ESMER GÜL Muharririr 4. R. Tetrika No.: 27 Çıkarılan Kavuk!.. Kahvde Derin Bir Sükün Vardı, Uzun Düşünceye Dalmıştı.. y İ el — Müzayaka da söz mü, hey herif... Hak erenler, kötü düş- manımı dahi o taraflara düşürme- sla. Millet, taş yasdınıb, yaprak örtünürler.. Ot yeyib, toprak çimlenirler... Kıtlık şol mertebeyi bulmuştur ki ehlin, ayale.. Ananın evlâda... Karındaşın, karındaşa rahmi, şefkati kalmamıştır. Her- kes.. - Nefsi.. — Nefsi. Çağrışur. Amma.. Bütün bu mezahim, ancak fukara halkadır. Mangırı - olan.. Yine barhanesini dağdan taştan hşurur. — Çok şükür, halimize... — Elhamdülillâh, bir lokma ekmek bulub yiyoruz. — Yiyoruz. amma. Bir de bize sor... Yediğimiz zehir, giydi- ğgimiz kefen olduktan sonra... Aşık Ibadi, sesini bir perde daha yükseltmiş.. Kahvede oturan halkın bütün dikkatlerini kendi şözlerine celbetmişti. — Yoook, evlâdlar., Bir yeyib, bin şükür edin... Neyiniz eksik, sanki... Şu şehri Istanbul, baştan başa bir güllük, külüstanlık... Herkes, işinde aşında.. Çarşılar, pazarlar alışında verişinde... Daha görmedim amma rivayet ederler., Yine Kâğıdhane âlemleri çalkanıb dururmuş.. Yine eşraf ve vüzera konaklarından zil sesleri duyulur- muş.. Vezir Ibrahim Paşa, zerk- mahbub (1) ları, Hske iİle uçurub mahbubelerin yaşmağından - içeri aşırıb gül yanaklarına kondurur- muş... Hey gidi dünya, bey.. İşte, kimine hayhay, kimine vayvay dedikleri, buna derler. Kahvede, —derin bir sükün hükümferma olmuştu. Şimdi her- kes, derin derin düşünüyordu. Çınar Ahmed, başındaki kavuğu çıkarmış.. Bayaz ter takkesinin altından soktuğu parmaklarının ucile başını kaşımıya başlamıştı. Kahve kapısından içeri girer girmez; hayatın hiçliğinl.. Ölümün, nihayet har fani insana mukadder olabileceğini hazin sesi ve mücs- sir sazile büradaki İnsanların ru- huna damla damla akıtan bu saz pairi; şimdi söylediği şu manalı sözlerle de kalblere bir düşünce vermişti. Peykenin köşesine geniş bir bağdaş kuran saz — şalri, sağ ko- lunun dirseğ'ni dizine dayamış.. Kahvecinin getirdiği uzun çubuğu eline almış.. Onu işletmekle, va yudum yüdüm kahvesini içmekle meşgul oluyordu. Alnı, derin çizgilerle buruş- muştu. Gözlerini ayrı ayrı kahve- dekilerin üzerinde gezdiriyor. , Sanki söylediği sözlerin, buradaki halkın vicdan ve imanına yaptığı tesiri anlamak istiyordu. Halk, fısıldaşıyordu.. Bu fimk daşma — uzadıkca, — çehrelerdeki hatlar değişiyor.. Gözler, daha dalgın ve düşünceli görünüyordu. Aşık Ibâdinin mazarları bir aralık halkın Üstünden kaymış; kapının yanındaki küçük sedirde, bir çekmecenin önünde bağdaş kurmuş — olan ( kahveci Ali ) ye uzanmıştı. Kahveci Alinin gözle- rinde, adeta bir şimşek çakmıştı. Şair ve kahveci. Bunlar, birkaç saniye — biribirlerine — bakmışlar; (1 O devizce geçen bir mevi altın Herkes Uzun hiç kimsenin göremiyeceği.. Gör- se de anlıyamıyacağı bir işaret çakmışlardı. Bir anda Ikisinin de yüzünde belli belirsiz. bir tebes- süm hasıl! olmüş.. — ikisinin de gözleri, garib bir mana ile do- muştu. Sedirde, Aşık Ibâdiye yakın olan gruplardan birinde fısıldaşı- lan şu mühavere; — saz şairinin kulağına kadar geliyor; bu hassas ihtiyarı, o tarafa doğru eğilerek dinlemek — mecburiyetine — sevk ediyordu. — Yüzlerini görmediği adamlar, şöylece konuşuyordu : — Âşık baba, söyler yatır.. Bilmez ki şu İstanbul şehrinin halkı, ne güna mihnet ve eziyet çekerler. — Çekilen yalnız mihnet ve eziyet olsa.. Üzstelik 1rza ve namusa taarruz da caba. — Ne o, yenl birşey mi olmuş? — Olmıyan var mı ki.. Gün geçmiyor, yeni bir garibe işitiliyor. — Hayrola?, — Canım, ne bileyim ben.. Benden me sorarsın ?. — Hele, hele., — Helesi, melesi, şu.. akşam yine bizim m yetkin bir kız kaçırdılar, — Yok, canım. — İnan olsun. — Nasıl kaçırıyorlar?, — Nasıl kaçıracaklar?. Kız, akşamın garibinde destisini almış, evine su taşımak İçin köşebaşın- | daki çeşmeye gitmiş, — Etee... — Derkesa, bir feryad kopmuş. Bir de bakmışlar ki, ne baksınlar.. Saray bostancıları, zavallı kızı sallasırt etmiş götürürler, — Allah, Allah... — Kızcağız.. ümmeti Muham- med, can kurtaran yok mu ?.. diye feryad etmiş. Bu feryad Bzerine herkes kapılara uğramış.. Bostancıların ardına — takılmış.. Bunlardan biri dönüb de halka ne dese beğenirsiniz ?.. — Ağalar! Ağalar!. Varın İşinize gidin.. Bu iş, bildiğiniz İş- lerden değildir. Devlet işidir; de- mezler mi?.. Çınar Ahmedin arkasındaki grupta oturan bir ihtiyar da, baş- ka bir şikâyelle homurdanıyordu: — Vaktile ülemayikiram, âhır vakitte bina ile zina çoğalacak derlermiş.. galiba bizler gelip © vakte çattık, Ben gencliğimde bi- liyordum ki şu kâğıdhane dedi- ğimiz berrü yaban, bir hâli ma- hal idi, Her tarafını otlar, çalılar bürümüş olduğu için, içinden ge- çilmezdi. Yaban domuzları, sürü sürü gezerdi. Hatta başka bir takım canavarlarla, (Şahmeran)ın yavrusu olan kırk kulaç uzunlu- ğundaki saçlı yılanın da orada ol- duğunu rivayet ederlerdi. Geçen cuma, bizim çoluk çocuğun sözlü- ne uydum. Limon iskelesinden bir Piyade tuttuk, Biz de kâğıthane deyüb yola koyulduk. Birde git- tim gördüm ki, ne göreyim,. orası şimdi koskoca bir şehristan olmuş. — Oldu, yaana... — Şöyle sakalımı elime aldım, O derenin kenarındaki saraylara binalara baktım. Şaşa kaldım... (Arkası var) SON POSTA _Sarfıoş İsteği Bu Şoför — Taksi, bayım?. Sarhoş — Taksi?.. Hayır.. Ben otomobil İstemiyorum, tren Istiyorum. İktısad Haberleri Yugoslavyaya Gelen Seyyahla- rın Adedi Artıyor Belgraddan yazıyorlar: 1934 yılında yukarı Ad- riyatik — kıyıların- daki — Yugoslav “İ kaplıca ve plâjla- rını ziyaret eden Turist miktarı hakkında İstatistik çıkarılmıştır. Turist işlerini inkişaf olisi tara- fından yapılan bu istatistize gö- re geçen yıl bu sahillesi 59.205 seyyah dolaşmıştır. Bu mikdar 1933 yılındakine bakarak 6.663 kişi veyahud yüzde 13 fazladır. Bu 59 milyonun 27 milyonunu bizzat Yugoslavlar teşkil etmek- tedir. Geriye kalan 30 milyonun ise 85 binini Avusturyalılar; 11 binini Çekoslovakyalılar; 9 bini- ni de Almanlar teşkil etmektedir, Geriye kalan mikdarın da başın- da Polonya ve Romanyalılar ge- mektedir. Bu geçici seyyahlardan başka yukarı — Adriyatik — kıyılarında yerleşmiş yabancıların sayısı 35 bine yaklaşmaktadır. * Sovyetlerin Almanyaya 1934 yi altın ihraca- e SNY :ındı bir. çoğak ma bulunmasına rağmen diğer kıy- metli madenler ihracatında hisse- dilecek kadar bir gerileme var- dır. Meselâ platin ihracatı yıldan yıla azalmaktadır. *41933 — yılında 1957 kilo olan platin ihracatı 1934 yılı - onbir ayında 534 kiloya; 1.010.514 kilo olan gümüş ihra- catı da 294,965 kiloya düşmlüüş- tür. Bu son iki maddenin verimi altına kıyasla noksan olduğundan bu umumi artış ve azalmanın neticesi Sovyet dış ticaret bilânço- suna İehte bir tesir yapmıştır. grneeLeRERNEACEDAELENNAnaNnsease nnn dENASELENAAAEELEneRALaNı TAKVİM Gün — CUMARTESİ — Kasım 28 23 ŞUBAT 936 108 Arabi Zilkade 1358 abat — Vakit |Ezant Vasatti Güneş (1254 | 6 45 | Alış: Öğte |( 68612 27)| Yatsı Ttndi |V S7 ( 18 20 )) İmcak e platin ihre- catı geriliyor esı (aa Dw | 806 HİKÂYE Ei] Bu Sütunda Hergân Yazan: SIKINTILI ADAM Erkenden bana gelen bir tanı- dıkla konuşuyordum. Ellerinin ve sesinin beni avlamak için takın- dığı iğretilik ve yaptığı boş gü- rültüleri ilk gören onu bana yakın sanabilir.JSaat de dokuza gelmişdi. — Ben aramasam sen sormı- yacaksın bu adam ne yapıyor de- miyeceksin gibi sözler savurub duruyordu. — Aman bir sıkıntın olmasın da demiş bulundum. Zavallı sıkıntılar içinde buna- hyormuş. Anlatmıya koyuldu: Kardeşim bu yapı İşlerinden bıktım. Şimdi de kendime bir apartıman yaptırıyorum. Bitmez tükenmez bir çile. Merdivenleri beğenmedik. Bozdurduk, mermer koyduruyorum. Elektrik Enstalas- yonu istediğim gibi olmadı. İşi şimdi daha geniş tutuyoruz, Ban- yo odası ufak olmuş, büyütüyo- rum. Kadını götürmüştüm. Boya- larını beğenmedi. Salonu yeniden vişme çürüğüne çeviriyoruz. Elbette bu eksikliklerden pat- hyacağım. Buz dolabının yerini de önceden tasarlamağı unutmuşuz. Bakalım ne olacak. Yüzüne baktım kıpkırmızıydı. Öfkesinden ve sıkıntısından bu soğukda — terliyordu. Demek ki Apartıman yapdırmak iyi değildi. Ben de onun gibi sıkılıb terliye- cekdim. Iyisi mi bu kuruntulardan vazgeçmelidi. Baksanıza adamca- ğız utanmasa ağlıyacaktı. — Peki, dedim, mobilyaları ne yapdınız. — Sorma kardeş dedi. İlk aldıklarımı kadın — beğenmedi. Hepsini geri gönderdim. Yolda kırılanlar için de boş yere altmış lira cereme verdim. *Iİçimden — bizim evin döşeme parası diyordum,,. Hiç olmazsa iki günde bir mobilyacıları dola- şıyoruz. Geçenlerde koltuk, masa, dolab ve perdelerile bir kompile döşemeye iki bin lira istediler. Nasıl verirgdin. Daha telefon da alınacak.. Ana tel çekileceği için iki yüz lira istiyorlar. Ne yapa- cağım bilmem... Öyle canım sıkılıe yor ki.. Ötekiler şöyle, böyle.. Telefon olmazsa ne yaparız. Ka- dın ben gidince apartımanı tele- fonsuz nasıl çevirecek. Bir adam alsak o da telefonun yerini tut- maz. Çok üzülüyorum. Biraz de- dim sana uğrarım da belki bana bir kombinezon bulursun. Tanı- dıkların varsa bana şu iyiliği et de telefonu daha ucuza koydu- valım., Ben de bu kadar sıkıntı İçinde bunalan arkadaşa doğrusu acıdım. Düşünüyordum. Kapım vuruldu. O, ayağı tutuk gene, yine geli- yordu. Sağ ayağını, oynak yerin- den kaynamış gibi kımıldatamı- yor solile gövdesini sürüklüyordu. Süklüm, püklüm iskemleye ilişti. — Gel, dedim, arkadaşımız yabancı değil. O da senin gibi bir komşumuz.. İyilik etmemiz İçin gelmiş, bizden yardım istiyor. lstiyor amma paramız kalmadığı için isteğini yerine getiremiyoruz öyle değil mi? Arkadaş gencl sıkmamak için çevirdiğim bu ufacık manevrayı karşı kekeledi, ya, dedi onun için gelmiştim. Genc adam biraz daha çök- müş gibiydi.. Esmer ve sevimli yüzünde içinden geçen fırtınanın izlerini görüyordum. Kimbilir lâ- kırdı söylemek için dili ağzındâ ne kadar döndü. — Sıkılma oğlum, arkadaf yabancı değil.. Bu yarım sağlıklı Anadolulu gencin bugünkü kadar, gözlerinlü içlenib derinleştiğini görmedim. — Eğer, dedi, size içimi dök* mezsem ezileceğim. Bakın. Baktık. Ceketinin altındakl karışık örtülere benzeyen, minta* y nını çekiştirdi. Göğsünün ortar sında bir yer açtı ve çamur rem” — ginde bir bez gösterdi. Bu onut İ fanilasiymiş. — Tam bir yıl var ki bu far nilâyı değiştirmeden giyiyorum- Ben adam değil miyim?, Yata* cak yerim de olmadığı için, pat> ron ve adamları gittikten sonrl ben kalıyorum ve iskemle üstün” de geceyi geçiriyorum. Yan gözle arkadaşa bakır yordum. Kırmızı rengi silinmi$ ve yüzü sararmıştı. Öyle anlaşı* hyordu ki birkaç yıl önceki bu gence benzeyen yaşayışımı ani" yordu. Duramadı telefon kombi nezonunu beklemeden yanımdaf ayrıldı ve gencin yüzüne bakma” dan çıktı gitti. Boş ve değersie | kafasını dolduran telefon maki* nesinden kurtulub da beş 65 kuruş veremedi. Ben yine Bu zavallı gencle, gendi düşüncele” ı rimle yalnız kaldığım gibi, onl — birkaç parça çamaşır uydurmak — için baş başa kaldım. Ve nasıl yapıb da bir eyilik yapayım diy? — düşünmekten terledim. Çocuk Esirgeme Kurumunun | Bir Dileği Din bayramlarında yapılan tebrik ve ziyüret masraflarını — “Çocuk e Kurumu, na vermen” rica ederiz. ı Ricamizi kabul edenlerin isimlefi bayramdan evvol Genel — Merkt' tarafından gazetelerle tebrik ve ziyaretlerini sayılacaklardır. Avrupa Ve Amerikada ölü çelefi leri, düğüü Dödiye” masrafları M çocuklar ve yoksullar kuruml! 'a verilmektedir. Yurdamuzda adetleri sayısıt yoksul yavrucuklar için çok d olacak bu usülün — benimsenin! ve yayılmasını — dileriz. Aıîğv bulunan Ge Merkez - tarı para alınmaya başlanmıştır. Kurban bayramı 15 Marta .»ıy bareee ee eee a enm n erenne n ereekalener ee deceN i Nöbetci Eczaneler İstanbul tarafır — Şehzadeb#lir (Asaf), Aksnrayda ( N_unlı BŞ nekapıda (Arif), — Şehremin! Hamdi), Samatyada (Rıdvao), pazarda (Hüzeyin Hüsnüh (Emilyadi), Lâlelide (Sıdki) lunda (Übeyd), Yemişte ( Bakırköyünde (Hilâl), Bey' Taksimde noumw_—-dşr ahat? Tepebaşında (Kinyolih TaTL Şi (Tarlabaşı), Galatada (KP'T Ğ ycak lide (Şişl), Kasımpı yaral Hahlcıoğlunda (Halk). Modada (Fnik İskvı geak Bi e