TEMMUZ 1914 p Mümin POSTA | Umumi Harp Nasıl patladı Nakleden: H. R. — Kızım Doktor: Semi Ekreme — Şayet Belçikanın istiklali kay- bolursa, Hollandanınkinden de eser kalmaz. Böyle bir buhran haricinde kalmakla (Britanya menafiinin ne derece haleldar olacağini şimdi teemmül ediniz. Harbe girmemekle temin etmiş olacağımız kuvvet tasarrufu, bu yüzden kaybedeceğimizle taka- bül edecek, onları tazmin ede- cek mabiyette midir? Diğer taraftan zannedilmesin ki büyük bir devlet harbe iştirak etmek veya bitaraf kalmakla işin nihayetinde faikiyet temin harbe iştirakimiz halinde katla- nacağımız fedakârlık, harbe se- yirci kalmamız halinden ancak © biraz fazla olabilir. Hiç şüphe yoktur ki bu harp yüzünden ber iki takdirde de çok dertlere katlanacağız. İhracat ticaretimiz duracak, ve en müsait halde bile harp esnasında gelecek şeyleri tebdil edemiyeceğiz. Biz hariç olarak bütün Şarki Avrupanın tek bir devletin tahakküm ve ceberutu altına girdiğini göz önüne getiriniz, bu suretle neler tehdit altında kalmış olmaz? Düşününüz. Neti- cede o hükümetinize ( bilâkaydu şart ve devamlı surette müzahir olacağınızı zannederim. ,, Bu nutukta her hususu tart- mıştır. | Mübalâğadan Oo âridir. Bazı hususlar mestur geçilmiştir. Muahedelerin mukaddes mahi- yetlerine dair bir kelime yok- tur; çünki o biliyordu ki, bütün 1 abinelerce, müz'iç hale gelen Liberal (Omazınn Oo fırkasının proğramı ve kendi gönlü hilâfına © irat ettiği bu nutkundan sonra © dostu liberallar eza içinde nefes- lerini tuttular, muhalif olan mu- hafazakârlar azim (şamatalarla kendisini alkış tufanna garket- tiler, Greyin sözleri kendi samimi fikrini ifşa etmemişti, ve bu nutuktaki aczine karşı feci bir hüküm vardı. » Az sonra, Ağutosun altıncı günü yine Avam Kamarasında Askit şu beyanatta O bulun- muştur : — “İnsanlığın ber taraftan cebir ve zor tahakkiimüne ram edilmek istenildiği şu günlerde biz küçük milletlerin, faik bir devletin keyfi takdirile Beynel- düvel mevzu namus bükümleri hilâfına o ezilememesi (o kaidesini tahkim için harbe gireceğiz. Hiçbir milletin bir harbe bizim şu barbe girişimiz kadar vicdanı rahat olarak ğini zannetmem, Filvaki biz ne kim- selere taarruz için, ne de kendi menfaatlerimizi tutmak için harp etmiyeceğiz. Biz dünya medeni- yetinin tabi bulunduğu kanunları müdafaa için harp edeceğiz. , İngiltere | terazinin kefesine demir balyelerini, gümüş külçe- edebilir. Kudretli donanmamızla | muahede kâğıt sepetine atılmıştır. gi Yazan: Emil Ladvig Hiç Bir Millet Bizim Kadar Vicdanı Rahat bile emi Cepheye harekete hazır Alman kı”'aları lerini ve nihayet fikir ve mane- viyat vecizelerini ilâve etmiştir. * Berlinle Londra arasındaki | müzakerat esnasında, İngilterenin teminatı sayesinde Fransız - Al- man harbininin bir aralık berta- raf edilebileceği zannolunmuştur. ve bir anlaşamamazlık olmuş- akat meselenin sureti tetkiki harp makinesinin bir kerre hü- rekete geçmesi üzerine onu artık kimsenin durduramayacak — bir halde hâkim tabiatını te'yit eder. Rus erkân harbiyei umumiye resi, titremişti. Ondan iki gün sonra > birinde - Alman Türk Bahriyesinin erkânharbiyesi de ayni mace- raya uğramıştır. İogiltereden te- minat haberi gelince: İmparator | | Moltkeye: | — “— Şu halde bütün or- duyu Şarka naklederiz.,, De- miştir. Moltke: — “İmkânsızdır, Haşmetmeap milyonlarca efrattan mürekkep bir i ordunun nakli irticalen olmaz. Şa- | i başka bir şey bulunmaz. Bunlar yet bütün ordunun Şarka naklinde ısrar buyrulursa elde müsellâh adamların müşevveş yığınlarından nizamsız, intizamsız ve erzaksız bir hale düşerler. ( Arkası var ) Mezarı: Karadeniz ( Baştarafı 1 inci sayfada ) Denize açılamıyan küçük to- najlı gemiler de, bu gemi enkazı içinde boğulmak istemediklerin- den son bir teslimiyet ile demir Üzerinde kalmışlardı. Ümit ve te- selli verecek tek bir ışık bile görünmüyordu. Büyük bir korku içinde geçen gecenin sabahı ol- muştu. Bursa, Cide posta yolcu vapurları da bu hengâmeye iş- tirak etti. Bunların bali daha feci idi. Çoluk çocuğun feryat ve iniltileri omukabelesiz kalı- yor, sahilde tek bir binasile, efradı olan fakat sandalı bulun- mıyan tahlisiye teşkilâtı bu faci- aya seyirci vaziyetinde kalıyordu. Günler geçtikçe fırtına azıyor kuduruyor, Okarayelden © batıya çeviriyordu. Vapurcular bu badi- redeh nasıl kurtulacaklarını bile- miyorlardı. “Lüâtfiye,, vapuru dağ gibi dalgalarla tek demirini kestirmiş, | “Şafak,, vapuru üzerine düşmiye başlamıştı. Feci akıbet yaklaşı- yordu. "Lütfiye, mağruk “Ayan- cık,,, “Beykoz, enkazile “Şafak, arasında kalmıştı. Kaptanın 80- gukkanlılığı ve mabirane ma- nevrasile Lütfiye vapuru muhak- kak bir faciadan kurtuldu. Diğer demirini bırakarak kendine bir yol buldu, “Kavakdibi,, denilen mahalle baştan kara etti, bu suretle mürettebat, kendisi ve Şafak vapuru kurtulmuş yalnız ie küçük bir rahne almıştı, Yolcu vapurlarındaki,$ kendinden geçen ve perişan bir vaziyette olan yolcuları almak hususunda | Ereyli limanı kayıkçıları büyük | tehlikelere göğüs gererek hari- | kulâde gayretler sarfetmişlerdir. Tahlisiye efradı karaya giden Lüt.! fiye vapuru ve sahile yanaşmak istiyen sandallara büyük yardım- lar yaptılar. Kar tipisi esnasında | donmak üzere idiler. “Ticareti | Bahriye Müdürünün bu deniz | mezarlığile biraz alâkadar olup hiç olmazsa bir fener ve şaman- dıra koydurması lâzımdır. 124 saat devam eden fırlına küçük ziyanlardan başka, bir ya- purumuzun daha Ticareti Bahriye listesinden silinmesile neticelendi, | Limanda ölümle pençeleşen ge- | miler: Kemal, Şafak, Anadolu, | İnkişaf, Refah, Gari, Bursa, Cide, | Şark, Yıldız, Vefa, Sadık zade vapurları idi. | Ali Recai l Hilâliahmer Kongresi | | Hilâliahmer Kadıköy şubesin- den: Şubatın 19 uncu, Cuma günü saat onda Hilâliahmer Kadıköy kaza şubesinin kongresi akte- dileceginden omuhterem azanın iskele kumluğunda Halk fırkası binasındaki daireyi teşrifleri ri- ca olunur Fütürizm Nedir? ve Marinetti İle Münakaşamız Peyami Safa iğ Köbizmin doğuşu - Bu temayüllerin rubt saikı > Yenilerdeki iştiyak * Ezeli kavga * Bizda “ Vuzuh , ve * İpbam , münakaşası - Nazariyelerle halledilemiyen mesela Yirminci asrın başında ve ilk seneler zarfında, Fransada yeni bir sembolizm doğuyordu. “ Hiç- bir şeyi izah etmeden herşeyi izah etmek , Bu yenilerin düs- turu addedilebilir. Geçen maka- lelerimde de yazdığım gibi, Fran- sız şiiri, bir taraftan yeniliğe doğru gittikçe, öte taraftan akli ve mantıki bir aydınlıktan uzak- laşmıştı. Hatta zamanın edebiyat muallimleri ve tarihçileri, Fransız şiirinin an'anevi parlaklığı, açık- | hığı, güzel aydınlığı gidiyor diye telâşa düştüler. Fakat 1907ye doğru daha | karışık ve karanlık bir san'at cereyanı doğdu: tohumu “Cezanne, ın resimlerin- de, gövdesi “Picasso, da ve dak lan biraz daha yenilerin eserle- rinde görülen bu yeni cereyanın iddiası, resimde, eşyanın yalmz sathını değil, üç budünü birden göstermek ve maddenin esasını, özünü, mayasını tersim edebi mekti. İşte o gündenberi, sahi- bine hiç benzemiyen portreler, muhtelif eşyayı ve manzaraları biribirine yuğurmuş, karmakarr- şık peyizajlar, ve saire, bazı resim sergilerini doldurdu. Francis Carco, istihzayı sami- miyete oldukça tatlı karıştıran bir dille, kübizme ait hatıralarını şöyle anlatıyor: “Kübizm henüz başlangıcında idi, Safsatalarla dolo pipolarımı- m tül üz bütün atelye- lerde bu harikalı keşiften başka hiçbir şeyden bahsedildiği yoktu; Kübizm. “Muallim samilerine diyordu ki: “ — Bir manzara resmi yap- tığın zaman, bu, her şeyden evvel bir tabağa benzemelidir. “Ve ne Picasso, ne de şakirt- leri gülmüyorlardı. En aykırı esas- lar üzerinde anlaşmıya çalışırken bizi bastıran şafak vaktine kadar, münakaşaların bitip tükenmediği olurdu. “ Yine Picasso derdi ki: —“ Eğer muşambanın üstüne İ bir adamın tam olarak resmini pamazsan bacaklarını muşam- Dn kenarına koyarsın. “ Hiç kimse ona sebep sora- mazdı. Ve kimimiz, yeni devrin ' hakikati sandığımız bu fikirler- den ilham almış olarak, kimi- mizde en gizli kanaatleri bile sarsılmış bir halde, yorgun argın İ evlerimize dönerdik.,, Edebi kökleri “Salmon, , “A- pollinaire ;, gibi harpten evvelki İ şairlerde, hatta “ Rimbaud, nun şürlerinde bulunan bu yeni te- iile kübizm, fütürizm, da- daizm, pürizm, konstrüktivizm, sürrealizm ve saire gibi isimler altında, her memlekette, hatta her san'atkârın şahsiyetine göre © deği törlü türlü bedii telâk- | kilerle dal budak saldılar. * Bu yeni temayüller ruhi ihtiyaçtan doğuyor? İnsan, akıllı bir hayvandır. İnsanın hayvanlığı, tabii dr hangi lerden (yahut insiy: kökleri şuursuz ve ral «e deruni hayatımızda bulunan gi temayüllerden örülmüştür. sanın insanlığı, şuurunda, kendini bilmesinde ve düşüne- bilmesindedir. İnsanın aklı ve zekâsı, yani insanlığı, Mym ve e temayüllerile, yani ha: daimi kavga halindedir. Kübizm. Belki | Hem de bu insiyaklarımız, te- mayüllerimiz, duygularımız, ihti- raslarımız, fikirlerimiz, külçe ha- linde biribirine karışmış, kenet- lenmiş, yuğrulmuş bulunuyor. Şu halde, insanı tam olarak ifade etmek istiyen san'at, yalnız akli ve mantıki olamaz. O takdirde, yalnız, şuurumuzda vazıh olarak beliren bazı ihtirasları ve fikirle- ri dışarı vermiş oluruz. Halbuki bu, yalmz benliğimizin bir “ ça, sıdır, Mapa değildir. Nasıl bir ifade bulalım ki yalnız şuu- rumuzun ve eri mim “sathını,, değil, bütün ruhi insiyaki o varlığımızın biribirine karışmış, derin, tahlili kabil olmyan oOve ancak (omürek- kep olarak, sezişle sezilen, iş karll içimi, de san'at m lerine koyabilelim ? İşte yenilerde bu iştiyak vardır. Bunun için, san'atte, akli ve hendesi ifade- | ye geçen asrın ikinci ortasından- beri harp açmişlardır; bunun için yalnız ölçülü bir şuurdan doğma, keskin ve parlak bir Fotoğraf | san'atine, bir gramer san'atine düşmandırlar. Böyle bir san'at, onlar için, tabelacılık kadar basit ve kitabet vazifesi kadar ipti- daidir. Yalnız, çok dikkat edilince görülür ki, insanın zekâsile in siyakları arasındaki bu kavga ezelidir. Bunun için “akli ve va- zıh,, san'atle “ gayriakli ve müp- hem, san'atin kavgası, bu asırda başlamamıştır, san'at tarihi ka- dar eskidir. Hatta bizim edebiyat tarihimizde de, zaman zaman, “vuzuh,, ve “ipham, münakaşa- larma tesadüf edilir. Her devir- de eskiler yenileri “ipham, la it- ham etmişlerdir. Bütün bu kavgalar ve müna- kaşalardan ancak şöyle bir ne- ticeye varılabilir: San'at eseri, yal nız ölçülü, riyazi, akli ve mantıki bir ruh ameliyesinin mahsulü ola- maz; o taktirde mürekkep de- rani hayatımızı ifadeden &ciz kalır ve tahta gibi kuru, basit, ölçülü bir san'at olur. “Vuzuh,,u kuruluğa götüren böyle bir san'at her ölen edebi devrin can çekiş- me zamanlarında bep müşahede edilmiştir. Bunun aksine olarak, zekânın müdahalesinden tamamile mah- rum, sayıklama halinde, rabıtasız, abuk sabuk bir ifadeden ibaret san'at te, hezeyandır, gayribeşeri ve sahtedir. San'st eserinde şuurun ve zekânın derecesini, ayarını, kıva- mını bulmak ! İşte ezeli ve ebedi bir bediiyat davası, Bu işi de, tamamile zihni birer mahsul olan “ Mektep , ler vE “Nazariye, ler, “Sistem,, ler halledemez. Sonunda “izm, olan bütün cereyanlardan sakınınız. Bu kıvamı san'atkâr bulur ve nazariyesiz, şuursuz olarak Obulur. San'at o eserile ifade eder. En iyi yemekler gibi, en iyi eserlerin de terkibi meçhuldür, reçetesi yok- tur. Bu kararı, bu kıvamı, san'at- kârın sezişi tayin eder. İşte Marinetti ile münakaşa- mızın en mühim esası bu idi. Gelecek yazımda da bunu anlata cağım. Şimdiden haber vereyim ki, bu voktada kendisile ittifak etmiş bulunuyoruz.