— l Dünya Hüâdiseleri l ———0 Bahşiş Düşmanları Cemiyeti Avrupallar, umumiyetle şark memleketlerindeki bahşiş usulün- z den şikâyet eder- "&'” ;""' ler. Halbuki şarke Vereden | ta ve şarka ya- Çıkmışter? | kın yerlerde bah- Şiş ihtiyaridir, arzuya — tâbidir. Garpte ise bahşiş mecburldir. Tarifelidir, onun içindir. ki, bir- çok memleketlerde, bahşiş mas- rafı, bakik! masraf kadar yer tutar, bu hal, nihayet umuml bir şikâyet baline gelmiş ve bir ta- kım kimseler, ba Adetle mücade- le etmek üzere bir cemiyet teşkil etmişlerdir. Fakat mücadelelerin- den ne netice çıkabilir? Burası şimdilik malüm değildir. Bu mü- nasebetle vaziyeti tetkik edenler bahşiş usulünün ilk evvel hangi memlekette yer tutup etrafa ya- yıldğını tesbit edememişlerdir. Bunun, çok evvellerden beri İn> gilterede mevcut bir âdet olarak kabul edenler çoktur. Hatta Ha- novralı birinci Jorj İngiltereye kıral olup ta İngiliz tahtına otur» duğu zaman, sarayının önündeki kocaman parkı kendisine göster- mişler ve bu parkın kırala nit olduğunu söylemişler. Birincl Jorj memnun olmuş ertesi sabah, Bahçe nazırının ha- -demesi elinde bir sepet balıkla gelmiş. Balıkların nazır tarafın- dan parkta tutturulduğunu bildir- miş, balıkları bırakmış, etraftan kırala fısıldamışlar: Nazırın hizmetçisine beş İngi- hiz lirası bahşiş vermelisiniz! Kıral ise düşinmüş Park benim, bahçe benim, balıklar benim, nazır benim. Fa- kat bunlara rağmen balıkların beş on misli bahşiş vermeliyim. Yine birgün, zengin bir lort bir İrlandalıyı yemeğe — davet etmiş, İrlandalı kabul etmek istememiş. Nihayet İrlandalı da- yanamıyarak demiş ki: — Siz hizmetçilerinize her fır- satta bir İngiliz lirasından aşağı olmamak üzere bahşiş verirsiniz. Ben fakir bir adamım. Sizin evi- nizde de bahşiş vermem İVâzım- dır. Halbüki param - yoktur. Eyer bu bahşişi siz bana verir- seniz ben de sofranızda oturmıya cesaret ederim. Bu fıkralar güzel amma, bah- şişin ilk evvel hangi memlekette adet olduğunu yine izah etmiş olmayorlar. ankaların Amerika'da kısa bir müddetle olsun mora- Tahta toryom ilân etme- Paralar leri üzerine, her işini çek ile gör- miye alışmış olan koca memle- kette dehşetli bir para yoksulluğu baş göstermiştir. Bankalar açr hpta para tedarik — edilinciye kadar, bazı kuvvetli müesseseler, belediyelerin kefaleti altında tahta paralar çıkarmıya ve moratoryom müddetince bunlarla idare etmiye mecbur olmuşlardır. Şimdiye ka- dar tahta para basmak ilk defa Amerika'da vaki olmuş bulunu- yor. Yine para buhramnn bir neticesi olarak artistlerinin aylık» larını veremiyen Holivut sinema kumpanyaları, bankalar aç lıncıya kadar artistlerin maaşlarını yüzde elli indirmişlerdir. HANIM KAR ND BEYEFENDİLER! Konferanşları KimlerDinler? Konferansçi; GüzelSözSö sa, Ne Âlâ.. Eğer Acemi Bir Mektep Çocuğu Gibi Kekelemiye Başlarsa.... Sizi bugün bir konferans salo- nuna davet ede- ceğim. Fakat bu salonda, kimin, ne mevzu Üze- rinde neler söy- lediğini — bana sormayıniz. Çüne kü bellibaşlı bir konfezansç yı mi- sal olarak almı- yorum, Bizde konferanslar, na- a verilir ve kon- feransları kimler ve nasıl dinler- ler? Ben sadece bundan bahsedeceğim. Saat 17... Konferans salonu, yavaş yavaş doluyor. Dinleyiciler, arasında sık sık- saatine bakar- lar var: — Gecikti değil mi?... — Belki dersten çıkmamıştır. — Hab, işte... Bütün gözler, kapıya çevrilir. Hatip, ağır ağır içeri girer. Bu esnada konferansçınını mevkii va halk arasında kazandığı sempa- tinin derecesile mütenasip kısa veya sürekli bir alkış duyulur. Artık herkes yerli yerindedir. Salonda çıt duyulmaz. Bir an evvel kürsüye çıkması beklenen konferansçı, daha bir müddet etrafındakilerle konuşmayı tercih eder. Başlama saatinin geldiğini kendisine haber verdikleri halde yine acele etmez, sanki oraya mümkün mertebe geç çıkmak arzusundadır. Nibayet, salonda sabursuzluğun narikâne bir ifa- desi olan uğultular tekrar başlar. Kürsünün üstü henüz boştur. bir hademe, ağına kadar su dolu bir surahi ve bardakla gö- rünür. Konferansın başlayacağına artık kimsenin şüphesi kalmaz. Hatip, artık kürsüye çıkacak de- mektir. Ön sıralardan başlayıp en arkadaki sıralara kadar ted- ricen sirayet eden bir alkış şa- kırtısı arasında konferanscı din- leyicilerini selâmlayarak ilerler. Eğer tanınınış bir zatsa, kendisi- ni hazıruna takdime hacet yok- tur. Konferansçı yabancı olduğu halde tercümanı onu birkaç mü- nasip kelime ile halka tanıtır. Haydi bir alkış daha.. Hatip, baş eğerek sıralarda oturanları selâmlar. Bu esnada konferansçının az çok heyecan duymamasına imkân yoktur. Kalabalık halk kütleleri karşısında #öz söylemiye alışmış olanlarda bu heyecan pek fark edilmez. Fakat her hatip, kürsü- ye çıkarken bir parça kızarır. Söze başlayış, daima zahmetlidir. Fakat pişkin bir hatip çarçabuk kendini toplar. Bu esnada daha iyi dinlemek için boyunlarını çar- pıtarak başlarını ileri uzatanlar, arada.bir kesik kesik öksürenler olur. Hatip, artık hatibine çgöre, ya gayet gür bir sesle, yahut koynuna söyler gibi mırıltı ka- bilinden başlar: — Hanımefendiler, diler! Bu hitap, hemen hiç değiş- mez. Salonda bir tek hanım o- duğu zaman da hatip, yine bir- kaç yüz hanım karşısında imiş gibi davranır. Hele, dinleyicileri sayılacak kadar az olan bir salonda, ken- ferans vermiye mecbur olan ha- tibin vaziyeti. Aman bu pek acıklıdır. Beş yüz kişiyi içine ferah Ferah alan bir salonda, üç beş kişinin esneyerek konferansı dinlemelerini şöyle bir göz önüne getirin. Hatibemi, acımalı, yoksa onu — dinlemek — bedbahtlığına katlananlara mı? Seyircisi olmıyan boş bir - nema ne ise, dinleyicisi olmıyan tenha bir konferans salonuda odur. Dinleyici, konferansçıdan utanır, konferansçı bu kadar ax bir zümreyi kendine muhatap buldu- ğuna müteessir olur. Hâmlı iki taraf ta birbirine bakışarak ma- malı manalı iç çekişirler. Bizde halkın anlayamıyacağı mevzular Üzerinde konferans ve- renler, çok defa bu akibete uğ- rarlar. Maamafih, bir zümreyi ve bir meslek erbabını ve alâkadar eden bahisler etrafında fikirlerini ortaya atan batipler, kendilerine daima hararetli dinleyiciler bu- luyorlar. Konferanıçı, eğer sahiden g- zel söz söyliyen adamsa, en ka- rışık bir meseleyi, berkesin ko- layca kavrayabileceği bir tarrda ifade etmek kudretini gösterir. Yok, eğer böyle olmayıp #acemi bir mektep çocuğu kıraat kitabı okur gibi, kekelemiye başlarsa seyredin, siz dinleyicilerdeki can sıkıntısını... Bu can sıkıntısı, konferana uzadıkça, artar ve git gide din- leyicilerde bir takım sinir halleri baş gösterir. Esneme, gerinme nöbetleri ve niheyet uyuklamalar başlar. Harbi umumi içinde idi. Darülfünun konferans salonunda bir konferans dinlemiştim. Kon:« feransı veren zatın kim olduğunu hatırlamıyorum amma, onu dinle- miye gelenlerin içinde bir tane- Beyefen- Mart 15 Arap Âleminde Surige'de Yeni Hâdiseler yliyen Adam- Çıkıyor gibi — gözümün önünde... Sıralar, adeta birer ya- takhane olmuştu. Sanki adamcağz konferans — ver- miyor, samilne uyku ilâcı dağıtı- yordu, Ben bile oturduğum yerde uyuya kalmışım. Neden — sonra gözümü — açlım ki hatip(?) bâlâ #öylüyor. Benim anladı- ğım bir şey vart Konferansçı her evvel piskolog olmalıl. Sözlerinin balk üzerinde yaptığı tesiri hemen her cümlesinin sonunda, ölçmek ka- biliyetini — gösteren bir hatip, uyandırmak için geldiği bir yere de kakı uyutmak gibi gülünç bir akıbete düşmekten kendini daima korur. Buna mukabil, halkı heyecandan sarhoş eden konfe- ranslar da vardır. Alkış seslerin- den salonun tavanları gürül, gü- rül inler. Hatip halktaki alâkayı gördükçe coşar. Halk, hatipteki belâgat kudretine hayranlığından kendini tutamayıp avuçlarını pat- İatırcasına onu alkışlar. O kadar ki konferansçı, bazan sözüne devam etmiye imkân bulamaz. Kuruyan boğarını ara ara birer yudum su ile ıslatarak, — yarıda bıcaktığı cümleyi tamamlamıya çalışır. Bizde konferans dinlemiye ge- lenler içinde oraya ne için gek diğini bilenler az değildir. Fakat, kalabalığın — arasına — karışarak kendini konferans salonunda buk mnş derbederlere de rastlamak mümkündür. Böyleleri bir kere içeri girince, kapana sıkışmş fare vaziyetine düşerler. Konferansı — yarıda — bırakıp çıkm ya cesaretleri yoktur. Sanu- na kadar dinlemiye gelince buna da kendilerinde tabammül bul- mazlar. İkl cami arasında kalmış binamaz gibi ne yapacaklarını gaşırıp dışarı fırlamak için bir fırsat gözlerler. Konferansçı anlatırken yann- dakilere: — Ne diyor?- Ne söylüyor? Neden bahsediyor? Diye soran« lar, bunlardır. Ben, konferansçının adını bile hemen oracıkta öğrenmek arzı- suna düşenleri bilirim. Fıkrayı — belki hatırlarsınız: Hacanın biri, camide vaaz eder- ken, cemaat srasında bir ihtiyar büngür büngür ağlamıya başlamış. vaiz, kürsüde kendi kendine: — Yabu.. Demiş, ben!de sözü amma da tesirli adamım... İşte bak, yüreği yufkalardan biri ken- dini tutamadı. Sicim gibi göz yaşı |döküyor.. sinin ıyııık kalmadığı - şimdiki Vaazdan sonra, ihtiyarı yanına Berut ( Husus! ) — Fransa'nın Fevkalâde Komiseri M. Ponso'nun Şama gitmesi büyük bir hâdise tevlit etmiştir. Bu gidiş Fransa ile Suriye arasnda aktedilecek muahede esaslarını tesbit etmek içindir. Vatanller. bu fırsattan istifade etmek emelile bir kongre akdetmişler ve birçok bulunmuşlardır. Bieleiş Söylendiğine göre aktedile- cek muahede İrak bükümeti ile İngiltere hükümeti arasında akte- dilen muahedenin aynı olacak, Fakat Suriyenin Cemiyeti Akva- ma girmesi kaydı muahedeye kon;llmıyıkukîr.h lUstakil Lübnan ve Laâzkiye ahalisi — Vatanilerin kongresine telgraflar — göndererek — vahdet temin — edilmedikçe Fransa ile aktedilmiş — hiçbir. mukaveleyi kabul etmiyeceklerini bildirmiş- İhracat Resmi Yok Berut ( Hususi ) — Fevkalâde komiserin neşrettiği bir kararna» mede Türkiyeden — İskenderon tarikile ihraç edilecek öküz, sğır, koyun, keçi gibi hayvanlar bik fmum rüsumdan affecilmiştir. Siyasi Mücrimler Berat ( Hususi ) Suriye haricinde bulunan bilamum müc- rimini siyasiye hakkında affı amuümt ilânı için bir. komisyon teşkil edilmiştir. Kom'syon hariçte ve dahilde bulunan bilümum mahküminin evrakını tetkik ede- cek ve siyasi mahkümların islar lerini ayıracaktır. Türkiye - Suriye Berut (Hususi) — Türkiye ile Suriye ve Lübnan — arasındaki ticaret muahedesinin feshi ticaret mahafilinde Ççok fena tesirler yapm ştır, Ticaret odaları fevkas İâde komiserliğe müracaat ederek bu muahedenin temdidini istemiş- lerdir.. Umuml - ticaret kongresi de odaların bu müracaatını teyit etmiştir. ıi - e Yeni Neşriyat: Hoivut Holivyutun «8> Üncü sene on birine ol sayısı zengin münderecatla ve çok güzel resimler'e Tatiyar etmiştir. Yaş Türkistan — Tirk'etan'ın millt kurtuluşu — için çalışan ve ba mâksat'a neşred'lan mecmuanın Sdune gu sayısı çıkınıştır. Kaynak — Ba'ıkesir. Halk Evi tarafıudan neşrediden bü edabi. ve ilmt mecmaanın birinel sayıst kıye metll münderecatla İntişar etmiytir. Azorbaycan Yurt bi'ğisi — De rülfünun müderrisleri tarafından çıkar rilan bu edebi ve İlmt mecmuatın 14 Ünetl sayısı kiymetli ve — zengin münderecat a İntişar tın'gtlr. Odalar ve Sofalar — Bir şiir kitabıdır. Beş formaık güzel bir cilt halinde İntşar elmiştir. Mubarriri; Sabri Esat, Naşirit Muallimm Ahmet Halit kütüphanesidir. Kalbimin ışıkları — Güzel - bir kap dahilinde İnt şar etm ştlr. Bir şilr kitabıdır. Muharriri; Huseyin Avni B, M çağırtarak arkasını okşamış: — Sana, waazım bukadar tesir etti ha ... İhtiyar : — Sorma demiş, çok garip- sedim .. Ve tekrar ağlamıya başlamışı — Geçen sene öldü, nazlı bir keçim vardı. Bir elmanın yarısi sen, yarısı © ... Sakalın. tıpkı © keçinin — sakalıı benzettim de onun için garipsedim... Konferansçılarımız — arasında bilmem sözlerindeki tesira bu hoca kadur — kapilmiş olanlar var mı ? BN ha daAlülüsl l söneiükli