Daha pek küçük amma, gene insa- nın hoşuna gidiyor. Çünkü Istanbulda marul baharın geldiğini haber verir, bahar da insana gençliğini hatırlatır. Zaten bir Istanbullu - herhangi bir sebepten - marulu yemesini sevmese de onu görmekten hoşlanması tabii bir şey dir, (Yedikulenin!) diye avazı çıktı ğı kadar bağıran satıcının tepesinde dığı tablanın içinde marul yığın - ları, yalniz İstanbulda görülebilen man zaralardan biridir. İstanbulda marulun sevilmesini, çok marul yenilmesini bazıları İstanbulun (ikinci Roma) şehri olmasma atfe - derler, Vakıü, eski Romalılarm maru- İu pek sevdikleri, şiirlerinde bile ma - ruldan sık sık bahsettikleri malümdur. Frenkler de, onun için, marula (Roma salatası) derler, Fakat bana öyle geliyor ki, eski Ro malılar da marulu, ataları olan Etrüsk- lerden öğrenmişlerdir. Çünkü marulun ilk yurdu Kafkasyadır. Kafkasyadan Romaya giden yol da mutlaka Ana - doludan geçer. Türk dilini lâtinceye yak laştıran kelimelerin aslını Anadoluda ki eski Eti dilinde bulduğumuz yi, yakm bir zamanda, İstanbulda eski Romayı hatırlatan marul merakını da, Etlerin yemek listelerini öğrenirsek 0- yada bulmamız mümkündür. Herhalde, eski Romalılardan önce, eski Yunanlılar maruldan pek hoşlan mamışlardı. Pitagor'un tilmizleri ona (Hadımağaları otu) o adını vermişler, Eflâtunun söylediği aşkı sevmiyen bir şair (Venus o aşkı marul yaprakları- Dın arasına gömmüş...) diye şiir yaz - mış, Yunanlı bir tiyatro müellifi de ma rulu (ölüler yiyeceği) diye tavsif et- mişti. Eski Romalıların marula rağbet et- meleri de, eski Yunanlıların aksine 0- larak, aşk oyunlarından uzaklaşarak, daha ciddi işlerle uğraşmak içi rulun müsait olmasından ileri gelmiş olsa gerektir. ğe başlamış, Eski Romalı bir şair bu nun sebebini anlıyamadığından, bir gi- ir yazarak, bu âdet değiştirmenin se- bebini sormuş. Bu sebebi büyük şair Horace izah ediyor. Er, geç bir gün öğ renmeğe mecbur olacağımız, Tâtince - ye şimdiden gözümüzü ve kulağımız! alıştıralım diye, büyük şairin cevabı - nı aynen yazıyorum: Nam lactuca innatat acri Post vinum stomacho, Münasi: (Marul şaraptan sonra ye- nildiği vakit mideye söke verir.) me- alinde imiş. Vakıâ, bizim şimdiki me - deni bostaslarımızda o kadar ihtimam larla yetişen marul, (şeklini pek çok değiştirdiği halde, ceddi yabani ma- ruldan kalan acılığı hâlâ büsbütün kay- bedemediğinden, büyük şaire hak vet » memek kabil değildir. Galiba, bizim de marulu hâlâ ye - sonra yememiz şaraptan zi - yade rakıya rağbet etmemizden, mi - rakmın verdiği acılığın yanında, ileceği acılığın ehem - miyetsiz. olacaktır. En yüksek şairlerin bile yazılarma girmek şerefini kazanmış olan marul, İmparatorların da teveccühünü kazan mıştı, İmparator Dioclötien saltanatın dan çekildikten sonra, kendi memleke rirdi. Tekrar hükümete gelmesi istenil diği vakit: (Siz buraya geliniz, bir bos tanda marul yetiştirmek O kadar büyük sandet olamıyacağını takdir edersiniz) diye cevap vermiş olduğu meşhurdur. Şurasını ilâve etmek lâzımdır ki, bu im- parator Dalmatia'lı idi. Bu ülke Arna- vutluğa pek uzak olmadığından, Yedi kule bostanlarında Arnavut bostancı- ların marulu niçin daha iyi yetiştirdik. Teri, bu suretle izah edilir, Marula karşı büyük teveccüh gös Mil'i tefrika: 120 — Şeyh efendi, yor... Sinirleriniz mi bozuk, yoksa bir başka hastalığınız mı var... Ne- fes edersem birebir gelir buyuruyor lar. ». Nazmi cevap vermek istedi. Fa. kat fırsat bulamadı. Zira evvelâ yolda gelirken şerbetli olduğunu söyleyen adam ve arkasından kera- metlü şeyh hazretleri kaba etlerini kuduz kelpler dalamış gibi yerle- rinden zıplayarak avaz avaz mağa başlamışlardı. İkisini de ak- repler sokmuştu. Şerbetler ve üfü- rükler maden akreplerine vız gel- mişti, Gökte tabak gibi bir'ay vardı. Ve güzel aylı geceyi, ikide bir ak- rep hücumuna uğrayan betbahtla- rın acı haykırışları hoplaya- rak ve bazen, toprak üstünde kımıl “danan bir şey görünce akrep geli- Yor zannedip yerinden deli gibi fur MARUL ÇIKMIŞ... termiş olan başka bir imparator da « Ağustos ayına adını veren « August'tur. Bu imparator karaciğer (o hastalığına tutulduğu vakit, Antoni; Musa adın - da olan hekimi - adaşı peygamber Mu sanın İsrail oğullarına hamursuz bay - rammda yiyecekleri kızarmış kuzunun ağzma, Mısırda çektikleri sürgünlük davi etmişti. İmparator iyi olduktan sonra Roma ahalisi hekim Musa için bir heyli dikmişt Eski Romalılardan sonra Ingilizler galiba medeniyeti onlardan öğ - oldı de rei ederdi.Bir başka hekim de, insanın kendi evindeki aşk tahayyülâtından ziyade, evinin dışarsındaki aşk hücumların - dan korktuğu için, (hovardalık tema- lerine karşı) marulu sağlık'veri dedikleri | gibi, bazan bir devâyı bırakmak ta bir de- vâ olur. Onun için, servetinin mirasçı- “ ğından şikâyet eden zengin bir lagilize, A. Murray hekim, marul yemekten vazgeçmesini tenbih etmiş, bunun üzerine İngilizin bir oğlu dün - yaya gelmiş olduğunu da... Rivayet e- derler. Marulda besleyici madde aramak, puf böreğinin içinde et lokması ara mak gibi olur. Marulun yüzde doksan dört buçuğundan ziyadesi su olduğu - na göre, geri kalan kısmın içinde ne kadar azot, ne kadar yağlı, yahut şekerli veya tuzlu madde bulunmasının ne ehemmiyeti olur ? Zaten insan © marulu beslenmek i- gin değil, onu yerken keyif duymak için yer. Karnı şişirmesi olmasa! Yalniz şurasını hatırlatmak lâzım - dır ki, şimdi beslenmek için en mak - bul sayılan ve marulun kökünde değil, haniya bizim beğenmiyerek çok defa attığımız, en dışarı yapraklarında bu- Tunur. Frenkler marulu, hemen hemen da - ima, sirke, zeytinyağı, biber ile karış - tirarak salata halinde yerler. Böyle ye mek marula biraz hakaret gibi olur. Bizim yaptığımız gibi, koskoca maru- lu yakalayarak yemek te biraz inceli « ğin aksi gibi görünür. Onun için, ga- liba en iyisi, marulu dörde bölerek her parçası gene çiğ olarak, fakat ayrray rı yemektir. Böyle yapılınca ne maru - lan keyfi sirkeyle eleşitilmiş, nede sof - ra medeniyetine halel © getirilmiş © - Tur, Murulin en ziyade hoşa giden kökünü yemekten de insan mahrum kalmaz. Frenkler (o bir de, marulun yağla pişmiş yemeğini yaparlar. o Fakat, ben bunu yediğim valüt, ebegümecinden da- ha bayağı bir sebze O yemeği bulmuş - tum. Zaten İstanbulda sebzelerin o ka- dar çok türlüsü varken, marulu pişi » rip te yemenin elbette mânası olamaz. A.G. YENİ NEŞRİYAT Havacılık ve spor Tayyare cemiyetinin onuncu yılını itirmesinin bir hatırası olmak üze - re (Havacılık ve spor) müstesna bir sayı çıkarmıştır. Yirmi yazı ile seksen resmi taşi- yan bu sayıda Tayyare Cemiyetinin on yılı, bir sinema şeridi re çarpmaktadır. Büyüklerimizin el N Küçüka, Nüzhet Haşim Si- hanoğlu, Sadri Etem, Server Ziya, Güvercin, Şakir Hazım © Gökmen, Şükrü Esmer ve Vedat Torun yazıları ve resimleri vardır. Sabahleyin ülecekti. Hapishane kapısına çıkınca bir gencin evvelâ hayretle yüzüne baktığını, sonra kollarını açarak koştuğunu ve boynuna sarıl dığnur gördü ti Ah Şehap! Kardeşim bu ne Macerasını kısaca anlatmağa mecbur oldu. Zira bu, onun eski mektep arkadaşlarından biriydi. Sultanide beraber | okumuşlardı. Tıp fakültesine girmişti ve sınıfı nım iyi talebelerindendi. Sormak nöbeti kendisine gelince; — Peki ama — dedi — sen ne ariyorsuc bunda? — Ben mi? şeyyyya. —?21. — Ben... burada... — Eceeee?2? ğ — Hapishane müdürüyüm hani Kutlaşma ve çocuklar “Çocuk Esirgeme Kurumu,, yok sul ve kimsesiz çocuklara yardım için gene bir eyi yol bulmuş, diyor ki: — Dini bayramlarda birbiri- mizi dolaşma ve kutlaşma yolunda epeyce paramız (gidiyor. Bunu böyle (o yapacağımıza, bu parayt, “hiç olmazsa yarısını olsun “Çocuk Esirgeme Kurumu, na verelim. Ku- rumun bu buluş ve dileği pek ye- rindedir. Kutlaşma gezintileri bir görenekten başka bir şey değildir. Biribirini seven ve sayanlar görüş- mek, konuşmak, kutlaşmak için bayramları beklemezler. Gereksiz bir yorgunluk, gereksiz. bir harcama, souk souk havadan cıvadan konuşma £ yerine yurdun bakım bekliyen yavrularına yardım. etmek elbette ki daha doğru, daha sevap bir iştir. Bayram bizden pek daha çok ço- cukların hakkıdır. Bu hakkı onlara | sadece gezme, eylenme olarak de- #l, maddi yardım olarak da verme. liyiz. Eski çağlarda her eyi ve ileri gidişe hemen homurdanan ağızlar vardı. Şimdi anıyorum, kurban de- rilerini eyilik kurumlarına verelim denilince nasıl olur? diye söylendi. lerdi. Fakat Ulus bu işi çabuk kav- radı, anladı ki bu deri bağışlaması da yurdun sınırlarını ve çocuklari- nı İkorumağa yardım edecek, ho- murtuyu susturdu ve şimdi ber yıl bu yardımı etmekle yürekten kı- vanç duyuyor. Bugün o gün değil- dir. Geri düşünmüşler de bugün i- leri düşünmeğe ve Ulus kervanma katışmağa alışmaktadırlar. Onun için Çocuk Esirgeme Kurumunun bu eyi düşünce ve dileği kendine kolay ve çabuk bir onay alanı bu- lacaktır. Bayram ziyareti denilen kapı tok lığı ile kutlaşma diye etti; miz sıkıntılı ve tatsız yarenlikleri şöyle bir düşünersek nasıl tuhaf- mızı anlarız. Artık sevgi ve ımızı da öbür gidişlerimiz gibi düzeltip normalleştirmeliyiz. Bun da Kulbur üstü yurttaşlarımız önayak olmalıdırlar. Bu işi yapabil mek için, yapanların biribirlerini kutlamış © saymaları ve gücenme duygusuna kapılmamaları yeter. Ben kendi payıma kalbur alt oldu. ğum halde öne geçiyorum, ve sev- diklerimle saydıklarımdan dilöyo. rum: süs Bu kurban bayramında ve önü- müzdekilerde ben kimseye gitme- yeceğim; onlar da bana gekitesin- MİLLİYET PAZARTESİ 4 MART 1935 Yağmurdan doluya Raşid Tören deli dolunun biridir. İki sene sabredip dişini sıktıktan son- ra nihayet karısmı boşayrverdi. Her gün karşısında ayni çebreyi görmek - ten, ayni sesi işitmekten bıkmıştı. Ka- rısı Lası tarağı toplayıp gittikten son- ra, Raşid Tören şöyle geniş bir nefes aldı. Arkasından da iki kadeh kon - Ok, du, şimdi evde dır dır kalmadı. Konyak şöyle zihnimi açtı. Haydi! Raşid, hava da güzel, çık 80- kağa, bekirsm, hürsün, serbesti Biraz hava al, gez dolaş. Günlerden cuma... Raşid Tören yal- nız başma sokağa çıktı. Bir başına ye- mek yedi. Yemekten sonra şöyle ya - vaş yavaş dolaşmağa çıktı, Başını me - reye çevirse herkes çift görüyordu. Bi ribiylerile şakâlaşan, gülüşen, eğlenen, civelek çiftler... Raşid düşündü. Acaba arkadaşların irini bulsa... Cemili orada bula- aradı bulamadı. O can s- kendini Beyoğluna attı. $öy- le yüzüne gözüne bakılır bir kızcağı- za rastlasa da, bari onunla eğlense... Rastladı. Biraz sokuldu. Konuştu » ar, Bilmem hangi mağazada satıcı İmiş, serbest değilmiş. Haftada bir tek ak- sam buluşabilirmiş. Raşid Tören düşün dü: — Haftada bir akşam neye yarar? Bunu bırakıp yenisini bulmalı. Onu bıraktı. Yenisini buldu. Sokul de, konuştular. Bil hagi mües - sesede daktilo imiş, daireden çıkınca doğru evine gidermiş, Şimdi de evine gidiyormuş. O da olmadı. Bir hayli aranıp ta- Öz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karşılıklarını yazdığınız kelime türkçe muhabillerini yazarak şeklimin niz ve keserek ilmece mamurluğunu,, gönderiniz. loğru halledenler arasmda kura Bilmecemizi çekiyor ve kazananlara hediyeler veriyoruz & Müddet: Bugün akşama kadardır. Yeni Lilmecemiz 2456 718$9mU “ya OR m in e ağ SOLDAN SAĞA 1 — Dava b, Nota 2 2 — Müşevrik olmak. 3 — Hatim iler 6. 4— İdam etmek 5. 5 —Aik& — Nisa 5, cerire â randıktan sonra bir kadın daha önüne çikti. . Sokuldu. ronuştular. Fakat kadın evli imiş, başka erkekle nasıl ko- nuşabilirmiş, Bir haftada araya araya bulduğu kadımlarm hepsi de böyle menfi çıktaiş- tı. Bu arada kendisine yüz vermiyen- er, hişmla bakanlar, ters ters söyle - henler de çok olmuştu. Raşid Tören yalnızlıktan ve kadın - #ızlıktan patlayacaktı. Bir akşam o can sıkıntısı ile sinemaya gitti. Meğer sine malar ne güzel yerleşmiş. Her biri bi - ver canlı bedayi meşheri. Raşid Tö - ren'e , hem de yanıbaşında bir kısmet çıkıverdi. Konuştular, Kızım da adı Loylâ imiş. Ertesi gün © buluşmak üzere sözleştiler. — Ar'ık Raşidin key - Fine pon yoktu. Raşid ertesi gün daireyi aşmıştı. Ley- lâ ile öğleye kadar Taksim bahçesin- de, Eve gelip yemek yediler. Ondan sonru Büyükdereye kadar bir otomo - bil geziatisi yaptılar. Leylâ gir içim su gibiydi. Şen, şuh, civelek... Neler, neler anlatmıyordu. Ertesi gün muhallebicide buluştu - lar. Gezmeğe çıkacakları sırada Ley- lâ dedi ki: ; — Tören, şurada büyük mağazalar da tasfiye mi yapıyorlarmış, tenzilâtlı satış mı varmış, oraya kadar gidivere- lim, ben kendime bir eldiven alaca - ğe. Yürüdüler, Belki eldivenin parasını ler. Dolaşış tutarını bu ye bağışla” yıp armağan edeceğim, beni seven- ler de bunu benim en saygılı kut- laşmam saysınlar. , AKAGUNDUZ TEPEBAŞINDA ŞEHİR TIYATROSUNDA Fransız Tiyatrosunda Bu akşam saat 20 de DELİDOLU .. Son hafta de... — Ne dedin? Fakülteyi ne yap- tm? , — Drödüncü. sınıfa imtihan yer- miştim. Akrabader. ( İiriberoya olmuştu. Mapisha- ne müdürlüğünün münhal olduğu- nu öğrenince beni telgrsfla çağırt- «, geldim. Eh, şimdi evlendim de.. Okuyup ta ne Haklı mıydı? burası kolay kolay kestirilemezdi. Fan.t derili de ka fası da, belkemiği de, heryeri de rahattı. Bu ilk bakışta rs du. İçinde en ufak bir üzüntü ol- saydı bu kat leri, böyle fıldır fıldır döner ve pırıl pırıl par. | lar mıydı? » ona “arabaya! binmek Yürü istiyorum. Bana şefaat et!,, bile di- yememişti. Kaygusuzluğunu kıskan mış mıydı ne? Bu değ tepesinde ve Zülküfül, yattığı için mi böyle kavrulmuştur. Yoksa bir gün demir asalı, torba sakallı ve demir çarıklı, çiplek hir “Zülküfül,, hazretlerinin buraya gelip kakırdamaları ezelden takdir edilmiş bulunduğu için kavruk mu yaradılmıştır? Kapkara evlerile“ üstüste yığıl. mış bir paşa evi “Kazma benzeyen Leylâ verir, vermese de bir eldiven pa- rasından ne olacak, Raşid veriverir. Mağaza kalabalıktı. Orada bir ka- dının hoşuna gidecek neler, neler yok tu. Leylâ eldiven aldı, bir şişe levanta aldı, Mendil aldı, pudra aldı, ruj aldı. Raşid hiç sesini çıkarmıyor, arkası ne- reye varacak diye bekliyordu. Vezne- nin önüne geldiler. Leylâ durakladı. Raşid: 3/7 Üzerinde yokun ben vereyim, de- Galiba yekün on dört lira küsur ku- ruş tutmuştu, Raşid paraları verdi. Çık ar. yemem Tozdular, Ertesi gün tek- rar buluşmak üzere. Meğer Raşid Leylâ ile tanışmazdan evsel kadıncağız bir manto ısmarla - muşmış. Ertesi gün buluştukları za - man: — Haydi provaya gidelim, dedi. Prova yapıldı. Dışarıda aralarında bir de münakaşa geçti. Mantonun pa- Raşid AE ce bara gittiler. Raşid dans bilmez, Ley şu Osmaniye kasabasında insanlar yaz aylarma acaba nasıl tahammül edebiliyorlar? Bu evlerin içinde bir tane sıva- lısı, bir tane boyalısı yoktur. Ça- murdan yapılanları da, taştan ve tahtadan olanları da kapkarad. Sanırsınız ki insanlar, (tepesinde “Zülküfül ,ün yattığı bu yalçın taş- lı karadağın rengini değiştirmek- ten korkmaktadırlar. Yalnız, batarken, bu taraflarda ufku yağlı bir kızıl renge bulayan güneş, pek kısa bir müddet, her ta- rafmdan toz bulutları yükselen bu Osmaniye evlerinin camlarını da parlatır, ve o zaman bu karadağ, bütün toplarile ateş eden eski bir al tı anbarlıyı hatırlatır. Bununla be. raber “Zülküfül,ün © bulunduğu yükseklikler, gene bir başka renge giremezler, yalçın taşlar gene cehen nemi bir ateş içinde yanıp tutuş- makta devam ( ederler, oraları... gene kapkaradır. Sağlığında onun yaban ovaları ve kızgın çölleri başı açık dolaştı- ğını söyleyen masallara bakılırsa bu torba sakallı ve demir asalı a- dam, güneş çarpmasından nasılsa kurtulmuş bir betbahttır ki göçüp gittitken sonra bile güneşin hergün en büyük gazabını “tecrübe ettiği kakılıp kal 7— Hariç A, Nutuk 6. 8 — Nota 2, Az seenk 8 8 — İyi giyinmiş adam 3, Muğber olmak 6. 10 — Evlenmemiş kadın 3. 11 — Dem 3, Tevem, aynı batından 7. YUKARDAN AŞAĞI : 1 — Asdet etmek 6, yama 2. 3 — Ayı yavas 2, aynı adı olanlar 3— Söz” değil 3, aydınlık 4. sark vilâyetimiz 3, genişlik 2. 6 — Rabıt edatı 2. gevşek değil & 7 — Misafirhane 4, Bakar 4, 8 — No2. 9 — Nota 2, Mastar edatı 8. 10 — İneğin yavrusu 4, Bir büyük hayvan 4. 1 — Tir 2, Say 2, Bir kümes hayvanı 8. — maa lâ üçlere dörtlere kadar başkalarile dansetti, durdu. Raşid bir köşede bü- zülerek seyretti, di Daha ertesi akşam Leylâ Raşid Tö- ren'i gelip daireye aldı. Yolda biraz to pallıyordu. İskarpinleri sıkıyormuş, Öyle yürüyerek gezemezmiş. Bir oto- mobille Bebeğs er. Eve dönerler- ken, Leylâ teyiesinin hastalığından bahsetti, gitti. Hülâsa Lozlâ ne kadar eksiği Var - sa birer birer hepsini tamumlamıştı. Sıkışınca da teyzesinin hastalığını ba- hane ederek gidiyordu. Aradan bir gün geçti Leylâ yok, iki gün geçti, Leylâ yok, o beş gün geçti, e , Raşid evvelâ hasta filandır iye düşünüyordu. Fakat altıncı gün alnız başma caddelerde gezerken Ley görmesin mi? Yanında kerli ferli bir adam, otomobile biniyorlardı. U. zerinde Raşidin ısmarladığı o muhte şem manto, sırtında o elbiseler, başın da o şapka. Fırlayıp yakalıyacak ol- lu. #ina belâ almaktan çekindi. Leylâya sert bir gözle baktı. Bu sert bakış artik bir daha bet yüzüme bakma demekti. Leylâ da mâ- | nasmı anlamıştı. | Raşid Tören şimdi gene yalnız ka - | nca, geniş bir nefes aldı. Arkasından “iki kadeh konyak yuvarladı. 'dedi, Leylâyı değil, başımız- | bir belâyı attık. Konyak | açtı. Haydi Raşid şimdi ser- bestsin, hiç bir kadına bağlı değilsin, Hürsün, biraz hava al, gez, dolaş... öd Tören vi m sesini din * ledi, can sıkıntısını işin Bey sine çıktı, Gözleri bir kadın arıyor- SEM mıştır. Kötü talis!,. Nazmi, yürüye yürüye nihayet, bir akşam üzeri mukaddes kitapla» ra kendini yen ve mızraklı ilmühallerde bile peygamberliğinden şüphe edile- rek hatırası iğnelenen iste Kw 7il. küflün binlerce sese evvel dolaş » tığı yerlere gelmişti. Osmaniyenin pis ve viran bir ha- nına daldıkları zaman kan ter için- d. idiler. Jandarmayı (o görünce hancı gelen © yolcuya iyi not ver- memişti anlaşılan... ki onları pen- cereleri camsız bir odaya soktu. Ve Nazmi ; — Biz donarız burada yahu! ö- Diye söylenince ; — Hiç bir şey olmazsınız. — dedi — gece biraz ay*- vw” o - kapakları çektiniz mi hamam gibi olur bu oda. Üst rezeleri koptuğu için sokak- tan böğürerek geçen öküzlere, man dalara reverans yapar gibi iğilmiş duran ve ayarak gıcırdaya” rak sallanan kapaklara baktı. Han- cıya inanmadı ama, fazla lâf etmek beyhude bir zahmet olacaktı. Pek tu; “gelir diye BOSNA SEVDALARI Türkçe sözlü ve şarkılı Bugünkü program İS ANBUL : 18; Frünsizen ders. 18,30: o Dep ilüsi ve muhtelif parçalar. | JA5Sİ Haberler, 19,10: Keman solo < Baf? Kâzım. 20: Strobel ve Ali ve ari ları, İki piyano ve vokal — Kuyürliiğ 20,30: Senfoni o numara 6 Bethorki. Son haberler. 21,30: Bayan 'üzün, radyo caz ve tango ig VAR ŞU VA, 1348 m 16/48; Orkestra kemveri, — Dere yeğ İTAS: Pİâk. ra, yağı Da 53 o i & wer, 22: Almanca 2305: İngilizce neşriyat, 2405: Macar &. e 852 Kr. MO 5 K O W A, (Stalin) 3 17: Oda musikini. 18: Sözler. (Aşki riyat, 22,30: Dans musikisi, Kb. BELCRA Tİ Kör. PRAG,470m. z 1655: Half mesiki, 1758, Çocuk yatı, 18,10: Sözler. 18,20, Plâk, — Süne Plâk 18,45: Şarkılar. 19,10: Ziramt, 1 i 20,101 e lişile orkesten konseri Plâk 74,50: Almanca baberler, KE 1040 Kr. RENNES 285. 20.30: Gazete haberleri, 21,45: Karak Kir. LEİPZ1G, 3821. 1,30, Sehumannın Karnaval 19: Aktönlita. Telli Ses ii. Zi: Haberle, i. 23 Haberlefi 23,30: Dame müsikisi 545 Kh. BUDAPEŞ TE, 0k 18: Senfonik orkostra kontari. 19,104 20,20: Plâk. konseri. 2020: “Balkan ri Yi, sdlı temsil, 21,05: Buda şarkı heyeti fordan iz : za gar kal il gilizce aylık bukisler. So Ks. BRESLAÇ,3iğm. 19: Aktüslite. — Sözler, 20; Kuraneal kisi, 21: Günün kaza rleri, 21,10: Zanberex, Tepoy adlı» adlı musikili okey. 234 lar, 23,30, Dans, Yarınki program ISTANBUL : 17,30: Üniversi Yay dersi, Sinop bayları "Yusuf 18,30: Jiraniistik; bayan" Azader Dans musikisi plâk ile, 19,30: Habsfii 19,40; Bayan Semiha (gehir arürtlerinden) şam piyano 20: Maliye bakanlığı rans. 20,30: Demir caz, 2a. 21,15: Son haberler. 21,30 orkestrası, 22; Rodyo orkestrası, ZAYI: 330 senesinde 1604 2 mektebinden aldığım sehadet. Yi ettim. Yenisini çıkardığımdan nin hükmü yoktur. v 128 No, Ni ” getirdiği sıcak südü ize i Ortalık kararırken 3 yarış eder gibi bulgura va bulgu ab içi mil li rü haketmiş demektir. Here e? fi yeri; Öleninlen berisinden dus LL EĞ tüten bir — 0) telgraf ” direğinin ii MN Şısındakinin kafasına İ Birden çığlık fırlatarak beyin ruğu vardı. Bunu, porselen. ga ir larla gülmeğe başladı. başı iki ka direğe gitti. Ve uçarak Bir çanaklarında, sivri sinek rü saksofon üflüyordu. gel ve iü 7 yuvarlandı. direğe bitiştiren çelik Sak-ofoncu maymun. ie a yukarı zıplamış, sonra " çük maymunlar saz Bunlardan biri kimbilir 994, Ke ği detlenmişti. Kemanını kaldi K muvazenesini kaybetti Kemancının kıpkırmız! vii rak aşağı sarktı ve çapkı” değince lâstik © top gibi? arel  tüne düşmüştü; koşa kosa vi .