eĞ KEN e 9 Üai OÜYŞ 5 MİLLİYET CUMARTESİ Oylar ve kişi'e- Dil üzerine Ağaoğlu Ahmedin bu gazetede çıkan “Dünyada saf dil var mı?,, adlı yazısını (cuma, 22 şubat) oku muşsunuzdur. Ancak iptidal kabi- lelerin büsbütün saf, yani — içine başka kabilelerin, ulusların dille - rinden alınma şözler karışmamış bir dilleri olabileceğini söylüyor. Bunun doğruluğu - tarih iJe beraber “aklı selim,, in de gösterdiği gibi - su götürmez. Ancak bir dilde bulu- nan yabancı sözleri hiç olmazsa iki ye ayırmak gerektir: 1 — Bir ulusun öz malı olma - yan sözler, 2 — Bir ulusun mensub olduğu medeniyetin malı olmıyan sözler... Hemen söyliyeyim ki ben birin- cilerin değil, ancak ikincilerin ya- bancı sayılmasını doğru bulanlar- danım. Bunun içindir ki Ağaoğlu Ahmed'in: “Tiyatro, aktör, aktrisa, akt, antrakt, v.s.,, gibi sözleri Rus diline yabancı diye saymasını hak- h: görmüyorum; o sözler elbette öz rusça değildir, lâtinceden, grekçe- den ve yahud ki fransızca, alman- ca gibi Avrupanın yaşıyan dillerin den alınmıştır, fakat gerek lâtince ve grekçe, gerek fransızca ve al - manca Rusyanın, hiç olmazsa Bü- yük Petroden sonraki Rusyanın mensup olduğu medeniyetin sözle- ridir, demek ki rusçaya yabancı değildir. Yine bu düşünce ile diye- biliriz ki “photographie,, jeoloji, me,, gibi sözler fransızcaya ya bancı değildir; oysaki “banjo, py- jama, yatagan,, gibileri o dile ya - bancıdır, çünkü mensup oldukları medeniyetin sözleri değildir. Şimdi gelelim türkçedeki “ki - tab,, sözüne. Ağaoğlu diyor ki: “Bu kelime artık Türkündür, onu Türk âleminin her tarafı anlıyor, biliyor, onun yerine yeni bir keli - me konursa, anlaşılması güc ola - cağı kadar, Türkileri de biribirin - den ayırır.,, Bence “kitab” kelime- si düne, yani Arab - İran medeni- yetine mensup olup Arab yazısı kullandığımız, arabcayı az, çok öğ rendiğimiz çağlarda türkçe idi, bi- ze yabancı değildi. Bugün ise bize lerini yapmışlardır; fakat yine o köklerden gelen station, special sözleri de vardır; demek ki Fransız lar bazan lâtince kökleri kendi ta- lâffuzlarına göre değiştiemişler, fa kat bazan da talâffuzlarını o kök- lere uydurmuşlar. Biz de öyle yap- mışız, bazı kelimeleri söyl i göre değiştirmiş, bazılarına dili - mizi alıştırmışız. , Kitab kelimesi, artık tasrifini öğrenmediğimiz için bize yaban- cılaşıyor, çünkü bir millet, mensup olduğu medeniyetten hiç bir za - man sade bir kelime almaz, onun tasrifini de beraber alır. Bugün a- rabca, farsça sözleri beğenmeyişi- miz tasriflerini, hangi kaidelere gö re kullanıldıklarını bilmediğimiz, unuttuğumuz, artık öğrenmediği - miz içindir. Bir dil, bir düşünme a- vadanlığıdır; düşünme ise mücer - red kelime ile değil, terkib ile, tas rif ile olur. Arab - İran medeniye - tinde iken o ulusların dillerinden söz ile beraber kaide de aldığımız gibi Grek - Lâtin medeniyetinden de yalnız söz değil, ister istemez kaide de alacağız; ve ancak buna başladığımız, bunu yapmasını öğ - rendiğimiz gün gerçekten o mede- niyetin içinde bulunacağız. Biz Fransızların, Almanların çok sözleri olmasına mı imreniyoruz? Belki, fakat asıl imrendiğimiz on- ların her isimden kolaylıkla bir sı- fat, bir fiil çıkarabilmesi, kelimele ri birleştirip yenilerini yapabilme- si, eklentileridir. Bütün bu kolay- lıklar bir düşüncenin, bir “esprit” nin mahsulüdür; biz bugün o dü- şünceyi, o “esprit-” yi benimsedi- ğimiz için o kolaylıkları imreni - yoruz. Dilimizin değişmesi, yüz yıl dan beri sıkıntı çekmesi sadece bir söz işi olmaktan çok uzaktır; bir tasrif, terkib yeni bir “ syntaxe,, isteğidir. İki Türk, Sedad Ors ile Vedad Ors (Zeki): “Türkç.nin nahvi yal nız batı dillerininkine değil, insan kafasının normal işleyişine de uy- gun değildir,, diyebiliyor (1) El - bette ki her nahiv, bir milletin nor- yabancılaşıyor, çünkü “mektub, kâtib, kütübhane, mekteb, v.s.,, gibi sözlerin onunla ilişiği olduğunu ço- cuklarımıza anlatmak zorlaşıyor. Ama Ağaoğlu diyor ki: “Biz ke limeler ile beraber onların tâbi ol- F iik £ | 1 A ' ı ve y KP .' de mal düşünüşü a-nası, ta ken- disidir. Fakat bugür Ors kardeşle rin o sözüne yanlıştır, haksızdır diyebilir miyiz? Hayır, çünkü on - lara bunü söyleten sıkıntıyı hepi- miz duyuyoruz; fransızcanın, in - gilizcenin, almancanın nahivlerini düşünüşümüze daha uygun buluyo aldık... Ruslar ve sair budunlar ise ik bizim nahvimiz düşü - kelimeleri alarak kendi lisanları ruz; d i üşü aynası olmaktan çıktı, nın talâffı , âhengine, kaidel rine uydurdular ve bü suretle alı - nan kelimeler asıl lisanla kaynaşıp birl rı" v., h y ; ' | 1 nı kaybettiler.,, Bizim Arablardan ve İranlılardan söz ile birlikte ka- ide ve tasrif aldığımız, başka u - lusların ise sadece söz alıp bünları kendi kaide ve tasriflerine göre kullandıkları şimdiye kadar çok söy lenmiştir; ancak sanıldığı kadar doğru değildir. Ağaoğlu'nun rusça dan aldığı sözlere bakın: “Akt aktör, aktrisa, antrakt.,, Ör (eur), risa (rice) Rus tarifinin icabatın - dan midir? Antrakt sözündeki | antr (entre) rusça eklentilerden | midir? “Talâffuza, âhenge uydur- | mak...,, Bu da ancak bir dereceye kadar doğrudur. Fransızlar da - bizim gibi ve daha birçok uluslar | gibi “st, sp,, seslerini pek kolaylık- | la çıkaramadıkları için status, stare den “etat”, species'ten espece söz- Miihi tefrika: 118 İster istemez değişecektir. Ağaoğlu Ahmed “dünyada saf dil yoktur,, derken elbette haklıdır; fakat bugünkü dil sıkıntımız bir saflık, karışıklık işi değildir. Nurullah ATAÇ (1) Revue intesnationale de 1'En - seignement'in 15-1-35 tarihli sayısında “Röllexions sur une röforme la Jangue turgue,, adlı yazıdan. Bundan yine bah sedeceğim. . ]l Yeni bir savaş koparsa Büyük şın kop yaklaş ğı gürlerde, herkese bir sinir ger- ginliği gelmişti. Yaprak kımıldama dığı, esintisiz ve sıcak bir temmuz ,günü, Balkanların ucunda patlayan bir tüfek, ortalığı korkunç uğultu- lar içinde bırakmıştı. Bosnada A- vusturya veliahdinin yüreğini delen kurşun, arasi çok geçmeden, kan- gren olmuş bir yara gibi, Avrupa- nın sağlıksız gövdesini delik deşik ederek her yana yayıldı. Uluslar, çılgın gibi, biribirleri- nin üstüne atıldılar. Öyle boğazlaş malar oldu ki, tarih o güne kadar böylesini görmemişti. Yeryüzünün dörtte üçü, kızıl ka- na boyandı. Dokunduğu — toprağı kül eden korkunç yalazalar; doğu- da Sibiryaya, batıda, Belçika ve Fransız sınırlarına dayanmişti. Gök te uçaklar, yerde tanklar, denizde dev gibi zırhlılar; biribirlerine sal- dırıyorlardı. Savaş, payapay dört yıl sürdü. Insanlar, bu dört yıllık savaşın acısını, üzerinden nice dört yıllar geçmişken, bugün dahi çekiyorlar, Eğer Avrupada yeni bir savaş daha kopacak olursa, insanların sonu neye varır? Hem bu yeni savaş, eskisinden, belli ki daha korkunç, daha kana susamış, daha silib süpürücü, daha yalayıb yutucu savaş olacak. Uluslar da, kişiler gibi, arada, bir kendilerinden geçip sinir nöbet- lerine tutuluyorlar. Böyle çılginca depr ler içinde sapıklığı tutan- lara, deli gömleğini giydirebilecek güçlü ve uslu uluslar da dileyelim, bu sıyasal çılgınlığa — kendilerini kaptırmasınlar. Salâhaddin GÜNGÖR DÜrdisik çi Profesör Baki öldü Eski darülfünun müderrislerin- den ve üniversite ilâhiyat enstitü- sü profesörlerinden ve eski Yehni- kapı Mevlevihanesi şeyhi Bay Ba- ki dün kalp sektesinden ölmüştür. Cenazesi bugün Yenikapıdaki ha- inden kaldırılacaktır. Cenaze merasiminde merhumun talebele - ri ve bir çok üniversite muallim - lerimizi bildiririz. Yüliyef Asrın ümdesi “ MİLLİYET ” tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için l: E LK 7 5S0 14 — Gelen evrak geri verilmez.— — Müddeti geçen nüshalar 10 kuruştur.— — Gazete ve matbaaya ait işler için müdiriyete mü- racaat edilir. Gazetemiz ilânların mes'us liyetini kabul etmez. b BERLİTZ YENİ - AÇILAN de (İsAN KURSLARI Türkçe, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca v" s, KAYIT MUAMELESİ Başlamıştır. Tecrübe dersleri meccanidir ANKARA Konya caddesi Bir silindirin bozulan salmas- tırasından istim kaçarken nasıl bir ses çıkarsa öyle bir sesle söylen- mişti bu sözler.. Nazmi ürkerek geriledi. Fa- kat kadın, uzaklaşmasına mey- dan vermedi. Hemen yanına yak- laştı. Ve kollar gene dolandı erke- ğin boynuna... — Fatma! Bozuk salmastıralı bir silindir gi bi konuşan bu sesş, bir erkeğin se- siydi. Ve devam etti. — Canım Fatma... Bıktım otura otura... Biraz dışarı çıkmak isti - yorum... Gelsene? Kadın hiç oralı olmuyor ve o söy lendikçe sanki inat ediyormuş gi- bi gence bir parça daha sokuluyor, onu göğsünde bir parça daha kuv- vetli sıkıyordu. Nazmi bu sesin âhenginde bir a- y h d) Müsiliti: Nazmi Şehab dının kulağma fısladı: — Kim bu?.. — Kocam.... — Kötürüm mü? Yürüyemez mi? — İ... 11h!. — Ya nesi var? — Gözleri görmez... Çanakka - lesinde yaralandı... — Gırtlağı da deliktir. IM’Nızmi :elışeth' bir silkinme ile ynunu köy dilberinin n kollarından kurtardı. Sopm — Git ona... Git ona... - dedi - Fakat bu kadın isteğinden öyle kolay kolay vazgeçeceğe benzemi- yordu. Yarı karanlıkta gözleri biner mumluk iki ampul gibi ışıldıyor - du. Ve genci hayretten dilsizleşti- ren, donduran bir çabuklukla üs - tünde başında ne varsa yırtıp par- çalıyarak soyundu, çırılçıplak oldu. Sonra hiç bir muhayyelenin kadı- İSTANBUL 373 İstiklâl caddesi na veremiyeceği bir rolü oynadı. Budaklı bir odun kavrayarak Naz- miye saldırdı. Başını; — Gel buraya... Yoksa pişman olursun! Gibilerden sallıyordu. Boş kalan eliyle de, — Otur! Kıvrıl şuraya! Der gibi bir işaret yaptı. Bu dişi kaplan atılganlığiyle mutlaka Kleopatradan güzel, çeki- ci ve kıvraktı. Şimdi ocakta yanan tezeklerin kokusu bir “Mark An- tuvan” sersemliğine tutulan Naz - minin burnuna altın çanaklarda yakılmış ut tütsüleri gibi vuruyor- du. Kadının tay boynuna benziyen baldırlarma , şu göğsün gerginliği- ne ve elâyası kadar pörsümüş yeri olmayan bu vücude gene hayran hayran dalıvermişti. Bu sırada karısından ümidini ke sen koca kendi kendine odasın - dan çıkmağa çabalıyordu ve onun ayağı da, Nazmi gibi, bir bakraça çarpıvermişti. Genç başını çevirin- ce parmakları titreyen iki kolun et rafı yordamlayarak bir kapıdan u- zandığını gördü. Ve o zaman kadın artık ne gü- zelliği ve ne de odunu ile genci tu- tabildi. Bir ceylân çevikliğile ke - rileyen Nazmi bir zıplayışta sokak kapısına vardı! Orada, eşekle ine- leri bulunacaktır. Ailesine taziyet- 2 MART 1935 KU AK u BeliY AF iMüâ En iyisi vurulmamaktır Şehremini taraflarında, tanınmış bir inekçi, geçende kalbine yediği bir kurşunla vurularak öldü. Riva- yetlere bakılırsa, kendisine : — Seni kim vurdu? diye sormuş- lar. O da: — Gaco vurdu! cevabını vermiş,. Argo — dilinde gaco kadın ve metres demekmiş. Rahmetli inek- cinin de iki metresi olduğu için: — Seni hangi gaco vurdu? diye I A, yız e Siblp . 801 » Buç v — İkincisi... diyebilerek ebedi uykusuna dalmış. “Acaba, inekçiyi — vuran gaco kimdir?,, diye — konuşuluyordu. Birisi dedi ki: — Ben, onu bunu bilmem, dün- ya, gerçekten değişmiş!... — Nasıl? — Eski gacolar da erkekleri vu- rurlardı. Ama; ya, elinden parası- nt pulunu alıp yere vururlardı. Ya- hut da ; gönül gibi en nazik, en görünmez yerinden vururlardı. Şim dikiler ise erkek Palblerini bıçak- la, kurşunla deliyorlar. Kadına ya- raşmıyacak bir iş.. Siz ne dersiniz? Ben güldüm: — Sevda oku atmasıni bilen ka- dın, sırasında — tabanca atmasını neden bilmesin? En iyisi, onlara il- kinden vurulmamaktır! Kulak misafiri Öz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karşılıklarını yazdığımız kelime- lerin öz türkçe mukabillerini yazarak şeklimi- zin boş hanelerine yerleştiriniz. ve keserek “Milliyet Bil, luğ önderini; Bil: izi doğru çekiyor ve kazananlara hediyeler veriyoruz : Müddet: Pazartesi günü akşama kadardır. Yeni bilmecemiz 12345678 91011 halledenl Ün kuya 1 ! Do yi aa l | p L İN ÇS l ll y Te LA e lll sİ — İ IN M 4 D W (. BK Sİ | (E| | | MNN 6 M | | Ar eee a 8 CI AA . AAA BÜ dar M S LAİ Kİ (B | M M Ğİ B CELILI | SOLDAN SAĞA & 1 — Dava 5; Nota 2. 2 — Müşevvik olmak. 3 — İşıtma ilâcı 5. 4— İdam etmek 5. B — Atik 4. 6 — Nisa 5, cezire 7— Hariç 3, Nutuk 6. ) B — Nota 2, Az sıcak 4. 9 — İyi giyinmiş adam 3, Muğber olmak 6, 10 — Evlenmemiş kadın 3. 11 — Dem 3, Tevem, aynı batından 7, tUKARDAN AŞAĞI ; 1 — Avdet etmek 6, yama 2, 2 — Ayı yuvası 2, aynı adı olanlar 4, 3 — SözT. 4 — Fena değil 3, aydınlık 4. 5— Bir şark vilâyetimiz 3, genişlik 2. 6 — Rabıt edatı 2, gevşek değli 4. 7 — Misafirhane 4, Bakar 4. 8 — Nota 2. 9 — Nota 2, Mastar edatı 3. 10 — İneğin yavrusu 4, Bir büyük hayva, 1. 11 — Tir 2, Sayt 2, Bir kümes hayvanı 3. iViyana Beynelmilel Sergisi 10 ilâ 17 Mart 1935 Avrupanın en mühim merkezidir. Taf- silât için Avusturya sefarethanesine ve bilet ve tenzilâtlı nakliyat için Nıt? acentalarına müracaat. 162: ğin arasında durdu. Arl da bı- raktığı sahneye son bir göz attı: içi tezek ateşlerile dolu kuyunun ışığında gırtlağı delik, iki gözü kör koca sallanarak yürüyor ; elinde budaklı bir odun tutan bakır renk- İi çırılçıplak bir kadın azgın bir hiddet ve kudurgan bir ihtiras ile soluyordu. Ateş kuyusundan çıkan duman, kerpiç tavandan sarkan boş bir zembili sallıyordu. Ve koca titrek bacaklarile attığı her adımda bir; — Fatma! Diye bağırarak bu ateş kuyusu- na doğru yürüyor, kadın ise sanki bu kuyuya düşüp kavrulmasımı is- tiyormuş gibi susuyor ve galiba ko şup arkasından itmemek için de kendisini güç tutabiliyordu. Fakat... Ne güzeldi!.. Ne kadar da iştihalı iştihalı ve gözlerini sü- zerek bakıyordu! Of! Bu kadın da bırakılır mıydı? Maamafih onun bir çekirge gibi zıplayıp yakasıma sarılmasından korktu. Bu dut ağaçları değil fi - danları arasındaki köyde kimbilir nasıl bir sona ulaşması mukadder olan bedbaht kocaya bir daha ba- kamadı. Ve kaçtı.. Üç dört saat sonra, Elâzize yak- n lışırken'u_qbwn_-u_'l_tılımdın çı - | Locada Mücellâ ile Neclâ hem konu- şuyorlar, . a de etrafı kritik ediyorlar. Bir aralık «endi kendilerine daldılar. Mücellâ sordu: — Demin bahsettiğin adam nasil a- dam? — Sorma Mücellâ, biricik, ömür, ne- fis, enfes... — Amma da methediyorsun ha.. Na- sıl adam bu Neclâ, böyle zamanda... — Diyorum ya, ömür, nefis, enfes... — Bari şöyle tarif et biraz canım.. 4- Bir defa uzun boy.. erkekte uzun boy. olmadı mı, geç onu! Omuz iri.. tam sportmen... — Şaştım sana Neclâ, hani sen iri yarı erkeklerden hoşlanmazdın, çıt kırıl- dımlara bayılırdın . — Öyle ama, biz kadınız, insan ken- dini tam mânâsile bir erkek karşısında görünce başka türlü oluyor. — Orası doğru diyelim, biraz tarif et canım, kumral mı? Esmer, herdem matruş, öyle tatlı bir sohbeti var ki doyum olmayor. — Adı ne? — İhsan Cemil. — EL, val'ahi sen bu adama âşık olmuş- sun, ismini bile söylenken için titriyor. — Ne yapayım canım, âşıkım, seviyo- rum. Zorla mı? — Âz mı, orta mı, çok mu seviyorsun? — Allah aşkmma alay etme.. seviyorum diyorum sana, anlamıyor musun? — Sevmeği anlayorum. Bari o da se- ni seviyor mu? — Bilmiyorum. — Zaten sevdiğini bilsen, sen de onu sevmezdin ya... — Hadi canımm, bırak şu beylik lâfları.. bu adam öyle zannettiğin gibi değil. Se- viyorum, seviyorum Mücellâ... — Eyvahlar olsun Neclâ, deseneki sen de gümledin. — Ne tatlı gümleyiş.. bak ben.. — Ey sen?.. — Ben artık eskisi gibi haşarı, uçarı değilim. Eskisi gibi. , Neclâ biydenbire süstu. Yüzüne evve- lâ kırmızılıklar, sonra sarılıklar geldi. Mücellâ, arkadaşının böyle durub duru- ken kızarıb bozardığını görünce, bit şey- ler olduğunu sezdi ve anlamağa çalıştı Locadan şöyle ileriye doğru bir göz at tığı zaman, bir adamın haşmetle şapka- sını çıkarıb Neclâyi selâmladığını gördü. Mücellâ sordu: — Aman, bu sakil herif de kim? — Anlamadım. — Sana selâm veren adam kim? Ama da şişman, biçimsiz, sakil ha.. — Sakil mi, neresi sakil? — Daha ne kadar olsun! — Bir gün tedansanda dansetmiştim. — Ay, bu küp dansetmesini biliyor mu? ? — Biliyor, bilmez olur mu? hem ca- nım bana ne? — | — Neye sinirlendin canım... Onu bu kadar seviyorsun ha! — Kimi? — Ötekini, İhsan Cemili, , — Canım sana ismini söyledimse, bu nu elâleme yay diye söylemedim. Hem o- ma fazla ehemmiyet veriyorum mu sa- nıyorsun, belki İhsan — Cemili bir daha hiç mi, hiç bile görmem, ben böyle ka- dınım işte.. . — Bukalemun gibi.. — Hür ve serbestim ya, elbette aklıma eseni yaparım. — İyi ama, İhsan Cemil.. — Canım şimdi de — tammadığın bir- Ç A adamı methetmeğe — kalkma, ne desen beyhudedir. Ben mahsus söyledim. Onu sevmiyorum, sevemem ve sevemiyeceğim işte, Telefon : havaya dağılan sigara duman- ll:ı:ıı"ınııı göyılerini daldırmış, düşünü- YDİIH im ne derse desin... Bir ka- dınla bir erkek tesadüfen mütare- ke yapmiş iki düşmandan bqka bir şeye benzemiyorlar. _Onlar iki düşmandırlar... Günün birinde ge- ne gırtlaklaşacak iki barışamaz düşman!.. « * > . . . Ne rahat bir yolculuk yapıyor- du ve rahata ne kadar da alışmış- tı. Fakat efendim, bu “Gövenk” deki karakol kumandanı Nuh diyor peygamber demiyordu. Allah için olsun söyleyiniz müslümanlar! Nuh Hazreti Nuh... Gemisini Ercieşin tepesine oturtan Nuh Hazretleri bir peygamber değil midir? Vallahi bu çavuş pek aksi bir a- damdı. Elâzizden sabah sabah yo- la çıkıp tatlı bir araba yolculuğu yaparak bu konak yerine ulaştık - İarı zaman, tek katlı, kırmızı boya- It bir binanın kapsında haki çe - ketli, kenarları kırmızı zırhlı siyah külotlu bir jandarma çavuşu belir- miş ve Elâzizden yanma katılan jandarmaya bağırmıştı: — Nereye gidiyorsun? — Madene efendim... Yü — Alâ... Burada üç kişi var, on: — İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan- şehirlerde acenta aranmaktadır. z 4.4887 ZL mEiR ü .. “ z t Bugünkü program — İSTANBUL: p | 17,30: İnkilâb dersleri, Unîvâf*ı:â naklen - İzmir saylâmı — Esad Bozkur? 18,30; Jimnastik, —Bayan Azâde. V, Senfoni N: 2 Beethoven. 19,30: H_ y 19,40: Spor Eşref Şefik. 20: Ünive” namına konferans. Doçent Yavuz hi lâtı Esasiye kanununun ferde temin tiği haklar.) 20,30 Bayan Bedriye T Demir caz. 21,15: Son haberler. Z n Radyo orkestrası. 22: Radyo caz Ve " go orkestrası. y 223 Khz. VA R Ş O V A, 1345 m. (çi Sar 18,50: üĞrrt ö Duyumlar: ,',%,4 lon orkestra porkalar. 20, onferans. 20,30: ser, — Sözler. 21: Şen program (Lemg 21,45: Haberler. 22; Senfonik konser. © ler, 23,15: Reklâmlar. 23,30: Dans. 241 24,35: Dans . 175 Khz. MOSKOVA,IT72AM: 17,30: Sözler. 18,30: Kızılordu neşriyâİ", 30: Kolkoz neşriyat. 21: Senfonik kot Almanca neşriyat. 23,05: Fransızca. veççe, ç L 832 Khz. M O $ K O V A, (Stalin) ’::.f 17: Mozartın “Figaronun düiîina";."ı; sının radyo için adaptasyonu. 18,20: Bir: ra temsilinin nakli. 22,30: Dans musikitt — Ispanyolca, P. ssxhı.BUDAPEŞTE,w_;;_İ 18: Genç kız i. 19: Charly Ga orkestrası. 19, özler. 20,05: Piyan0, ğile şarkılar. 20,55: Haberler. m “Montmartre menekşesi,, 1,05: Son haberler. Khbz. STOKHOLM.426m Çatf 19,15: Plâk. 20,30: Sözler. 21: Kış':v riyatı. 22: Klâsik dans parçaları. 23: Ğ musikisi. 686 Khz. BELGRA D, 437 mi | pdlet 20: Reklâmlar. — Plâk. 20,15: H hi 20,30: Ulusal neşriyat. 21: Radyo oT 21,45: Sözler. 22,15: — Jübli; konseri. 22,45: Haberler, 23: zileri. 23,30: plâkları. 904 Khz. HA MBUR G, 332 M 19: Plâk, 19,35: Denizcilik. — Sözle, Skeç. 20,30. Karnaval neş iyak. 2i: Hi 21,10: Mizah ve karnaval neşriyatı. 23? ler, 23,25: Musikili program arası. feci -e patlıyan kâğıtlı şekerler, adlı operetini Kahvehane konseri. " gece konseri, M 950 Khz. BRESLAU,316m. çef 19: Aktüalite. 19,25: Şarkılar. 19,80: Flar 21: Kısa haberler. 21,10: Eski danslar VÜf kılar. 23: Haberler, 23, 30: Dansın de' i 904 Khz.HAMBURG,332m, Gi 19: Plâk; 19,35: Sözler. 20: Skeç ( 20,30: Karnaval n 'at. 21: Haberler. Mizahi neşriyat. 23: Haberler. 23,25: / n V program arası, 24: “Konfeti ve patlıy#? — ğitli sekerle,, adlr neşeli neşriyat: BÜKREŞ: " 13 — 15: Gündüz plân neşriyatı, 181 7 git Haberler, 19,16: Yeği plli piyano mu: 9,45; Konferans, 201 H Sözler, 21,05: cazı, 22: Konferaffi Yi RRadyo cazının devamı, 23,26: Korser Yarınki program İSTANBUL : 17,30 inkilâp dersleri, ü yo orkestri vi, plâk ile. 19,20: Havayen kitar, Zekeriya ve i 20,10: Ziraat bakanlığı namına * rans. 20,30: Bayan Nimet Vahit, ç piyano ile. 21: Macar ve Süzan " havaları, plâk ile. 21,20: Son ha l 21,30: Radyo orkestrası. 22: Rat? ve tango orkestraları. TİFOBİL tulmamak için ağızdan alıman tifo larıdır, Hiç rahatsızlık vermez- kes alabilir.. Kutusu 55 < 1608 Ara” GA L AMT ŞN L A SEEDEENA — ları da sana vereceğim. Jandarma; _ — Nasıl olur efendim? - lmuştu - ben bir ıti yorum, *dir. Sonra gırtlağını sıkan iki elile gevşetmeğe çalı miş ,arabadan bakmıştı: — ğim bu? — Bir efendi... K | — Efendi dediğin dene ğ'l;:'v ' Bir mahküm götürüyorum M n ağzın varmıyor mu? Ver ! ik bi : şunun evrakını! Kaç senel Wi — On beş efendim..: ' Ve jandarmanın ull“;ğ: gv kâğıdına şöyle bir göz atiP” — zı çıktığı kadar bağırmışt! yik b — Ecee? On beş $eN” İ ha mahküm arabaya hinfü"l'y“pf“ Ne güzel memleket! Kel Ş mı ellerinde onun? — Haâyır efendim... Çavuş homurdanarak yaklaşınca Nazmiye şöyle mış ve derhal lnşmlnd’yı-v - mıştı: (B“,"' ğ âf dinlemem... Emir © arab? bir |