Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
A —O TEZTT T < Sağık, Esenlik .Radium ve Dirilik Otuz beş yıl var bir köşeye bırakıl - mış bir hangar içinde, düzcesi yağmur lara açık, kötü bir demir soba ile ısı- nan bir barakada Piyer ve Mari Küri, fizik bilgisine ölmez bir san salan bir bugu (keşif) ya erdiler. Elde ne man- ğır vardı, ne de bel bağlayacak bir u- mut... Ama öngü kişilerdi ha... Durma- dılar, yılmadılar, çalıştılar, çabaladı- lar. Eninde de sonunda da Radium'u el- de ettiler. Elde etikleri arı (saf) radi- um değildi. Bu öyle bir nesne idi ki, radiumla karışıktı, ama içinde o kadar çoktu ki eşsiz, benzersiz ira (hassa) smı gösterebiliyordu. Karışmış olduğu nesne içinde bile pırıl pırıl parlıyor - du. Karı koca iki bilgin, her akşam yemekten sonra laboratuvarlarına gi- derler, herkes tazelenen — ve artari bir sevinç coşkunluğu ile tatlı parıltıya ba karlardı. Dedikleri gibi, karanlıklar i- çinde asılmış gibi parlayan ışık.. Piyer ve Mari, Küri bugün kaybol- dular. Piyer 1907 de bir kamyon al - tında parçalanarak öldü. Mari de çok olmadı, ölüm uykusuna daldı. Onlar gittiler, ogelik (deha) lerini birleşti - ren parlak ergene (maden) acunda bengisel (ebedi) — bir armağan olarak kaldı . Radium'un bulunmasile fizikte, şimi- de ne değişiklikler oldu? Eeten (mad- de) in kuruluşu üstündeki klâsik ba- kışları ne yöne çevirdi? Atomun içine kadar girerek ondan bir yeni bilginin nasıl doğduğunu ve gün geçtikçe bu bilginin iler/leyerek İren Küri'nin adı- nı nasıl parlatmakta olduğunu burada sayıp dökmek bize gere Burada, radiumun biyolojideki ya- rarlığını söylemek istiyorum. Radium meydana çıkınca ilk iş onun diri göv- de üzerinde ne yaptığını anlamak oldu. Piyer Küri kendi kolunu birkaç saat radiuma gösterdi. Kolda şimdi radyo- dermit dediğimiz yanıklar oldu. Türlü türlü denekler yapıldı. Kısaca söylüyo rum, bu deneklerden anlaşıldı ki radi- um gövde örgülerini kuran (höcre) lerin en ziyade hızla — üreyenlerini bozu - yor. Kromozonlar gibi... Bu deneklere bakarak radii be- lik (silâh) olarak kullandılar. İlk ön- ce lüpüslüleri ıonrıdın kanserlileri dir lar. Y görüldü. Kanser örgüsü 'hızla çoğılın taze bir örgü üstünde yerleşıyof Rıdııı.ın ışıgı konudur. Hem de çok verimli bir ko- nü... * *& * #iadi dul dı.hı ne işler var, İşte blr ta.neıh bildiği bir dir. Kanı ıoguk hayvanlardan, sozgehşı, alalım su veya kara kurbağasını. Bunların yü:z rekleri gövdelerinden — çıkarıldiktan sonra da durmaz vurur. Ve içinden uy gun düzülmüş bir crvık (mayi) nesne ardı arası kesilmeksizin, geçirilirse yü- reğin vurması bir hayli sürer, Bu fizyo- lojik cırvık nesnenin içinde kloropotasi- um bulunur. Bu kloropotasium olmaz- sa yürek hemencecik durur. Bunun ye- rine kalpten geçirilen fiziyolojik suyun içine radium ışığı saçan her hangi bir nesne katılırsa gövdenin dışında duran kurbağa yüreğinin durmayıp teprendi- ği görülmektedir. Bundan anlaşılıyor ki potasium'un yüreği oy k gücü, kendisindeki radioaktivite hasasından ileri geliyor. Öyle görünüyor ki radyoaktivite doğ- rudan doğruya tesir etmiyor, yüreğin etlerini gıcıklayıcı bir eteni hormonları canlandırıyor. —Bu denekler kursak (mide) üzerinde de yayılmış olduğu gibi radioactivitenin kursağa da yü - rekte olduğu gibi tesir ettiği görülmüş Dirilik bilgisi (Bioloji) nin radiuma ne denlu borçlu olduğu bu iki örnek te gösterir. Karı ile kocanın elele vererek ortaya çıkardıkları bu bulgu (keşif) onların umduklarından öteleri aştı. Fi- zik alanından biolojiye geçti. Hep ulu bulgular böyle değil midir? Göz alrm- ları geniş olııığ het * &* Bu sözleri onların yüce ıııgılırını (hatira) saygı ile anmak i: ıçın yazd ıılı(lve Öz dilimizle | Herşeyin yolu var — Bu hesabı bir iyi yapmak lâzım.. Bu tuvalet bana altmış liraya çıkacak. Kocam bu parayı vermek istemiyor, Şimdilik dursun, diyor, Buhrandan, iş- lerin daha açılmadığından, daha bi.mem aklımın ermediği birçok şeylerden bah- sediyor. Halbuki ben de kafama koy- dum, bu elbiseyi yaptıracağım. Yaptı- racağım ama, parayı nerden bulmalı? Hem bu para bir ay içinde elime geç- meli. Düşünüyorum, mutpak masrafı- na şöyle hafiften zam yapsam, Cemi- lin nerden haberi olacak? Ete meselâ yirmi kuruş ilâve etmeli. Et bau fiate da- yanır, Günde iki kilodan ayda on xi ki- lo eder, eh, sebzelere o nisbette bır re- sim tarhederim, meselâ on lira da ora- dan gelse, eder yirmi iki lira... Ah, ne zor iş bu! Ne olur, bari annem şu el- bisenin parasını verseydi.. O da vermi- yor. Güya çok masraf ediyormuşum. Bunda kabahat benim mi? Ben ailemin mevkiini elâleme karşı gözetmek mec- buriyetindeyim. Halbuki onlar bunu an- lamıyorlar. Senede on beş bin lira gelir üzerinden terbiye gör, yetiş, sonra se- nede altın lira gelirli bir izdivaca atıl... Yalnız o elbisesi, eksikler mi, bir liste yapıp yazsam, yekün kimbilir ne tuta- cak? Annem olsun, babam olsun, bu ih- tiyaclarıma hiç aldırış etmiyorlar da, a- rada bir ne zaman çocuğumuz olacak di- ye sorup duruyorlar. Sanki çocuğumuz dünyaya gelirse, onun hiç masrafı ol- mayacak. Babamdan para istediğim za- man, hayata ayda sekiz lira maaşla atıl- dığından bahseder. Sekiz lira ile karı ko- ca o zaman mıs gıbı yışıyorlarmıg Eh Makine ve insan... Ziyaeddin Said adlı tanımadığım bir baydan, geçende bir mektup aldım. Beni, ve birkaç gazeteci ar- kadaş:, Karaköyde açtığı büro ma- kineleri sergisine çağırıyordu. Sergi, bürolarda kullanılan yazı ve hesap makineleri ile doldurul- muştu, Burada, bize gösterilen makine- ler arasında, öyleleri var ki, en iş- lek insan kafasının yarım saatte başaramıyacağı sayıları, bir çırpı- da, göz açıp kapayıncaya kadar hesaplıyor. Al'tı yedi evli (haneli) rakamları, küçük bir el dokunmasi le altalta egtirip topluyor, yan ya- na getirip çıkarıyor, yahut çabucak istenilen parçalara ayırıyor. Kendiliğ'nden yazıp, kendiliğin- den bozan, kaç hesap yapıldığını kendiliğinden gösteren bu makine- ler, yirmi yüzüncü yılın son buluş- ları “çinde, kuşku yok ki, en yarar- lısı... Milyonlara varan rakamlar, sanki düşünceleri ve anlayışları varmış gibi makineyi şöyle bir çe- virmekle tasarladığınız hesabı önü- nüze getiriyorlar. On yaşında bir çocuğu, yu makinenin başına geti- rin: Size en çetin üreme (faizi) ve ıskonto hesaplarını yürütsün. lyı işliyen makine yanında, insan ne kadar solda sıfır kal- sonra ; servet yapmışlar... Demek ki uydı sekiz Uza onlara yetişiyormuş. Gencliklerinde bu para yetişti ise, şimdi haydi haydi... Bu kadar para ellerinde sıkı sıkı ne diye tü- k tarlar anlı Altmış liralık elbise göz Onların ikisi de büyüktü. O denlu ki lıırı'bırınden uyı'ı! edıleıııez İkisi de eşi İkisinin de yaratı- cı ögelikleri (dehı) vardı. Ve ikisi de bengııel (ebedi) olmayın nesnelere karşı yüzçevirmişlerdi; öl: ler ülkü- süne gözlerini dikmişlerdi. Oraya er- diler ve ölmezler ülkesine san saldıl lerinde dağ gibi büyüyor. Fakat hesaplarımda da ama uzakla- ra gittim. Bereket versin, kocam çarşı pazar fiatlerinden anlamaz. Biz bugün- den itibaren mutpağa girecek yiyecek- lere oktrova tarhedelim, küçük hanı- mın tuvalet oktrovası... Bir ay sonra.. — K işte bir aylık masra- Tanrı yarılgasın, ikisini de... Dr. Rusçuklu Hakkı ÜZEL da o taze örgüler ü larındaki buzansel (tabii) orgulerden artık dokunuyor, onları yok ediyor. Eksiği kalmamıştır denemez. Ger - ,çek, radium her yerde kanseri yakıp yıkmıyor, kökünden fırlatıp atmıyor, ama, bıçakla kaldrılan kanserin yerle- ri üzerinde radium ışıkları gezdirilirse bir daha tepmiyor. Bu yönden iyi bir belik oluyor. Radiumun hekimlikte kullanıldığı a- lan (meydan) ıem;lıyor, daha şimdi- den fibrom gibi köl yan uril bir çok deri ıayruluklıırı hep rıdıumı F tutuluyor. Pratik alan dışında radium biyolo- jide çok geniş olarak kullanılıyor. Işığı dokunan yerleri alan talan ettiği için buzansel olmayan kurumların nasıl ya yılıp kurulduğunu anlamak için hay- van yavruları henüz belirirken onları radiuma göstererek üreyip türemeleri- ni durduruyorlar. Uzun uzadıya radiuma gösterilen bir fare veya su kurbağasının tohumu do- ğurucu karakterini kaybediyor, yalnız dişinin yumurtasına sokulabiliyor. Ve sokulduktan sonra yumurtacık büyü- meye başlıyor. Erkek tohumun kromo- | zomları radium tesiri ile bozulduğu i- ı çin yumurtacık kendi kromozomları ile büyüyor. Ve içine erkek tohumu sokul- ' muş olduğu halde ilkah parthenogenes | ile oluyor. Çıkan kurbağa tırtıllarında yalnız analarının kromozomları bulun- | duğu için buzansel tırtıllarından daha az kromozom taşıyorlar. Sirke sinekleri radium ı;ığını lı.ıtul- muş, bunların yavrularının ıozlen beyız, ıovdelm kara dmn., aışığı yalnız filızlenen tohumun kromo- | ı zomunu alan talan etmekle kalmıyor. L | Onda yeni yeni değişiklikler de yapı- yor. Bu, denekli biyolojide yepyeni bir | TEŞEKKÜR Türk musikisinin yorulmaz bir e - mekdarı olan sevgili aile reisimiz Ali Rifat Çagatay'ın hepimizi derin ke - derlere düşüren ölümü, dolayısile, baş fımız... İstersen, şöyle bir göz at. Cemil listeye baktı. Içinden çıkılır gibi değil: — Maşallah, dedi, epey terakki edi- yorsun. Ben senin tutumlu kadın olaca- ğını zaten evvelden keatınmşhm Bak, dığını, bu makineleri gördükten sonra, daha iyi anladım. Salâhaddin GÜNGÖR seden taşıyor. Durup dururken bir mas- raf kap:sı daha açmağa lüzum varmıy- dı ya... Genç kadın dinledi, dinledi. En ni« hayet dedi ki: — Peki ama Cemil, bir ağzını açtın, söyledin, söyledin, maliye vekili olsan, di S Öz Türkçe ile “ 9 — Medlis 8. Bilmecemiz Osmanlıca | kelime- Terin Bx Hürkçe makakillerini yazarakı gaklirili zin böş hanelerine yerleştiriniz. ve keserek “Milliyet Bilmece memurluğuna,, - gönderiniz. Bil i doğru halledenl, da kura hediyal çekiyor ve Müddet: Pazartesi günü ılqımını kıdırdır Yeni bilmecemiz PSi A 56 T8 0-İ0Ü 1 (öZ ) ae — | D lll 20 16 | | OD | | 3sİ | MMM E 4 m O K Sİ | H EzER ENE 6 HOH | I W —*İ.—,ı EBR | A E) EB Bt , n ee K L | BEu Bi | 1]3 » Ve İv SOLDAN SAĞA 1 — Hususi 4, Millet 4 2 — Bir meyva 3, Yumuşak değil 4, 3 — Bir rakam 2, Çok değil 2. 4 — Bir rakam 4, Nota Z. $ — Tir 2. 6 — Nota 2, Cet 3. 7 — Bıçak kılıfı 3, Halk 4. 8 — Ab 2, Lahim 2, Sin 3, 10 — Büyük 3, Tekdir 4. 11 — Dakik 2. Tevem, aynı batından 4. YUKARDAN AŞAĞI 1 — İktısat 7, Sonuna iki harfli bir hece ge- lince koyunun yavrusu olur 2. 2 — Rabıt edatı 2, Müâyi 4. 3 — Genişlik 2, Vakit 5. 4 — Lif7. 6 — Beyaz 2, Damen 4. 7 — Uzak nidası 2. 8 — Akıl 2, Beyaz 2. 9 — İntiahp 5, İsim 2. 10 — Nota 2. Beygir 2. 11 — Bir yanar dağ 4, Mürg 3. liste bu kadar söyley Bir defa masraf kapısı açtın diyorsun. Sen den para isteyen var mır? — Allah Allah, bu elbise bedava mı geldi? — Efendim, ben ucuz bir terzi bul- du . Bu elbise yirmi liraya çıktı. Ken- dı tasarruf ethgım pırımdın verdim. den bir şey ki.. . teferruatına kadar hesap Cemil bir de yeküna baktı. Kışlırı çatıldı. K Bıynn, dedi, ben — hayatı ucuzladı dum ama, bu listeye bakılır- ta kadirşinas valimiz Bay Muhittin ve muavinleri, Konservatuvar müdürü ve lekdaşları, Fenerbahçe spar klü - bü olmak üzere cenaze merasiinine fi- len ve kalben iştirak eden muhterem ümlesine kederli g mizin bütün samimiyetile şükranları - mızı sunarız, Nimet — Cafer “larmış, kasap oyledıyar Kurban kesecek vatandaşlara! "Memleketimizin hava müdafaa- sına çalışan Tayyare Cemıyetm:. düşkünlerin yardımına her an ko- şan Hilâliahmer Cemiyetine; kim- sesiz çocuklara şefkatle bakan Hi- mayeietfal Cemiyetine; çok hayırlı bir yardiımda bulunmuş — olmak i- çin: Kurb, veya Tayyare Cemiyetine Kurban kestiğiniz takdirde: De- risini, her halde barsağile birlikte Tayyare Cemiyetine veriniz. P teberrü edi- Bu milli ve vatani vazifenin lâ- yıkile ifası için âzami ycrdınıda bulunacağınızdan eminiz. | tuz lira, on beş kuruşu verdi: sa pek öyle değil. Yüz otuz lırı,_oııl_ıı; kuruş mutfak masrafı olur mu? Sonra bu ay o kadar davetlimiz misafirimiz, olmadı. Allah allah, biz bu kadar pi- lâv yedik mi bu ay? Amma da>pirine gitmiş ha.. — Canın-ı, her zamanki masraf işte.. Bazen beş eksik, bazan beş yukarı olu- yor. , — Orası öyle.. — Sonra et ne pnhnlındı öyle? mez- bahada kilo üzerinden mi resim alıyor- — Peki, peki cicim, uzatma,, bilir- sin ki, benim böyle şeylere aklım ' er- mez. " Cemil cüzdanına davrandı. Yüz o- — yavrum, dedi, paran tamam... Hesabmı temiz tunuzun için seni teb- rik ederim. — Ne yapayım, ben de kusursuz iş yapmağı severim.. — Yamansın vallahi Bayan..” Genç Iııdm, yıptıı ııun hıç bir piş- . En yet, o ka- ği tuvalk h- dar ö i ve gözledi vıışmuııtu. Prova üstüne prova. Ay sonunda yeni tuvıletıle birden kocasınm karşısına çı — Cemil bak, yeni elbııemı nasıl buldun? — Son derece şık... şık ama hesap pusulası da o kadar tuzlu olacak zan- nederim. Siz kadınlar bu dar zaman- larda elınııı bını ıılıı tutmasını ne- dense b dirobun elbi- Millt tefrika: 122 — çıkıyordu. Bütün tanıdıkları elleri- ne birer kürek geçirmişler ve bu ka- zanın etrafına dizilmişlerdi. Bazan kaynayan katran onu yukarı fırla- tıyor, bazan bir kürek bir tarafına takılıp çekiyordu. Dışardakiler ise her çıkışında tepesine bir kürek vu rup onu tekrar katranlara daldırı- yorlardı. Yanıyordu.. Bu azaba nasıl tahammül edile- bilirdi? Bir defa daha bir küreğe tesadüf edip katran sathıma çıkınca hemen kazanın kenarmna tutundu. Bu sefer ilk küreği Refika hanım indirmişti. Arkasından Abidin lky yetişti, o- - nun küreğinde üzüm incir vesikala- rının cetvelleri pırlantalarla işlen. mişti. Calibenin her tarafına türlü türlü erkek resimleri yapıştırılmış bir küreği kaldırdığını görünce acı acı güldü. Anası göz yaşları dökü- Mda |ıf.. Ndll'll Şehab — Bir ölüm korkusile avazı çıktığı kıdîr bağırarak teknr katranlara daldı... Jındıı-mı, hıncı hıncımn çıra- ğı ve iki yolcu, omuzlarından, kolla rından, bacaklarından yakalamış- Iır, onu alabildiklerine dürtükle- yip sarsıyorlar, itip kakıyorlardı. Ve o, yüzükoyun uzandığı şılteye Cemilin içi ferılılıdı — Yok canım,.. — Vallahi... — Öyle ise o yirmi lirayı ben sana hediye ederim. Dolaptaki pâaran eksik kalmasın. SEM B oftarik' Hayat Kaza YENİ NEŞRİYAT. Ülkü Ülkü'nün 25 inci sayısı çıkmış Ülkü bu sayısile 3 üncü yılına girme tedir. Yeni Türk mecmuası İstanbul Halkevi tarafından neşre - dilmekte olan Yeni Türk mecmuasının şdııt müshası güzel ve zengin yazılarla ıııtlşır eıımştr Okuyucıılımmıı tav - siye ve Otomobil bir kere uğı Sigortalarınızı Galatada Ünyon Hanında Kâin UNYON SİGORTASINA pyaptırınız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan UNYON dan sigortâ yaptırmayınız. Telefon : çok farklı bir şey miydi sanki? Her di? Her kaqılarığı insan, onu bir evvelkinden daha korkunç bir çık- maza sokmamış mıydı? Ve her çel- mede biraz daha sersemleyen kafa- sile bu çıkmazları tikayan düğüm- leri beyhude yere çözmeğe çalış- mayor muydu? Hayat önünde, kara kayalarda çal kanıp köpüren azgın bir Fırat gibi her saniye biraz daha zorlu biraz aha coşk akarken o ne yapı- yordu.- ve eli i kürek y şak | iki yanından tırnaklı bir ipekli ıgorgını ıarılmıştı acıt- kıfayıı yutıgınnîlîm:l:m 8%'“"”'!' mıyoâdu. akat oda durmadan vu- duruyordu. 3 ruyordu. — ! i Ve.... vürdular, dürmadan vürdu BNY Ylu iyin lır, lıepıı, yılanlı, adamı da, güve- nin karakolunun çavuşu da, yeşil gözlü İsmet te, hiç a dan, kıya — Bune uyku yahu! — Uyansan a be.. — Kimbilir ne zamandanberi uyk du zavallı... sıya vurdular. Birakmadı; daha doğrusu bıra- kamadı. Sıcaktan bembeyaz kesil- miş olan kazanın kenarına avuçla- :x nasıl yapışmışsa öyle kalıvermiş- Kızmışlardı. Hmurdanarak küf- rederek hep birden üzerine üşüşüp omuzlarından bastırmağa başladı- lar Ve biri... Calibe.. dibi tutmuş bir tencereyi kazır gibi küreğinin keskin bir tarafını elile kazanın a- rasına sokmağa çalışıyordu. Nihayet... dayanamadı. Elleri kurtuldu.. Sirie Z Kan ter içinde idi. Gözlerini ya- vaş yavaş açtı. Kafası yastığın al- tında olduğu i ıçın bir şey göremi- yordu. Sesleri işitince kulaklarına inanamadı; âdeta korkarak doğ- ruldu, Jandarma; — Geç kalıyoruz... Sıcaklar ba- sarsa ne yaparız? — diye söyleni- yordu — Haydi yıka yüzünü.. Sol elinin tersile alnını bastırdı: — Rüya... ne kâbustu bu... Kâbus... Evet bir kâbus geçir- mişti. Fakat hayatı ve içinde yaşa- dığı hakikatler bundan başka ve- yordu? Karşısına geçmiş, tirtir te- pinerek bu akışı anlamamakta 18- rar ediyordu. Fakat bu azgın akış nizamına uymak istemeyeni de u- yanların yanına katıp sürüklüyor- du işte... Hem de tepetaklak ede- rek, kâh bir kıyısındaki bir ağacın gövdesine çarpıp kolunu kırarak, kâh üstüne kurulmuş taştan, demir- den veya betondan bir köprünün bir ayağına vurup kafasını patla- tarak... Ve tesadüflerin, hâdiselerin ana- forunda bir karpuz kabuğu kadar bile ehemmiyet verilmeden sürük- lenen sürgün gözlerini oğalayarak ayağa kalkınca yüzünü yıkamağa lüzum görmedi. Diyarıbekir... Elâziz yolunun ulaştığı kapıdan, dünyanın en dar sokaklı şehrine tesadüften bir çelme yememiş miy- |- 4.4888. 1609 ve Otuz Gün . filminde Bu akşın herkes M E L E K sinemasında Madam Buterflay'ın umutulmaz Aşık çifti SİLVİA SİDNEY | GARY GRANT'ı yürekten alkışlıyacaktır. evvelden temin ediniz. Programda: Paramount Jurnal Bugünkü program'%._: İSTANBUL : 18: Fransızca ders. 18,30: Jmınılüı (baylar için) Bayan Azade. 19: Dans musikisi, plâk ile. 19,30: Haberler. 19,40: Bayan Halide monolog. 20: Kol” ferans maarif bakanlığı namına HM ada orta mektep muallimlerinden Hay* rettin. 20,30: Balalyak orkestrası, ro. 21,20: Son haberler. 21,30: Rıd!', orkestrası. 22: Radyo caz ve tango 97 kestraları, 223 Khz. V A R Ş O V A, 1345 m. 16,45: Konser, 17,30: Konferans. — PlMİ — Sözler. 18,15: Şarkılı popuri. — Sözler, 4':3 Plâk, 19,15: Şen bir skeş. — Sözler. 19 Plâk, — Sözler. 20,35: Piyano — Viola uıı'ı seri. — Sözler. 21: Operalardan sahneler. 2i '”, 15: Vilnadan musiki nakli. — Haberler. 1;”, Sözler. 22: Chopinin eserlerinden konser. Ecnebi dilde konferans, 22: Şarkılar. (PW:H no bırlıgılc ) 23,15: Salon musikisi, 24: | — Plâk. I 175 Khz. M O SK O V A, 1724 m. 18,30: Büyük konser. 20,30: İhtilâl İ ün-ald.şarkılar, 227 Çekçe — höşviyat 2&“; Ingilizce neşriyat. 24,05: Almanca neşriy4f 832 Khz. M O S K O V A, (Stalin) 361 Wt , 19,30: Senfonik koönser, 22: Dans müsil 686 Khz. BELGRA D,437m. 20 18,: Plâk, 19,25: — Sözler. 19,30: Ders. Reklâm ve plâk. 20,15: Haberler, 20,30: sal neşriyat. 21: Jübliyanadan nakil. 22: ler. ler. 22,20: Radyo orkestrası. 23: Haberler * 15: Plâk, 23,25: Kahvehane konseri. Khz. PR A G, 470 m. 16,55: Hafif musiki, 18: Sözler, 18,30: P'* 18,40: Sözler. 18,50: Plâk, — Sözler. Pi 19,10: Amele neşriyatı. 19,20: Almanca yat, — Haberler. 20,10: Plâk. 20,15: lite, 20,25: Yeni Çek romansları. 21: Çek ” harmonisi tarafından konser. 23; Haberlt” 23,15: Esperantoca neşriyat. 1040 Khz. R E N N E S, 288 m, 20,30: Haberler ve gazete makaleleri. Z) 22,15: Konser, 22,30: Reportaj . Khbz.LELPZIG,382m. 19,50: Halk musikisi ve şarkıları. 21t berler, 21,15: Genç nesil — neşriyatı. Z47 Spor, 22,15: Beethovenin eserlerinden no - keman konseri, 23: Haberler. 23,231 nihten nakil, 24: Şarkılr gece konseri: 545 Khz. BUDAPE ŞT E, 550 m. 18: Karışık neşriyat. 18,30: Plâk 19,30: Ders, 19,50: Konferans. 20,30: da verilecek “MARTAHA,, operasını 22,20: Haberler, 23,30: Salon orkestrasi. Çingene musikisi, 1,05: Haberler. 950 Khz. BRESLAU,316m 19,20: Mandolin orkestrası, — Sözler. Halk musikisi, 21,48: Akşam — musikitl: Haberler. 23,30: Plâk, 24: Dans musikiti. Yarınki program İSTANBUL : 17,30: Inkilâp derslerit UIİ'.d teden nakil, C. H. F. genel m Recep Polıer. 18,30: Dans ınll plâk, ı:;:.30 Haberler. 19,40: Rita hmut, şan pıyıno 20: Trovator ”ıa' Stütyo Sigan orkestrası. 21 lS. Son berler. 21,30: Ruln t trası. Bayan R. T. şan ve radyo caz ve İl—"_ go orkestrası. MAKSiM 7 Mart Perşembe Akşami Mutad Senelik MASKRUJ, BALOSU | y | %_îî aai ri — Fransızca sözlü Prenses Numaralı yerleri girilir. Bu şehrin hükümet konağı, üzerindeki Arap, Acem, ve Roma istilâlarının işaretlerini ve yazıları- nı, kesilen bir yer, genç bir insan derisinde nasıl kny'boluyom, Za- man ile tıpkı öyle belirsizleşti — Diyarbekir ama.. senin içi” — ğil... Ve bu espri çok hoşuma g lacaktı ki gülerek bıyıklarını ” du. Eğer Nazmi lııpuhını dın li v miş olan bu yılçın gövdeli kıpıduı tam iki yüz adım ötededir. Eğer Mustafa Kemal Umumi harpte buraya uğramamış olsaydı ve bu surun bir tarafı onun emrile yıkılmamış bulunsaydı, yazın bı.ı en sıcak günlerinde bu p esiz evlerde insanlar bunalmadan nasıl ' yaşayabilirlerdi? Hapishane müdürü, jandarma- nın kapıcıya, kapıcının bir gardi- yana bu gardiyanın entarili bir ha- demeye ve onun da masasının bir kenarıma bıraktığı sevk tezkeresini ancak daireler paydos olurken zar- fından çıkarmağa tenezzül etmiş olacaktı ki, gümüş saplı bastonu - na dayana dayana merdivenler - den inerken bir gardiyana seslön- işti: — Ahmet efendi... bize birini göndermişler. Onu kovuşlara ver- me.. Kapı altında yatır. Sabehleyin alacaklar.. . Nazmi ona yaklaşıp; — Canım bu ne demek? — diye- “cek oldu — Beni Diyarıbekire rü— düler. Burası Diyarbekir değil mi? me , zaman onun, y — Bu da ne biçim dilenci.. tü baçı biraz tozlu, kirli.. amâı £ kat sesi, ve hali — hiç te dil benzemiyor. Deye söylendiğini dııyu!d' ba ne yapardı? Kızıp k müydü; yoksa şaşar mıydı? Nete'kı.m ertesi nhnh erll'—e da ne demekti? Niçin Diyarbekirde — alakoym Çok çalıştı fakat munmml!' ledemedi. Herhalde Dıy pishanesinde bir kişilik yer gildi. Nihayet; — Beni siyasi addedly*" — dedi — belki bunun içif kuytu bir yere sürülüyorum: Garip bir kazl! Paçalarımı dizlerine kadaf yıp sekiz on metre geniş; liği dereyi geçerlerken jandarm du: (Bit