Ağaoğlu Ahmedin bu gazetede çıkan “Dünyada saf dil var mı?, adlı yazısını (cuma, 22 şubat) oku muşsunuzdur. Ancak iptidai kabi- lelerin büsbütün saf, yani ine başka kabilelerin, ulusların dille - rinden alınma şözler karışmamış bir dilleri olabileceğini söylüyor. i beraber “aklı selim,, in de gösterdiği gibi - su götürmez. Ancak bir dilde bulu- nan yabancı sözleri hiç olmazsa iki ye ayırmak gerektir: 1 — Bir ulusun öz malı olma - yan sözl 2 — Bir ulusun mensub olduğu medeniyetin malı olmıyan sözler... Hemen söyliyeyim ki ben birin- cilerin değil, ancak ikincilerin ya- bancı sayılmasını doğru bulanlar. danım. Bunun içindir ki Ağaoğlu in: “Tiyatro, aktör, aktrisa, , gibi sözleri Rus diline yabancı diye saymasını hak- İı görmüyorum; o sözler elbette öz rusça değildir, lâtinceden, grekçe- den ve yahud ki fransızca, m- ca gibi Avrupanın yaşıyan dillerin den alınmıştır, fakat gerek lâtiüce ve grekçe, gerek fransizca ve al - manca Rusyanın, hiç olmazsa Bü- yük Petroden sonraki Rusyanın mensup olduğu medeniyetin sözle- ridir, demek ki rusçaya yabancı i ü e ile diye- jeoloji, sözler fransızcaya ya oysaki “banjo, py- jama, yatagan,, gibileri o dile ya - bancıdır, çünkü mensup oldukları medeniyetin sözleri değildir. Şimdi gelelim türkçedeki “ki - tab,, sözüne. Ağaoğlu diyor ki: “Bu kelime artık Türkündür, onu Türk âleminin her tarafı anlıyor, biliyor, onun yerine yeni bir keli » me konursa, anlaşılması güc ola - cağı kadar, Türkleri de biribirin - den ayırır.,, Bence “kitab” kelime- si düne, yani Arab - İran medeni- yetine mensup olup Arab yazısı kullandığımız, arabcayı az, çok öğ rendiğimiz çağlarda türkçe idi, bi- ze yabancı değildi. Bugün ise bize yabancılaşıyor, çünkü “mektub, kâtib, kütübhane, mekteb,v.! ibi sözlerin onunla ilişiği olduğunu ço- cuklarımıza anlatmak zorlaşıyor. Ama Ağaoğlu diyor ki: “Biz ke limeler ile beraber onların tâbi ol- dukları kanunları ve Kaideleri de aldık... Ruslar ve sair budunlar ise kelimeleri alarak kendi lisanları- nın talâffazuna, âhengine, kaidele rine uydurdular ve ba suretle alı - nan kelimeler asıl lisanla kaynaşıp birleştiler ve yabancılık damgaları nı kaybettiler.,, Bizim Arablardan ve İranlılardan söz ile birlikte ka- ide ve tasrif aldığımız, başka u - lusların ise sadece söz alıp bunları kendi kaide ve tasriflerine göre kullandıkları şimdiye kadar çok söy lenmiştir; ancak sanıldığı kadar doğru değildir. Ağaoğlu'nun rusça dan aldığı sözlere bakın: “Akt aktör, aktrisa, antrakt.,, Ör (eur), risa (rice) Rus tarifinin icabatın - dan mıdır? Antrakt sözündeki antr (entre) rusça eklentilerden midir? “Talâffuza, âhenge uydur- mak...,, Bu da ancak bir dereceye kadar doğrudur. Fransızlar da - bizim gibi ve daha rythme,, gil bancı değildi, ıkaramadıkları için status, stare | den “efat”, species'ten espece söz- | Miili tefrika: 118 Bir silindirin bozulan sâlmas- tırasından istim kaçarken nasıl bir ses çıkarsa öyle bir sesle söylen- mişti bu sözler.. Nazmi ürkerek geriledi. Fa- kat kadın, uzaklaşmasına mey- dan vermedi. Hemen yanma yak- laştı. Ve kollar gene dolandı erke- ğin boynuna... — Fatma! Bozuk salmastıralı bir silindir gi bi konuşan bu ses, bir erkeğin se- siydi. Ve devam etti. — Canım Fatma. . Bıktım otura otura... Biraz dışarı çıkmak isti - yorum... Gelsene? Kadın hiç oralı olmuyor ve o söy lendikçe sanki inat ediyormuş gi- bi gence bir parça daha sokuluyor, onu göğsünde bir parça daha kuv- vetli sıkıyordu. Nazmi bu sesin âhenginde bir a- Dil üzerine lerini yapmışlardır; fakat yine o köklerden gelen station, special sözleri de vardır; demek ki Fransız lar bazan lâtince kökleri kendi ta- lâffuzlarma göre değiştirmişler, fa kat bazan da talâffuzlarını o kök- lere uydurmuşlar. Biz de öyle yap- mışız, bazi kelimeleri söylememize göre değiştirmiş, bazılarına dili - mizi alıştırmışız. p Kitab kelimesi, artık tasrifini öğrenmediğimiz için bize yaban- cılaşıyor, çünkü bir millet, pensup olduğu medeniyetten hiç bir za - man sade bir kelime almaz, onun tasrifini de beraber alır. Bugün a- rabca, farsça sözleri beğenmeyişi- miz tasriflerini, hangi kaidelere gö re kullanıldıklarını bilmediğimi: unuttuğumuz, artık öğrenmedi miz içindir. Bir dil, bir düşünme a- vadanlığıdır ; düşünme ise mücer - red kelime ile değil, terkib ile, tas le olur. Arab - İran medeniye - tinde iken o ulusların dillerinden ile beraber kaide de aldığımız gibi Grek - Lâtin medeniyetinden de yalnız söz değil, ister istemez kaide de alacağız; ve ancak buna başladığımız, bunu yapmaamı öğ - rendiğimiz gün gerçekten o mede- niyetin içinde bulunacağız. Biz Fransızların, Almanların çok sözleri olmasına mı imreniyoruz? Belki, fakat asıl imrendiğimiz on- e her isimden kolaylıkla bir sı- at, bir fiil çıkarabilmesi, kelimele ri birleştirip güzlnilmi il si, eklentileridir. Büt lıklar bir düşüncenin, bir “esprit nin mahsulüdür; biz bugün o dü- şünceyi, o “esprit-” yi benimsedi- ğimiz için o kolaylıkları imreni - yoruz. Dilimizin değişmesi, yüz yıl dan beri sıkıntı çekmesi sadece bir «öz işi olmaktan çok uzaktır; tasrif, terkib yeni bir “ syntaxe,, isteğidir. Iki Türk, Sedad Ors ile Vedad Ors (Zeki): “Türkç.nin nahvi yal nız batı dillerininkine değil, insan kafasının normal işleyişine de uy- gun değildi: yor (1) El. bette ki her nahiv, bir milletin nor- mal düşünüşünün anası, ta ken- disidir, Fakat bugüw Ors kardeşle rin o sözüne yanlıştır, haksızdır diyebilir miyiz? Hayır, çünkü on - lara bunu söyleten sıkıntıyı hepi- miz duyuyoruz; fransırcanm, in - Yeni bir savaş koparsa Büyük savaşın kopması yaklaştı. ğı lerde, herkese bir sinir ger- ginliği gelmişti. Yaprak kımıldama ğı, esinlisiz ve sıcak bir temmuz günü, Balkanların ucunda patlayan bir tüfek, orlalığı korkunç uğultu. lar içinde bırakmıştı. Bosnada A- vasturya veliahdinin yüreğini delen kurşun, arası çok geçmeden, kan- gren olmuş bir yara gibi, Avrupa- nın sağlıksız gövdesini delik deşik ederek her yana yayıldı. Uluslar, çılgın gibi, biribirleri. nin üstüne atıldılar. Öyle boğazlaş malar oldu ki, tarih o güne kadar böylesini görmemişti. Yeryüzünün dörtte üçü, kızıl ka- na boyandı. Dokunduğu (o toprağı kül eden korkunç yalazalar ; doğu- da Sibiryaya, batıda, Belçika ve Fransız sınırlarına dayanmıştı. Gök te uçaklar, yerde tanklar, denizde dev gibi zırhlılar; biribirlerine sal- dırıyorlardı. Savaş, payapay dört yıl sürdü. Insanlar, bu dört yıllık savaşın acısını, üzerinden nice dört yıllar geçmişken, bugün dahi çekiyorlar. Eğer Avrupada yeni bir savaş daha kopacak olursa, insanların sonu neye varır? Hem bu yeni savaş, eskisinden, belli ki daha korkunç, daha kana susamış, daha silib süpürücü, daha yalayıb yutucu savaş olacak. Uluslar da, kişiler gibi, arada, bir kendilerinden geçip sinir nöbet- lerine tutuluyorlar. Böyle çılgınca deprenmeler içinde sapıklığı tutan- lara, deli gömleğini giydirebilecek güçlü ve uslu uluslar da dileyelim, bu sıyasal çılgınlığa | kendilerini kaptırmasınlar. Salâhaddin GÜNGÖR den ve üniversite ilâhiyat enstitü- sü profesörlerinden ve eski Yeni- kapı Mevlevihanesi şeyhi Bay Ba- ki dün kalp sektesinden ölmüştür. Cenazesi bugün Yenikapıdaki ha- nesinden kaldırılacaktır. Cenaze merasiminde merhumun talebele - ri ve bir çok üniversite muallim - leri bulunacaktır. Ailesine taziyet- lerimizi bildiririz. gilizcenin, almancanin nahivlerini düşünüşümüze daha uygun buluyo rüz; demek bizim nahvimiz düşü - nüşümüzün aynası olmaktan çıktı, İster istemez değişecektir. Ağaoğlu Ahmed “dünyada saf dil yoktur, derken elbette haklıdır; fakat bugünkü dil sıkıntımız bir saflık, karışıklık işi değildir. Nurullah ATAÇ (1) Revue internationale de'1'En - seignement'in 1541-35 *arlhli sayısında “Râllexions sur une röforme Ja langue turgue,; adi: yazıdan. Bundan yine bah sedeceğim. BERLİTZ Türkçe, Fransızsa, İngilizce, İtalyanca, Almanca v 8, KAYIT MUAMELESİ Başlamıştır. Tecrübe dersleri meccanidir ANKARA Konza caddesi Müsilifi: Nazmi Şahab dının kulağına fısladı: — Kim bu?.. — Kocam... — Kötürüm mü? Yürüyemez mi? —L. ahli — Ya nesi var? — Gözleri görmez... Çanakka - lesinde yaralandı... — Gırtlağı da deliktir. Nazmi dehşetli bir silkinme ile boynunu köy dilberinin yumuşak kollarından kurtardı. — Git ona... Git ona... - dedi - Fakat bu kadın isteğinden öyle kolay kolay vazgeçeceğe benzemi- yordu. Yarı karanlıkta gözleri biner mumluk iki ampul gibi ışıldıyor - du. Ve genci hayretten dilsizleşti- ren, donduran bir çabuklukla üs - tünde başında ne varsa yırtıp par- çalıyarak soyundu, çırılçıplak oldu. Asrın umdesi “ MİLLİYET ” tir. ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye işin Hı ik ik Gelen evrak geri verilmez — Müddeti Büshalar 10 kuruştur. — Gazele ve işler işin müdiriyete sür raçant edilir. Garetemiş ânlarım mas's liyetini kabul atmaz. z YENİ AÇILAN de LisAN KURSLARI İSTANBUL 373 İstiklâl exddesi na veremiyeceği bir rolü oynadı. Budaklı bir odun kavrayarak Naz- miye saldırdı. Başını; — Gel buraya... Yoksa pişman olursun! Gibilerden sallıyordu. Boş kalan eliyle Se — ir! Kavrıl ya! Der gibi bir Eri Bu dişi kaplan atılganlığiyle mutlaka Kleopatradan güzel, çeki- ci ve kıvraktı. Şimdi ocakta yanan tezeklerin kokusu bir “Mark An- tuyan” sersemliğine tutulan Naz - minin burnuna altm çanaklarda yakılmış ut tütsüleri gibi vuruyor- du. Kadının tay boynuna benziyen baldırlarma , şu göğsün gerginliği- ne ve elâyası kadar pörsümüş yeri olmayan bu vücude gene hayran hayran dalıvermişti. Bu sırada karısından ümidini ke sen koca kendi kendine odasın - dan çıkmağa çabalıyordu ve onun ayağı da, Nazmi gibi, bir bakraça çarpıvermişti. Genç başını çevirin- ce parmakları titreyen iki kolun et rafı yordamlayarak bir kapıdan u- zandığını gördü. Ve o zaman kadın artık ne gü- zelliği ve ne de odunu ile genci tu- tabildi. Bir ceylân çevikliğile ke - rileyen Nazmi bir zıplayışta sokak kapısına vardı! Orada, eşekle ine- MILLİYET CUMARTES! 2 MART 1935 Zn iyisi vurulmamaktır Şehremini taraflarında, tanınmış bir inekçi, geçende kalbine yediği bir kurşunla vurularak öldü. Riva. yetlere bakılırsa, kendisine £ — Seni kim vurdu? diye sormuş- lar. O da: — Gaco vurdu! cevabını vermiş. Argo dilinde gaco kadın ve metres demekmiş. Rahmetli inek. cinin de iki metresi olduğu için: — Seni hangi gaco vurdu? diye sormuşlar. Adamcağız; güçlükle: — Ikincisi... diyebilerek ebedi uykusuna dalmış. “Acaba, inekçiyi © varan gaco kimdir?,, diye & konuşuluyordu. Birisi dedi ki: — Ben, onu bunu bilmem, dün- Ya; gerçekten değipmiğ.. — Nasıl? — Eski gacolar da erkekleri vu- rurlardı. Ama; ya, elinden parası- nı pulunu alıp yere vururlardı. Ya- hutda ; gönül gibi en nazik, en görünmez yerinden vururlardı. Şim dikiler ise erkek Falblerini bıçak- la, kurşunla deliyorlar. Kadına ya- ir iş.. Siz ne dersiniz? <5 Sövda oku atmasını bilen ka- dın, sırasında O tabanca atmasını neden bilmesin? En iyisi, onlara il- kinden vurulmamaktır! Kulak misafiri Pa . . Öz Türkçe ile iz ii Bilmecemiz Osmanhca karşılıklarını yazdığımız kelime- lerin öz türkçe mukabillerini yazarak şeklimi- zin boş hanelerine yerleştiriniz. ve keserek “Milliyet Bilmece memurluğuna, gönderiniz. halledenler arasında kura iyoruz 5 Müddet: Pazartesi günü akşama kadardır. Yeni bilmecemiz 1234567809101 SOLDAN SAĞA 1 1 — Dava 5, Nota 2. 2 — Müşevvik olmak. 3 — hart iler 5. 4— İdam etmek 5. 3 —Avka, 6— Nisa Geek 7— Hariç 3, Nutak 6. 5 — Nota 2, Az sacak 4. 8 — Iyi giyinmiş adam 3, Muğber olmak 6, 10 — Evlenmemiş kadın 2. İN — Dem 3, Tevem, aynı babından 7, #UKARDAN AŞAĞI 1 — Avdet etmek &, yama 2. 2 — Ayı yuvası Z, aynı adı olanlar 4, 3— 3817. 4 — Fena değil 3, aydınlık 4. 5— Bir çark vilâyetimiz 3, genişlik 2. 6 — Rabrt edatı 2, gevşek değ 4. Misafirhane 4, Bakar 4. Nota 7. Nota 2, Mastar edatı 3. 10 — İneğin yavrusu 4, Bir büyük hayva. & 11 — Tir 2, Sayt 2, Bir kümes hayvanı & Viyana Beynelmilel Sergisi | 10 ilâ 17 Mart 1935 İ Avrupanın en mühim merkezidir. Taf- silât için Avusturya sefarethanesine ve bilet ve tenzilâtlı nakliyat için Ne acentalarına müracaat. " gin arasında durdu. Arkasında bı- raktığı sahneye son bir göz attı: içi tezek ateşlerile dolu kuyunun ışığında gırtlağı delik, iki gözü kör koca sallanarak yürüyor ; elinde budaklı bir odun tutan bakır renk- li çırılçıplak bir kadın azgın bir hiddet ve kudurgan bir ihtiras ile soluyordu. Âteş kuyusundan çıkan duman, kerpiç tavandan sarkan boş bir zembili sallıyordu. Ve koca titrek bacaklarile attığı her adımda bir; — Fatma! bu ateş kuyusu- , kadın ise sanki tiyormuş gibi susuyor ve galiba ko şup arkasından itmemek için de kendisini güç tutabiliyordu. Fakat... Ne güzeldi!.. Ne kadar da iştihalı iştihalr ve gözlerini sü- zerek bakıyordu! Of! Bu kadın da bırakılır mıydı? Malamafih onun bir çekirge gibi zıplayıp yakasma sarılmasından korktu. Bu dut ağaçları değil fi - danları arasındaki köyde kimbilir nasıl bir sona ulaşması mukadder olan bedbaht kocaya bir daha ba- kamadı. Ve kaçtı.. Üç dört saat sonra, Elâzize yak- aşırken arabanın arkasından çi > Bi SEVMEK © Locada Mücellâ ile Nedâ hem konu- şuyorlar, i. a de etrafı kritik ediyorlar. Bir aralık keadi kendilerine daldılar. Mücellâ sordu: — Demin bahsettiğin adam nasil 4- dam? — Sorma Mücellâ, biricik, ömür, ne- Fia, enfes... “— Amma da methediyorsun ha.. Na- lâ, böyle zamanda... — Bari şöyle tarif et biraz canım. 4 Bir defa uzun boy.. erkekte uzun boy, olmadı mi, geç onu! Omuz iri. tam sportmen... — Şaştım sana Neelâ, hani sen iri yarı erkeklerden hoşlanmazdın, çıt kırıl- dımlara bayılırdın. . — Öyle ama, biz kadınız, insan ken- dini tam mânâsile bir erkek karşısında i oluyor. elim, biraz tarif et canım, kumral mı? — Esmer, herdem matruş, öyle tatlı bir sohbeti var ki doyum olmayor. — Adı ne? — İhsan Cemil, — Eh, val'ahi sen bu adama âşık olmuş- sun, ismini bile söylenken için titriyor. — Ne yapayım canım, âşılım, seviyo- rum. Zorla mı? — Az m, orta mı, çok mu seviyorsun? — Allah aşkma alay etme. seviyorum diyorum sana, anlamıyor musun? Sevmeği anlayorum. Bari o da s6 ini bilsen, sen de onu sevmezdin ya... — Hadi canım, bırak şu beylik lâfları.. bu adam öyle zannettiğin gibi değil, Se- wiyorum, seviyorum Mücellâ... Eyvahlar olsun Neclâ, deseneki sen de gümledin. — Ne tatlı gümleyiş.. bak ben.. — Ey sen? — Ben artık eskisi gibi haşarı, uçarı değilim. Eskisi gibi, , Neclâ birdenbire sustu. Yüzüne evve- lâ karmızılıklar, sonra sarılıklar geldi. Mücellâ, arkadaşının böyle durub duru- ken kızarıb bozardığını görünce, bir şey- ler olduğunu sezdi ve anlamağa çalıştı Locadan şöyle ileriye doğru bir göz at tığı zaman, bir adamın hı şapka. sını çıkarıb Neclâyi salimladığınş gördü. Mücellâ sordu: Aman, bu sakil herif de kim? Anlamadım. — Bir gün ledansanda dansetmiştim. 7m bu küp dansetmesini biliyor" mu — Biliyor, bilmez olur mu? hem ca- — Ötekini, İhsan Cemili, — Canım sana ismini söyledimse, ba nu elâleme yay diye söylemedim. Hem o- na fazla ehemmiyet veriyorum mu sa- nıyorsun, belki İhsan © Cemili bir daha — Hür ve serbestim ya, elbette aklıma esenl yaparım. İ — İyi ama, İhsan Cemil. İ — Canım şimdi de tanımadığın bir- adamı methetmeğe © kalkma, ne desen beyhudedir. Ben mahsus söyledim, Onu tevmiyorum, sevemem ve sevemiyeceğim işte, 1 > İNE s 27 Sİ Bugünkü program ISTANBUL: 17,30: İnkilâb dersleri, Üniversi y naklen - İzmir saylâmı o Esad Boz 18,30: Jimnastik, — Bayan Azâ Senfoni N: 2 Beethoven, 19,30: 19,40: Spor Eşref Şefik, 20: Ü! nama konferans, Doçent Yav Iu Esasiye kanununun ferde t0m3iğ tiği haklar.) 20,30 Bayan Bedriy€, Demir caz. 21,15; Son haberler. Radyo orkestrası, 22: Radyo caz ve. go orkestrası. a 223 Khz. VARŞOVA,IS MI. 5. Şi 18 vi Duyuları SE A5 lon 45: Reportaj. 20: Pİ porkı Konferans, 20,0 TrİR ser, — Sözler. Zl: Şen program 21,45. Haberler. 22; Senfonik konser, Zey ler. 23,15: Reklâmlar. 23,30: Dans, 2 24,38: Dane A 175 Khz MOSKOVA. IMAM. 1730: Sözler. 18,30: Kızılordu meprif gi Kalko 21: Senfonik Almanca MS: Fransizca. 832 Khz. M O8K O V A, (Stnlis) : “Fizaronun düğünün. ei Xx! laptasyonu. 18,201 HİLE TE, SOR, gi mr Gr 06. Piyes, 545 Kh. BUDAPE 18: Genç kiz saati, 19: orkestrası. 19,30: Sözler. 20,58: Haberle STOKHOLM, 426 m. yi « Pik. 200: Sözler. 21: Kabenjdi Klüisik dane parçaları, 23: Y. 686 Kb BELGRAD, 7m. 20, Raklârlar 20,30, Ulm Fübliyanadan , AT, berler, 23: Saksafon vehane konenri. 904 Kar. HAMBURG, SEM. 19: Plâk, 19,35: Deni: — 21,10: ler, 23,25: ikili gi rma, İsdi e parlıyan kiğıtlı çekerler, air sece konsarlı 960 Khz. BRESLAU,3l6m.. gif 19; Aktünlite. 19,25: Şarkılar. 21: Kisa haberler 21,10: Eski danslar, kılar, 23: Haberler, 23, 30: Dassm, 19S0 yi Mizahi neşriyat. 73: Haberler. 23,251, ğ program arası, 24: “Konfeti ve ğ önle sekerle, adir meyal neyriyat BUKREŞ: 13 — 15: Gündüz plân meşriyetr, 19 Haberler, 19,18: VW: Havayen kitar, Zekeriya ve 20,10: Ziraat bakanlığı namına sans, 20,30: Bayan Nimet Vi piyano ile. 21: Macar ve Süzan havaları, plâk ile. 21,20: Son 21,30: Radyo orkestrası, 22: va ve tango orkestraları, TİFOBİL Dr. İhsan Sami Tifo ve paratifo hastalıkları tulmamak için ağızdan alınan tif? larıdır, Hiç rahatsızlık vermez, kes alabilir, Kutusu 55 | İttihadı Mili Türk Sigorta Şirketi A Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleri Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında bir şeye N dü: lar... Günün birinde ge- ne gırtlaklaşacak iki barışamaz düşman! Ne rahat bir yolculuk yapıyor- du ve rahata ne kadar da alışmış. t. Fakat efendim, bu “Gövenk' deki karakol Ak ai 'gamber demi: lu. için RI söyleyiniz müslümanlar! Nuh Hazreti Nuh... Gemisini Ercieşin tepesine oturtan Nuh Hazretleri bir peygamber değil midir? Vallahi bu çavuş pek aksi bir a- damdı. Elâzizden sabah sabah yo- la ç tatlı bir araba yolculuğu bu konak yerine ulaştık - İarı zaman, tek katlı, kırmızı boya- İr bir binanın kapsında haki çe - ketli, kenarları kırmızı zırhlı siyah külotlu bir jandarma çavuşu belir- miş ve Elâzizden yanına katılan jandarmaya bağırmıştı: — Nereye gidiyorsun? — Madene efendim... a — Ala... Burada üç kişi var, on. Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Üreme Telefon : 44887 Gi608 > ihale dağılan sigara duman- | ları da sana vereceğim. . imi daldırmış, düşünü- Jandarma; <3 yordu — Nasıl olur efendim7 -©. —— Kim ne derse desin... Bir ka- olmuştu - ben bir lu 8 dınla bir e ali mütare- | yorum. z Ka Rİ inteiyörler; Onlar-iki: |; WE Laf dinlemem... Emir < Sonra gırtlağını sıkan Y?. iki elile gevşetmeğe çalışan” miş ,arabadan bakmıştıs — Kim bu? — Bir efendi... ağzın varmıyor mu? Ver şunun evrakmı! Kaç — On beş efendim.» ç Ve jandarmanın uzat ye kâğıdına şöyle bir göz atan zı çıktığı kadar bağırmıfl"* «| iyot mahküm arabaya bindir Ne güzel memleket! Kel mı ellerinde onun? i — Hayır efendim. Çavuş hol yaklaşınca Nazmiye şöYl mış ve derhal kumanda”! mıştı: o 4 di ”