i BENCE | Yahya Savaş ertesi yıllarında bütün de- ğerler gibi edebi şöhretler de yeni baştan o mihenge vuruldu. Şark mıkyaslarmı atarak yerine artık kat'i olarak garp ölçülerini benim- sediğimiz bu devre içinde nice yük- sek şöhret doruklarının güneş al- tında bir kar yığını gibi gözlerimiz önünde süratle (o küçüldüğünü ve kaybolduğunu seyrederken öte yan dan gerçek (değerlere dayanan şöhretlerin günden güne kuvvet- lenmesine ve büyümesine şahit ol- duk. Şimdi, Tanzimattan büyük sa- vaşa kadar olan edebi hayatımızın tasfiyesini yaparken, hayretle gö- rüyoruz ki bügün bu uzun zaman parçasından elimizde şair olarak Ahmet Haşimle Yahya Kemalden başka bir şey kalmamıştır. Şair doğmuş olan Ahmet Haşim- le Yahya Kemali, kendilerinden önce birçok şair doğmuşların âki- betine düşmekten, çölde akan bir su gibi emeklerini boşuna harca- maktan kurtarmış olan sırrı, her şeyden önce, bu iki aramalıyız. Şüphesiz ki Türk edebi rönesan- sının bu iki büyük adamı ayni yol- da yürümediler ve hattâ biribirleri- ne çok aykırı yollar tuttular, fakat bu ayrılık, kanaat ve imaslarının esasta yani geniş mânâda şi n- layışta birleşmiş olmalarına bir mâ ni teşkil etmez. Ahmet Haşim kendi devrile he- men ondan önceki Fransız şiirinin büyük değerlerine ehemmiyet ver- di ve sanat hayatına onların izin- de yürüyerek (girdi. Yahya Ke- mal ise, Fransız şiiri üzerindeki de- r'n bilgisine ve bu bilginin sanatı- na verdiği olgunluğa rağmen, yolu nu daha uzaklarda aramayı tercih etti ve ta şiirin kaynaklarına kadar, eski Yunana kadar gitti. Orada, nazariyelerin ve mekteplerin sürük ledikleri türlü türlü topraklarla çamurlanmamış halis ve duru su- yu buldu. Bize oradan, ilâhlarım yaşadıkları devirlerin saf ve temiz sesini getirdi. Bu arantısı yat âlemimizi ilk önce hayrete dü- şürdü. Bu kadar sade ve hevessiz sözlerin şiir olabileceğine kimse i- nanmak istemiyordu. Fakat yavaş yavaş, onun ağızdan ağıza geçen ve hafızalarda yer eden mısraları bu sadelik içindeki güzellik ve a- hengin hakiki şiir olduğunu öğret- &. İtiraf etmeli ki, Yahya Kemali, edebi mektep yığınları içinde bir tasnife tâbi tutmak gerçekten güç. tür, Geçenlerde bu sütunlarda çı- kan bir yazımda onun hakkında “Yahya Kemalin yarı parnasiyenli- iğini sonradan öğrendi- mle ben Yahya Kema- lin parnasiyenleri taklit ettiğini fa- kat bunda tamamen muvaffak ola- madığını kasdetmiş değildim. Mem leketimizde tecessüs etmiş edebi mekteplerin bulunmadığını göste- ren o fıkramda kullandığım bu ta- birle sadece onun parnas mektebi. ne büsbütün bağlanamıyacağımı i- ım. Esasen hiç bir edebi mektebi küçük gö Kız onu görmemişti, Başını kal- dırmamıştı ki görsün. Önünden ge- ince beş on adım o daha ilerledi. re şarkı söylemekten vazgeçti. Ve durdu. Alnına güneş vvuruyordu. Sağ eliyle gözlerinin üstünde bir göl- ge yaparak evvelâ uzaklara, sonra ayaklarının ucuna bakmağa başla- dı: — Ne güzel! Ne güzel.. — di- ye mırıldandı — Nazmi o tarafa bakınca son de- rece geniş bir nehrin, büyük bir | kavis resmederek sakin sakin aktı. | ğını gördü: | — Amma da eşek olmuşum... — diye düşündü — Sen bu güzel man- zaraya arkanı çevir, çamurlu gaze tedeki hikâyeyi oku.. Eşşecek.. bu | P'“e olacak her halde, Fırattan | b ; kat azameti var bu nehrin. İ İNLER Kemal kalan gerçek şair ruhu, işte asıl de- ğer verilecek şey. Form, vüzuh ve tasvir itinasile Yahya Kemali parnasiyenlere ya- kmlaştırmak kabilse de bu ekolle müşterek olmayan geride birçok tarafları kalacaktır. Şiirleri süb. jektiftir. Fakat bu sübjektifliğin or taya koyduğu ruhi halet, sembolist şairlerde olduğu gibi girift ve muğ lâk değil fakat formu kadar vüzuh içinde, sade ve berraktır. Sadelikle basitliğin sınırlar -' 0- nun mısraları kadar kuvvetle ayır- mış şiirler azdır: “Ardında vatan semtinin orman- ları kuyta,, Gibi ilk bakışta gayet b herkesin hergün söylediği kadar bulunması kolay sanılan mıs- ralarında kelimelerin ne kadar us- talıkla yan yana getirilmiş ve o a- hengin elde edilmesi için ne uzun bir çalışma icabetmiş olduğunu an- cak şiirle uzun boylu uğraşmış o- lanlar takdir edebilirler. Sadelik i çinde bu güzellik ve ahenk mükem meliyeti, işte lirizm budur; lirizm, yani şiirin öz kaynağı. | Yahya Kemali mutlaka bir edebi tasnife tâbi tutmak icabederse bu lirizm itinasile on. — Osmanlı e- debiyatile Türk edebiyatmı ayır. mak şartile — Türk edebiyatının ilk klâsik şairi diyebiliriz. Eski şa- irler tarzında yazılmış nazımları istisna edilirse, şiirleri zamanma göre dil itibarile hariku delik gösterir. Denileb günlerin şiir mahsulleri ile dil ö- zenliğinde onun on beş yıl önceki yerılarından daha ileri değildir. Siir, Yahya Kemalin hayatında en büyük yeri işgal etmiştir. Uzun zaman belki hiçbir eser vermemiş olan ve artık edebiyata da pek faz- la alâkası (oOkalmamış olacağmı tahmin ettiğim üstadla geçen yıl ilk karşılaştığım gün onun zihnini tamamen şiirle meşbu görmekten hayrete düşmüştüm. Eğer Yahya Kemal, arkasında bıraktığı uzun devre zarfında bize sayısı çok mah- dut eser vermişse, bu, onun, işinin ehemmiyetini anlamış bir tam sa- natkâr gibi “mâdiocre,, olan hiçbir şey vermek istememiz olmasından- dır. Garp edebiyat âleminde bile nadir görülen bu kadar koyu bir sa- nat titizliği ve taassubu için bir şa- ir ancak daha fazla takdir edile- bilir. Yaşar Nabi NAYIR VEFAT Selânik eşrafından merhum Hüsnü Paşa refikası Bayan Rukiye kısa bir | müddettenberi müptelâ olduğu hasta” ıktan kurtulamıyarak dün akşam ve- fat etmiştir. Cenazesi bugün saat 12 de Şişlide Kırağı sokağında 39 numaralı evinden kaldırılıp Feriköyündeki ebedi mmedfenine tevdi edilecektir. gülüüyet Asrm umdesi “MİLLİYE T” tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Horiç için LK. REK — ire benzer birşey (söylüyordu. Ku. « verdi. Bir şey anlayamadı. Fakat o kadar tatlı bir ahenkle söylüyordu ki.. Dayanamadı, — Bu kızla konuşmalıyım..— | dedi — buranın yabancısı desem | kıyafeti gösteriyor ki deği ama.. bu kız buralı da değil. Bir iki kere öksürdü, kız ya çok dalgındı, işitmedi; yahut bir ada- mın öksürmesinde ürkülecek, çeki- nilecek bir fevkalâdelik bulmadı. Hiç başmı bile çevirmedi. O zaman Nazmi büyük bir cesaretle ona doğ- ru yürüdü ve üç adım yaklasınca; Affedersiniz hemşire hanım. — dedi — size bir şey sormak isti yorum. Kız gülümsedi ve çok tabii bir tavırla âdeta hir Kadıköy kıst e — Sorunuz bak-lım... — dedi — — Demin asancava hen: MİLLİYET PAZAR J0 MART 1935 AŞ ŞAN | Öz dilimizle | Don Kişot Selânik “İttihat ve Terakki,, o- kulunda, bir fransızca okutanımız vardı. Leon adında bir Yahudi yurt taşımızdı. İspanyol «Servantes»in, Donkişotunu bize anlatırken de- mişti ki; Donkişot, yalnız Servantesin kafasından çıkma bir tip değildir. Aramızda ne Donkişotlar var. Yalnız onları arayıp bulmak ister Sözgelişi; «Baron Erental» — o çağda Avusturya dışişelri bakanı idi. Bir Donkişottur, Arnavutlukta oObaş (kaldı ran; Malisörlerin başkanı bir Don- kişottar. Yemendeki İmam Yahya bir Donkişottur. Giridli Venizelos, bir Donkişottur. Bay Leonun bu sözündeki inceliği, kavrayacak yaş- ta değildim. Malisör başkanile bir dışişleri bakanının neden dolayı Donkişota (o benzetildiklerini bir türlü anlayamamıştım. Sonra yaşadıkça; nice'nice Don- kişotlar gördüm. Artık, hiç şaşmıyorum, Ve yeryü İ zünün baştan başa Donkişotlarla | dolu olduğuna inanmamazlık ede. miyorum, Üzerine çullanmış bir şövalye sanarak pekmez tulamlarının kanı- na giren Donküşotun, bu gerçek Don | kişotların yanında ne kadar suç- suz kaldığını bilmem söylemek is- ter mi? | Salâhaddin GÜNGÖR 18530; Jimnastik ke ar. 19304 Zekeriya ve VARŞOVA, 1445 m. konseri, 17,451 Sözler, 18: Ork 40: 175 Khz, MOSKOVA, W72Mm“ 16,15; Çocuk programı, 17/30: Farkik aeğii> | yatı. 18,30 Kenlerdi 19,30: Kalkozlar rinden parçalar. 22: İngilizce. 2408: Alm 545 Ku. BUDAP 18/30 Operetlarden Friedrieh — Hinendelin “ALCIA,, . dl Khz. STOKHOLMAZ6 m. 4 18,08; Plâk. 18,30: Sörler, 20,30: Radyo yatrosu, 22: Konser. 234 Oskar mezrka: S0 Kb. BRESLAU,316 16,20; Haberler, 18,50: 19,10: Seyrü sefer tavsiyel berler, 2810: Sözler. 21,50; Da Yirinki projram ISTANBUL: 18; Franszcm di 0, — Şiirden anlar mısınız ? — Eh... bir zamanlar.. kolunu- zun altındaki gazetede çalışırken ! anlardım. | — Ve yazılarım biraz beğenilir | di de, — Nasıl? Siz bir muharrir #isi- — Aman bağırmayınız.. Yavaş... Kız, son derece tatlı bir İstanbul lu şivesile konuşuyordu. Delikan- ının telâşına da pek dikkat etme- di, yalnız sordu: — Muharrir olmanızın duyulma- sında bir mahzur mu var? Tabit.. Ben şimdi sabıkalı | serserilerden Haloğlu Şeyh Gani- | macerasını üstün körü anla- — Bılmezsiniz sizi görmem ba- na beni ne kadar kazandırdı. Az- iy o kadar berbat ve perişandım ii Boğulan adam.. Rıza Sami hoşmeşrep bir adam- dır. Hangi mecliste bulunsa kimse. yi sıkmaz, bilâkis eğlendirir. Onun için Rıza Samiyi sevenler çoktur. Fakat neden Rıza Sami şimdiye kadar bu meziyetinden istifade e- dip de bir baltaya sap olamamış, şaşılacak şeydir. Müşarünileyh ta nıdığım tanıyalı işsizdir. Nasıl ge- çinir, ne yer, ne içer? Bir insan o- | nun gibi bekâr dahi olsa gene pa- | ra lâzım değil miya? Evet, bir yer. | den para alır. Bilmem hangi ma hallede babadan kalma eski bir ev. le altındaki bakkal dükkânından kira aldığımı bilirim, o kadar... Na: sıl olmuş ta evi şimdiye kadar o- kutmamış, o da ayrı bir mesele... Fakat e ir evle bakkal dükkâ- nının aylık kirası ne tutar acaba? Ikisi birden on beş lira mı, yirmi lira mr? Onu bir mecliste tanıdım, ondan sonra beni dostluğu ile şereflen- dirdirdi. Geçen yaz başımı dinlendirmek için Pendikte deniz kenarında bir tutmuştum. Rıza Sami oradaki yal. nızlığımın sıkıntılarını düşünmüş olacak ki, bir akşam çıkageldi: dıkeze 1ziğ Was 'yaurop Ke, — sormazsın ama, biz eski dostları gene böyle unutmayız. Doğrusu onun geldiğine sevin- dim. Hakikaten yalnız da pek olmr yor. — Sende üç gün misafir kala- cağım, dedi, hani dört gün desen olmaz. Sonra eşi dostu telâş alır. Bu adam bir yerlerde öldü mü, kal- dı mı diye düşünürler. Öyle dedi ama, Rıza Sami bu! Pendiğin süküneti onun da mı ho- şuna gitti, nedir, üç gün, beş gün ol- du, on gün oldu, on beş gün oldu, Ben hiç ses çıkarmıyordum. Bilâkis memnundum. Çünkü evde nasıl ol- | sa bir kazan kaynıyordu. Akşam- ları da açtığım şişeden bir kaç ka- deh de o içmiş ne çıkar? Fakat onun gediğinin ikinci haf- İ tasında idi ki, bir faciam başımız- an geçti, Doğrusu onun başıman... Ben ara sıra balığa çıkmağa veya- hut akşamları dolaşmak için de bir de sandal satın almıştım. Bir sabah İstanbula inecektim. O da dedi ki: — Öyleyse ben de sandalı alır, balığa çıkarım. Sen öğleden sonra geç kalsan bile, mutlaka taze taze balıkları sofrada hazırlanmış bil. İstanbula indim. İşlerimi gör- düm. Saat birde döndüm. Hizmet- çiye sordum: — Misafir nerde? Daha gelmedi mi? — Efendim, balığa çıkacağım de di, sandalla açıldı, daha gelmedi. ir saat sonra ne görelim? Bir | adam yüze yüze köşke doğru geli- yor. Yaklaştı, yaklaştı, Rıza Sami değil mi? Sırsıklam karaya çıktığı zaman, gözlerimdeki endişeyi anlamış ola- cak ki: — Sandal için hiç merak etme, dedi. Ben onu sapa sağlam sahile bıraktım. Yalnız şimdi getireme- im, çünkü kürek'erin ikisi de kı- rıldı. Neyse, zarar yok! Allah mesi, daha büyü bir fel ol Rıza Sami oOomuzuma — Buralı mısınız? — Hayır.. İstanbulluyum.. — Ne dediniz? — Istanbulluyum dedim a. — E ne işiniz var burada? Her- helde benim gibi sürgün değilsi - niz. — . ha betei — Muallirse niz yoksa? — Hayır.. O da değil. Maama- fih muallime olabilirim, Kız Mual- Tim mektebini bitirdim. Ve Nazmi de arttıkça artan bir hayret hissedince; - Buyük bir macera işitemiye- ceksiniz ağzımdan... — dedi — Ga- ık yaptığım i- — Yakamı kurtaramıyorum da.. —” — Buranın ağası benim dayım- dır. Ben bir jandarma binbaşısının kızı imişim. Bunu anamdan işi dim. Çünkü babamı göremedim. Harbin son senesinde çok hastalan- mıştı. Bir gün bir perşembe günü eve geldiğim zaman buranın ağası- — Şimdi. Şimdi de öyle. Fakat bu sefer tatlı bir heyecan hissedi- | yorum bu perişanlıktan. * nı bizim evde buldum. Meğer kar- deşmişler. İki gün sonra da anamı Karacaahmede götürmüşler. Ben mektepte idim; mezarını göreme- vurdu: — Sen merak etme dedim ya... Ben ceketimi, hüviyet cüzdanımı sandalda bıraktım. Yarın gidip hep sini alıp getireceğim. Eğer oralar da bir bekçi tüakçi sandalın yanı- na uğrarsa, hüviyet cüzdanından anlar ki sandal bizimdi Ertesi gün Rıza Samiye bir ten- bellik çöktü. Yemekten sonra mü- kemmel bir gündüz uykusuna dal- dı, ortalık kararıncaya kadar.. Kaldırdık. Yedik, içtik. ertesi gün gazeteci bermülat gazeteyi ge- tirdi. Rıza Sami, sandal taharrisi: de evvel, sanki umurunda imiş gi- A; — Ver bakalım ,dedi, dünya po- litikasında ne var, ne yok? Gazeteye bir göz attı. Günün mü- him havadislerini beğenmedi, ikin ci sayfayı açtı. Orasını hiç beğen- medi. Üçüncüyü de açıp geçecek- ioti. Birden duraladı, bir şeyler oku- du, okudukça da yüzü sararıyordu. Ben de meraka düşmüştüm kü, Rı- | sa Sami, gazeteyi bir tarafa çekti. Gözlerini gözlerime dikti: bak, gazete yazıyor. — Hem de ne müthiş ölmüşüm.. Yazıklar olmuş bana.. Bir deniz fa. cissma (kurban gitmişim. Hakikaten gazetenin zabıta sütu nunda o gün şöyle bir haber vardı: | “Deniz, yüzmek bilmeyen bir za- vallıyı daha alıp götürdü. Pendik taraflarında metrük bir sandal için- de bulunan sahibinin evrakına na- | Zaran boğulan adam Rıza Sami a- İ dında biridir. , Rıza Sami ağlayacak gibi idi: — Evet, evet, diyordu, ben, ben, başkası değil. Oku da bak, arkası. nı oku, Okudum: “Rıza Sami şen şatır balığa çık- mıştı, Ceketini sandalın içinde br. raktığına göre, kim bilir ne keyif- li balık avlıyordu. Fakat çok geç- meden hava birden bire karardı. Deniz kabardı, Zavallı genç deniz ortasında ne yapacağını şaşırmıştı. Geriye alamadı, ileriye götüreme- di. Dalgalar kürekleri de alıp gö- türmüştü. Çünkü polis sandalda hiç bir kürek bulamamıştır. Bu feci vaziyet karşısında Rıza Sami göm- leğini sallayarak sağdan soldan yardım istemiş, fakat bu işaretleri. kabul Kıyas Moskova Geceleri — Ayol, ben ölmüşüm, dedi. Nah | etmez Müjde.. Bazı adlar, sahibine uğur getir” yor, bazıları da felâket.. Bütün ön rünce başı derdden kurtulmaya” Mesutlar, bir gün yüzü gülmeyen Handanlar, açılmadan solan Şükü feler, az mı? Kazı koz anlayan nice “Zekiyleh hayat savaşında hep mağlâp olmu nice “Muzaffer,,ler doğmadan ö” len nice “Yaşar,lar biliriz. Geçen gün bir gazetede okü izmirde “Müjde,, adında küçü! kız çocuğu, annesinin çamaşır nattığı kazanın içine düşerek höf” lanmış. Bahtsız ananın gözleri önünde son nefesini veren “Müjde,,ciğ€ gim yanarak acıdım. Taliin böyle acı istihzaları da luyor, Bir gin çamaşır kâzanymda Mİ diri haşlanacağını bilse, zavallı & na, yavr“suna Müjde adını ko) me idi? Tanrı böyle Müjdeyi kimsele* vermesin... Kulakmisafiri ——a Dr. IHSAN SAMİ Gonokok Aşısı Belsoğukluğu ve ihtilâtlarma kar” pek tesirli ve taze aşıdır. Divan; İY Sultan Mahmut türbesi No, 197 küme İİİ İhtira ilânı “Radyo, « Elektrik — eryaman islahat,, hakkında istihsal © olunan art 1933 tarih ve 1511 numaralı Bö va beratı bu defa mevkii dile koni. üzere ahere devrüferağ veya icar leceğinden talip olanların Galatada, 1 ösat hanımda Robert Eeeri'yo mürnii ları ilân olunur. demi ik bir kimse © görmemiştir. Tam aysğ” İl kalkıp böyle gömleğini salladı, bir sırada müthiş bir dalga sandı çarpmış ve Rıza Sami olduğu Si, denizin içine gitmiştir. Şimdiye dar yapılan bütün araştırmalard ii i hâlâ bulunamamıştır. ! e ttığı sandal polisin. ir zareti altında bulunmaktadır. kikat devam ediyor., , çal Havadisi okuduktan sonra be | de şaşırdım. Rıza Sami hemen * yağa kalktı: & — Aman birader, dedi, beni. dünç bir elbise ver, ben hemen ye tanbula ineyim. Kimbilir, eş d9.. meraktan ne hallere düşme bir şaheser ANNABELLA — HARRY BAUR wi Harik Hayat K UNYON SIGOR Türkiyede bilâfasıla icr: Telefon bey, daha doğrusu dayı ağa, bura- sını bana bir ballandıra ballan- dıra anlattı ki, haydi dedim, ana- mın doğduğu yeri, hem akrabala- rımı görmüş olurum ve... geldim.. Vücudunu dayanlımaz derecede güzelleştiren kıvrılmalarla iğildi, toprağa oturdu: — Gelir gelmez meseleyi anla dık. Ağanm çocuğu yokmuş. Ci- vardaki aşiret ağalarından birinin oğluna beni vermeğe karar ver- miş... O da babasının bir tanesi ol- duğu için öldükleri zaman ben ve kocam iki aşiretin ve seksen köyün sahibi olaca'ımışız. — Delikanlıyı gördüm. Güzel bir hayvan., . —117. — Nah... işte şu taylar gibi bir şey... Kara yağız ve sırım gibi bir genç... Tabii kafa arama!.. Kimbi- lir kimden öğrenmiş demin söyle- diğim arapça şiiri... ikide bir ısıtıp ısıtıp ortaya atar... Hani bende bazı şeyler bilirim gibilerden... Nazmi kimbilir neden, belki de güzel kızım ağzından o genç ile 0- lan münasebatınım derecesini ve tafsilâtını dinlemekten kurtulmak 24 Sahi. neydi 0? —— dedi — maşmafih itiraf ediniz ki ço aza ve Otomobil Sigortularmızı Galatada Ünyon Hanında Kâin TASINA yaptırın ayı muamele etmekte olan ÜNYON Kumpanyasına bir kere uğramadan sigorta yaçirmaymi : 4.4888, 1 yüzüde — istihza e ile bir saniye kadar fokstrot ğe lar, Bir kaşını kaldırdı, iki SÖ” gal yumarak dudaklarını broşlar — Yere batsın o ahenk bif ye bağırdı — anah.. şürağ”” kaçabilsem!.. Sonra gülümsemeğe çalt çek — Söyleyeyim mi? ister niz? >” Nazmi, gözlerini yumdu fif bir sesle; ge — Evet. — dedi — hem Mk ncisi dinlemek için yazmak için. © Güzel kız başını akan Keki virdi. Dudaklarını bir er” durtacak kıvırımla çe natarak arapça kısa bir / Sonra kitabın içinden kopar boş yaprağa bunu alışka” ii acele acele yazıp Nazmiye — Hem sizi hem kendi metten kurtarmak istedim: — Geliniz şimdi beraber okuyalım. di; yak lurmağa çalışı tekrarladı: