, | | F b E 4 p E Ç — 148 - Ingiltere Hükümeti tarafından Gazl Hiz. ne hediyo edilen eserin teretimesi ANAKKALE Yazanı Ceneral Oglander |— Jeneral Hamilton 20 Bin — Kişi İle Hücum Etmişti Fakat bu hattı hareketlerden biçbiri tercih edilmedi. Erkânı harbiyece —adamakıllı - istihzarat yapılmadan, Jeneral (Hamilton) a ihtiyat kuvvetleri olmadığı halde yeni bir sefere atılması emre- dildi. Sir John Frencho de tasavvur ettiği harekâta kâfi ge- miyen — kuvvetlerile — Fransada taarruza geçmek plânında ısrar edilmesine müsaade edildi. Tek bir taarruz için bile kâfi gelmiyen cepbane ile ayrı ayrı iki cephede taarruza kalkışmak emredildi ve bittbi her iki taarruz da ademi muvaffakıyetle neticelendi. 6- 7 ve 8 mayıs günleri Je- neral Hamilton Geliboluda 20,000 askerle Üç mil uzunluğundaki bir cepheden taarruza geçimişli. Bu üç günlük muharebe donan- manın ve Fransızların topları da dahil olduğu halde ancak 18,500 ı atım cephane ile yani günde takriben 6000 top mermisi ile himaye edilmişti. Bunların ekse- risi de sahra toplarının şarapnel mermisinden ibaretti. Taarruza kalkan kuvvetler 6500 - telefat vererek ancak 600 yarda kadar ilerliyebilmişlerdi. Düşmanın — müdafaa - tesisatı henüz ikmal edilmemiş ve siper- leri hiçbir noktada tel manialarla müdafaa edilmemiş ve ileri hare- kâtım durduran yegâne mâni de henür tespit edilemiyen mitralb> Oyozlar olmuştu. — Ferdası gün Fransada, Aubers idze sırtında Sir Douglas Haiy- in — birinci — ordusunun — 30,000 ke piyadeden mürekkep üç fırkası, 25,000 - piyadeden mürekkep bir | ihtiyat ile ve iki millik bir cephe | üzerinden Almanların müthiş bir surette tel örgülerle tahkim edik miş siperlerine hücum etmişlerdi. Bu hücuma 500 top iştirak etmiş 've kırk dakikalık ihzari bombar- dıman esnasında 80,000 mermi endaht etmişti. Bu taarruza kab- kan — küvvetler — 11,000 — telefat vermişler ve bir yarda bile ileri gidememişlerdi. Halta Alman ihtiyat kuvvetlerinden bir tek neferi bile harp sahnesine celbet- Üürememişlerdi. Akşam — olunca boşuna telefatı mucip olduğu kanaatile taarruza devam edilme- mesi kararlaştırılmıştı. Şüphe yök ki Çanakkalede atılan kalibredeki 18500 mermi, Fransa cephesinde muvaffakıyet istihsalinde — bir âmil olamazdı. Fakat Aubers Ridze - sırtlarına e M Resim Tahlili TYabiatinisi — öğrenimek — istiyorsaue resminlal S dot küpon ile bic İ Lale gönderinl.. — Resminiz sireya | Gbidle ve iade edilmos. hslın, Meslok g | veya san'at? Bulunduğu memleket | | | ü SÜĞ © Tçmi Roria intişe | sdecok mit — | Rosimin klişost BO — kuruşlar Pumukabillada gönderlls ndır. Kuponu atılan 80000 mermi ve hatta o gün Alman siperlerine saldırılan üç fırkadan ikisi Çanakkalede ikinci Kirte muharebesinde Jene- ral Hamilton'un elinde olsaydı, hiç şüphe yok ki o gün Boğaz- lar zaptedilir. ve İngiliz donan- ması da İstanbula girerdi. Böyle bir muvaffakıyetin Tür- kiye, Rusya ve bitaraf bulunan Balkan devletleri üzerinde husule getireceği hüsnü tesir tasavvur olunabilir. Ancak burada birkaç noktayı tebarür ettirmek lâzım- dır. Evvelâ yarımadadaki Türk or- dusunun vaziyetini alalım. Bolayırın iki tarafı İngiliz gemilerile ihata edilince yarımadanın İstanbul ile olan münakalesi tamamile ke- silir ve — kuvvetleri ile cep- hanesi günden güne darala- cak olan Leyman Fon Sanderz ya ricat etmiye veyahut ta teslim olmıya mecbur kalırdı. Saniyen Anadolu sahilindeki istihkâmlarla, her nerede olurlarsa - olsunlar diğe Türk ordularının vaziyetini ele alalım. O sıralarda Türkiyenin cephaneye muhtaç bulunduğu ve Almanyadan Bulgaristan tarikile kaçırılıp getirilen küçük miktarlar | istisna edilirse, Türklerin yegâne istinat — edebilecakleri cephane membainın Zeytinburnu fabrika- sından ibaret bulunduğu herkesçe malümdur. Halbuki İstanbul cenubu garbi- sinde ve deniz kenarında bulunan bu fabrika ise Marmara denizine | girebilecek bir düşman filosunun bükmü altında demektir. Bina- enaleyh İgiliz donanmasının Mar- maraya duhulü üzerine İstanbul- da bir isyan ve ihtilâl çıkması ve Balkan hükümetlerinin — itilâf kuvvetlerine iltihak etmesi ihti- malleri bertaraf edilse bile, yine Türkiyenin vaziyeti çok berbat olurdu. Leyman Fon Sandrez, hatıratında Boğazlar düşman eline geçtiği takdirde Türk ordusunun denizi aşarak Anadoluda muha- rebeye devam edebileceğini yaz- maktadır. Bu ihtimal kabul edil- se bile, Türkler cephanesiz mu- hareba etmek — mecburiyetinde kalacaktı, çünkü ne karadan ve ne de denizden cephane getirt- mek kabil olamıyacaktı. (Arkası var) Kaçakçıların Hileleri Roma, 3 (A. A.) — Palermo gümrük memurları, Amerika'ya uyuşturucu maddeler sevkedilmek — üzere olduğunu hissetmiş olduk- larından New-York'a gitmek V- | zere bulunan bir gemide taharri- | yat yapmışlar ve zeytinyağı dolu bir takım sandıkların dibinde morfin bulmuşlardır. Bunları gönderen Nastoni is- | minde bir şahıs tevkif edilmiştir. Bulgar Gazetecileri Romada Sofya, 3 (A. A.) — İtalya'nın Sofya orta elçisi M. Cora, Roma'- [ ya gidecek olan Bulgur gazete- cileri şerefine bir öğle ziyafeti | vermiştir. llk defa olarak Bulgar matbu- atı mümessillerinden mürekkep bir grap, ecnebi bir memlekete l seyahata çıkmaktadır. SON POSTA 'Yerli Mallarr Karşı | Suikast Mı Yapı- | hyor ? ( Baştarafı 1 inol sayfada ) yakıla söylemektedirler. Bu hu- susta deniliyor ki: “Bugün iftiharla söliyebiliriz ki pirinççilik üUç — senedenberi memleketimizin her — tarafında büyük bir inkişaf göstermiştir. Tohumlar ıslah edilmiş, kârıka- dim dinklerin yerlerine yeni, ye- ni fabrikalar kurulmuştur. Ana- dolumuzun her tarafında - yerli mahsul aranmak ve yenmektedir. İstanbulun ihtiyacı için de mem- leketimizin her tarafından her | cinsten pirinç gönderilmektedir. Fakat esefle söylüyoruz ki İstan- bul tüccarı, Maraşın, Antalyanın, Tosyanın, Edirne, İzmit, Silifke, ve Bursanin pek güzel yetiştirik miş pirinçlerine rağbet göstere- cek yerde, bunlara türlü türlü birer bahane bularak kimine ta- nesi ufak, kimine plâv olmuyor, diyorlar. Hattâ kiminin de rengi- ne kabahat buluyorler. Bütün Anadolu halkının seve seve yedi- ği bu milli mahsulümüzü hatıra gelmiyen isnatlarla gözden dü- şürerek yerine Bombay ve Hin- diye pirinçleri — satmıya | yorlar. Ecnebi pirinçlerinde sirasına göre nekadar çok kâr olduğunu hepimiz bilmiyor değiliz. Fakat artık umum! memleket — menfaat- leri karşısında hususi kârların feda edilmesi vaktinin geldiği fikrindeyiz. Yerli mahsulün — yetiştiği şu mevsimde, gümrükleri ecnebi ma- larile- doldurdukları — yetişmiyor- müuş gibi, ayda kırk - elli vagon ecnebi pirincine ihtiyaç vardır duyorlar. Biz, çiftçiler yetiştirdi- bu güzel | milli “mahsulümüzü | elimizde mosturalarımızla, dük kân dükkân dolaşırken, — onlar hâlâ ecnebi pirinci sipariş ver- miye hazırlanıyorlar. Pirinçlerimi- zin fiatini de, günden güne kırı- yorlar. ecnebi malındaki kâra tamaan, memleketimizin en feyiz- | l ve seneden seneye terakki l ile birkaç yüz bin rençperimizi | besliyen bu ziraat nurunu, icat | ettikleri bahznelerle söndürmiye, | ve — temiz satmak için ğimiz rağbetten düşürmiye sebep olu- yorlar. Biz bu kadar zabmet ve fe- | dakârlıklarla yetiştirdiğimiz mah- | sulümüz ellerimizde çarşı, pazar | dolaşırken, ecnebi pirinci geti- ren ve satan tüccarlar - acaba müsterih mi kalacaklar? Biz ağ- larken onların güleceklerini- hiç zannetmiyoruz. ve bunun filen, * ecnebi pirinci alıp satmamakla | ispat edilmesini bekliyoruz.,, İşte maruf pirinç çiftçilerimi- | zin ithamlarını aynen dercediyo- ruz. Bu hususta İktışat ve Ziraat | Vekâletlerinin nazarı dikkatini celbederiz. Dişinizi mi? Tedavi ettireceksiniz ? Meşhur doktor- ların adresleri Son Posta vın Küçük Hânlar sütunundadır. Pazartesi - Perşembe çalışı- | Genç ...» Benim aziz ve büyük dostum.. — Hatırlıyor — musunuz; havalar soğumıya, yapraklar sa- rarıp dökülmiye başlamıştı, — say- fiye mevsimi bitmek üzere idi. Artık ayrılıyorduk. Birgün ko- calarımızla dört kadın Nisin çam- hk bir köşesinde kurulmuş yemek sofrasında etrafınızda bir takdir- kâr çerçevesi yaratmıştık. Rica etmiştiniz, size ilk genç kızlık aşklarımızı yazmıya söz vermiş- tik. Kocalarımız da buna itiraz etmemişler, batta siz : “Bunlardan nefis bir cilt yapacağım! ,, dedi- iniz zaman memnun bile olmuş- dı. Ben sözümü tutuyor ve başlıyorum. * * Hakiki — sevdanın — zehrini tattığımın üzerinden şimdi tam on dokuz sene geçti. On dört buçuk yaşında idim. Bu adetler- den yaşımi hesap da istifade edebilirsiniz. O zaman Madam Janın “Sen Jermen,, deki hususi mektebinde leyli talebe idim. Vasim olan ihtiyar amcamı tanırsınız. Ömrünün ak- şamında hodbin ve cimri bir ta- biat peyda etmiş olan amcam benden fazla vasiye muhtaç bir adamdı. Önun yanına pek nadiren gidiyor, tatillerimi (....) in kötü bir köşesindeki kasvetli bir otelde, yanımda amcamın terfik ettiği dadı ile geçiriyordum. — Bu, hiç hoşümâ- gitmiyordu. Zira be nim mektepte ders senesi esna- sındaki habıralarım tatillerimde- kilerden çok daha tatlı idi. Mek- tep geniş bir konakta idi. Onun lınyüî bahçesi, arkadaşlar, güzel şirin odalar, şen kahkahalarla bezenmiş, adeta — aile sofrası tatillerde hep gözümde tütüyordu. Madam Jan mektebin hem sahibi, hem müdiresi idi. Genç- liğinde başından masum bir aşk faciası geçmişti. Yirmi iki ya- şında iken çok sevdiği nişanlısile evlenmiş. Fakat tam saadetin Jezzetini tadacağı sıralarda, ev- lendikten birkaç ay sonra müte- verrim — olan — kocası ölmüştü. Ben talebesi olduğum zaman otuz altı yaşlarında gösteriyordu. Se- neler göz yaşlarını dindirmiş, ona muztarip görünüşlü bir şah- siyet altında munis bir kalp bırakmıştı. Çok esmer, uzün böy- lu, üst dudağı gölgeli, gölgeli değil hatta biraz bıyikli bir kadındı. - Çok — hassastı. — İçli, derin, bedbin bir aşkın hic- ranlarını terennüm — eden - bir- çok, çok — güzel şiirleri vardı. Mütehakkim, mağrur, çok ciddi idi. Fakat müşfikti. Her zaman ze uzun ahlak nasihatleri, hayat dersleri verir; hepimizle ayrı ayrı bir anne gibi alâkadar olurdu. Onun mektebinde sıcak bir samimiyet havası hükümrandı. * Ben bütün ömrümde aane şefkatinden ve himayesinden ir- şat ve ihtimamından —mahrum büyüdüm. Hiç kimse çırpınan kabime bir rudul çizme! bir nizam tanıtmamıştı. Beni hayat terbiye etti. Kuvvetli bir irade sahibi idim., Kendi kendimin ha- yat hocalığını yaptım. Benim ya- şımda olan her genç kız gibi, hayatın şimdi çok daha harap edip bıraktığı gönlümün geniş bahçesi o zamanlar hep mavi çiçeklerle bezenmişti. Ah, on dört yaşında o ne nefis mavi- likti?.. Bilseniz aziz dostum. Biribirimizden hiç ayrılmıyan ! üç arkadaştık, Birisi - Jinet diye- ceğim - Parisli bir banka müdü- rünün kızı, öbürü - Mari diyelim - çok asil bir aile çocuğu idi. On- lar benden ikişer yaş büyüktüler. Ve üçümüz de en saf, en güzel ea asil aşk maceralarına hazır- HİKÂYE Bu Sütunda Hergün . kârane jestler, simada Nakili: Naci Sadullah Kız Aşkı lıııı__ynıdui Gündelik — hislerde, geçici tenis, plâj, sokak dostluk- larında filân gözümüz yoktu. Biz hayale bürünmüş şir ve hisle bezenmiş, istıraplar, imkânsızlık- larla dolu!kudretli bir aşk arar dık.. Dedim ya, baharları başla- rına vurmuş — çılgınlar gibiydik o zamanlar. Her tatil dönüşünde- biribiri- mize ıı;;udhı.kh:“ ” No ler, li yok? - ıB(ı:ll:lıı mu ? e - in döndün ? Ö Boştu., Haberler, cevaplar, kalpler hep bomboştu. Ve ateşli bir ıstırap içi or- du. Biz hep sevmeyi .’ bu aşk ve his ç bir vaha arıyı * O senenin başından birkaç ay sonra hepimizin bir şırrı vard. Hepimiz aradığımızı bul- muştük. — Hepimiz — seviyorduk.. Fakatl.. Sırlar Faş olununca pek garip oldu: Üçümüz de ayni adamı, Kalmeti sevi- yorduk.. O, bizim yeni felsefe hocamız idi. Bir sabah Madam Jan onu getirmiş, dershaneye takdim et- mişti. O, otuzuna aşan bir adamdı. Darülfünunda müderristi. Edebi mecmualarda Şüirleri çıkı- yordu. — Neşrolunmuş — romanlari vardı. Tanınmış bir muharrirdi de. Çok güzel bir adam değildi. İnce asabi hututlu bir çehresi, kömür gibi siyah ufacık gözleri, çok geniş bir alnı, gözleri renginde sık, dalgalı parlak saçları vardı. Ve... bilhassa itirafa mecbur ol duğum bir hakikat var: Onda kuvvetli bir cazibe, çok bir. konuşuş — vardı. Topr;ıdp sonunu getiremiyeceği zannolu- nan uzun cümlelerini bir iki ke- lime ile öyle nefis bir bağlayı- verişi vardı. ki insan hayran kalıyordu. Biz Üçümüz aramızda ondan bahsederken: — Ne işleyici ses, ne san'at- ne işmizazler.. şeklinde izharı tak- dirden — kendimizi alamıyorduk. Üç hafta içinde, sevmediğimiz o felsefe derslerinin dört gözle bekliyen âşıkları olmuştuk artık. O üçümüzle de alâkadardı. Ve bu, pek tabil idi. Zira Üçümüz de dersinin en çalışkan — talebeleri idik. Artık ondan başka bir şeyden bahsetmiyorduk. Ondan başka kimseyi düşünmüyorduk. Az uyuüyor, az yemek yiyorduk. Zayıflıyorduk ve hepimiz biliyor- duk ki içimizde hangimiz haya- tını onunla ölesiye kadar birleş- tirebilirse ancak o mes'at olabi- lecektir. Hepimiz onunla evlen- meyi — düşünüyorduk, — tahayyül ediyorduk. Fakat muhakkaktı ki © üçümüzle birden evlenemezdi. Ve biz bu garip muadelenin şekli hallini bulunamaz - telâkki ediyorduk. KT 5 Bir gün bir uzun in te- neffüsü esnasında idi. Mari: — Dinleyin çocuklar dedi bir mizi seviyor. Bu muhakkak.. — Hayır © Üçümüzü de seviyor. — Evet.. Evet amına birimizi muhakkak tercih ediyor. Fakat kibarlığı bu tercihini söylemesine mâni oluyor. Yegâne hal çaresi ona bunu açık açık sormuktır. - Bu teklif güzeldi. İttifakla kabul olundu, - ( Arkası var )