T -v——ww———m——r'——v—v LK CTT Hint Denizlerinde Türkler Pirl Reis - Jan, Zarif Bir Çevikiklo Sıçradı. Bir Hükümdar Önünde Bulunuyor Gibiydi O açılan ipek kucak, Safar rel- sin demir dirseği önünde inecinme- den kırıldı ve he- saplı davranan er- kek kendi yolun- dan ayrılmadı : — Sıra ona da gelir çocuk, Tlkin bir iyi an- | laşalım, Daha öğ- röneceklerim var. Kız isyan et- mek istedi, bağır- dı, — Öyle 1se çabuk sor. Filo- muzda kaç toap olduğunu mu öğ- renmek (lstiyor- sun, aakerlerimi- zin sayışmı mz anlayacaksın, ar- kamızda ne kadar yardımcımız Bulunduğunu mu soracaksın? Ne uiliyorsan açık söyle, bildiklerimi birer birer söyleyeyim de sıra bana gelsin. — Hayır küçük, hayır. Bana bunlar gerekmez. Ben, Bahâdir Şah için ne döşündüğünü anlamak istiyorum. Kızın Üzüntülü yüzü birden değişti : — Ya, dedi, bunu da merak ediyorsunuz, öyle mi? — Merak etmiyorum, #sadece #oruyorum. — Burada, böyle bir yerde onu düşünmek doğru mudur ?. Seven kadın Için şah ve padişah ancak sevgilisidir. — Güzel söylüyorsun amma arada bir pürüz var. — Neymiş bu pürüz? — Bahâdir Şahın sana tutkun oluşu ? — Buna inanıyor musunuz? — Amma yaptın ha.. Deliy gözile gören onun akıllı olduğun- dan kuşkulanır mı? Ben hergün Bahâdir Şahın yanındayım ve her gün onun ağzından senin adım duüyüyorum, — Herif, bu gidişle adamakıllı — sapıtacak. Jan, zarif bir çeviklikle yerin- den sıçradı, bir hükümdar önünde bulunuyormuş — gibi — süslü — bir reverans yaptı: — Cariyeniz, dedi, haşmetlü Rumi hazretlerine gönül verdim. Gücerat Sultanı bir yana dursun, Portekiz Kralının da aşkını terlik yapıp ayağıma geçiremem. Ve bir küme beyaz ipek gibi Safer Reisin dizlerine doğru akdı: — Şimdi, dedi, sıra benim, Değli mi? Yeğit Türk bu yumuşak bulutu yine incitmeden bir yana koydu, #özünü ilerletmekten geri kalmadı: — Sıran geliyor çocuk. Birax & burlu ol. Öbürü ağlar gibi mirıldandı: — Vakit geçiyor. Önlümüzde daha uzun sa- aller var. Aceleden birşey çıkmaz, — Peki şövalye amma soru- nun sonü gelmiyor ki. — Ben dibini ölçmediğim de- Dize giremem, boyunu hesaplıya- madığım ağaca çıkamam, yüreğini görmediğim kadına da el veremem. —- İşte yüreğim — önünüzde, Murat Yazan : M. Turhan Rola - Hadım Süleyman Bahâdir Şah Ölç, biç, tart, ne yaparsan yap. — Yapacağım, sen de bana yurdım edeceksin. — Emrediniz. — Bahâdir Şahı sevmiyorsun, öyle mi! — Seni seviyorum. Onu nasıl sevebilirim? — O seni çıldırasıya seviyor. — Bana ne? — Sana ne olur mu çocuk. O, bir hükümdar, Askeri var, leşkeri var. Hazinesi var, definesi var. Sevgisini öksür kormu hiç? — Ne yapar? — Seni zorla yenmek İster. — Hiç bir şey yapamarz. — Bir tatsızlık çıkarırya, — Benim aradığım tat sonde, Başkasının tadını da, tatsızlığımı da düşünmem. Çocuk gibi konuşuyorsun. Bahâdir. Şah bir gez kızıp ta işi zora dökerse benim seni gör- mekliğim güçleşir. Hele karda- şınin Üstüne asker çekerse ara- mıza büsbütün uçurum girer. Sen kardeşini köoyup bize gele- mezsin. Çünkü Bahâdir Şahın eli- ne düşersin. Benim olamazsın, Ben size sıgınamam. Kardaşın Beni sevişime göz yummaz. De- mekki benim hesaplı davranışım yerindedir. Bir yastıkta ömü g: b çirebilmemiz için bu Bahâdir işine düzen vermek gerektir. Ve orada birleştikleri dakika- danberi yapmadığı bir işi yaptı, kızın ikl elini kendi avuçları - içi- ne aldı: — Yarın elimden alınacak bir nimeti bugün bağrıma basmak istamem, Çünkl tadı olmaz, daha açık söyliyoyim mi? Sevmek, se- | vilmek bir düş gibi geçmemelidir. Sevişenler, gecesiz. bir gündüz içinde elele, başbaşa yaşamalıdır. Yarın kapanacak sevgi, merarın kenarında sallanan beşik gibi bir şeydir. Ben beşiğimi güllü bük büllü yerlerde kurmak İsterim. Jan ellerinin değil yüreğinin yumuşak çelikten yapılmiş bir avuç İçinde okşandığını sanıyordu. Kulağına çarpan sözleri ise a» lanlar ağrında beliren şlirden farksız buluyordu. Sarhoştu, beynil dönüyordu. İliğine kadar bir tad, bir sevinç içinde kaybetmişti. Saferin ne dediğini anlamıyordu, — sesinin” büyüsile dalgınlaşıyordu. — Onun — sustu- ğunu görünece — vaklisiz. —kesi- len bir musikinin uyancırdığı neş'esizliği duydu, sitem etti: Ç(Arkası var ) SON POSTA Nişanlılar Arasında —Ah, Alfred I. Seni kollarımın arasında isttyorum | |. Sevgilim |. sıkmak Güneş Ve Arzımız ( Baştarafı 8 inci yürzde )| meselesi vardır. Bugün heyetşinas- ların birçoğu, kürreiarzın üç bin milyon senelik — olduğunu ileri sürmektedirler. Kürrelarzın — gü- neşten ayrıldığına bakılırsa, her halde güneşin — yaşının bundan aşağı olamıyacağı, olma olsa daha olacağını kabul etmek zaruridir. Yıldızların, ömrü de, neşret- tikleri enerjinin menbamın zen- inliğine bağlıdır. Bu bapta da &l ihtimal vardır. Bir ihtimale nazaran bu enerji belki de doğ- rudan doğrüya maddenin mahvo'- masından, vücude — gelmektedir. Bugün kimse inkâr — edemez ki nohut kadar bir kömür parça- sında Normandi vapurunu Av- rupadan Amerikaya kadar götü- recek gizli ve mahpus bir enerji vardır. Fakat — insanlar henüz atümleri parçalıyarak bu enerjiyi kurtarmıya — va ondan İstifade etmeye muvaffak olamamışlardı. Belki de yıldızlarda bu atülmler kendi kendilerine parçalanmakta ve o enerji de serbest kalmakta- dır. Bu takdirda yıldızların daha milyarlarca sene — ömürleri var demektir. -öi Diğer taraftan bu enerjinin atim- | lerin parçalanmasından değil de, basit' cisimlerin tahavvülünden, mese'â idrojenle birleşerek mü- rekkep maddelerin husule gelme- mesinden doğmakta olduğu ihti- mali de vardır. Bu suretle hâsıl olan enerji ise maddenin tama- miyle mahvından hâsılcian ener- jinin ancak yüzde biri kadar olabilir. Şayet yıldızlar neşrettik« leri enerjiyi bu suretle istihsal ediyorlarsa, yaşlarının birkaç bin milyon seneden fazla olmaması İicap eder. Bugün bütün dünya fizik âlimleri, basit cisimlerin mürekkep cisim- lere tahavvülünü ve bu sırada hâsılolan enerjiyi tetkik etmekte olduklarından bu mühim meseleyi de yakında tenvir edebilecekleri ümit edilmektedir. Yıldızlar bugün herbirisi mil- yonlarca yıldızdan mürekkep ayrı ayrı âlemler, sistemler — teşkil etmektedirler ve hu sistemler gittikçe biribirinden uzaklaşmak- tadırlar. Meselâ bunlardan kürrel arzımızın bulunduğu gruba en uzak olan gurupun ziyası saniyede 186000 süratle yol aldığı halde bize ancak 230 milyon sene sonra vâsıl olabilmektedir. ve bu rup saniyede 240,000 mil sürat- fı“hîıdın uzaklaşmaktadır. Hal- buki bundan binlerce milyon sene evvel bu guruplar hep bir arada tek bir cihan halinde idiler. Ondan evvelki vaziyet ne idi? Maalesef buna dair ortaya henüz bir nazariye bile atmak mümkün olmamıştır. Heyetşinas- lar, yıldızların kaç yaşında olduk- larını ölçebilecek malümatı elde ettikten sonradır ki bunların nasıl teşekklbl ve tekâmül ettiklerini de anlamak - kabil olacaktır. HİKÂYE ——— — Mopasandan — Çeviren: Selim Tıynet —— AŞKA DAİR Marki dö Bertranın verdiği ziyafet çok neşeli geçmişti. Ye- mekten sonra on bir avcı, sekiz genç kadın ve ihtiyar bir doktor meyvalar ve çiçeklerle süslü ma- sanin — etrafında — oturmuş, — tâtlı tatlı konuşuyorlardı. Söz dönüp dolaşıp aşka ge- lince ortada büyük bir münakaşa koptu, Ezeli aşk münakaşası: bir defa mı severiz, yoksa bir çok defa mı? Herkes çenesini açarak bir sürü Jâkırdı söyledi. Ciddi olarak bir kerecik sevmiş insanlardan, beş on defa delicesine aşka tw- tulanlardan misalleri getirildi. - Erkekler, umumiyetle, - aşkın tıpkı bir hastalık gibi, insanı bir çok defalar yakalayabileceğini, hattâ bazı manilere rastlarsa ölümle de — neticelenebileceğini iddia ediyorlardadı. Bu görüş şekli hâdiselere az çok uyduğu halde, kadınlar daha ziyade işin şiir tarafına kaçıyorlar, hakiki aşkın bir kanmaya ancak bir kerecik nasip olabileceğini ileri sürüyorlardı. Onlarca aşk bir yıl- dırım - gibiydi. Düştüğü kalbi yakıp yıkan, artık hiç sevemiye- cek hale koyan bir yıldırım. Marki, hadsiz hesapsız aşka tutulmuş bir adamdı. Kadınların bu düşünces'ne şiddetle hücum ediyor. — İnsan, diyordu, bütün kak bile bir çok defalar sevebilir. Siz bana, bir kerecik sevebileceği- mizi iapat etmek için, aşk uğruna kendini öldürenleri misal gösteri- yorsunuz. Eğer bu budalalar intihar etmemiş o'salardı, muhakkak ki iyi olacaklar, — tabil — ölümlerile ölünceye kadar da birçok defalar seveceklerdi. Çünkü öâşıkhk ay- yaşlığa beazer. İçkiye — alışmış olan ondan nasıl vazgeçemezse, aşkı yaşamış olan da birdüzüne üşık olmaktan yakasını kurtara- maz. Bu, daha $i bir mizah ve bir illyat mesi dir. Nihayet ihtiyar doktoru ha- kem yaptılar, Fikrini açıkça söy- lemesini kendisinden rica ettiler. Fakat doktorun bu hususta belli, başı bir kanaatl yoktu. — Markinin söylediği gibi bu, daha ziyade bir mizah meselesi- dir, dedi. Bununla beraber ben, hiç durup dinlenmeden elli beş sene süren ve sonra ölümle ni- hayet bulan bir aşka da tesadüf ettim. Markinin karısı heyecanla e- lerini çırptıt — Güzel, çok güzell Dedi. Insan doğrusu bunün hulyasını bile yaşayamaz. Düşünün bir ker- rel Hiç durmadan elll beş sene sevilmek.. Ne büyük saadet! Bu erkek kendisini dünyanın ©en mes'ut, en bahtiyar adamı say- malıdır. Doktor güldü: — Sevilenin bir erkek oldu- gunu tahmin etmekte yanılmadı- nız Madam, dedi. Bu tamdığınız bir adam, kasabamızın eczacısı Mösyö Şuke'dir. Kadına gelince, bu da yabancınız. değildir) le- kemle tamir eden ihtiyar kadın. Her sene bir kerre şatonuza”uğ- rardı sizin, Fakat durun! Meseleyi daha etraflı anlatayım. Kadınların heyecanı birden- bire sönivermişti. Sanki aşk müm- size | | mıştı. Bu araba aymı zamanda taz ve asil İnsanlara mahsua bir şeymiş gibi, bir. fakirin sev- gisi kendilerine tuhaf geldi. Hepal dudaklarını büktüler. Dektor aldırmadı, sözüne de- vam etti; — Üç ay kadar oluyor, bir gün bu kadın tarafından çağır- tılmıştım. Kendisi arabasile bir kafta - evvel gelmiş, kasabanın kenarındaki — çayırlığa — konakla- onun eviydi. Ihtiyar bir beygiri iki tane de vardı, Ben gittiğim xaman papazı da orada buldum. Kadın hemen can çekişmek üzere idi. Bizi, son ar- zularıni yerine getirtmek — için çağırtmıştı. İsteklerini iyice anla- mamıza yardım eder diye, haya- fını anlattı. Ömrümde bu kadar tubaf, bu kadar acı bir vak'a ile hiç karşılaşmamıştım. Annesi ve babası — iskemle tamir ederek geçinirlermiş. Ev gibi kullandıkları küyük bir ara- ba ile şehirden şehire dolaşırlar, uğradıkları yerde kırık iskemler leri yaparlarmış. Kendileri çalr şirken çocüuk da paçavralar ve pislik içinde, şurada, burada yw- varlanıp dururmuş. Biraxz büyüyünce onu, kirık dökük iskemle parçaları araması için öteye, beriye yollamağa başr lamışlar. Kız, İş için verilen bu serbestlikten — istifade — ederok küçük — çapkınların — oynamağa başlamış. Yumurcaklar —aranıra — onu mahalle aralarında gördükçe taşa tutarlarmış. Bazan yumuşak kalpli kadınlar, bu sefalet içinde yüzen biçareye acıyarak, beş oN para verirler, o da bunları koy* — nundaki kesesinde saklarmış. 4 Bir gün - © zaman on bir İ yaşında imiş - bu kasabaya gol i mişler. Mezarlığın yanından ge — çerken — paralarının — çalınmasına j ağlayan küçük Şuke'yi görmüş. Yanına gitmiş. Niçin ağladığını anlayınca, koynundaki paraların hepsini çıkarıp ona vermiş. Sonra sarılarak uzun ozun göğsünün tüstünde sıkmış. Küçük Şuke bu işe ses çıkarmamış. Paranın ver* diği sevinçle gözlerini silmiş, koga — koşa uzaklaşmış. j Kızcağız aylarca bu mezarlık köşesini ve bu oğlanı düşünmlüş. Belki yine ona rastlarım diye, öteden beriden kırptığı paraları — biriktirmeye koyulmuş. İ Tekrar buraya geldikleri zaman cebinde iki frangı varmış. Şukeyl — temiz elbisesile, eczanede uslu uslu oturürken - görünce, tutkunr — luğu daha çok artmış, Fakat Mlî kolayını bulup da yanına yaklar — şamamış. Bir sene sonra ona mektebia — bahçesinde — arkadaşlarile — bilya oynarken rastlamış, Hemen üstüne — atılarak — kolları arasına — almış; — delicesine öpmeye başlamış. Şukt — korkmuş ve bagırmış. Fakat kızı — biriktirdiği Üç buçak frangı koy* — nundan çıkarıp verince susmuş: Kehndisini iatediği gibi sevmesin* razı olmuş. Ve daha dört sene böylece: biriktirdiği — paraları bu küçük -İ eczacıya (!) vererek, ondan birağ sevgi satın almak için didinmiş. (Sonu yarın ) Za BT ; iri, siyah köpeği —