| "eT — L Muharriri: A. R. No 1 28 < D Kıraliçenin Huzurunda .. — Şövalye, Kıraliçenin Bir Sözü Karşıı;n;lı Âdeta Sen- delemiş, Ne Söyliyeceğini, Ne Yapacağını Şaşırmıştı,, — — Şövalye, kalbinden geçen bu Aözleri ikmal edemedi. Kapının önünde duran mabeyinci: — Buyurunuz — efendi. Sıra, Bizindir. Dedi. Kıralıçe, salonun ortasında ge- niş bir masanın arkasında adeta kaybolmuş gibiydi. Gözlerini Şö- valyeye dikmişti. Zayif ve yor- gun bir sesle: — Geliniz mösyö.. Iyice yak- laşınız. Şuraya oturunuz. Şu san- dalyeye... Kıraliçe, şövalyeye masasının tam önündeki sandalyeyi göster- miş, gözlerini de onun çehresine dikmişti. Bu zeki kadın, acaba şövalyenin — simasındaki infialin manasını mı hissetmişti?. Yoksa, az kalsın evlâdının hayatına ve Fransanın felâketine mal olmak ihtimali bulunan ham ve kaba sofuluğuna mı nedamet — eyle- Mmişti ki: — Sizi, müteessir görüyorum; mösyö... Bunda da hakkınız yok değil. Çünkü, deruhte ettiğiniz Yasani bir vazifede, hoşa gitme- yecek bir müşkülle karşılaştınız. Akşam size birdenbire verdiğim cevabın vicdani zevkinizi haleldar ettiğini anlamamak kabil değildi. Fakat görüyorsunuz ki, düşünceler kuvvet buldukça, İşler daha iyi yoluna giriyor. Söyleyiniz bakalım, şimdi ne yapılmasını arzu ediyor- sunuz?.. Şövalye, bu sual karşısında adeta sendelemişti. Ne yapıla- cağını bizzat Kıraliçenin düşün- mesi lâzımgelmez mi idi?, Artık şövalye, kalbindeki huşünet ve infiali zaptedemedi : — Madam !.. Yapılacak bu kadar mühim ve muazzam bir İşte, ( Fransa nâibet hükümeti ) hazretlerine yol gösterecek kadar küstah ve cür'etkâr değilim.. Bedbaht oğlunuzun size hitaben yazdığı mektup ile bu mektuba itimat etmeniz için beraberce gönderdiği yüzüğü — zatihaşmeti- nize takdim ettim. Artık ben size karşı vazifemin hitam bul- duğunu zannediyorum. Bundan sonra yapacağım bir iş varsa, artık o da yoluma devam etmek.. Istanbula kadar gitmektir. — Siz.. Bizzat Istanbula kadar mı, gideceksiniz. — Evet, Madam. — Şu halde, orada bir şeyler yapabileceğinizi ümit ediyorsunuz, öyle mi?. — Belki madam... — Fikrinizi biraz izah eder misiniz?.. — İstanbula gideceğim.. Ve doğruca Sultan Süleymana müra- caat ederek, oğlunuzun ona yaz- dığı mektubu vereceğim. Ve, amcamın şevketli torunu!,. Fransa karalı, senden imdat bekliyor.. Kendisini bu felâketten kurtar« manı istirham ediyor... Türklüğün şerefini tarihin ebedi sayfalarına kaydedecek olan bu fırsatı kaçır- ma; diyeceğim, — Mektup mu dediniz.. De- mek sizde oğlumun bir mektubu daha var. — Evet madam, Sultan Süley- mana hitaben yazdığı mektup. Kıraliçe, hafif hafif başını salladu — Zavallı Fransuva... Diye mırıldandı. Birkaç dakika, sükün içinde geçti.. Kıraliçe, dalgın ve düşün- celi Şidi. — Nihayet, — birdenbire başını kaldırarak: — O halde Mösyö, şöyle bir şey yapalım.. Sizi resmi bir elçimiz sıfatile İstanbula yollaya- yım. — Bu, — tehlikeli bir — iştir madam. — Niçin?.. — Çünkü — derkal — Şariken bundan haberdar - olabilir... Şüp- hesiz haberiniz vardır; bence bugün Paris, Şarlken casuslarının iştilâsı altına girmiştir. Kraliçe, derin derin İçini çekti. Önüne bakarak: — Maalesef böyle.. Bunları takip ediyoruz. Fakat, pek azını ele geçirebiliyoruz. Evet, hakkınız var, Bu casuslardan mümkün mertebe içtinap elmemiz lâzımdır. — Ancak, şöyle birşey olabi- lir madam. Sultan Süleymana siz de bir mektup yazarsınız. O mektubu da ben alırım. İstanbula gider Sultan Süleymana takdim ederim. Yalnız bu meselede be- nim ismimin tamamen mektum kalması elzemdir. — İsminizin son derecede gizli tutulacağına emin olabilir: siniz, Şövalye,.. Konuşmanın bu son kismi, Şövalyenin biraz gururuna doku- nur gibi olmuştu. Bunun için bi- raz izahat vermek mecburiyetini duydu: — Hatırlarsınz. ki Madam, babam Sultan Cem ile amcam Sultan Bayezit arasında çıkan saltanat kavgası, zavallı babamın gürbet ellerinde sefil ve perışan terkihayat etmesile hitamı bul- muşta... Şimdi, Sultan Cemin oğ- lunun bir Fransa sefiri olarak İstanbula gitmesi, gerek padişaha ve gerek onun etrafındakilere bir evham ve endişe verebilir. O za- man hiç şüphesiz ki, götüreceğim mektuplar, bir hileye atfedilir. Bundan da oğlunuzun zarar gö- receği şüphesizdir. Kıraliçe, Şövalyenin bu saf ve dürüst mütalâası karşısında daya- namadı. Ayağa kalktı. Ellerini şövalyeye uzattı: — Fakat mösyö, bu sizin için pek tehlikeli bir iştir. Ya orada sizin, Sultan Cemin oğlu olduğu- nuzun farkına varırlarsa... — Derhal parçalıyacaklarına.. Ve yahut, ebediyen çıkamıyaca- ğım bir zindana atacaklarına eminim. — Şu halde?.. — Gideceğim.. Çünkü, söz verdim.. Kıraliçe, heyecanla - tiltreyen bir sesle bağırdı: — Veriniz, Ellerinizi mösyö.. Bukadar mert ve nectp ruha ma- lik olan bir Türkün elini sıkmak bahtiyarlığını hissedeyim, * Salonun duvarının arka tara- fında,. Diyan dö Puvatye, ayağa kalktı. Duvardaki doliEin Öörtü- sünü kapadı. Afrodit kadar gü- zel çehresinde, vahşi ve muhteris bir tebessüm uyandır .— İşler çok uygun gidecek. Diye mırıldandı. (Arkası var) lÖİiı'rse : 120 Kiloluk bu evde bıraktığın boşluğu hiç kim- se dolduramaz, —Ah karıcığım, senin Dünya İktısat Haberleri Macaristanın Zahire Rekoltesi | Zahire ziraatile Merkez! Av- rupada şöhret ka- zanan Macarista- nın bu seneki re- koltesi geçen yıla nisbetle bozuktur. Şimdiye kadar elde — edilen istatistik neliceleri ile geçen yılın Bu sene işler haylı bozuk rakamları mukayese — edilecek olursaa — bu - vaziyet — kolaylıkla anlaşılır : 1933 1934 Milyon — Kental Buğday — 262 16,5 Çavdar 9,5 49 AÂrpa B,4 4,3 Yulaf 3,5 21 Budapeşte harici ticaret dairesi 1 Temmuz 1934 nihayetine kadar olan ihracat hakkında bir istatis- tik neşreylemiştir. Buna nazaran 1933/34 senesi buğday ihracatı bir sene evveline kıyasla 1,3 kental nisbetinde bir artışla 7,1 milyon kentale çıkmış, çavdar ihracatı ise 1932/33 de 0,7 milyon kentalden 1933/34 senesinde 1,6 | milyon kentale yükselmiştir. | * Birleşik — Amerika'nın 1934 Temmuzundaki ih- 'A’;::::.vd: racatı l%luoı?fı 1 v ba ithalât dolar, i 23 milyon 341 bin 977 dolardır. Geçen 1933 Temmuzun- da ihracat 144,108.767 ve ithalât 144.980.034 dolar idi. Geçen 31/7'de biten 7 aylık ihracat 1.197.856.915 ve ithalât 990.671.102 dolardır. 1933 sene- sinde ayni müddetle — İhracat B13.438.098 ve ithalât 735.071.510 dolardır. * Amerikanin Temmuz ayına alt neşrolunan — tütün istatistiklerine gö- re Amerika birle- şik — hükümetleri | sigara senayiinde büyük bir inki- şaf görülmektedir. Geçen Temmuz ayındaki imalât 11,355 milyondur. İmalâtın 1933 Temmuzunda 9,526 milyon adet olduğu düşünülecek olursa yüzde 19 olan bu artiş nis- betinin ehemmiyeti göze çarpar, 1934 senesi yedi aylık neticesi de ayni seyri göstermektedir. ve artış nisbeti 1933 senesi muadil ayları neticelerine nazaran yüzde 9,8 dir. * Londradan yazıyorlar: Lizbon- Portekiz ve | dan elen haberle- re Portekiz hükümeti — Japon mallarının gerek Japon dampingi Portekiz ve gerekse Portekiz mils- temlekelerindeki dampingına niha- hayet vermek üzere bugünlerde bazı tedbirler almiya karar ver- miştir. Bu Sütunda Hergün Yazan: İsmet — Hulüsi ELADO MARİKA — Ben şu Evkaf idaresinde yirmi beş senedir hizmet ediyo- rüum, bunun gibi bir memur gör- medim. — Hiddetlenmeyin Mümeyyiz | Bey; daha gençtir, cahildir. — Gençlik ne demek, cahillik ne kelime? Biz de genç olduk, biz de cahildik, amma böyle haltlar etmedik. Edepsizin; zilzurna sarhoş olup kokonayı koltuğuna taktığı yetişmiyormuş gibi, bir de | bizim #evin önünden pencereye bakıp : “*— Bonsuvar Mümeyyiz Bey,, | demesi var. Şeytan ne dedi bilir misiniz? Kaldır da penceredeki saksıyı kafasına at! — Ne diyorsun Mümeyyiz Bey. Ya adamın kafası kırılırsa ?. — Böylelerinin kafasını kırmak | sevaptır. * Mümeyyiz Necati Beyin, aley- hinde atıp tuttuğu adam, bir ay evvel işe başlayan bir memurdu. Esasen daha ilk geldiği gün Mümeyyizin gözü pek tutmamıştı. Kaş gibi inceltilmiş bıyıklar, pudralı bir yüz, bol paçalı bir pantalon bütün bunlar onun hiç hoşuna gitmiyen şeylerdi; adını sorduğu zaman sadece: — Hüsamettin! Demiş, isminin arkasına ben- deniz kelimesini ilâve edip: — Hüsamettin bendeniz; de- memişti. Halbuki bir memurun, âmir karşısında bendeniz, zatıâli- niz tabirlerin! kullanmadan ko- nuşması — terbiyesizlik — değil de nedir? Asıl fenası, Hüsamettin Beyin mümeyyizle ayni semtte oturması idi. Samatyadan tram- vaya bindiği zaman ekseriyetle onu görür, başını eğip, kaşını kal- dırarak acayip bir selâm verir, bilhassa bu selâm mümeyyizin çok sinirine dokunurdu. * Hüsamettin Bey kaleme gir- diği zaman; beraber - çalışanlar; mümeyizin ©o sabahki hiddetini anlattılar, yaşlıca bir memur: — Evlâdım dedi, sen daha toysun, — kalem âdabını — pek bilmezsin! Hüsamettin Bey yaşlı memu- run sözünü kesti. — Ben bilirim.. — Pekâlâ evlâdım; biz nasi- hat vermek İstiyoruz, sen dinle- mek istemiyorsun. Ve lâhavle der gibi başını salladı. x — Samatyal.. var mı inecek?! Tramvay durmuştu. Mümeyyiz Necati Bey, çantasını aldı, şap- kasını düzeltti, tramvaydan indi, Caddede biraz yürüdükten sonra sola saptı. — Necati Bey, Necati Bey.. Tatlı bir rum şivesile ince bir kadın sesi ismini — söylüyordu; arkasına baktı: — Affedersiniz sizi yolunuz- dan alıkoydum, bir dakika — bir şey soracaktım. Mümeyyiz Necati Bey kaşla- rını çattı, — Sor bakayım? —1 — Sor bakayım dedik al Karşısındakinin yüzüne baktı, bu, sapsarı saçlı, masmavi gözlü yumuk bir Rum kızı ldi. Fistanı- nın açık yakasından - billür gibi bir gerdan görünüyordu. Mümey- yiz Necati Bey sesini biraz in- celtti.. — Soör haydi kızım! — Darılacaksınız diye korku- yorum. — Darılmam sor! Yine yözüne baktı, bu söz genç kızın mavi gözlerine bir sevinç vermişti. — Siz büyük adamsıniz, mü- dürsünüz! — Estağfurullah mümeyyizim! — Ha işte osunuz, benim yavuklu var. Sizin yanınızda iş yapıyor.. Ona çok — darılıyormuş- sunuz! — İş başka şeydir, insan iş başında memura darılır. — Amma Hüsamettin ağlıyor, sonra ben de ağlıyorum. Boynunu bükmüştü, mümeyyiz Necati Bey adetâ müteessir oldu.. — Sen ağlama kızım!. Yanyana yürümeye başladılar; yıkık surların yanındaki bir gazi- nonun önünde: — Çok müteessirsin kızım, şurada bir gazoz içsen! — Teşekkür ederim müdür Bey... — Estağfurullah mümeyyiz! Beraber gazinoya girdiler : — Affedersiniz. müdür bey.. — Estağfirullah mümeyyiz! — Hani söyliyeceğim — ayıp amma ben gazoz içmem bir bira olsa! — Peki! Garson biraları getirdi. Biralar bardaklara boşandı. — Senin adın ne bakayım? — Marika! — Güzel Marikal — Bir daha Hüsameddine darılmıyacaksınız değil mi? Ben onu çok severim, obeni çok sever:. İçilen bira yanaklarını alal yapmıştı. — Seni kim sevmez ki kız! Adaların arkasında batan gü- neş gülüyor gibi idi. — Geç oldu gitsek! — Gitsek. Beraber çıktılar. — Ben gideyim müdür beyl — Haydi git Marika, güzel Marika! Genç kız. zıplaya - zıplaya uzaklaştı. Güzel —sarı saçlarını batan güneşin Işıkları bir kat daha güzelleştirmiş, ve bu sarı kalktılar, beraber altın başın etrafında azizlerin başlarındaki hâleler gibi bir akis yaratmıştı. Mümeyyiz Necati Bey evinin yolunu tuttu. Hem yürüyor, hem de şarkı gibi bir şey mırıldanı- yordu: “Elado Marika, “Elado güzel Marika,, * Ertesi gün mümeyyiz Necati Bey kalemde konuşuyordu: — Zamane gençleri diyip geç- memeli, meselâ şu bizim yeni gelen Hüsamettin B. yok mu? Vallahi — çocuk — nümunelimtisâl olacak bir tabiatte, o ne asalet, © ne vekar, o ne nezaket, bilk hassa amirlerine » karşı göster hürmet, fevkalâde tahsine lâyık; bir gün bana rasgelip de firenk” ler gibi kibarane bir baş selâmile selâmlamadığını, hatırımı sormâ! ğını görmedim, dedim ya efendim herkese nümunelimtisâl olmalı!