—.. Çöken Boğaziçi : 17 Emirgân ne idi, ne oldu? AA Hıyır_ biz Baoğaziçinde birer sefahathaneye benzeyen eski muaz- zam sarayları görmek isteyen bir neslin çocukları değiliz. Biz bunların ihyasını değil, buralarda küçük, temiz, mütevazı evlerin çoğalmasını istiyoruz, şu parkı bütün hafta çalışan İstanbul hemşe- rilerinin doldurmasını arzu ediyoruz. Emirgândan bir manzara İki tarafı kocaman ağaçlarla süslenmiş gölgeli bir yoldan bir tırta tırmanıyoruz. Fıstık ağaçlarının en levendi, çamların en güzeli, etrafımızı sarmış... Eski bir par- kın bütün haşmetinden arta kalmış olan kıymetli ağaçların üstünde renk renk a - çan ve sarmaşıklar arasında artık bir bah- çıvan eli görmeden yetişen nadide çiçek- lerile önümüze serilen bu manzara bir genç kız elile işlenmiş kıymetli bir örtüye benzi- yor. Baharın geldiğini ben bu sene birinci defa olarak buradaki öten bülbüllerin şar- kılarından, etrafımda uçuşan kelebeklerin giyindikleri şen renklerden anlıyorum. ; Daha ilerideki tepede elinde tırpan tu- tan koyu renk elbiseli bir adam var, O - nun yüzünü göremiyorum. İşik arkasın - dan vurduğu için o mavi bir perde Yurmuş siyah bir gölgeye benziyor. Tepede tüzgür daha kuvvetli olmalı... Çünkü bu siyah insan şeklinin saçları ve geketinin etekleri durmadan dal Ve adam eğilip kalkarak durmadan elin- deki tırpanı kullanıyor. Yerde hemen, he- men diz boyuna yaklaşan çimenleri kesi - yer. Bir an duraklıyarak bakıyorum. Ve kar- pımda Boğaziçine musallat olan, Boğazi - gine tırpan atmış bulunan esrarengiz he - yulâyı görür gibi dehşetle irkiliyorum. Bu tırpan acaba kaç zamandanberi bu- yada ve böyle işliyor?.. Emirgündayız. Fetihten evvel burasım kaplıyan meşhur servi ormanları nerede?.. Hani (Hekah) mabedi?.. Hepsi yıkıldı - har, Görülmiyen bir tırpan hepsini doğrama- dı mi?.. İşte burada şimdi gezdiğimiz yer- lerde yüzlerce sene evvel kurulmuş olan köşklerden ve saraylardan eser görmü « yorum. Bu yerin bir zamanlar bir devrin Ras . Guksası olmuş olan Emirgân oğluna ait olduğu rivayet edilmiyor mu?.. Erivan ka- Annemi mi Sevgilimi mi Tercih edeyim? «Annem dul bir adamla evlendi. Bu ledivaç annemi bedbaht etti. Çünkü hırçın, sert bir adam. Fakat bir oğlu , var, onun tamamen ziddi, fazla olarak tevişiyoruz da. Evlenmek istiyoruz, ba- bası razı olmuyor. Evlenirsek — acısını Şaşır- Annemin üzülmesine sebep annemden çıkaracağını söylüyor. dık. kaldık. elmak istemem. Fakat bu adamın kâp - visi yüzünden istikbalimi de feda ede - yim mi? Siz ne tavsiye edersiniz? Perihan Üvey babanızın tehdidi manasız bir kapristen ibaretsir. Sözüne ve tehdidi - ne ehemmiyet vermiyerek evleniyeri - Biz. Ânneniz zaten memnun ve mes'ut olmadığına göre, neticesinden — kork « makta bir mana görmüyorum. viyoruz. Şimdiye kadar iki defa ara « mızda kavga çıktı. Birincisi annemin bi« zi ziyarete geldiği gündü, ikincisi de o- nun annesinin ziyaretine Her ikisi detimizden başka bir dilekleri yoktur. Bu sui tesadüfe ben de şaşıyorum. Fa - kat kavganın tekerrüründen korktu - ğum için bir defa da sizin fikrinizi al - mak istedim.» kaynanalardır. Anneniz sizi, kaynana - mz kocanızı bazı noktalarda hüsnü ni- yetle tenvir etmek istemişlerdir. İki - niz de farkına varmıyarak sinirlenmiş - sinizdir. Ka nu kocanızla açıktan — açığa halledebilirsiniz. Bu açık konuşma sizi daha ziyade birbirinize bağlamağa yar- dım edebllir. lesinin anahtarını dördüncü Sultan Mu - rada ellerile teslim etmiş ve bu ihanetine mükâfat — olarak —ihsan almış — olan © haine ki padişaha iltica etmiş, ona sı - Şınmış ve ihaneti pahası olarak dünyanın €n güzel bir noktasında bir cennet hayatı yaşamıştır. İki fstık ağacının arasından - sahile ba- kıyorum. Sahilde eski ve kırık tahtalardan çakılmış bir deniz hamamı harabesi var... (Müsahibani hazreti padişahiden) Emir- gün oğlu Yusuf Paşaya hediye edilen sahil saray nerede?.. O sahilsaray ki orada dev rin en büyük musikişinaslarından biri olan Emirgün oğlu Yusuf Paşa, sarayında dev - rin sultanına, devrin en güzel bestelerini dinletirdi. Ve © sustuğu zaman mehtaplı gecelerin âşık bülbülleri şarkı söylerlerdi ve | Sultan dördüncü Murat bu muhteşem sa - rayda kendisine mahsus olarak yaptırıl - miş bulunan tahtin üzerinde sırmalı ez- vaplar içinde dolaşan cariyelerin arasında hayatının en güzel saatlerini geçirirdi. Geçen senelerin muazzam tırpanı bu de- virlerin üzerinden geçti. Sonra ayni yerde gene başka saraylar ve başka yalılar, başka köşkler kuruldu. İşte erguvan ağaçlarının ve sı ların gölgesinde bir başka devrin haşmeti yaşandı Hidiv İsmail Paşanın sahildeki sarayı ve bu koru içindeki köşkleri... Bir başka tanatın ve kim bilir nasıl bir eğlence hi salkım- tının sahnesi olmuştur.. Fakat şimdi muazzam havuzun biraz ö- tesindeki eski köşkten başka ortada bir dey görmüyoruz... Bir zamanlar Boğazın en güzel bir ya- bat olan Hidiv İsmail Paşa yalın ve onun yanındaki Prenses Fatmanın yalısı ve da - ha bir çok eşleri de ortada yok... Bir tır- pan; görünmiyen bir elin tuttuğu bir tır - pon asırlardı ti devirleri kökünden ke- siyor. Boğazın harap olmasına ulıen olan şey * «Bir senelik evliyim. Birbirimizi se- tesadüf etti. de iyi kadınlardır. Bizim saa- Neriman Hiç şüphe etme ki kavgaların sebebi a bundan çıkmıştır. Bu - konuşup TEYZE DUN Türk Kâğıdı ir kaç hafta evvel İzmit fabrikası - muneyi bir arkadaşın elinde gördüm. Muh- telif renklerde ve Sümer Bankın filigranını taşıyan bu kâğıtlar, imparatorluğun iki a- sırlık bir ihmalinden sonra Türkiye cum- huriyetinin ihya şttiği Türk — kâğıtçılığına lâyık bir nefasettedir. nin yaptığı kâğıtlardan bir iki nü- Bir iki gün evvel de: «Faaliyete geçen kâğıt fabrikası sipariş almağa başlamış - tır. İnhizarlar umum müdürlüğü fabrikaya | 10,000 ton karton sipariş etmiştir. Şimdi bu siparişin ihzarile uğraşılmaktadırn diye |bir havadis okudum. Bir memlekette kâğıt sarfiyatının ne ol- | duğunu yakından — görenlerden — biriyim. it bedeli olarak ecnebi memleketlere verdiğimiz para, her yıl müthiş bir rak « karm ile gösterilir. Ve bu öyle bir masraf - tır ki, memleketin fikir inkişafı uğruna ya- pıldığı için bir santimin kısılmasına imkân Yoktur. | İzmit kâğıt fabrikası, memleketin ser - vetini Koruyan en büyük milli müessese 0- larak kuruluyor. Bizde ilk kâğıt fabrikası, ilk Türk matbaasile birlikte on sekizinci a sırda kurulmuştu. Lâle devrinde, sadrâzam Nevşehirli İbrahim Paşanın himayesi — ve yirmi sekiz Çelebizade Sait Mehmet Efen- dinin yardımı ile İbrahim müteferrika — ilk Türk matbaasını Sultanselimdeki evinde kurmuş ve birinci kitap olarak 1729 da Vantulu lügatini basmıştı. Patrona Halil is- minde bir serserinin önayak olduğu 1730 ihtilâlinde, Nevşehirli İbrahim Paşa ile ar- kadaşları öldürülürken İbrahim Mütefer - İbrahim yıl sonra matbaasını ye - rikanın matbaası da kapatılmıştı müteferrika, niden tesis etti, ve bu sefer ayrıca Yalova- da bir de kâğıt fabrikasnın — açılmasına gayret etti. Bu ilk Türk kâğıt fabrikasına dair hazinel evraktaki divanı hümayun ka- İyıtlarından şunl. reniyoruz: «Kâğıthanen Kocaeline tâbi olan Ya - lakabat — (Yalova) —kasabası civarında| «Harkar deresi üzerinde «Çartakı — diye anılan değirmenin yerinde müceddeden ya- pilmıştı. Kâğithanenin en mühim işlerinden | biri derenin muntazam cereyanını etmek, bend ve çarklarının muhafazasına | dikkat etmekti. Defterhane Saruhanlı diye | kayıtlı, ve yerinde Elmalı adile anılan kö- yün halkı bu vazifeye memur - edildiler. Kendilerine görecekleri iş için hiç bir üc- ret verilmiyecekti. Yalnız: Timar sahibi - ne verdikleri âşardan, sahibi arza verdik- leri resimden, cizyedarlara verdikleri ciz- yeden ve Tersanei âmireye verdikleri tiz bedellerinden gayri diğer bütün resim ve vergilerden affolunmuşlardı. Yalakabat kâğıthansinde, © devirdeki Avrupa kâğıtlarından kat kat üstün kâğıt- lar ve bilhassa o zaman çok rağbet gören (âbadi) kâğıtlar yapıldı. Kısa bir zaman sonra İzmit kâğıt fabri- kasından en nefis Türk kâğıtlarını a fimızı sanıyorum. temin Reşad Ekrem Koçu biraz da tırpanlanan bu devirlerin yok olu- gu değil mi? Ve işte karşımızdaki mavi gökün üs -| tüne resmolmuş bu siyah şekil; fenayı kan ve İyiye yol açmak istiyen esraren. kuvvetin, kitlelerin dışında değil, — içinde kaynıyan nehirlerin bir senbolü gibi dur- muyor mu? Ne yapalım! Tek kasada yaşıyan mu - azzam servetlerin yıkılması biramıcık Bo- üaziçini harap etsin... Yıktığımız şeylerin yıkılması için bu kadarcık bir ledılar[ıkt değmez mi?.. Biz Boğaziçinde hepsi birer sefahatha- neye benziyen muazzam saraylar görmek isliyen bir neslin çocukları değiliz... Biz Boğazın sahillerini süsliyen #sahil - sarayların ihyasını değil, buralarda küçük, temiz, mütevazı evlerin çoğalmasını yoruz. İçinde bir pazar günü gezdiğimiz gu parkı, bütün hafta çalışan İstanbul hem- geril İstediğimiz şey.. Boğazda sefahat â - inin doldurmasını istiyoruz. hat âlemlerinin ihyası değildir. Memlekette çalışan sınıfların refahının artması ve şehrin güzel yerlerinden onla- rın istifade etmesidir. Halbuki geçirdiğimiz bunca inkılâplar- dan sonra ve dünya üstünde böyle muaz- Mayıs 15 Tramvaylarda kimler nelerini unuturlar ? Şirketin unutulmuş eşya çorap, sayarken arkadaşım atıldı: memuru, raki şişesi, kirli balık paketi; baston, aşk mektubu, çakı diye “'Tabit birader, kaza korkusu insanda akıl mı bırakır?,, Yazan: 8 lm Tevfik Tramvaylarda bir ayda unutulan eşya İnsan vapura biner: Şapkasını, basto - nunu, paltosunu bir yere asar. Paketini, çantasını bir yere koyar. Ve yükünden böy- lece kurtulup rahat bir köşeye yerleştikten mra da eğer tiryakiyse, tabakasını, ağız- & çıkarıp, denize karşı bir si- gara tellendirir. Fakat iğreti bir yere bu kadar dökülüp saçılan bir yolcu, eğer biraz dalgınca, a - celeci ise şapkasını da, bastonunu da, pal- tosunu da, paketini de, çantasını da, hat- tâ tabakasını, ağızlığını ve kibritini de w nutup çıkabilir. Bunu tabit görmeme rağmen geçen gün gözetede gözüme ilişen bir ilân beni hayli hayrete düşürdü. Bu ilânda, tramvay gir « İketi, geçen ay arabalarında unutulan eş - yaların listesini neşrediyor, ve meçhul sa- hiplrini çağırıyordu. Eğer size, neşredilen bu «unutulan eş - yalar listesinden bir kaç kalem okursam, hayretimi yersiz bulmuyacaksınız. sanırımı Çünkü tramvayda unutulan eşyalar a sında çakıdan, tabancadan, aşk mektübu- na, kirli çoraba, tahta bezine, tabakaya, boş cüzdana kadar akla ırlxredılı nesneler var, Tramvayda çakı, tabanca, aşk mek - tubu, kirli çorap, unutmak tabil sayılamı- yanağına göre, bu nesnelerin — orada bırakılışında kim bilir ne acayip sebeplerin rolü vardır? * Nitekim, bu eşyaları muhafaza ve sahip- lerine teslim eden memur: — Hakkınız var! diyor. Bu eşyalardan her birinin, birer romana mevzu olabilecek kadar meraklı maceraları vardır: Kimisi, acele bir randevuya giderken tramvayda yenisile değiştirdiği eski çora- bini birakır, Kimisi, rastladığı bir kadının gözün - den düşmek korkusile cebini şişiren boş rakı şişesini unulur (1) Hattâ geçenlerde bir bildik anlatmıştı: Balıkpazarından — iki kilo balık almış. Ve taze lüferleri, oturduğu kanapenin al - tına yerleştirmiş. Tam o sırada yanına, u- zaktan tanıdığı bir kadın oturmuş. Kadına karşı büyük bir zaafı varmış. Bu itibarla, bu tesadüfü bir nimet saymış. Fakat biça- |re: — Kadın, diyor, oturur oturmaz balık kokusundan şikâyet etti. Ve tramvayda balık götürenlerin terbiyesizlikleri hakkın- da öyle dokunaklı bir konferans verdi ki sormal! Fakat o bunları söylerken, bittabi, tram- vayın içini balhkpazarn gibi kokutan mah- Tükların kanapemin altında bulunduklarını, ve bana ait olduklarını bilmiyordu. Bu vaziyette bıyık altından gülerek ken- disine hak verdiğimi, ve tramvayda balık taşıyan iz'ansızlara (!) onunla birlikte a- tıp tuttuğumu tahmin edersin tabii Fakat gel gör ki, ben Taksimde oturu - yorum. Halbuki tramvay Taksimde du - runca, bizim bayan inmedi. Ve tabi mec- zam bir kriz hüküm sürerken umumi refa- hın gelmesini bir parça sabırla bekleme - miz icap ediyor. * Şimdi elinde tırpan tutan gencin ya « nına geldik.. Alnında ter daneleri olan bu gürbüz delikanlı belini biraz doğrultmuş lemlerinin ihyası değildir. buren ben de yerimden kımıldamadım. Tramvay Harbiyeye vardı: Bizim bayanda gene hareket yok. Nişantaşına doğru yollanırken: — Devlethane ne tarafta hanımefendi? dedim. ©: — Maçkada! cevabını verdi ve sordu: — Ya siz? Bu vaziyet karşısında ben: — Bendeniz Taksimde oturuyorum, de“ dim. Ve ilâve ettim: — Fakat bu akşam Maçkada bir ar « kadaşı ziyaret edeceğim! Maçkada mecburen birlikte indim. Ve ricası üzerine onu epey ilerideki evine ka dar da götürdüm. Fakat bu kısa ve neti. cesiz refakat bana tam iki kilo taze lüfere patladı. Hikâyesini tamamlıyan memur güldü: — Görüyorsunuz ya, eşyaların nasıl u- nutulduğunu? Ve ilâve etti: — Manmafih tramvay yolkcuları arasın« da sade eşyalarını değil, kendilerini unu tanlar bile var: Sarhoşlar... Tramvayda unutulan eşyalar — ekseriyı işte işe yaramıyacak hale gelmiş nesne » lerdir. Nitekim, her ay, kaybolan eşyaların lis- tesini neşrederiz de ne arıyan çıkar, ne #0 Tan. Maamafih, çok kaymetli şeyler unutül: duğu da vâkidir: Meselâ bir kaç sene evvelç bir tahsildar, kirli bir kâğıt içinde tam 1400 lira unutmuş. Bereket ki paralar, bir açıkgöz yolcu » dan evvel biletçinin gözüne ilişmiş. Biçare tahsildar, ertesi gün parasının bulunduğu- nu duyunca, sevinçten 1400 takla atacak- $t Biletçinin söylediğine göre (1400) li « rayı kurtaran, üzerine sarıları pis kâğıtmış! — O kadar pis bir pakette 1400 lira bulunabileceği şeytanın bile aklına gelmezi diyor ve ilâve ediyordu: — Ayağıma ilişen paket o kadar pisti ki, elimle tutmıya tiksindim. Ayağımla pa- çavra bir top gibi sahanlığa kadar çıkar - dım ve tekmeyi vurunca kaldırıma attım: Fakat kaldırıma düşen paketle beraber be« nim gözlerim de açıldı: Çünkü gözlerimle görmeseydim, beni, bile tutulamıyacak ka- dar pis kâğıdın içinden 1400 lira çıkaca « ğgana 1400 şahit dahi inandıramazdı. — En fazla neler unutuluyor: — Kitap, gazete, delter, baston, şem- siye, eldiven, gapka ve çanta... Bunların yüzde doksanı da kadınlara aittir. Bu da gösterir ki kadınlar erkekler « den fazla dalgın ve unutkandırlar, Ve gü- lerek ilâve etti: — Zaten aşkta da öyle değiller mi ya? Benimle birlikte gelen arkadaş ta gü « lüyor: — Uhnutmasınlar da ne yapsınlar bira: der?.. Kaza korkusu insanda akıl mı bi » rakıyor ki? Selim Tevfik Yakından yüzünün çizgilerini görünce onu nasıl olup bir heyulâ veya bir hayale benzettiğime hayret ediyorum. Elinde tırpan tutan bu genç adam et - ten ve kemikten yapılmış olan tam bir has kikat. O, çayırı tırpanlıyan bir toprak işçisi, Suat Derviş