin- den başlıyan ilk aafhasından son Yunan neferinin de Akdenize döküldüğü son saf- hasına kadar bütün sevkülceyş ve ta'bi - yevi harekâtta görülür: Bizim İstiklâl har bimiz heyeti umumiyesile öyle haşmetli bir zafer âbidesidir ki (zaman) nisbetinde Bu Abidenin ayakları dibinden uzaklaşıldıkça onun azametli varlığı, tarihin görüş zavi: yesine bütün heybetile ancak sığacaktır. Bu muazzam ve ebedi zafer âbidesinin henüz dibinde bulunan bugünkü (Askeri Tarih) dahi onu baş döndürücü azameti ve ihti şamı ile rü'yet ufkuna — alabilmekten â - cizdir. Bu azamet ve haşmet (zaman) ile mütenasiben büyüyecek ve artacaktır. Sayın İngiliz generalı Sir Jhon Sheya