7 Eylül 1935 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11

7 Eylül 1935 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Dünya İktisat Haberleri Bulgaristanın Tütün İhracatı Sofya 3 (Özel) — Bulgarls- tanın 1935 yılı tü- tön İhracatı, von çen yıldan | v lan istatistik- fazladır | iere göre ilk dört ay için 9.991.144 kiloyu bulmuş- tur. Gaçen yil aynı devre zar- fında yapılan ve 7.805.078 - kile- dan iboret olan ihracattan bu miktar iki müyon kilodan faz- ladır, Şâyünı dikkat olan mokta bu yıl ihracatının hemen - bepslnin Almanyaya yapılmış — olmasıdır. Dokuz küsur milyon — kilonun 8.297.961 kilosu Almanyaya sov- kolunmuştur. Almanya ile Buk güristan arasında makine ve tütün takasına müteallik yapılan am laşma bu durumuy ortaya çıkma- tına yogâne Amildir. Almanyadan sonara ikinel de- recede alıcı olan Misırdiır. ve al: dığı miktar 432 bin kilodan (ba- rettir. Bulgaristanın tütün müşteri- leri arasında Fransa, Holanda ve Danimarka da Iyi yerlerle ha- zır. bulunmaktadırlar. Bu sene ge- * Ötedenberi turirm İşleri ve 'ngiltere ve E:Hığı:ı:ıık::: turizm ler söz gelişi edi- lince akla lsviçre, Fransa, Italya gelir ve bunların yanında İogil- tereye bir yer ayırmak düşü- nülmez. Bu durumu göz önünde tutan büyük Tagllir ekonomisti profesör Ogilire « The Times v gazetesin- de dikkate değer bir yazı neş- retmiştir. Bu yazıya göre 1934 yılında Ingiltereye gelen seyyah- lar yüzünden giren para miktarı 25.573.000 Ingiliz lirası olarak tahmin edilmektedir. Sayın pro- fesör aynı yıl içinde ,İngilterenin en büyük ihracat maddelerinden olan yünlü mensucatın 28.846.000 ve maden — kömürünün — ise 31.854.000 liralık birer gelir te- min ettiğini ilâve ederek turizm ehemmiyetin! tebartz ettirmekte- dir, Profesöre görebu durum yıldan yıla da — İngiltere lehine olarak artmaktadır. Makalesine nihayet verirken profesör çu ma- nah cümleyi kullanmaktan ken- dini geri alamıyor: «Dünya buhb- verelim; — müstehlik — mallarımızı yerinde istihlâk etmek Üzere u- giltereye gelsin.» DOLAŞAMAZSINIZ Sitlon Po: DAKİ lNl Bi—"ııııtııı—ıı HER CÜN SON POSTA Dünyayı Görmeyen Gözler 60 Y:lDünyayıHiç Görmeyen Birlhtiyar Şimdi Yalnız Çiçeğe H Göz nurundan mahrum çocuklar kabartma yazılarla okuma öğrenirlerken ve makine !le yazı yazarlarken Çapadan Çukurbostana doğru, dişlek dlılıkçıyınııı duvarlarile kaplı geniş yoldan sağa saptık, Köşebaşında küçük bakkal dük- kânında kara kuru bir delikanlı kısık bir sesle bize karşı vokak- taki küçük, kürgir bir evi gös- terdk — İşte, şu iki basamak mer- divenli evi, Dedi. Kapiyı bize, küçük, — soluk yüzlü bir kızcağız açtı. Sakız gibi, sapsarı, temiz tahta merdi- venlerden çıkarak, —küçük, az süslü, duvarlarında artlst resim- leri, tel resimliklerde karptpos- tallar dolu bir odaya girdik, bekledik. Bana bu evi salık veren arka- daş fısıldadı: — Şimdi gelecek olan adam eski — defterhane kâtiplerinden Sabri Beydir. Senin konuşmak istediğin âma onun kardeşidir, Bütün ömrü, hep Sabri Beyin yanında geçti, yaşı 60 'a yaklaştı. Bir aralık kapı açıldı. İçeriye küçük, çok küçük, zayıf, süzük yüzlü, mahecap bakışlı bir zat girdi: Eski kâtip Sabri B. Şimdi, bol bol 56 sında görünüyor. Saç- ları bembayaz.. Eski Babıâli selâ- mı, eski kalem efendisi iltifatile bize “beyanı boşümedi,, €tti ve maksadımızı sordu. Biz anlattıkça ikide birde: — Öyle mi efendim, pekâlâ, çok münasip, hayhay, emreder: siniz, başüstüne efendim!. Gibi ince, mahviyetkâr, nazik kelimeler kullanıyordu. Nihayet ayağa kalktı, bir çey- rek saatlik bir gecikmeden sonra kapıdan yine göründü. Fakat bu defa yalnız değildi. Yanında bear 'beyaz saçlı, süt beyaz sakallı bir ihtiyar vardı. Vücudü iki kat bükülmüş, yüzü gerilmişti, gözleri hep aynı yere bakıyordu. Yavaş yavaş yürürken: duı_LHBı, geldiniz, safalar getir- 'e mırıldandı, r—nlı yanındaki mindere olurdu. Ye- niden birer “Merhaba,, daha yaptı. Gözleri hep kargşı duvar- az oynaşıyordu. Bir aralık dudak- ları gerildi : — Beni dinlemek İstiyormuş- sunuz, dedi. Çok âlâ.. Sabrinin ricalarına — dayı me ziyanı var, Sizi memnün ede- ceğim yal. Durdu, elile sakalını karıştırdı, gözlerinde çok İince bir buğu vardı : — Amma, diye ilâve etti. Bir şartla.. Resmimi çekmiye- ceksiniz. Size yalvarırım. Açık söylüyorum. — Sabri © kadar “— On Altı Yaşımda İken Karşıki Komşumuzun Ut Gönül Vermiştim, Fakat...,, Çalan Gelinine yalvarmamış olsaydı, Size ken- dimi —acındırmağa — çıkmazdım. Eğer resmimi koyacak olur- sanız, O — Fesmi — görememek nasıl çıktığını anlıyamamak aza- bile kıvranacağım, bir. Sonra da binlerce okuyucuyu — duruşumla üzerek rahatsız etmek istemiyo- rüm, Buyurun şimdi, sorün, ce- yvap vereyim: Bay Sabrinin ağabeyisi Bay Ismali, alelâcele giydirilmiş - pan- talonunun cebinden sarı bir men- dil çıkararak ensesi — üzerinde gezdirdi ve başını eğdi: Kıstık, çekingen bir sesle: — Çocukluğunuzu anlatmanizı rica edeceğimi. Dedim. Ihtiyar adamın yüzünde bir- denbire keskin bir. takım çizgi- ler peyda oldu, dudakları bü- züldü, gözlerini kaldırdı, ya- nımdaki iskemleye baktı. Bütün karanlık hatıralarının İzleri yalnız gözlerinde yoktu. Yalnız gözleri değişmemiş, — bakışını - kaybete memişti : Çocukluğum — diyorsunuz amma, benim hangi çocukluğum- dan goruyorsunuz?. Hiçbir. şey görmeyen bir İnsanın, her şeye hasret olanların çocukluğu, genç- liği, ihtiyarlığı var mıdır?. l!ıkıı madem ki İstediniz, anlatayım, Ben tamam 7 yaşına kadar.. kör,, olduğumu anlamadım. Ondan sone ra akranım çocuklar arasında konuşulan dikkat ettim. Ikide hirldo: Ş:A—k Bu kâğıdın rengi sarıl,, “Şu tekerleğe bakın, yusyuvarlak,, “Nah bıkfııı. bu- lutlar geliyor..,, “Babam geliyor,, “Jâmba yandı,, gibi ac. şeyler duya duya düşünekaldım. karaâlık içinde idim, Bir gün A- Jah rahmet eylesin, anneme sor- muğştum : ,.— Anne, bak o::ık'lıı her O rüyarlar. benden daha mü?. Ben me zaman im!. dedim. l ı'Y güler, a lanmıştı. 'arı , yarı &; bir sesle mırıldandı: ae — Okadar cahilim ki, hiç bir şey Ööğrenmediğim halde, hikmetl hüda, Alleh içime bir hassaslık hazinesi yığdı. Eb, Sabri olma- saydı, belki daha evvel sürüne Sürüne ölecektim ya.. Bay Sabri yerinden oynaşarak: — Cenımi, —Ağabey... - Diye mırıldandı. Oturduğumuz bu patiska per- deli, süslü, güneşli küçük odada çok derin ve sessiz bir yas havası esiyordu. İhtiyar bir ayağını bi- kerek altına aldı, yarı bağdaş kurdu : — Çocukluğum bu.. 9 yaşım- da bana kapıları, sokakları, in- sanları dinlemek hastalığı gek asret Çekiyor Göz nurundan mahrum lardan müteşekkil bir orkesira di ve bana “kör,, dedik- lerinl duydum. Şimdi alıştım ya, ne İse.. Sabahları erken kalkardım. Babam da kalkar, beni bahçemize bakan pence» remize oturtur, kahvaltımı verirdi. Sabahın serinliğinde horoz bağı- mşlarının, kuş — cıvıltılarının sesi kadar beni oyalayan hiçbir. şey , İti dam güldü yar a 1 — Sabri de bilir ya. 16 ya- şanda bir budalalık ettim. Karşı komşumuzun hergün durmadan ut çalan gelinine gönül verdim. Ha, ne dersin Sabri, hatırayor musun? Maballe biribirine girdi. Herkes bana acıdıydı da., Bay Sabri yerinden kımıldadı: — Canım uğabey.. Bunu da nereden uyduruyorsun? Ihtiyar bize döner gibi yaptı : — Efendim, kusura bakmayın. Sabri beni çok sever, ona min- met'arım, Yarı yaşamamı da ona borçluyum. Yoco, yoco, itiraz etme, Sabri.. Sözümü de kesme.. Ne diyordum efendim.. Ha, İşte ömrümüzde bir defa da böyle ut çalan komşu gelinine gönül verdik, yatağa düştük, aylarca a edik ve iyileştik. Ondan sonra hep evde oturup, yalnız dinlemek He yaşadık. — Affedin, ufak bir sual soracağım: insanların gekillerini masıl tahmin edersiniz? Durdu, başını dikti, hayretle, cuk- Karilerin Sorularına Cevaplarım Okuyucularımızdan O. Tüyüle — Mevzuu bahs ettiğiniz meke tebin kayitları kapanmıştır. Magğe mafih tahsili üç senedir. Mektpte marangozluk, makinletlik şubeleri de vardir. ö Sıvasta muallim Mehmet Altay Öztürkep — O yazımızda mevzuu bahlâ muallim mektebi mezunları 6 s- nıflı muallim mektebi mezunlarıdir) * Doktorumuzun Covap'eri Salihli okuyucularımızdan Mekmedeş — Hağtalığınız için dabu evâ velden gyeçmiş ateşli bir hastalılkt elup — olmadığını yazmamışınız, Katı şeylere ve alkola karşı du- yulan bu hareket asabl olmanıze dan ileri geldiği hissini veriyoğk Bunun için Tuzla içme sularından pekâlâ istifade edebilirsiniz. Bu« rada yapacanığız bir haftalık 66 kürü hastalıkların yüzde altmişıtı yi edecektir. Ayrıca gündelik doktorumus zun notlarındaki meyve kürüne de başlarsınız. Yemeklerinizi de iyi çiğneyiniz. Yemeklerden evvi bir paket Sudalı birax su İçta: eritip alırsınız. yla, serzeniş ve kızgınlıkla kae rışik hareketler yaptı: — İnâanları, nasıl mı tahmin ederim?. — Ellerinin, ayaklarının şekilleri hemen hemen sizin göre düğünüz gibi.. Fakat bazı yerleri bana yabancı.. Anlatamıyacağı bir biçimde yabancı.. Meselâ ln ayak Üstüne nasıl yüründüğüne şaşardım da, benden başka hes kesin dört ayaklı olduğunu sanıre dım. Bazı geceler rüyalarımda acayıp mahlüklar görürürüm. Bun. lar bana dünyadaki mah'üklarâ şekil vermek için bir nevi rehbep olurlar.. Kuşları yuvarlak, tüylü, dört ayakh bir şeye benzetirim, Diyorum ya, muayyen hiçbir gee kli bilmem.. Size bu şekilleri an- latmama imkân yoktur. Temiz bir Istanbul Türkçesile konuşan bu ihtiyarda konuşmak kablliyeti de okadar kuvvetli... Gazetelere çok — meraklı imiş.. Küçük yeğenlerine hergün kitap- lar, gazeteler okuturmuş. Gençlie ginde de onun bu meraktaı en çokk tatmin eden de Bay Seabri imiş. Yine sıkılarak kısık bir sesle sordum: — En çok hasret duyduğunuz şey nedir?. — Çiçek... Dedi.. Durdu, dü- şündü, güldü: — Bundan 30 -40 sene evvel de ençok kadın gözlne hasrettim. Çünkü bana Sabri romanlar okur- ken, erada insanların hep kadın- ların gözlerine bakınca sevdikle. rini ; dinlemiştim. Ha, değil mi Sabri?., Amma, şimdi geçti. Çiçeği çok özlüyos rüm. lî:ııll gülün.. Kokusu bu kadar güzel olan gülün rengi, şekli kimbilir ne kadar can çe- kicldir. Bay Sabri oturduğu yerde elle- rini önüne bağlayarak yere ba. een eee reneneneaN n kıyor, mabzun — mahzul abayı sini dinliyordu. Acı isbira| ihtiyar adamda yoktu. Alı ibi. konnşuyor, hem de gürel elimeler, cümleler bularak konüe şuyordu. Ya dünyayı masıl tahayyül ediyorsunuz ?. Dedim. — Dümdürz.. Çünkü sokağa her çıkışımda beni biri kolüume dan tuttuğu için karşıma bir şey çıkmıyor. Evlerin toprak altında olduğunu sanırdım amma, ronrâe ları bana bunuün yanlışlığını aöye lediler. Durdu, nefes aldı, gülcü : — Bir de dünya portakal gibi yuvarlak diyorlar. Buna birtürlü aklım yatmıyor!. Reşit Şavket

Bu sayıdan diğer sayfalar: