Kara & edeceğini şaşırmıştı Şu anda ölmek veyahut | sonsuz bir sevinç uyandı. Mani- yaşamak.. Bunlar tamamen | velâyı bir anda aşağıya çekti. senin elinde... İşte ben Mehmedim, Vakıâ arkadaşların beni ahrete gönderdiler amma, orayı beğenmedim, geri geldim.. Söyle bakalım, sen ne fikirdesin.. Benim gibi oraya gitmek mi, yoksa burada kalmak mı istiyor- sun.... Yoook.. Öyle hilekârlık yapma.. Bak sana söyleyeyim.. Benim şakama aldanmamalıdır. Vitali, Gâvur Mehmedin elini isırmak istiyor; altından kurtula- bilmek için kuvvatini sarfederek debeleniyordu. Gâvur Mehmet, yavaş yavaş parmaklarını sıktı. Vitali herhalde pek acı bir ıstırap duymuş ola- cak ki bir anda hareketsiz kaldı. Gâvur Mehmet, sözüne devam etti: ç — Vakıt yok, dostum.. İşim acele.. Haydi — söyle bakalım.. Ölmek mi istiyorsun?.. Hayır mı?. E, pekâlâ, öyle ise.. Ben şimdi senden yalnız bir şey öğrenmek istiyorum. Köprüyü yukarı kal- dırmanın usülünü bana öğretir- misin?,. Pekâla.. Söyle bakalım.. amma sakın bağırmıya kalkma. O anda gürültüye gidersin ha... Gâvur Mehmet, Vitalinin ağ- zındaki parmaklarını hafifçe gev- şetti. Vitali, bunalmış bir halde idi. Ölüm tehdidinin pek ciddi ve muhbakkak olduğuna kanaat getirmişti. Bunun için yayaşça söyledi: — Köprünün sol tarafındaki duvarda bir kovuk.. O kovuğun içinde de bir manivelâ vardır. O manivelâyı aşağıya çekersen, köprü yukarı kalkar. Yukarı kal- dırırsan aşağıya iner. — E pekâlâ.. Karşı tarafta da ayni tertibat var mı?.. — Evet. — Vay canına işte bu fena... Dur, dur.. Aklıma bir şey geldi. Şimdi köprü aşağıdadır. Eğer ma- mnivelâyı çeker ve köprüyü yukarı kaldırırsam.. Sonra da manivelâ- nin hareketine mani olacak su- rette arasına bir şey sıkıştırırsam.. Karşı taraftaki manivelâ işler mi?. — Hayır işlemez. — Bravo, Sinyor Vitali.. Yal- mız şunüu söyleyeyim ki.. Eğer beni aldattıysan, şimdiden Allaha dua etmiye başla.. Durbakalım. Şimdi seni, zarar gelmiyecek bir hale koyalım.. Merak etme.. Biraz sonra bu bağları kendi elimle açacağım... Ne o, acıyor mu?... Eh, zarar yok.. Dün gece, ben biraz dişimi sıkmıştım.. Sen de biraz gayret ediver.. İnşallah uzun sürmez.... Gâvür Mehmet,, evvelâ Vita- linin ağzını tıkadıktan — sonra ellerini ayaklarını güzelce bağ- Gâvur Mehmet Lusyeyi Kollarına Alarak Çıkardı Lusye, şaşkın bir halde idi, nasıl teşekkür Gâvur ı ladıs Aynı ameliyatı, Civaniye de yaptı. Biribirlerine kolayca yana- | şamıyacakları sürette birini bir | köşeye, ötekini de diğer köşeye | çekerek uzattı... Derhal dehlize | fırladı. Elile duvardaki kovuğu aradı. Manivelâyı bulunca içinden Yürek Çetesi Tefrika No. 59 Derinden bir su çağıltısı işitilir- ken köprü harekete geldi. De- mir rezeler hırıildiyor, - zincirler şakırdıyor... Köprünün karşı ta- raftaki ucu, yavaş yavaş yukarı kalkıyordu. Ozaman birdenbire dehlizdeki odanın içi karıştı. Caniler: — Bu ne?.. — Ne oluyor?.. — Kimdir oradaki?.. — Civani.. Vitali.. Sizmisiniz?. Köprüyü niçin kaldırıyorsunuz? — Bir tehlikemi var?.. Gâvur Mehmet, parlak bir kahkaha attı. Ve sonra, alaylı | bir şiir -okuyan müstehzi bir İtab- | yan şairi gibi, bazı kelimelerin | üzerinde durarak.. Bazı kelimele- | rin de son harflerini biribirine çarparak bağırdı: — Eyyy Şövalye, Sinyor Bo- nelli.. ve siz, onun muhterem ar- kadaşları.. ahretteki büyük baba- larınızdan hepinize ayrı ayrı se- lâmlar getiren şu âciz Gâvur Mehmedi dinleyiniz.. Odadan taşan aydınlık, köp- rünün olduğu yere kadar çarpı- yordu. Canilerin hepsi de, oradaki boşluğa — dolmuşlar.. — hayretler | içinde bakıyor ve Gâvur Meh- ' medin sözlerini dinliyorlardı. Gâ- vur Mehmet, son sözleri söyler | söylemez, hep bir ağızdan hay- kırdılar: — Gâvur Mehmet... Gâvur Mehmet, aymı alay ve | istihza ile cevap verdi: — Evet.. Gâvur Mehmet.. İşte ©o Gâvur Mehmet, Şimdi size bir tavsiyede bulunuyor ve | diyor ki: Güzellikle teslim ola- | cak mısınız, olmiyacak mısınız? Karşıdan bir ses işitildi: — Sakkk - kıremento... Ve sonra, bir alev parladı. Şiddetli bir tarraka dehlizlerde korkunç bir akis yaptı. Gâvur Mehmet yere yuvar.andı. Biribirini - müteakıp silâhlar | patlıyor.. Kurşunlar dehlizin du- varlarına çarparak taşları kopa- rıyor ve etrafa saçıyordu. İlk tabanca darbesinde, ken- dini boyluboyunca yere atan Gâvur Mehmet, bir yılan gibi süzülmüş, dehlize dalmıştı.. Yirmi ayak merdiveni, bir anda çıktı. Matmazel Lüsyenin oda kapısı | önünde durdu.. Kapıya yumruğu ile vurdu.. İçeride büyük bir mücadele oluyor. | Matmazel Lüsye: — İmdati.. Diye — haykwiyordu. — Gâyur Mehmet, hemen cebinden may- | muncuğu çıkardı. Kapının kilidi- | ne taktı. Kilidi açtı. Fakat kapı açılmıyor, içeriden mütemadiyen boğuk sesler geliyordu. O zaman Gâvur Mehmet ka- pıyı arkasından Lüsyeye sürme- Tettiğini hatırladı. Hatasımı an- ladı, İki adım geri çekildi. Bü- tün kuvvetile kapıya yüklendi. ( Arkası var ) — | | 37 Safter H.: (Fotoğrafının derci- | ni istemiyor.)! Çabuk güler ve so'ı—_ı POSTA Amerika Bahri- yelilerine Küfür Yasak Ediliyor — Bir Amerika bahriyelisini bulup ben ona küfür savursam. — Niye küfür etmek için Amerika bahriyelisini arıyorsun.' — Onlara küfür etmeyi yasak etmişler, ben ne söylesem cevap veremiyecek. Resminizi Bize Gönderiniz x» * ize Tabiatinizi Söyliyelim Resminizl kupon Ho gönderiniz. Küpon diğar sayfamızdadır. 34 Eskişehir'de Nihat B. : Zekidir, teşvik ve teş- ci'lere kapılır. Hüsnü — mua- meleden hoş- lanır, sert ha- reketlere kar- şı çabuk mün- ğ fail olur, mu- hti ver kabeleye — te- e ğ mayül — eder. B 2 Fi Menfaatlerine karşı pek kanaat- kâr olmaz. diz Ef,; Zekidir. Eli ayağı ra- hat — durmaz, elinden iş ge- Tir, —menfaat- lerine — karşı pek — kanaat- kâr - değildir. Ayağına — çe- vik — ve ça- buktur. 36 Adana'da M ağlar, başkalarına emniyet ve iti- matla bağlanmaz. Bir yerde yal- nız kalamaz, çabuk evhama ka- pilir. Menfaatlerinden başkaları- ni da istifade ettirmiye müte- mayildir. 35 Ereylide Mehmet Nuri B.; (Fotoğrafının dercini — istemiyor.) Ihtiyatkârdır. Fül ve hareketle- rinde olgunluk vardır. Sureti umu- miyede herkesle iyi geçinmiyi taraftardır. Kendisini — gösterici nümayışlı hareketlerde bulunmaz, tevazuu ve sadeliği lercih eder. Serbest tavurlu değildir. Tenkit ve mesüuliyetten endişe eder. SON POSTA Yevmi, Siyasi, Havadiz ve Halk gazetesi Tatanbul « Eski ti 'dııeı Çatalçeşme ıolıı';’ IR' 'Telefont İatanbul - 20203 Ponta kutusut lstanbul - 741 "Telgrafı İatanbul SONPOSTA 'ABONE FİATİ | ıoıısll_ı_ ECNEBİ 1400 Kr. 1 Sene — 2700Kr Gelen evrak geri verilmez Hânlardan — mes'uliyot alınmaz covap için möktup! ara (6) kuruşluk Gul iİlâvesi Tâzımdır. ı' Adres değiştirilmesi (20) kuruştar. Gazetemlsde çıkaa reslee ve yamların bütün hakları mabfur ve gasetemize O RİKRAÂYE — Bu Sütunda Hergün —BAB Hasta doktorun gözlerine na- mütenahi- bir endişe ile baktı. Doktor onun omuzlarını okşuyordu. — İstirahat — edeceksiniz en evvel lâzım olan bu başınızı yor- mıyacaksınız ve sakın ha çalış- mıyacaksınız. — Fakat doktor ne demek istedi, hasta olmak bir şey değil | fakat çalışmamak.. Buna imkân yok., Karım çocuklarım ne yapar- lar. Fakat sustu doktor bir şey söylemedi. Doktor masanın başın- da reçete yazıyordu. — Bunu sabahları, öğleleri ve akşamları günde üç kere alacak- sınız. Avrupadan gelme bir ilâçtır. çok iyi birşey, bu bittiği zaman yine Bana geliniz. Kapıdan çıkarken masanın üzerine birkaç lira bıraktı doktor © merdivenlere doğru arkasından sesleniyordu: — Fazla bir istirahat dostum katiyen çalışmamak ve bu ilâca birgün kaçırmadan devam etmek, eğer hayatınızı kurtarmak ve da- ha uzun seneler yaşamak isteyor- sanız istirahat ve ilâç! Hasta kederini göstermemek için ona başını döndü ve tebes- süm etti. Sonra omuzları çökmüş, merdivenlerden aşağıya indi, * Haftalardanberi başı ağrımış, başı dönmüştü ve üzerinde tuhaf bir ağırlık ve sersemlik vardı fakat buna rağmen o doktora göstermek istememişti, halbuki bu şey karısını ve çocuklarını endişeye düşürmüştü. Günlerden- beri ona ısrar ediyorlar: — Git kendini doktora gös- ter, diyorlardı. Nihayet bu sa- bah karısı, kimbilir gündelik ihtiyaçlarının en mübremlerinden keserek - topladığı birkaç lirayı eline vermiş: — İşte doktor ve icap eder- se ilâç parası demişti, bugün muhakkak doktora gideceksin! Ve çocukları boynuna kolla- rını dolamışlar: — Gideceksin baba söz ver, başımız için söz ver! Diye ısrar etmişlerdi. * Ve işte aylardanberi işitmek- ten ürktüğü hakikat meydana çıkmıştı. Hasta idi. Tabit otuz senelik yıpratıcı sâydan tatilsiz bir sâydan sonra küçük bir memur milyon kazan- mazdı yal.. Tabiü ancak böyle vaktinden evvel onu faal bir ha- yattan çıkaracak bir hastalık, vücudunu — yıpratacak bir — illet kazanırdı. Çok işliyen durmadan işliyen acemi ellerden korunmadan işli- yen bir makine ne olurdu? El- bette bir gün kırılırdı ve fena şerait içinde istirahat etmeden çalışan bir adam ne olurdu? E- bette böyle hasta olurdu. Orta- da gayri tabii hiçbir şey yoktu. Fakat çok kederli bir şey vardı: Artık çalışamıyaktı. Yani ça- ıştığı saatlerde, çalışma kudretini değil hayatını tüketecekti. Yirmi — yaşındanberi husüsi müesseselerde memur olarak ça- lışmıştı. Otuz senclik sây haya- Yazan: Suat Derviş ALARIMIZ tının kaç senesini hükümet işinde geçirmemişti ki ona işten çekil- diği zaman az çok bir aylık versinler ! Hususi müesseselerde çalışan memurlar için bu ihtimal, onla- rın bir gün çalışamıyacakları ih- timali, hiç te düşünülmez mi idi, Bütün hayatınca pek Aaz olan maaşile hem çocuklarını yaşatmı- ya hem de ondan arttınp biraz para biriktirmiye muvaffak ola- mamıştı. Uzun müddet çalıştığı eski müessese iflâs etmemiş olsa idi belki ona işten el çekerken ufak bir para verirlerdi. Halbuki bir senedenberi Ça- lştığı bu yeni müessesede o yeni bir memurdu. * « Eli paltosunun cebinde kilit- lenmişti. Ve avucunun içinde bu- ruşmuş reçete duruyordu: Çalışmadığı zaman ne olacaktı? Onların başlarını sokacakları bir evleri bile bulunmıyacaktı. Ve karısı, kızları ve ikiz oğullarım henüz on beş yaşında olan ve tah- sil etmekte bulunan bu iki çocuk.. Evet bu beş sevgili mahluk ne olacaktı? Onun çalışmaması de- mek birdenbire suyun ekmeğin kesilmesi, sığınacak bir evin yı- kılması kışın ısınacak bir kömü- rün bulunmaması demekti. Onun eve getirdiği parayı kim kazanacaktı?, Belki büyük kızı.. Onun biraz tahsili vardı.. Fakat kadın olduğu için tahsiline rağmen bulacağı iş belki bir şirkette ufak bir me- muriyet, bir daktiloluktu. Daktilo; ayda otuz, otuz beş lira kazanan bir daktile. Onun yaşında bir genç kızm bundan çok daha fazla kazanmasına imkân yoktu, Sonra ikinci kızı, göğsü hasta- lığından kurtulduğundanberi göz bebekleri gibi üstüne titredikleri bu nahif çocuk nasıl çalışabilirdi? Ötekiler, oğulları henüz mektepte henüz on beş yaşında idiler.. Demek bir ailenin bütün yükü büyük kızının omuzlarına mı yüklenecekti. Bu yük, bu mes'u- liyet... Hayır... Hayır buna imkân yoktu... Fakat, fakat ne olacaktı? Hasta bütün insanlar gibi yaşa- mak istiyordu. Onun kendi haya- fının, kendi sıhhatinin kıymeti yok mıydı?.. Evet yaşayacaktı. Şimdi evvelâ eczaneye gidecek ilâcını yaptıra- caktı, sonra, sonra çalışmıyacaktı.. Hayır ölmek istemiyordu. Onlar- dan, o, beş sevgiliden ayrılmak istemiyordu ve düşündükçe ölüm ona bütün sevgililerden tyrı ka- lmacak bir menfa gibi gamlı ge- liyordu. Eve gidince onları etrafına toplayacak onlara doktorun söyle- diklerini anlatacak ve bu derdle birlikte bir deva arayacaktı. Neden küçük kızı çalışamazdı? Doktor onun on senedenberi ta- !ıâ:_ımile iyileştiğini söyleriyor mu idi. Evvelâ beş sene kadar bu iki çocuk bütün zahmeti yük- lenirlerdi sonra ikizler Lüyüyünce onlar ablalarırın omuzundan bu yükü alırlar ve ortada hiçbir şey değişmezdi. ( Devamı 11 nci sayfada )