Balkan :könseyina;en muhtelif intibalar SS Z Yunan Başbakanı Tevfik Rüştü Aras, M. Politis konferanslan çıkıyor konferanstan çıkarlarken SON POSTA ÇE T LAMEN AM < 2 a 2 e K CA ıslanbulun Arsen Lüpeni Müzeyi de soymak istiyormuş |.. B u bir havadis — başlığıdır. kahramanı Bay Eyüp Sabri. — hanlı| hamamlı, atlı arabalı, çiftlikli, apartıman- | h, yazıhaneli, daktilolu kibar Arsen Lüpeni müzeyi de soy - muş, Okuduklarıma göre gü - zel ve sevimli daktile kızlarla evlenmek Günün hastalığına tutulmuş olduğunu — sandiğım bu esrarkeş bedbaht, kara elini vaşandaş- |yada Pergamon müzeşi kuruldu. Gafletten | , Ş modası çıkarmak - istemişti. müzesi» nin hakiki ların gahsi — mallarından sonra — milletin müşterek servetine de uzatacak — cesareti gösteriyor. Müzelerimiz, zavalh müzelerimiz!. Bugün müzelerimizdeki — servette — bir bedbahtın gözü kalmış. Dün ise, müzele- rimizin hakkı olan san'at hazinelerini, cabil ve geri bir hükümetin gafletinden istifa- de ederek koca koca ecnebi devletleri a- Bugün büyük Avrupa müze - leri, dün bizim olan topraklardan çıkanı - gırmışlardı. hp aşırlan eserlerle dolmuştur. 1883 yı - hna gelinciye kadar bir müzeler nizamna- mesi vardı ki, bunun bir maddesine göret Hafriyat neticesinde meydana çıkarılan e- serler üçe ayrılır, bir kısmını devlet, bir kısmını hafriyat yapan zat, bir kısmını da hafriyat yapılan aruzinin sahibi alırdı. Ya- ni hafriyat yapılan arazinin sahibine de bir «müze kurmak!» hakkı ve imkânı ve- Çöken Boğaziçi : JI G LA DAG Ş a Paşabahçeden Şiddetli bir yağmur yağıyor... Rüz- gâr da pek sert: — Aman bize bir çay daha verir mi- siniz? İhtiyar uzun boylu, yüzü tengindeki kahveci çırağına: — Üç çay! Diye bağırıyor... Koskoca Sultaniye çayırı bir saat - gökletii " yüğmmüzla, iri ağaçların sık dallarına rağmen bir ba- taklık haline gelmiş... İçinde bulun- duğumuz zemini toprak, duvarları ça- mur küçücük külübenin bir köşesinde toprak tenberi süren rilirdil! Bu nizamname, hafriyat yapan Avrupalı âlimlerin açık gözlülüğü, o de - le milletin hakkı olan olan bir çok virde ricalin gaflet; ve yerleri bizim müzemiz ayaya, İngiltereye gitmesine sebep olmuştu. Ber - gama hafriyatı olduğu zaman, — Osmanlı devletinin «taş parçaların telâkki ederek bir kaç bin liraya sattığı eşya ile, Alman « Fransaya, kıymetli eserlerin istifade edilerek yapılan bu aşırmalara bir ara ikinci Abdülhamid bir de «hediyev Eski eserler müzemizin eşsiz bir şaheseri olan İskender lâhdini Almanya imparatoruna vermeğe kalktı. Lâhdi bulan. 1883 te yeni müze| nizamhamesini yapıp hafriyat neticesinde çıkarılacak bütün eserlerin devlete ait ol. duğu — kaydını koyan ve bu suüretle «Türk olan kurucusu mer- hum Osman Hamdi, evlâdı gibi sevdi; kender lâhdine hazırlanan çe, Almanya sefirine haber göndertti: parator lühdi istemekten vaz geçsin, yok- sa onun üstünde intihar ederim, lâhit mü- zeden cesedimle beraber çıkar! dedi. Adı Avrupa fikir âleminde tanınmış ve sevilmiş olan bu Türk — âliminin — parlak tehdidi kendini gösterdi ve lâhit müze - mizde kaldı. Bugün, milletin eserini hediye düşünecek bir sultan yoktur. Bugün Tür- kiye Cumhuriyeti Başbakanının «âbidele- rimize hor bakan göz çıkarılmalıdır, ona tecavüz eden el kesilmelidir. diye bağı « etme; ran sesi vardır. Eyüp Sabri, hiç şüphesiz ki lâhit çala - cak değildi. Heykel çal, Hiç şüphesiz ki gözü Topkapı sarayının hazi- ne odasında idi. Yüreğimiz rahattır. Mü- zelerimiz temiz ellerdedir, etrafında kale duvar vardır. Oraya cararkeş Mihal il. ak değildi. rinin hempalarından mazan giremezler. Fakat müzeye girmeği düşünürken ya. kalanmaları hatırma şu fıkraya — getirdi Bir zamanlar İstanbulun büyük camilerin- deki kandil yağlarına, o devirde sık sık gö- rülen ve «Hacı» diye anılan serseri arap- lardan biri dadanmış, camiden cemaat çe kilince, koynundan somunu çıkarır ve kan- dil yağlarına bana bana yermiş, bir ta - raftan da: — Elbeyt, Beytullah; Ezzeyt, Zeytullah; Faddal ya Hacı Abdullah! Dermiş. Derken camün kayyumu — işin farkına varmış, bir gece eline bir sopa alıp Bi- zim Hacı gelmiş.somunu kandile banmış: — Elbeyt, Beytullah; Ezzeyt, Zeytullah; Faddal ya Hacı Abdullah! Der demez, kayyum meydana çıkıp: — Elmitrak min tarafillâh! sötunlardan birinin ardına gizlenmiş, Diye sopayı Hacı babanın kafasına in - -|du. etmiyorlardı. Bir hasır 1smarlıyorlar , İler. Ben seyrederlerdi. Herkeste gezmek bir semaver kaynıyor.. ve kahvecilik tertibatı var... Burası bir kahvenin içi değil... Kahvenin ocağı. Yağmur çok olduğu için koruyu ki- ralamış olan ihtiyar bizi burada barın- dırdı. Elbiselerimizi kurutmak üzere de | Bir saat- içerek, bir ta- yağmurun önümüze bir mangal sürdü tenberi bir taraftan çe raftan mangalda ısınarak dinmesini bekliyoruz Kahveci sahibi dalgın, dalgın çubu- en olan ietediğim için, nihayet yüzünün sağlam “bir 'bilkten' dühü kupali mâüânasına rağmen, ane olursa olsun» gdiyor ve ona, hitap ediyorum; — Geçen yaz işler nasıl gitti? Bu-| rası kalabalık oluyor muydu?, — Hayır! Pek kalabalık olmuyor- Hem gelen müşteriler de masraf Yiyecek, içeceklerini kendileri getiri- yorlardı. Burasını zararla kapayacak- tık amma... Garip kuşun yuvasını Al- lah yapar derler... Muhatabım tahminimden çok - da - ha konuşkan olduğu için cesaretim art- : İmıştı: — Allah sana nasıl yardım etti? — Burada fabrikalar var. Cam fab- rikası.. ve daha başka fabrikalar.. ge- çen yaz bu fabrikaların bütün memur- hep bizde yedi - yemeklerini - pişiriyordum. Tabii bu bana kâr oldu.. İçini çekiyor ve susuyor , — Boğaziçinin eskisi mhisiniz, diye soruyorum. — Kırk beş elli senelik Paşabahçe- liyim... — Boğaziçi eskiden çok daha eğlen- celi idi, diyorlar, doğru mu?. — Elbet de eakisine bakılacak olur- sa şimdi Boğaziçi bir ölü ... lart öğle yemekle Çubuğunu derin, derin çekiyor: —Benim gençliğimde cuma ve pa- zar günleri burada iğne atılka yere düşmiyecek kadar — kalabalık - olurdu. Sazlar çalar, orta oyunları oynar ve sünnet düğünleri de hep burada yapı- lırdı. Kadın, erkek 0 zaman — beraber gezmezdi, Kadınlara bu çayırın bir ta rafı kafesle ayrılmıştı. -Onlar oradan | için hem keyif, hem de para vardı. Şimdi neden bilmiyorum, insanlarda ne ke- yif var, ne de para... Biraz dalgın, dalgın düşünüyor son- ra: — Buradaki hayat, umumi harpten sonra söndü diyor, umumi seferber - dirmiş! Eyüp Sabri çetesinin tam müzeyi soy -| mağa teşebbüs (1) edecekleri anda ya -| kalanmaları, galiba, min tarafillâh bir sille | oldu. Reşad Ekrem Koçu öi ait likte biz Beykoz ahzıaskerinden 267 kişi gittik... İçimizde kur'ası da vardı, ihtiyatı da, redifi de.... Ben rediftim.. AAA | ğunu içiyor. Onunla konusmasını pek | Iıı kalabalık mahallelerdir. Onlar biri . . .. .. Paşabahçe niçin söndü? * * * Paşabahçeli kahveci “ Umumi harpte bu köyden 267 erkek gittik, yedimiz geri döndü, diyor. Boğgz_elbette kalabalık olmaz,, bir görünüş Bir an susuyor... Sonra bakışları a4 çık kapıdan — dışarlarda, konuşmağa devam ediyor: — Harp bittiği zaman biliyor mu - sun buraya kaç kişi döndü?.. Şimdi bebeklerinde tuhaf yanan gözlerle bana bakıyor : — Haydi kararlamadan bir şey söy« Haai Yansı! Diyorum.. — Yedi kişi döndük, diyor, onların altısı sakat içlerinden bir ben sağla < bir ateş mım, Kapıdan dışarı tükürüyor: — İnsan utanıyor şimdi bu köyde dolaşmaktan... Boğazda hayat yok < muş, diyorlar... Elbet de olmaz... Bo- ğaz daha verdiği canların, sönen ©- caklarının acısını unutmadı ki... Elini dizine dayıyor: —— Nöler çekti'o sdnelörde Bu:yali « ların, bu evlerin kadınları, biliyor mu- yuz şimdi?.. Eli silâh tutan erkek kal- Ne ile yaşanır o ka- madı buralarda.... dar sene?.. Sat yaşa, uğraş yaşa, di « din yaşa... Çöker elbet de evler... İs- zubalga BĞ7 “ammalerinzle Üe ' çölk müş evler.. pek çoktur amma... Orala: birlerini destek gibi tutar da, belki çök- tükleri görünmez... Burada evler bi« ribirinden ayrı Onun için hepsinin yıkıldığını görüyoruz... — Demek Boğazın bep bu?.. — Senelerdenberi süren ve şükürler olsun, nihayet bitmiş olan ©o devamlı muharebelerdir... Başka bir sebep ara- mayınız... Yalnız Bağaz yıkılışına mı?, Hâlâ bugüne kadar hayatın düzelme « yişine, insanların bir türlü eski refaha kavuşmayışlarına gene sebep, hep o... Hep o... Yerinden kalkıyor, kapıya yaklaşı » İyor: — Fakat bizim Paşabahçe ile Bey« koz Boğazın diğer yerlerinden şükür « ler olsun çok daha iyidir... Çünkü bu tarafta febrika var; fabrika olunca İş, iş olunca işçi, işçi olunca kalabalık, kalabalık olunca da alış veriş oluyor... Buradaki esnaf da, ev sahipleri de Ba- ğazın diğer tarafından daha memnun- durlar.... Yalnız bazı insanlar itiraz e- diyorlar... Bu canım Boğazın - kıyıla - rında petrol, benzin depoları, fabrika- Jar yapılır mı diyorlar... Elbet de yapı: lır, Keşke Türkiyede o kadar çok — iş olsa ki fabrika kuracak yer bulamasa- lar... Bir de bu canım yerlerde fıka- ralar oda, oda oturuyor diye kızanlar da var... Bunca senelerde, padişahlar, şehzadeler, vezirler, vükelâlar o yalı « larda oturmuş.. oturmuş da kimse se- ni çıkarmamış: «Bir kişiye bu kadar odalı yalı olur mu..» diye soran — ol- mamış, şimdi yirmi odalı, hem de k"ı'î ne bir yalıda yirmi fakir aile oturmasını Bu da fıkara yıkılışına se- çok görüyorlar... cellisi olacak.... * * Yağmurun dinmiyeceğini anl mız için barındığımız yerden çıkıyo « |ruz. Vapur saati geldiğinden, Pa: bahçesinin başka hiç bir yerini gör » meğe imkân bulamadan — iskeleye doğru koşuyoruz. — Suat DERVİŞ