Hilâl -ve - Zambak Büyük Tarihi Roman Muharriri: A. R. Rahibin No 38 Sözleri!.. Rahip Sükünetle Anlâtıyordu: “Yegâne Yapılacak İş Hilâl İle Zambağı Şimdilik size vereceğim havad's bundan ibarettir. Esir Fransuvaya karşı daha sıkı tedbirler ittihaz ediniz. Onun herbangi bir şekilde firarına veya hariç'e muhaberesine meydan — vermemekle — beraber sakın öldürmeye de tekrar te- şebbüs etmeyiniz. Ölüm, onu bir anda kurtaracaktır. Fakat elimize geçecek — vesaikle onu — itham etmek, ebediyen hacil ve mahçup yaşatacaktır. Zatihaşmetlerine en derin bir | hulüs ve sadakatle merbut olan bu âciz oğlunuz ve hürmetkâr evlâdınıza — itimat rica eder.. Orada bulunduğunu haber — verdiğiniz, İgnas Dö Löyula hazretlerinin buraya gek melerini temin buyurmanızı da istirham eylerim. Haşmetlü impe- ratorum, sevgili pederim. Don Joze Bu mektubun okunmasını, de- rin bir süküt takip etmişti. Bu sükütu, ilk#defa olarak Şarlken ihlâl etti: — Bilir misin muhterem pe- derim; hayatta en çok teesslif ettiğim bir şey varsa o da, Don Jozenin, gayrimeşru -evlâdım ok masıdır. — Avrupayı baştan başa kanlıyan.. Amerikanın en zengin toprakları üzerine yayılan.. hülâsa üzerinde — güneş büyük imperatorluğum, korkuyo- rum ki ben öldükten sonra inhi- | Iâl edecek. — Fakat, eğer Don Joze meşru evlâdım olsaydı, şüp- hesiz benden sonra yerime geçer; zekâ ve dirayetile bu geniş im- paratorluğu idare eder.. Belki de... Şarlken, sözünü ikmal ede- medi. Derin derin içini çekti. Rahip Löyülâ, sükünetle ce- vap verdi: — Mukadderatı ilâhiyeyi İıg— yir etmek, kimsenin elinde değil- dir, haşmetmeapl... Eğer günün birinde İstanbulu zapteder ve Bizans tacını giyerseniz, Almanya Amparatorluğunu ona hediye eder- siniz, Ve bu da.. m elzemdir. Malümu haşmetinizdir ki — orada Protestanlığın günden güne art- ması, bizim için büyük bir teh- like teşkil etmektedir. Şimdilik yapılacak iş, Türklerin Hiâli ile Fransızların Zambaklarını birleş- tirmemektir. Hele, Hilâlin nuru sönsün.. Zambakları yaprakları da dökülsün.. O zaman, herşey sizin olacaktır. Bizans imparatorluğu.. Asya Şehinşahlığı.. ve hattâ, bü- Hin dünya milletlerine mukaddes kilisemizin altın mihrabı önünde diz çöktürecek olan (Cihan Hü- kümdarlığı) , yalnız sizin olacaktır. * a Madritte, Şarlken sarayının müzeyyen — salonlarından birinin köşesinde bu sahne cereyan eder- ken on üç atlıdan mürekkep bir kafile, Macarisan taraflarını baş- tan başa geçmiş; Bosna hududuna tekarrüip etmişti. Günlerdenberi devam edan düz ve geniş ova- lara mukabil, şimdi uzaktan yak çın kayalı dağlar, — belirmişti... Yollar, gittikçe daralıyor, bazı yerlerde, müşkülâtla geçilen bir patika halini ordu. Bu kaya- lıklar arasındaki parça parça sık ormanlarda bazan yollar biribirine karışıyor, kafilenin önünde giden buyurmanızı | batmıyan bu | Birleştirmemektir. ,, iki yerli kılavuz - bile tereddüt ediyor, yolü bulmakta müşkülât çekiyordu. Bu kafile kâmilen ©o devrin en müzeyyen elbiselerini giymiş- | der; Fransa Kiralının has ahırla- rında bulunan en kıymettar atlara binmişlerdi. Bu cine atlar, Os- manlı Padişahı Sultan Süleymana hediye götürülüyordu. Bunlardan başka bir takım yedek hayvan- larında da bir takım — sandıklar, denkler görülüyordu ki: Bunlar da Padişaha giden hediyelerin diğer kıaımlarını teşkil ediyordu.. Fakat bu hediyelerin en kıymet- lisi, kafilenin reisi olan şövalye Cemin koynunda idi. O da, Bi- rinci Fransuvanın daima parma- ğinda — taşıdığı - ve, şövalye — ile annesine yolladığı - dünyada bir tek eşi daha mevcut olmıyan ya- kut yüzükten ibareti... Şövalyenin koynunda, bu yüzükten maada iki de mektup bulunuyordu. * Bu- nun biri Madritte Birinci Fran- suvanın, kendi elile Sultan Süley- mana hitaben yazdığı mektuptu. Digeri de, kıralın valdesi tarafın- dan Osmanlı Padişahına takdim ediliyordu. Şövalye Cem, bütün bu hedi- yelerle mektupları İstanbula gö- türerek Sultana, ve onun pek sevgili sadrazamına takdim ede- cek; Francsa naibel hükümetile, esir kıral namına barı gizli şeyler de görüşecekti. Şövalye, —böyle bir vazifeyi derühte — ettiğinden dolayı — fev- kalâde memnundu. Çünkü daima hayalinde tecessüm ettirdiği İstan- bulu bu vesile ile görmüş olacak., | Babası olan Sultan Cem'e, oka- | dar vefasızlık gösteren hanedanı- nın efradını da tanıyacaktı. Şövalye, oynak atının üstünde dim dik duruyor; zihni, ve fikri, tatlı hayallerle meşbu olduğu halde, önünde giden klavuzların arkasından atını sürüyordu. Bir- denbire omuz başında Antuvanın sesi peyda oldu. Ağır dantellerle | müzeyyen mor kadife elbise giy- miş, ve atının Üstüne pek çalımlı bir surette yerleşmiş olan Antu- van, uzun ve kırmızı tüylü şapka- sani büyük bir xzarafetle savurup Şövalyeyi selâmladıktan sonra: — Şövalye hazretleri, bazı ma- ruzatta — bulunmama — müsaade | buyuruyorlar mı? diyordu. Şövalye Cem, kaşlarımı verdi.: — Antuvan . Sana birkaç defadır. söylüyorum. Şu şövalye- liği muvakkaten unut. Kon dö çatarak — cevap | Pari, de. Bu seyahatten avdet edinceye kadar benim böyle olacak. — Ah efendim, sizin şöval- yeliğiniz benimn azarımda okadar adım, büyük ki, Kıral unvanı onun | yanında küçük kalıyor. Fakat mademki siz emir buyuruyorsunuz, tabi, itaat edeceğim.. Evet, Kont hazretleri. şunu arzetmek İstiyorum kâ, bugün ayın on üçüncü günü olduğunu hatırladım. — E, ne alur ayın on üçüncü | günü olursa ?. — Belki de hiçbir şey olmaz. Lâkin on üç olan yalnız ayın bu günü değil.. Şimdi saydım, biz de tam on üç kişiyiz. n ( Arkası var ) Yalovaya Giderken ... — E, evi böyle karmakarışık mı bırakıp gideceksin!.. — Daha iyi yal hırsız gelirse kendisinden evvel evin soyuldu- ğunu zannederl.” Macarlar Rumen- lerle Bir Anlaş- ma Yapacaklar Macaristanla Romanya arasın- Macar - Ra-| da d'.çı"k Şubat ğ ayında takas esa- we Übürüt ııyııı dayalı olarak | anlaşması | bir ticaret anlaş: ması yapılmıştı. Bu anlaşmanın müddeti gelecek Mayısta bitecek- ti. Fakat yapılan istatistikler bu anlaşma neticesinin Macaistan aleyhine çıktığını ve geçen 1933 senesi allı ayına nazaran bu sene Macaristanın Romanyadan 100 | milyon ley (1,250,000 Türk lirası) kıymetinde daha fazla mal satın | aldığı görülmüştür. Bu hal Macarların canını sık- miştir. Bu anlaşmadan — maksat Romanya ile olan ticaret bilânço- sunu denk bir hale sokmak oldu- ğuna göre son vaziyet bu iİşte böyle giderse bir fayda olmadr gını meydana koymuştur. Bu münasebetle Macar hükü- metl Romanyaya müracaat ederek mer'iyette olan ticaret anlaşma- sının değiştirilmesini — istemiştir. Bu husustaki müzakerelere Eylü- lün son on beş günü içinde Bük- reşte başlanacaktır. * Sofyadan yazılıyor: Almanya ile ns esasına dayalı olarak ya- pılan — tütün an- İaşmasının — mey- birer anla- | dana koyduğu tat- şıyorlar | bik projeleri de ortadan kalkmış ve anlaşma iki tarafı da memnun edecek - bir | şekilde tatbik edilmiye başlam- mıştır. Diğer taraftan Macar, Çek ve Avusturya firmalarile Bulgar hü- kümeti arasındaki ihtilâflı nokta- lar da halledilmiştir. Bu sebeple Çekoslovakya, — Macaristan — ve Avusturyaya yapılacak — Bulgar tütün ihracatı hakkındaki muka- veleler de imza edilmiştir. Bulgarlar tütün alan- larla birer | tanberi arkadaşına söylemek iste- | NöreALARALEYALACARALALRANLE Tabiatiniti öğrenmek istiyorsamız” resminizi bu kupondan 10 adet ile birlikte gönderiniz. - Restuiniz | | traya tâbidir ve iade edilmez. XP Ş | KÜÇ —Hayır, hayır ilkbaharın böyle | tüzel bir gününde mektebe gidil- nez! ' İki küçük yaramaz hızlı ve se- vinçli adımlarla mektebin biraz ilersindeki kırın yolunu tuttular, Yürürlerken Luigivio: — Babamın ne güzel bir bas- tonu var. Hem de tepesinde fildi- şinden işlenmiş bir kurt kafası var dedi. Carlo: — Evet gördüm. Diyerek çok- | mediği bir sırrı ağzından kaçırdı. — Nerede gördün? Hem ba- bamı nereden tanıyorsun? Karlo sustu. Bu sükütta esrar- engiz bir mana gizliydi. — Söylesene ? — Hayır. Luigi arkadaşının üstüne atıla- rak onu hırpalamıya başladı. Bir aralık Carlo Luiginin elinden kur- tuldu ve kaçmağa başladı. Bu deli koşuşta kızgınlıklarının sebe- | bini unutmuşlardı, biraz sonra durdular, Luigi yalvararakı — Söyle; babamı nerede kör- dün? Dedi. — Söylemem. Çünkü benim söylediğim işitilirse annemden da- yak yerim. — Hayır, hayır kimseye bir şey söylemiyeceğimi vadediyorum. O zaman Carlo ciddi bir ta- vur takındı ve: — Mahallemizde bir madam var. Babanı her zaman onun evi- ne gelip giderken görüyorum. Bu madamın bir de küçük kızı var, Babanın ismi Giorgis olduğu Için onun ismini de Giorgia koymuşlar. — Kız mı?.. t — Evet; belki de kız karde- şindir. — Nasıl? küçük mü? — Üç yaşında kadar var, Sa- na o kadar benziyor ki saçları se- ninki gibi kumral, — . Luigi kızardı. Arkadaşına kar- gı mahcup olmuştu. Fakat ayni dakikada zihninde bir düşünce şimşek gibi yandı, söndü: kız kar- deşi. Ne zamandanberi küçük beynini yoran düşüncelerden biri- si de bu idi. Bir kaız kardeşine sahip olmayı ne kadar arzu edi- yordu. Kardeşleri olan çocuklara öyle kıskanç nazarlarla bakıyor- du ki... - Sevinçten kalbi titredi - şimdi.. — kendisinin de vardı., ve yaşıyordu.. ve kendisine ben- ziyordu. Günler geçiyor, onun yegâne arzusu, hiç olmazsa hem- şiresini bir defacık görebilmek, onu kolları arasına almak, öp- mek ve sevmekti. Bazı defalar bu düşünceye ©o kadar daliyordu ki, annesi ona bir şey söylerken o, kurduğu tatlı hayallerle meş- gül, gülümsüyor ve kendi ken- dine : — “Benim de bir hemşirem var. Bir hemşirem... Hem de ba- na benziyen !.. Diyordu. Bir gün zihninde çoktanberi tasarlayıp arkadaşına söylemiye cesaret edemediği cüm- | leleri nihayet söyledi : — Carlol O kızı görmek istiyorum ki,.. — Bunda bir zorluk yok kl Mürebbiyesi her sabah oynaması için bizim evin yanındaki bahçeye götürüyor. Yalnız güç bir şey varsa.. O da mektebi asmak. — Yarın jimnastik var. Yarın gideriz. Gittiler. e kadar Nihayet kardeşini ı İ Bu Sütunda Hergün ğ İtalyancadan nakleden: H. Rauf ÜK HEMŞİRE gördü ve şimdiye kadar hiçbir suretle duymamış olduğu sevinci, © gün duydu. Her sabah mektebe giderken, müphem bir his onu bahçeye doğru sürüklüyordu. Ar- tık Glorgiua da onu tanıyordu. Onun geldiğini görünce, ismile çağırıyor ve karşılamıya gidiyor- du. Yine bir sabah kardeşini kucağına almıya çalışırken, cad- deden otomobille geçen babası bu sahneyi gördü: “ Demek oğlu biliyordu! Aca- ba ona kim söylemişti?,,. Tabit şimdi gidip annesine herşeyi saf- vetle açacaktı ve bu suretle aile- nin arasına bir soğukluk girecek- ti. Karısını iyice bilirdi. Kendisini kat'iyyen affetmiyeceğinden emin- di. - Ah - diyordu. Keşki anne- sine bahsetmese... Fakat çocuğa nasıl söylemeli? Bu meseleyi ona — nasıl anlatmalı? Evet çocuğuna söylemeliydi: “—Luigulol sakın annene birşey söyleme, sonra o, çok, pek çok kederlenecek, bu, ikimizin arasın- da kalacak bir sır olmalı; sen şimdi anlıyamazsın. Fakat büyü- düğün zaman ben sana her şeyl izah ederim o zaman işin içyüzüne vakıf olursun,, çocuğa bu şekilde söyliyecekti, — otomobilden indi, etrafına bakındı oğlunu göremedi. Küçük kız babasını görünce he- men ona — doğru koştu. Adam küçüğü — kolları arasına aldı ve mürebbiyeden Liugino hakkında malümat istedi. Mürebbiye: — Şimdi gitti - dedi- çok iyl bir çocuk, her sabah buraya ge- liyor Giorgino ile beraber oynu- yorlar ve küçüğe “ hemgşirem ,, diyor. O halde oğlu bu meseleyi daha evvelden biliyormuş. Demek annesine bahsetmemişti. O halde bahsedilmiyecek bir şey olduğunu anlamıştı. —Oğlunun — kendisine yataklık — yaptığını düşünerek kızardı. “ Bu işin vehametini acaba hangi noktaya kadar idrak ede- biliyor,, diye dalgınlaştı. Bütün bu düşünceler arasında oğlunun o küçük kıza, o zavallı isimsiz yavruya, kendisinin gizli sevmiye ve evinden, kabahatin ve iğfalin gölgesi gibi uzak — tut- mıya mecbur olduğu © mahlüka karşı duyduğu ve beslediği mu- habbeti düşünerek kalbi parçar landı. Çocuğun annesine ifşa ete miş olmak ve karısının bu sırdan haberdar olmak korkusu, onu bir an rahat bırakmıyordu. Korkarak eve girdi. Karısının sert ve hu- sumetkâr bakışlarında, İşitmesine az kalan tekdirin ağırlığını fark eder gibi oldu. Sessizce masaya oturdu. Her zaman tatlı, tatlı konuşan karısı bugün mutadı o- mıyan bir. sakinlikle susuyordu. Bir an sessiz durdular sonra karısı: — Bu sabah fazlasile kede- rimi mucip olan bir şey Ööğrem dim -dedi- benim bir kimseye itimadım vardı. O da beni şeref- sizce aldattı. Adam sarardı. NP hayetsiz bir ıstırabın vermiş olk düğü ağırlık altında — ezildiğini hissetti. Karısının yüzüne bakar" ken müphem bir hissin vermiş olduğu korkudan titreyen elindekl çatal bir saat tıkırdısı gibi tar — baklara 'çarpıyordu. ( Devamı 11 inci sayfada )