' Ç S Terinden masrafını Londra gazete - Sunday Ekspress son — nüs- hasında tuhaf bir hâciseden bahsedi - yor. Bu gazetenin neş- riyatına göre İngil - terede — erkeklerin karılarını — satma - ları âdetti. Ve bu fdet bundan 104 #cene evveline ka - dar devam etmiştir. 104 sene evvel bir Salı günü, bu âde- tin yer yüzünde ya- şadığı son gün ol - muştur . O gün yapılan satış şu şe- kilde cereyan et - miştir: «Jozef Tomson namında bir çiftçi, üç yıldanberi karısı olan kadını çarşıya getirmişlik — Kadin burada müzayede - ye konacak ve sa - A * & İngilterede bundan 104 sene evveline gelinceye kadar bir erkek karısını istediği zaman müza- yedeye koyar, parası ile yeni bir izdivacın görürdü ü - bu suüretle herkesin kadını görmesi - İngiliz kadınlarının 100 sene evvelki kıyafetleri. Âdet, satılacak olan kadınları bir|tedir değilse de bu içkileri çok iyi se- sandalyenin üzerinde durdurmak ve | çer.» tılacaktı. Çiftçi Tomsonun bu sözlerinden ne imkân vermekti. sonra toplanan müşterilerin müzaye- Kadın sandalyenin üzerine - çıktık-|deye girmeleri beklenmiş, fakat her - tan sonra satıcılardan — biri müşteriliu biribirinin yüzüne bakmış ve kim- toplamak için bağırıp çağırmıştı. Halk 'se müzayedeye iştirak etmek isteme - toplanmış ve kadırlı gözden geçirmiş- / miştir. ganı ’gîîwğ';—f'#*r# Kaj t ti, bu iş de yapıldıktan aonra erkeğin | karısını ne için satmağa lüzum gör - düğünü izah etmesi lâzımdı. Karısını en son satan İngiliz çiftçisi Mister Tomson şu sözleri söylemişti: «Baylar! Karım Marian Tomsonu Müzayedeye — koyuyorum. — İçinizde Mmüzayedeye iştirak edecek olanlardan en fazla para verene bu kadını sataca- ğım.İkimiz de biribirimizden ayrılma- ğa karar verdik. Bu kadın, benim için bir yılandan farksızdı. Kendisiyle ra - — hat etmek, bahtiyar olmak için evlen- miştim. — Rahat yüzü görmedim. Ve Mezatçı lâzım gelen teşviklerde bu- lunmuş, kadının meziyetlerine göz ka- maştıracak bir şekil vermek için uğra- şıp durmuş, fakat hiç bir netice elde edememiştir. . K Nihayet kadının kocası ümidini ke- secek hale gelmiş karısını alıp tekrar evine götürmeyi düşünmeğe başlamış- tır. Fakat mezatçı, kadını satıp bir kaç para kazanmak için sonuna kadar uğ- raşmağa karar vermiş ve adamı biraz daha sabretmek için kandırmıştır. Akşama doğru mezat yerine bir ya- bancı gelmiştir. Adı Josef Mears olan hayatım işkence içinde geçti. Bu ka-|bu yabancı, işi anladıktan ve kadını — din, aile hayatım için bir felâket oldu. Kadının fena tarafını böylece — size anlatmış bulunuyorum. Şimdi de iyi tarafını anlatmak isterim. Karım roman okuyabilir, inekleri — sağar. Bir insan nasıl bir bardak suyu © kolaylıkla içerse karım da ayni kolay- gördükten sonra mezadı açtı ve yirmi şilin (yani bir İngiliz lirası, bizim pa- ramızla altı küsur lira) vermiştir. Müzayedeye başka kimse girme - miş ve yabancı Mister Mears yirmi şi- lini ödeyerek kadını koluna takıp git- miştir. ğ “BON POSTA Fransada bir casusluk davası Kendisine “Fas Yıldızı,, denilen güzel bir Fransız kadını mahkemede beraet etti Paristen yazılıyor: Bütün Avrupa #ahnelerinde Fas yıl- dızı diye şöhreti olan dilber Frans Ku- ripling Alsasın Meç ağır ceza mahke- mesinde muhakeme edilmiştir. Bir adı da Margarit olan bu güzel kadın ile kocasi ve arkadaşları casus- luktan suçlu idiler, Aylarca Avrupa matbuatını işgal e- den bu casusluk hâdisesşinin hülâsası şudur: Alsasta bir noterin oğlu olan mülâ- zim Kripling, 1936 senesi iptidaların- da Bordonun en güzel kızlarından Frahs Labato ile evlenmişti. Düğün - lerinden sonra da Fransın ailesinin ika- met etmekte oldukları Robaya gitmiş- lerdi. Bu arada mülâzim Kriplingin vazifesi Meç kalesine tahvil edildiğin- den karısını alıp buraya yerleşmişti. Mülâzimin ebeveyni Saarda oturuyor- lardı. Günün birinde mülâzim karısını ebeveyni ile tanıştırmak için oraya '|götürmüştü, Kripling buraya geldikten sonra kendisine profesör ünvanını veren ve senelerdenberi Fransa hududu ve Saar- da casusluk yapan bir Alman mülâzi- mi ile tanışmış, dost olmuştu. Bun - dan sonra da genç karı koca büyük bir israf ile yaşamıya başlamışlardı. Bu israf alâkadarların nazarı dik - katini çekerken mülâzim Kriplingin âmirlerine casusluk ihbarları da gel - meğe başladı. irleri Kriplingden şüphelenmek- le beraber kat'i delâil elde edebilmek için uğraşıyorlardı. Mülâzimin genç karısı ile pek ya - hhıkla hem güler, hem ağlar. Kendisi ev| Bu vak'adan sonra zevceleri çarşı-|kın hususiyeti olan zengin bir asker için lâzım olan içkileri yapmağa muk-!'da satmak âdeti kalkmıştır. “GÖNÜL İŞLERİ sevginizi söylemekten ve onunla evlen- Arkadaşını mekten çekinmeyiniz. * Seviyorum #Uzun müddettenberi bir gençle se- wişiyordum. Bu genç geçende beni ar : kadaşlarından birine tanıttı. Bir müd- det sonra bu adam bana alâka göster - meğe başladı. Nihayet bir gün beni sev- diğini söyledi. Garibi şu ki banda de ©- na karşı ayni his uyanmıştı. Fakat bu , hissimi ona söylemek istemedim. Çünkü evvelâ birinci sevgilime karşı bir hiya- met teşkil edecekti. Sonra ,da onların a- Tasını açmağa sebep olacaktım. O gün- denberi müthiş bir ıztırap — içindeyim. Gündaen güne bu adama karşı sevgimin Aarttığını duyuyorum. Ne yapayım, nasıl hareket edeyim? u #Üç aydanberi bir kızla sevişiyorum. Son günlerde kızın sıhhatinden şüphe et- meğe başladım. İkide bir rahatsızlanı - yor ve yatıyor. Zayıf, cılız ve hastalıklı. Fakat o kadar cana yakin ki Bir türlü ay- mlamıyorum. Bu temas benim için teh- Tikeli midir? Onda sari bir hastalık o « Tp olmadığını nasıl anlıyabilirim ? » Moda: İhsan Hastalıklı bir kızın sevişmesi de, ev- Tenmesi de kendisi için tehlikelidir. Fa- kat hasta kızlar daha çok hassas olur- lar. Onları kırmağa ve yese düşürmeğe gelmez. Binaenaleyh bu hastalığı hak- kındaki şüpheniz bir kanaat haline gel. medikçe onun kalbini kırmaktan çeki - nin. Yalnız onunla evlenmek hususun - da ihtiyatlı olunuz. Bu tarmı hareket hem onu, hem sizi kurtarır. Perihan Sevgi ber şeyi mazur gösterir, Birinci tevgilinizi feda etmek pek ahlâki — bir bu işe memur edildi. Asker, bütün bu öğrendiklerini â- mirlerine hemen yetiştirdi. Fakat â - mirleri bunlarla iktifa etmediler, her halde bir vesika ele geçirmesini temin etmek için takibalına devam etmesini söylediler. Bunun üzerine genç asker tekrar âşıklık rolüne devam etti. Gü- nün.,birinde postaya vermek üzere Fransın kendisine emniyet etmiş ol - duğu bir mektubu alıp âmirlerine gö- türdü. Mektup o vakit Sarburgda bu- lunan Alman profesörü Amegere gön- derilmekte idi. Bu mektup mülâzimin casusluğunu isbat etmişti. Bunun üze- rine 16 temmuz 1935 günü mülâzim İtevkif edildi. Fakat Alman casusunun |da yakalanması lâzım idi. İşi tetkik letmekte — olan — müstantik — güzel (anıxın istifade edebileceğinianladı ve |Alman casusunu Meçe davet - ettirdi. llıiç bir şeyden haberi olmıyan pro - fesör Ameger Fransız toprağına ayak basar basmaz yakalanarak hapse atıl- dı Müstantik Fransın yakasını barak- mıştır. Frans, hemen ailesinin bulun « duğu Robaya gelmişti. Burada sahne- ye çıkmağa karar verdi. Günün birin - de tiyatroda görünmesi bütün gaze - telerin kendisini fevkalâde alkışlama - Halid Ziyanın Cevabı d &4 A “ Bize türlü türlü lezzet, açan büyüklere karşı haset ve husumetle değil, hürmet ve şükranla mütehassısdık ,, Halid Ziya Uşaklıgil: — Meşrutiyetten sonra gelmiş şair- lerimizin en kuvvetlisi kimdir? Suali- ne cevap veriyor, ve: — Ben, diyor, isim zikretmemiye ye- minliyim. Hem böyle bir suale tek isimle cevap verenler, hükümlerinde daima yanılabilirler. — Çünkü san'at sahasında; imtihanda talebe derecesi tayin edercesine yapı- lacak taaniflerde isabet olacağını hiç ummuyorum. Onu bu sorguda konuşturmaktan böylece ümidi kesince, mevzuu değiş- tirmek çaresine başvurdum : — En genç şairler büyüklerin lâ - kaydilerinden şikâyet ediyorlar. Ve me- selâ sizin devrinizdeki şöhretli yazı - cıların gençleri böyle hor gu:mıdık - lerini söylüyorlar. Haklı mıdırlar der- siniz? — Bugün «alâka» — vazilesini gençler yaşlılardan fazla ihmal edi - |değilse 500 defa uğradım! yorlar. Biz gençliğimizde çakileri ökükdük: Nabinin felsefesine, Nef'inin musiki- sine, Nedimin suhluğuna ve şeyh Gali- bin hayaline meftun olurduk. Ve bize türlü türlü lezzet, türlü tür- lü zevk ufukları açan bu büyüklere karşı haset ve husumetle değil, hür - met ve şükranla mütehassistik. Meselâ kendi hesabıma ben, Recaizadenin #«Zemzeme» sini, Abdülhak Hâmidin «Hazinci evrak» sahifelerindeki man- zumelerini, muallim Nacinin «Ateşpa- rer sindeki; «Şerraren sindeki gazel - lerini hâlâ ezber bilirim! Talih bize onlarla karşilaşmak - fır- satlarını verdiği zamanlarda heyecan- dan dillerimiz tutulurdu. Bizden genç olanlara karşı da bit - tabi, büyüklerimizin bize karşı takın- dıkları sahabetkâr muameleyi göster- meğe çalışırdık: Faik Âli, Hüseyin Siret, Celâl Sa - hir, ve daha sonraki Fecriati şairleri hep Tevfik Fikretle, Cenap Şehahed- | kışmak: dinin takdirkâr himayeleri altında ye- tişmişlerdir. Ve ben hayatımın iki en büyük sa- nat heyecanından birini, Mehmet Rau- fun bana gönderdiği ilk hikâyesini o - kuduğum zaman duymuştum: Hem o kadar uzağa gitmiye ne ha- cet? Bugün hâlâ, bana gelen yığınlar- eli Edalim ? la şiir risalecikleri içinde bir güzel mıs-| — Eğer gençler, işgal — edebilecekleri | raa rastladığım zaman, lezzetli bir şu-| makamları fazla dolu görüyorlar da, ruüp içmiş gibi oluyorum! — Ya bugünkü delikanlıların hakkı-|lara çelme takmıkt_ın başka çare bula- nızda kullandıkları lsana ne dersiniz? | mıyorlârsa diyeceğim yok. $ Üstadım dudaklarında olgun bir gü- lüş belirdi: — Ben, dedi, 50 senedenberi yazı ——— En kuvvetli şair, romancı ve İııkıyecin;iı kim ae Nisan ll türlü türlü zevk ufukları Halit Ziya Uşaklıgil yazıyorum. Ve bu kabil tarizlere hiç — Onların içinde de var mı? — İçlerinde bittabi ümit veren isti- datlar var. Fakat henüz filiz halinde- dirler. Bence en fena cihet; şiir yaz - manın çok kolay bir iş sayılmasıdır. Bu çürük telâkki yüzündendir ki, şöhret savaşına kalkışanlar içinde çok cıhz tipler de görülüyor. Ve onlastın neşrettikleri — risaleleri ben, sanat bahçesindeki verimli filiz- leri gözden gizliyen yabani dikenlere benzetiyorum ! Sonra ben - onların, kendilerinden evvelkiler hakkında kullandıkları li « sanı da biraz serkeşâne buluyorum. Farm muhal olarak eski eserlerin, — günün sanat zihniyetine aykırı kaldı- ğanı kabul edeyim: Böyle olsa bile, o eserler nihayet, tıpkı çiniler ve halilar gibi sanat ya - | digârları arasına katılır. Ve mefahiri | milliyeden sayılır. Böyle yapmayıp ta onların kendi zamanlarının telâkkisi- | ne uygun meziyetlerini inkâra kal - beğendikleriniz Biz meydana gelmeden önce, bu toprağın fikir kuvvei namiyesi hiç bir mahsul vermedi! demekle birdir. Bu da, memleketin ve milletin isti- — dadını hiçe saymaktır ki, yurda karşi hayli hazin bir küfran teşkil eder. Sigarasını tazeliyen değerli edip: — İşi, dedi, bir de başka zaviyeden yer bulabilmek için oralarda oturan - Fakat bu onların hem acizlerini, hem de şahsi menfaat hırsile davran - dıklarını gösterir ki, hiç te daha az PANÜR aa anaANkeber rdüenir daes SŞ O ee e larına l -| — Hem bizde fikir, ilim ve sanat'sa - — den .J.îf."îâ’lî";i.'?.îîîî'fı,".:iâ hası vehmettikleri gibi tıklım — tıklım neye devam etti. Gazeteler kendisine bomboştur. «Fas yıldızı vismini takmışlardı. Bü - tün münekkitler bu yeni sahne yıldızı ile uğraşıyorlar ve fevkalâde takdir e- diyorlardı. Margarit pek az zamanda pek büyük bir şöhret kazandı. Bir akşam gene seyircilerin alkışla- yını toplıyarak mağrur adımlar ile sah- neden çekilirken iki sivil. memurun 'kendisini beklemekte olduğunu gör - dü. Memurlar tevkif —müzekkeresini hâmil idiler. Margariti alıp Meçe gö - türdüler. Ertesi günü müstantik Alman casu- su Amegerin kendisini de itham etmek- te olduğunu ve casuslukta müştereken çalıştığını iddia ettiğini Fransa söy - kedi. Bu suretle tevkif edilen güzel|maçlarda tutunabilenler... Frans bir hafta evvelisine kadar ha - pishanede kaldı. Neticede güzel Frans beraet etti. dolu değil, ç Müsaade ederseniz - bir eski tâbir | kullanayım ve: Arzullahı vâsia... di | irnt ! Evet... Edebiyatın - toprakları, hig — değilse Allahın toprakları kadar ge « — niştir! ” Sonra, ayıklamak meselesi, gelen nesillerin değil, zamanın vazifesidir. Zaman öyle zalim, öyle kahir bit çarktır ki, onun dişlerine takılan het şey gibi, bütün isimler de etrafa talaş — halinde dökülür. Ve o talaşlar, esen rüzgârlara katılarak savrulup giderler. Güldüm: ; — Ya ne kalır üstat2, O da güldü: — O kasırganın içinden kurtulabi * lip te birer kaya parçası ıîlleıîyle yar Ve ciddileşerek ilâve etti: vi — Fâkat onlar da o kadar az kil , - Naci Sadullah — |