HAYAT VE'MACENALARI s4 ŞAGİ VİNİ ki a VE “ SON POSTA ii LİN Bize Hayatın Bütün Sırrını Ve Felsefe- sini Öğreten Ömer Hayyam Kimdir? Vilson: Hah, İşte Ben De Bn Öğrenmek Her hakkı mahfazdur. lik Tefrikanın Hulâsası Mister Vizon, hayatın bütün ve- rebileceği ozevkleri otatmış ve inkisara uğramış bir müyonerdir. Güzel bir yılbaşı günü, muhteşem apartımınına kapanmış, can si- kıntısından ne yapacağını bilmer bir haldedir. Bu sirada hizmet gisi Bil, kendisine bir hediye ge- Birmiştir. Bu, bir kitaptır ve Ömer Hayyama aittir. Hiddet ve şid- detle genç milyoner bu ki tabı bir köşeye fırlatanıştır. Sonra merak ve İşsizliğin sevkile yap» raklarını karıştırmıya başlamıştır. Okuduğu şu satırlar Vilsonun kasvet ve ıztırapla malâmal olan kalbine, yüksek bir ikaz hitabı gibi tesir etmişti. Bedbin ruhu- mun Üzerine gerilen siyah perde kımıldar gibi oluyor, ebemmiyet- siz bir tavırla parmaklarının ara- sında tuttuğu şu kitaba karşı, şimdi onda bir alâka uyanıyordu. Vilson, yine mırıldandı; — Tuhaf şey... Bunları,(Ömer Hayyam) isminde bir şair söylü- ie bunu anladık.. Fakat Ömer am kim 7... zaman, açık sayfayı kapa- dı ve kitabın baştarafından baş- lıyarak ilk sayfayı açtı. Bu sayfada onun yüzüne gülen bir resim Vardı. Bu resim, ( Hay- yam) sdı. Hayyam; şen, müsterih, hayata karşı istihfafkâr bir çehre ile (— Vilsona gülümsüyordu. Vilson, kalender Obir (o ruhun en mesut O hislerine omaâkes olan bu çehreye bakarken, yavaş yavaş o da gülmiye başladı. Hem gülüyor, bem söylüyordu: — Vakitler hayır olsun, Mister er Hayyam... Yılbaşı tebriki- nizi kabul edeceğimi zannediyo- rum, Doğru sözlü bir adama iyorsunuz amma... 3 yaprak daha iyi Bu- radada meşbur ikiz iri, (Fiç GCaraldlım resmi vardı. Bu bü, yük şairin vakur siması, Ömer Hay- Yamın şen, şuh ve derbeder çehre- sile büyük bir tezat teşkil edi ordu. Vilson, bu resme karşı mı biraz geri çekerek bir tarafa çarpıttı. Dudaklarını üzattı. Gözlerile onun pürvekar bakışını e ederek müstelizi bir tavır 1. Bir sayfa daha çevirdi. Orada da, bir çerçeve içinde, şu satırlar vardı, ( Hayyam ) diyor kiz * Bu hayat, insan için bir fırsat de midir. Bunu hoş geçirmek, kârıkıldır. Tabiatın © güzelliklerinden | İstifade etmeli, hayalın neşesini ihlâl etme- me idir. Her şey, derin bir boşluğa doyru akıp gidiyor ve bu cereyan, bizi de ei götürüyor. Bu tabiatın r (Muamma ) sıdır. Bu, muammayı iie (Din), ei (İlim) ile halletmiye uğraşanlar, ayni derecede Acizdirler, Üstünde yaşadığımız şu toprağın öte tarafında, ne bir ( Saadet) ve Be de bir ( Ukubet ) vardır. Doğduğumuz günden öldüğümüz Büne kadar geçen zemana, ( ür) diyoruz. İşte bu ömrümüz okadar azdır ki, onun bir saniyesini bile heba etmeyip bu kısa zamanı zevk ve neş'e içinde geçirmeliyiz, Güzellere | karşı aşk, bu aşka uyandıracak şarap, kalpleri vecde getiren mehtap, bağlarda ve bostan tarda akseden hazin. nağmeler, tatlı bir seher rüzgür,yeni açılmış göller. İşte hakikat olan, ancak bunlardır. m Bunlardan başka, herşey boş ve ve fanldir. , Vilson, oradaki rahat koltu- ğun üstüne oturdu. Gözlerini bir mıknatıs gibi çeken bu satırlari, büyük bir dikkatle, bir dâha okudu. Okudukça alâkası (artıyor; ne zamandanberi ruhunun üstü- ne biriken o zalim ve kasvetli hisler, yavaş yavaş dağılıyordu. * Bir sayfa daha çevirdi. Gözü- ne şu serlâvha ilişti; Bize, hayatın bütün sırrını ve felsefesini öğreten (Ömer Hay- yan), kimdir ?.. (2) ilson, birdenbire ruhundan doğan bir neşe ile sâyfanın üs- tüne elini vurdu: — Hah.. İşte, ben de bunu öğrenmek istiyordum. Dedi, Ve artık, büyük bir alâka ile okumakta devam etti, » | Milâdın 1064 senesinde. As- yada.. ( Nişabur ) beldesinde ( İmam Muvaffak ) isminde bü- yük bir âlin vardı. Bu meşhur âlim, talebelerine ( Cami )de ders veriyordu) Vilsonun okuduğu — satırlar, yavaş yavaş eriyor; alelâde bir yazı şeklinden çıkıyor, gözlerinin önünden bir sinema şeriti geçi- yordu. Hayalinde birdenbire bu cami tecessüm etti, Yuksek bir minder üzerinde.. Sedefli bir kürsünün öuüünde.. Uzun ve beyaz sakallı, seksen yaşını mütecaviz olan ( İmam Mu- vaffak ) oturuyor. Ağır ve derin bareketlerle talebesine ders takrii ediyordu. Karşısında, kalabalık bir talebe kütlesi. Kimi diz çök- müş, kimi bağdaş kurmuş, bepsi de büyük bir alâka ile, dersi dinliyordu. * Ders, bitti. İmam da diz çöktü. Ellerini semaya kaldırdı. Her dersin o hitamında mutat olan duayı okumiya başladı. Talebeler de diz çökmüş, bo- yunların bükmüş, kalplerinden coşau derin bir iman ve itikat ile, bu duaya: — Amin... Diyorlardı. Dua bittikten sonra, talebe ayağa kalktı. ( İmamı Muvaffak ) ta kalkarak kürsünün yanından ayrıldı. o Talebelerden bazıları, imamın geniş kollu binişini tetu- yor, ona giydiriyor, diğerleri de sıra ile ellerini öpüyorlardı. » İmam Muvaffak, © koltuğuna ii talebelerile © yavaş yavaş rek giderken, diğer tale- beler de dağılıyorlardı. 2 Kürsünün yanında, üç talebe kalmıştı. Bunlardın birinin adı (Ömer), diğerinin (Hasan), üçün- çüsünün ismi de (Abdülkasım) idi, Bu üç genç (imamı Muvaffak)ın arkasından ei sonra ko- mağa başladılar; El — İmamı Muvaffak gibi bir âlimin talebesi olduğumuz için, ne babtiyarız. V Abdülkasım büyük bir mem- nuniyetle buna eveap.verdi: gi Ömer Hayyan. D. - RT. İstiyordum,Dedi Yazan: A. R. — Şüphesiz... Ümit ederim ki onun bütün talebeleri gibi bizde hayatta ikbal ve saadete nail olacağız, Fakat Hasan, acı acı güldü. Abdülkasımın sözlerini kabul et- miyen bir tavırla başını iki tarafa sallıyarak ; — İkbal ve saadet... Bunlar, hayatta herkese nasip olmaz, Dedi. (Ömer) le (Abdülkasım), dikkatle | dinliyorlardı. (Hasan), sözüne devam etti: — Hayat, büyük bir ırmağa benzer. Biz, insanlar da, o ırmağın suyu üzerine serpilmiş birer kuru Yyaprağız. O ırmağın cereyanı bizi nereye sürüklerse, oraya gideriz. Bazılarımız, hiçbir mania karş suda kalmadan o cereyana ka- pılır, akar, gideriz; bazılarımız da, bir köşeye sıkışıp. kalırız.. Hangi- miz akıp gideceğimiz,hangimiz bir öşeye sıkışıp orada çürüyeceğiz?.. Bu, belli değil... Onun için ara- mızda bir karar verelim. Günün birinde hangimiz büyük bir ik- bale nail (olursak, biribirimizi 9 ikbale iştirak ettireceğimize ahdedelim, Ömerle Abdülkasım, bu tek- lifi derhal kabul ettiler; — Hay, hay... Dediler. Fakat (Hasan) bu ahtı, unutulmaz bir peyman şek- line sokmak istedi. Buna binaen bir teklif daha ortaya attı: — Lâkin bu ahtimizi unutma- mak için..... Üçü de, derhal sol kollarını sıvadılar. Sağ ellerile bellerinden küçük birer hançer çıkardılar, Sağ. kollarının iç tarafına hafifçe sapladılar. Oradan sızan kanları, biribirine karıştırdılar. Ve üçü de, bu kanı yaladılar, (Arkası var ) a ağ Birkaç Fıkra Ufak Bir Fark — Tebrik ederim. Oğlan mı? — Hayır eki — Ya! Demek taminimde fazlaca yanılmamışım. & Polisle Gaip Çocuk Arasında — Vavrum, orada ne ağlayıp duruyorsun? — Evimi kaybettim, — Allah, allah, insan adresini bilmez olur iu? —Dün evden çıkmıştık, bu sabah ta annem evlendi. Bir Buluş — Demek O zevcem olmıya muvafakat etmiyorsunuz? — Katiyenl — Öyle ise müsaade edinde ben zevciniz olayım. Ucuz Yumurta — Sağlamları üç, çatlak yu- murtalar da yüz paral — Öyleyse bana şuradan on tane kadarını çatlatıp ta ver. orada öyle fazla, - D AKTİLO Bugünün Romanı 74 RM Yazan: 2. Şaki» Akşam, fabrikadan çıkacağı miz zamân, Neclâ benden ay- rılmadı ; — Eve, beraber gidelim. Dedi, Bu aksiliğe canm sr kılmakla beraber, hiç bozmadım. — Peki, Dedim. Fakat, tramvay Tak- sime yaklaşırken, güzel bir bahane buldum. — İyiki tam zamanında ak- lıma geldi, Neclâ... Kardeşlerim haber göndermişler, iki kitap istemişler. Hazır vaktim varken, karşıya geçeyim de kitapçılardan alıp göndereyim. Deye onu başımdan saydım, Hocam ( S ) hanımın sabahki mektubile bildirdiği adresi bul- makta müşkülât çekmedim. Bab- çekapının maruf banlarında üç odadan mürekkep zarif bir yazı- hane... o Yazıbanenin sahibide, komsiyoncü Haşim Bey, Haşim Bey, beni görür gör- mez, evvelâ gözlerile - ve kemali dikkatle - bir muayeneden geçir- dikten sonra yanına oturttu. Piş- kin ve becerikli bir tavırla ko- nuşmağa başladı. Her daktilo ile ber patronun, ilk mülâkatında cereyan etmesi mutat olan sual ve cevaplardan sonra, en mühim şartım izah etli: — Bak yavrum, ben herşeyi evvelden ve açık söylerim. Bu- kinenin kapağını bile açmazsın. Senin burada göreceğin belli, başlı iş, gelip gidenlere hoş gö- rünmek... Amma, gelip giden diyorsam, herkese değil haaa... Yalnız icap edenlere. — Meselâ efendim?.. — Meselâ müteahhitlere, mü- bayaat komisyonu azalarına, mu- temetlere... Canım onları ben sana söylerim. — Evet efendim. — Gayet şık ve temiz giyi- neceksin... Kendini bir büyük aile- nın kızı gibi göstereceksin. Hö- lâsa, haniya çocuklar kuş tutmak için ökse kullanmazlar mı? İşte sen de burada bir ökse vazifesi ifa edeceksin. Bütün manası, gayet açık olan bu teklif karşısında birdenbire cevap veremiyerek birkaç dakika düşündüm. Sonra ayağa kalkıp, çantam koltuğumun altına sıkış- tırdım : — Pekalâ, Beyefendi. Bana yanına kadar müsaada ediniz. Eğer bu teklifinizi kafama sığdırabilir- sem, yarın bu vakit gelirim, Dedim. Haşim Bey de ayağa kalkmıştı. Benim bu sarih ceva- buna mukabele etti: — Aman yavrum.. Öyle, o kadar ince düşünme., Bunda ka- faya sığdıramıycak ne var ? Bu- râya gidip gelenler, hep medeni ve terbiyeli adamlar... Bunlara hoş görüneceksiniz dediğimi sa- kın yanlış anlamayınız. Yani on- lara şöyle bir parça cazibeli gö- rünüp sık sık buraya gelmelerini ve bizim tekliflerimizi de kabul etmeleini temin edeceksiniz, Bun- da, o kadar büyük bir fenalık yok. Siz yine bidiğiniz gibi, if- fetinizi muhafaza ediniz. Burada sizin oynayacağınız rol, sadece onlarla ahbaplığı arttırmak, daha doğrusu; para, para, para kazan mak... Ji * Gece, şöyle düşündüm: — Eğer fabrikada kalırsam, Dayıbeyin bir tecavüz ve rezale- tine kurban olacağım muhakkak: dı. İhtirastan bayvanlaşan bu adamın gözleri o kadar karar mıştı ki, onun her fenalığı yapa» ceği pek aşikârdi. Eğer bu fena lık şahsıma münhasır kalsaydı, buna belki okadar ehemmiyet vermez ve ben de mukabelede kusur etmezdim. Fakat bü adam, benim ebediyen minnettar oldur gum bir ailenin mühim erkânm- dandı. Bu yüzden bir facıa çıkar sa ihtimal ki en evvel beni itbam edecekler: — Ne olacak.. Kumarhaneler de herşeye (alışan kaltak, evli barklı adamı baştan çıkarmış diyeceklerdi. Hatta bu, ihtimal değil, muhakkaktı... Bu idare etmek, Dayı Beyi yola sevketmek imkânı de yoktu. Şu halde, zuhuru muhtemel olan böyle bir felâketten yakamı si yırmak için, şimdilk Haşim Be- yin teklifini kabul etmek, daha ebven bir şerri ihtiyar eylemek icap ediyordu. ( Arkası var ) — RADYO— ISTANBUL — ( 1200 metre) 18 gramofon, 19,5 Hafız Burban Bey, 20,5 gramofon, 21 Hafız Burhan Bey, 22 orkestra, BÜKREŞ — (394 metre ) 2040 gramofon, 21 orkestra Fausttan par çalar, 21,45 şarkı konseri, BELGRAD — (429 metre) 2) ses konseri, 24,50 orkestra, ROMA — (441 metre) 21,05 Me- caristan hakkında musahabe, gra- mofon, 21,45 konser, PRAG — (488 metre) 20,20 konser, 22 Berliozdan parçalar, 2320 gra mofon, VİYANA — (517 metre ) 20,30 Varşovada bahar, 2 gençler ve İh. tiyarlar için konser, Pİ — ©50 metre) 20.30 e kia Die Metz opera: > Vi VA — (İT metr aman, SN Şopen şk e dans havaları, — (1635 metre) 20,18 konferans, 21 en güzel Alman şar- kıları, 13 Nisan 932 Çarşamba ISTANBUL — ( 1200 metre ) 18 mofon, İ95 Cennet Hanımla önül man - Büy,» 205 resimle opera pertalari. 21 Bedyi musiki TİR cazbant, EŞ — (30 metre) 19410 konser, 20,40 Madam Prager tara. © fından muhtelif şarkılar, 2) keman solo, 21,45 piyana sola. BELGRAD — ( > metre ) 20,30 Milli Sırp havaları, 21 Pragdan nak» len Çek şarkılar, ROMA — (4l metre) 2005 gra. mofon, 21,45 Operadan nakil, PRAG — ( 458 metre ) 21,20 mandolin ve kitara konseri, 21,05 salonundan nakil, VİYANA -- (517 metre ) 2025 Granada şarkıları, 21 musikişinas komedracılar, 2,3 Sruehner senfo- Bi PEŞTE — ( 550 metre ) 19,50 Çiagan orkesizası." 2120 gülünç musiki fasılları, 22,20 (Hayden) in sa- lon besteleri, VARŞOVA — (i4ii metre) 20,35 gramofon, 21,15 şarkı konseri, 21,45 piyano konseri, Moskovskiden par. çalar. BERLİN — ( 1635 metre) 20 halk şarkıları, 22,35 Nadya operası,