İ Balıkların Güzel Perisi... Çok eskiden, yüzlerce, bın- lerce sene evvel, balıkların altın saçlı, gök mavisi gözlü ve beyaz bir perileri vardı. Balık perisi hergün durmadan yeşil denizlerin altında gezerdi.. Bazan küçük balıkları uçuca bağlar, uzun bir araba ile koştururdu. z Sedef kabuklarından, inciler- den kayıklar yapar, içine binerek | gündüzleri mavi denizlerde gezerdi. Çok eskiden binlerce sene evvel insanlar dünyada değiller- ken dünyanın bütün ovaları sarı papaganlar ve bülbüllerle, yumu- şak tüylü geyikler ve ceylânlarla dolu idi.. Bütün hayvanlar, hiç kimseden korkmadan gezerler, kabarık yeleli aslanlar ve kap- lanlar kimseyi parçalıyamazlardı.. Balıkların güzel — perisi, altın. renkli saçlarını — tel — tel ayırıp — bağlarken, — uzaklardan bülbüller, ceylânlar, papağanlar gelirler, — orman — kenarlarında tatlı seslerle öterlerdi. San pağan balıkların güzel perisini çok severdi.. bazan yüksek bir ağacın dalına çıkarak: ,, — Hey, balıkların güzel pe- risi, sabahın iyi olsun... Ben se- ninle bugün oynamak istiyorum!.. Diye bağırırdı. Balıkların perisi, papağanla oynamayı çok severdi.. ikisi de kumlarda uzanırlar taş taş oynar- lar, koşarlar, ağaçlarda salıncak kurarlardı.. Nihayet bir sabah balıkların güzel perisi sahile, kayalıklara çıkınca şaşırıp kaldı. O ne?, Gü- neş doğmamıştı.. mavi gök yüzü ve mavi deniz kapkara idi.. Uzaklardan simsiyah yağmur vefırtına bulutları geliyordu.. altın saçlı peri, korkusundan titrerken güneş, bulutlar arasından bağırdı: — Güzel peri, dünyaya felâ- ket geliyor!.. Artık hayat hepi- Miz için cehennem olacak... dumadan kaç... Yoksa mutlaka seni öldürürler... Altın saçlı peri korkusundan denize kaçtı. : Günlerce dışarı çıkmadı.. ni- hayet birgün başını kaldırdı.. rı baktı.. güneş doğmuştu.. Parı parıl yanıyor, yüzü neş'e ile gülüyordu.. Balıkların perisi kızdı: — Güneş beni aldattı, - kor- kuttu! dedi.. bir şey yok ki kaça- yim.. onun sözünü hiç dinlemiye- ceğim artık.. Güzel peri yine .. —Altın saçlarını * we tel tel taramıya başladı.. — Kaç, balıkların perisi kaç! diye bağırıyordu.. altın saçlı peri dinlemedi.. saçlarını taramıya de- vam etti ve sordu: — Niçin kaçayım? — Çünkü Allah insanları cen- netten kovdu.. çünkü insanlar fe- na mahlüklardır.. her şeyi yemek, kesmek isterler.. gel kaç balık- ların perisi.. yoksa sana da bir İenıhr;l:pıryar.. Balıkların ınul perisi kaçma- dı.. fakat birdenbire iki kuvvetli kol vücudunu sıktı. İri bir insan onu sım sıkı yakaladı.. götürdü.. bir taş üstüne yatırdı. Zavallı ba- hıkların perisini kesti, ateşte kı- kayalıklara yaydı Kaç, | Afacan geceleri bazan dışarıya çı- kar.. Oncun siyah bir pijaması vardır. Mukabele Hasan Bey Afacana müthiş kızdı ve kaldırıp bir tokat vurdu.. Afacan yayga rayı bastı... Âğ- lamıya başlamıştı Hasan — Bey oğlunun acı acı | ağlamasına daya- namadı.. pişman oldu.. — yaklaştı. Afacanı okşamıya başladı: — Ağlama evlâdım. Ben sa- na bu tokatı seni çok sevdiğimden dolayı attım. Afacan göz- lerini uğuştura uğuştura cevap verdi: — Hihi!, Te şekkür — ederim babacığım. Fakat ne ya- zak, yaşım çok küçük.. senin bu sevgine — muka- bele edemiyorum! Piyango Hasan Bey Fenerbahçe eşya piyangosundan iki tane bilet al- mış, birini de afacana vermişti.. Ayın on dördünde Kadıköyüne stada gittiler.. Çekilen numarala- rı dinlediler.. Ve akşam küskün, küskün geç vakit eve geldiler.. Fakat Afacan birdenbire an- nesine koşmuştu: — Anne bugün otomobil az- kaldı bana çıkıyordu!.. — Sahimi? — Sahi ya!.. Tam yanımdaki çocugun numarasına düştü.. arabın — efendisi — bir “AL Dedi. Bumu içeriye köy.. Ür- tünde ibrik te var, çay pişireceğizi,, İ Mumu eline aldığı gibi sofaları do — Ayyyl. No valışi köpeğin var be? — Daha dür bakalım, şimdiki halde aç değil!.. laşır, karanlıklar içinde gezer, dürür.. —Sabahleyiu beşte beni uyandırın demiştin dayı.. iğiı Bak sana bizim | © seni hemen kaldırır. Arabın Aklı Arap: lisi arkasından erken kalkamayız.. Tozu getirdim. Öt merak etmi “ Peki elendim! ,, dedi.. Sabayı yüklendiği gibi kulübeye girdi. bağırdı: yere koyl 4 İyi bir Fakat bazı katanlık yerlerde Afa- can işte böyle, — iskelet gibi görünür. Siz bıma ne dersiniz? Öğrenirse Hamımteyze bağırarak Afa- cana çıkıştı: — Bu ne ke- pazelik?. Bu do- labı sen açtın değil mi?. Hem de çiviyi deliği- ne sokarak hal!.. Afacan par- mağını dudakla- rına götürdü: — Suuus an- neciğim.. Karde- şim — duymasın.. O da öğrenirse, | kınış’moııâ hal.. ru Afacan —an- nesine sordu: —Aııılııciğim. üz remi: Yerecek bir düle kân var mı? — Var elbet. — ğ:re:e?. sçe öşe başında.. —Eyi amma, şimdi de yüz pa- rayı verecek biri- sini göstermelisin? Sertlik O sene mektebe gayet sert bir muallim gelmişti.. Çocuklara hiç acımaz, derste ufak birşey bilmeyene sıfır verirdi. Çocukla- rın ondan ödü kopardı.. Muallim Bey daima kaşları çatık gezer, kimseye merhamet etmezdi.. Birgün afacan derse kalkmıştı. zavallı tahta haşında ter dökü- | yordu. Bu sırada muallim sordu: — Bana yumuşamıyan, sert bir cisim göster bakayım? Afacan boğulur gibi ağzından kaçırdı: in kalbiniz muallim Bey!. Biraz sonra — elendi. kulü Ü ününden geçerken şııqı:ı;ı ll:..]kdyıjım:iı'.ı:ııî kü arap sobayi giymiş, ibriği de ba. pına şapka yapımıştı.. İ Afacanın H Afacan o cuma futbolden dön- düğü zaman vücudü ter içindeydi. saçları tutam tutam olmuş, ba- cakları yarılmıştı.. Eve girince, dördüncü defa ola- rak küpe koştu, kana kana bir kaç bardak su içti. Soyundu, rüzgâra — karşı yüzünü, başını, becaklarını yıkadı.. Fakat akşam yatağına yatar yatmaz bir diş ağrısıdır tutturdu. Evvelâ - aldırmadı.. — Fakat ağrı fazlalaştıkça — Afacanın — gözleri açıldı, çırpındı, inledi ve nihayet avaz avaz ağlamıya, bağırmıya başladı.. Hasan Beyle Hemmteyze ko- şuştular.. — Afacanı — o vaziyette deli gibi — çırpınırken görünce şaşırdılar : — Ne oldu oğlum, Afacan, nenvar?, — Dişim — ağrıyor!.. Dişim, dişim, dişiml.. O gece sabaha kadar Afacan bağırdı durdu.. Babası ve annesi ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Rak koydular olmadı, pamuk parçala- rını kolonyaladılar, olmadı, tuz bastırdılar; yine olmadı.. Nihayet sabah şafak sökünce Afacanı babası kolundan — tuttu.. Doğru dişçiye gittiler.. * Ayyyyl, Fakat Diş ağrısı bir türlü durmuyordu.. -Afacan her akşam ağrıyı ayni şiddetle duyuyor, te- piniyor, bağırıyor ve sabahlıyordu, Babası onu hergün dişçiye götürüyordu.. Dişçi afacanın çü- rük dişine teller, borular, makas- lar sokuyor, ilâçlar koyuyordu, £ Afacan dişciden korkuyordu, Ödü kopuyordu.. O sivri sivri aletleri hiç görmek istemiyor, dişçiye — giderlerken Aavaz ıvıı. bağırıyor, çırpınıyor, ayrıca dişçi— de de tepine tepine ağlıyordu. O sırada Hasan Beyin işi çıktığı için Afacan yalnız olarak dişçiye gitmiye başladı. Akşam Afacan — koşa koşa babasına geldi. Kucağına atladı: — Bugün dişçiye gittim, hiç ağlamadım baba! Hasan Bey güldü: — Aferin oğlum, böyle olmah.. Al Öyle on kuruş.. Demek hiç madın? bak hep ise sana acı düy- Afacan kurnaz kurnaz güldü: t - Hı.ıuyır. onun için değil aba.. Dişçi muayenehanesinde yoktu da ondan... i tavan acanlar yeni bir eve taşın- mışlardı.. Birgün Cingöz Afa:înı rastgeldi, sordu: — Hasıl Afacan, ev güzelmi? Güzel.. — Kusuru filân varmı? — Yalmız bir kusuru var.. Mutbahın tavanı pek - alçak.. yufka açabiliyor. tuttuğunuz