maz : | fen NİK igili özüme 2 ijescartes sarayı ski yıl sonra, 1937 de, Pariste taslar arası büyük bir serzi açılacai biliyorsunuz. Her büyük ser- ski zamanların “acsiybi seb'a,, herkesi hayrete (o düşürecek ş yapılması âdettir. Bu ye- ni serginin hayret ettirecek en büyük işi de çimentodan yapılacak, tepesine kadar otomobille çıkılabilecek ve gece leyin yakacağı feneri denizlerden gö- rönebilecek bir yüksek kule (olacağı sanılıyordu. Halbuki, bu hafta içinde gelen Pa- ris gazeteleri, sergiyi tertip edenlerin, serginin en büyük işi olmak © üzere, © yüksek çimento kulesinden daha bü- yük bir mânâlı yeni bir şey düşündük. lerini haber veriyorlar: Sergide büyük bir saray kurulacak, burada tedrisatın her derecesine, her şekline ait teşhiri lâzm olan Oo şeyler gösterildikten başka, ilim ve sanayi sa- halarında başlıca keşiflerin nasıl doğ - dukları, nasıl genişledikleri örneklerile gösterilecekmiş, yani medeniyetin can- hı bir tarihi yapılacakmış. Sergi kapan- dıktan sonra da kalarak, Pariste top- lanacak kongrelere, konferanslara tah- sis edilmesi istenilen bu fikir sarayına - Citâ de Descartes (Dekart Neden bu ad? Medeniyeti yalnız büyük sanayiden ibaret sanan bazı kim- seler, yirminci asırda Avrupa sanayii nin ilerleme derecesini gösterecek bir sergide, üç yüz yıl önce (yaşamış bir filozofun ne işi var? diyecekler. Böyle mek, Doscartes'in türk- çe müterciminin söylediği gibi, lezzetli bir meyva yenildiği yakit bunun kendi kendine. yetişebileceğini sanmak gibi o- lur, Bizi güzelliğile, parlaklığile hayret- > bırakan sanayi de o lezzetli meyva Meyvanın bir ağacı, ağacın da bir kökü olduğu gibi, sanayi meydana getiren ilim ve ilmin dayandığı felsefe vardır, Felsefe ve ilim olmayınca, sn- cak onların meyvası olan sanayi meyda- ma çıkamaz. Medeniyet, Felsefe ile ilmin ve sanayiin hepsi birden demektir. İşte bundan dolayıdır ki, 1937 ser- gisinde kurulacak olan fikir sarayı, ser- ginin en büyük işi ve şimdiye o kadar yapılmış olan sergilerde hiç hatıra gel- memiş olan en büyük yeniliği olacak- tar, Bu fikir sarayına © Deicartes'in a- dının verilmesi, yalnız, o filozofun yaz- muş olduğu Discours sur la m& hode (Usul hakkında nutuk) kitabının üç yüzüncü yılının, sergi açıldığı vakit, ta- mam olacağından değildir. Sahifelerinin sayısına bakılırsa, kü- bms bir kitap denilebilecek olan bu €- in çikmasından tam üç yüz pl son ra va büyük bir medeniyet sergisi kurul ması çok iyi bir tesadüftür. Fakat ser- gide kurulacak fikir sarayma 6 kitabın sahibinin adını vermek tesadüf eseri sa- yılmamalıdır. O saraya bu adın takılma 8 haklı bir düşüncenin Vakıâ, bugünkü Avrupa medeniyeti sahibi doğuramaz. Deha sahiplerinin büyüklükleri zamanların: iyi anlamak- la ve zamanın fikirlerini, temayöllerini “tesbit etmektedir. Böyle düşünülünce, en iyi tesbit etmiş adamdır, demek yan- ış olmaz. Avrupa medeniyetini, ondan önceki medeniyetlerden syırt eden ve önceki medeniyetlerde görülmiyen, tabiat ka - nunlarını iyice öğrenerek bu kanunlar vasıtasile tabiata hâkim olmak fikri Av- rupada üç yüz yıl önce meydana çık - mıştı. Meselâ, buhar kuvveti, buhar maki- neleri için Avrupa medeniyetini daha önceki medeniyetlerden ayırt o ettiren, seydir, demek ötedenberi âdet olmuş - tur ve böyle söylemek pek doğrudur. Bu kuvveti ilk defa görmüş olan, Av- rupa medeniyetinin çocuğu Papin 1047 de, yani Descartes'in yazdığı kitabın çıkmasından tam on yıl sonra doğmuş- tu. Papin'in keşfine — sebep olan Des- tartes'tır, denilemiyeceği gibi, ikisinin birbirine bu kadar yakm olması da bir “PliTerik a: 112 Yüksekçe bir duvarın boyunca yirmi ötuz adım gittikten sonra, Jandarma, yarısı sarıya yarısı kır- mızıya boyanmış kemerli bir kapı- nın önünde durmuştu. Genç birdenbire sapsarı kesil » di. Ve âdeta ürkerek iki adım geri- ledi. Bunu, süs e diye kapının ötesine berisine asılmış topuzlar - dan, lâle, paranga ve kelepçeler - den korkusuna hamleden jandar - ma; - Telâş etine arkadaş!.. - dedi - içerde hiç birisi yoktur. Hapisha - ne müdürü böyle şeyler kullanma- dığı göstermek istiyor, hani de... Onun için hepsini kapı dışma as - tatdı. Nazmi bu insanca alâkadan hoş- lanmıştı, gülümsedi. Telâşının se - bebi basitti: Kayseriye sür - Şaşı Süleymanı memişler miydi ya?... Eh işte oda tesadüf eseridir, demek tomdüfe fazla bir pay olur. Tesadüfe pay bırakmıyarak, her şey- de bir bağ aramak fikrile düşünülünce, Descartes'in felsefesini de; Papin'in keş- fini de doğuran şeyin, Avrupa mede - niyetinin üç yüz yıl önce, on yedinci a- sırda varmış olduğu derectdir, diye dü- şönmek zaruri olur . Descartes'in şu sözüne bakınız: “Ateşin, suyun, havanın, yıldızla - rın, ve etrafımızda o bulunan şeylerin hepsinin tesirlerini açıkça an- layarak, bunlar hangi işlere yarayacak- larsa; onları 6 işlerde o kullanmak ve böylece tabiata hâkim olmak...,, olan Papinin yaptığı şey, ateş ile su- yun tesirini 8 bununla, tabiat- ta kendi kendine bulunmıyan yeni bir kuvvet mey , o kuvvet. le tabinta hâkim olmak (değil midir? O vakittenberi Avrupa ilminin ve sa- mayiinin düşüncesi de hep tabiat ka- nunlarını anlayarak yeni kuvvetler, ye- ni cisimler (omeydana getirmek değil midir? Bu düşünceyi Descartes Avrupaya, şüphesiz, hiç yoktan öğretmedi. Avru- pa medeniyetinde tabiata hâkim olmak istidadı bulunmasaydı, o istidadı e hiç bir ilosof © veremezdi. Fakat Avrupa medeniyetinde bulunan bu istidadı ilk olurak en iyi anlamış ve'en iyi tesbit etmiş olan adam Descartes oldu. Onun . içindir ki, Descartes'in © ö kitabı pek çabuk büyük rağ bet bulmuştu. Bu kitap insana kendi aklından başka hiç bir şeye dayanmıya- rak, önceki ne söylemişlerse hepsini zihninden silmesini tavsiye et- tiği için, üniversitelerin hepsi, üniver- sitelere hâkim olan rahiplerin o hepsi Descartes'in söylediklerinin gençlere öğretilmesini yasak © etmişlerdi. Buna rağmen o küçük kitap insanların düşün- ce tarzında büyük bir inkilâp yaptı. Kisa bir zaman içinde bütün Avrupaya yayıldı. Dünyada her şey eskir, modası ge- çer. Yüz yıl sonra Diescartes'in da mo- dası geçmişti. Onun yerine başka tür- lü düşünenler gelmişti. Fakat Avrupa medeniyetinin, Avrupa ( düşüncesinin öneeki medeniyetlerden farkını en iyi göstermiş olan o filosof hiç bir vakit büsbütün unutulmadı. Hangi (ilimde, hangi sanayide yeni bir keşif yapıldıy- sa, hep onün tesbit etmiş olduğu usul ile meydana geldiği daima anlaşıldı. Pariste 1937 sergisinde her ne ö gene onun ul ile yanı insanın yalnız kendi di na güvenerek, kendi müşahedesinden, kendi tecrübesinden çıkmış olacağı İ- çin, o büyük medeniyet sergisini Usul hakkında nutuk kitabının bir mahsulü saymak yanlış değildir. Hacmen küçük, fakst neticesi bu- günkü medeniyet kadar büyük olan o kitabı, haylıca yıl önce dilimize de çe- virmiş olan Bay İbrahim Etem'i, hem medeniyet o düşüncesinden hem de ter. cümesinin tam vukufla yapılmış olma- sından dolayı tebrik etmek lâzım oldu- Harik mn UNYON Türkiyede. Uguz Mazi Şehap Kayseriye ulaşmıştı ve şimdi ha - pisha: ona rastlayacağını dü - nmüşi Jandarmiya veda etti. Bir gar- diyanm tembel tembel esniyerek açtığı kapıdan girerken; — Allah vere de elimden bir ka- za çıkmasa.. - diye mırıldanıyor « Xu - Paranın dörtte birini olsun koparabilsemi;.. Üstünü başını arayan palabıyık- lı kontrola sordut — Kuzum... Ankaradan bir Sü- leyman Efendi gelecekti... Geldi mi?.. — Şaşı Süleyman... Evet geldi. da bir incesaz oynak bir li çalmağa başlamıştı. Ke - man va ut sesleri arasında zil şakır. tılarınıı da seçer gibi oldu. — Yakınalarda bir gazino filân mıvar? — Yooooo.. Kaza Türkçe, kimin dili idi? Bir yaşlı tanıdık anlatmıştı: — Bundan 30 - 35 yıl önce, “Ab- , dürrahim,, adlı bir hoca vardı. Bir gün, vazzını dinlemeğe gitmiştim. Hoca, bir karış sakalile kürsüye çı- kıp sözüne şöyle başladı: — Vakti, yevmi, ruzi, yâni se - nin dilince birgün... recüli, şahsi, merdi, yâni senin dilince bir adam, mürur ederdi, ubur ederdi, güzeşt Meri. yâni senin dilince geçer - li Hocanın ikide bir «senin di - lince.. diye söylenmesi canımı sıkmıştı. İlkin kendisini Arap san- mıştım. Sukarışmamış Âzerbay - canlı bir Türk olduğunu öğrenince kendi diline niçin bu kadar yaban- cı kaldığını öğrenmek isteğine ka- pıldım. Vaaz bitince, yanına yaklaşarak: — Hocam, dedim, güzel şeyler söyledin amma, şunları arapçasını, acemcesini karıştırmasan olmaz mıydı? Hoca, sakalını kaşıyarak beni tepeden tırnağa süzdükten sonra; — Oğul, dedi, bizde halk, kendi dilinden de olsa, apaçık söylenen sözlere kulak asmaz. Eğer böyle vakti, yevmi, ruzi yerine “birgün” diyecek olsam: “Bu hoca da bizim gibi konuşuyor. Bizden ne artıklı- ğt var?..., derler. Böyle üç dört dilden söz karıştırmalı ki, herkesi ağsinin içine baktırasın! Hocanın verdiği bu karşılığı, hiç unutamam oğlum...,, Bizim yaşlı tanıdığın anlattığı burada bitiyor, Başka dillerden di- vanlar doldurup Osmanlı edebiya- tında ün almış olan Bakiler, Fuzuli- ler, NeP'iler, Nabi'ler de sanki bu hocadan başka türlü mü düşünür- derdi ? Salâhaddin GÜNGÖR ÇAĞIRIŞLAR Şehit yetimleri çağrılıyor Eminönü askerlik şubesi reisliğinden: kayıtlı gerek mnaş almak- ta ve gerekse on senelik maaşmi almış olan şehit yetimlerinin 14-303 *pâr- şembe günü alışamma" kadar ker'gün vesmi senet, nüfus hüviyet varakalariyle müracaatları müracaat Halkevi temsilleri Halkevinden : 25-2-1935 pazartesi günü saat (20,30) da Gülhane içindeki o Alayköp künde temsil şubemiz rs tarafıma (Ellen metin oğlu) piyesi temsil edilecektir. Gelmek istiyenler davetiyelerini her gün (17) den sonra Alayköşkü çevir - genliğinden alabilirler. ve Otomobil — Çengiler oynuyor da... Palabıyıklı kontrol istemiye iste miye güldü: in başka yerde değil... Evet... Düğün başka yerde de gil, hapishanenin tam içinde idi imleme yapılmış, an eğime ko - guşların danda, bein bol bej bol ale şim bir havuzun etrafına ha - lılar sermişlerdi. Bir tarafta koca man bir semaver kaynıyordu.Çal- gıcıları bir kerevet üstüne oturt - muşlardı. Marpuçları kehriba uçlu büyük nargilelerin, kenarlarından uçları pullu zincirler sarkan lüle- lerine baktı. Hepsi pırıl pırıl pırıl dıyorlardı... Biri kırmızı biri sarı entari giymiş, kaşaları rastıklı,yüz- leri düzgünlü ve dudakları boya i- le kızartılmış iki çengi zillerini şa- kırdatarak gerdan kırıyorlar, o - muz titretiyorlar, sonra ayak ayak üstüne atmış ve sol yumruğunu di. zine dayamış cepkenli poturlu bir kağ önünde göbek atıyorlar - e. — Bu herhalde mahpusların en kabadayısı olacak... - diye düşün- dü - fakat bu ne biçim hapishane? Dank dedim yattım! | Yaşlı bir bayandan dinledim: — Bundan kırk yıl kadar önce, Istanbulda bir gribi salgin: olmüp- tu. Ama o zamanlar adı grip de gil dank hastalığı idi. Danka ya- kalanmadık kimse kalmamıştı. Hattâ birde şarhısım çıkörmş lardı: “Yatak serdim sıra ile Hekim gelir para ile, Dank dedim yattım, Hak dedim kalktım.,, Bu yılki “grip,i ben kırk yıl ön- | ceki danka benzetiyorum. Şimdi de öyle değil mi ya? Dank | diyib kafayı yere vuruyoruz. Yatak seriyoruz, sıra ile... hekim geliyor para İle. - Yaşlı bayan sözünün burasına gelince hafifçe içini çekti; sonra ağır ağır devam etti: iğ — Dank — hastalığına; paçavra hastalığı da derlerdi. Gencliğimde, kendim de tutuldağum halde, bu hastalığın paçavraya benzer tarafı. m tum. Vücutlar, paçavraya dönünce an ladım. Ve dudakları arasında, eski dank şürkısim mirıldanmağa baş- ladı: “Yatak serdim sıra ile, Hekim gelir para ile, Dank dedim yattım, Hak dedim kalktım.,, Kulakmisafiri Oz Türkçe ile Bilmecemiz Ormanlıca karşılıklarını yazdığımız kelime- lerin öz türkge mukabillerini yazarak geklimi- Vals ahengi ile yaşayan Seven ve dans ed VİYENA! Tunca kraliçesi a V İ Y E N A! Viyena, Aşk Beldesi ve İprili filmi Vals nağmelerile “terendüm eden bir aşk Oynayanlar: MAGDA SCHNEİDER - WOLF ALBACH* RETTY Musiki: JOHANN STRAUSS, sinemasında p” Bu hafta SARAY DOUGLAS FAİRBANKS ve sehbar MAÂRLE OBERON ie bir dilber kadınlar tarafından temsil edilen DON JUAN Cazip ve zengin film kemali muvafiskiyetle devam ediyo. İlâvete” SON NİNNİ renkli bir SİLLY SENFONİ ve FOX yuRni Haftanın en iyi, ilmi Gi CASUS | KALBİ Ülke ve müctra dolu ir Şi Oynayan BRİGİTTE: HELM İPEK'te Bugünkü program İSTANBUL : 17,30 İnkılâp dersleri, Manisa saylavı Hikmet, 18,30 Jimnastik, Bayan Azade, 19,50 Dans musikisi plâk, 19,30 Haber. ler, 19,35 Havayen kitar orkestram, Ze- | keriya ve arkadaşları, 20 Ziraat bakan- | lığı nama konferans, tohum ıslahı H. Mirza, 20,20 Mayistro Goldenberg idaresinde koro heyeti, 21, Plak musiki. si, 21,20 Son haberler, 2130 Radyo or- kestrası, 221, Kiz VARŞOVA, 1345 m. Kili Şarkular. TASI Gocek pese Halif musiki. 20,45: Sözler. ser, 2145: Haberler. 21,55: meşriyat, 2230: Spor duyum! lar, 23,18: Dans musikisi. 5 Ki. MOSKOVA,IT2m. 13,30: Sözler ve musikili | program. 18: Sözler. 19,30: Kolkoz neşriyatı. 21; Senfonik konser. 22: Almanca © neşriyat. 2306: Söz ler. 24,05: Almanca neşriyat 892 Kh. MOSK O V A, (Stalin) 361 m. sin boş hamelerine yerleştiriniz. ve keserek “Milliyet Bilmece sacmurluğuna,, gönderiniz. Bilmecemizi doğru halledenler arasında kura çekiyor ve kazananlara hediyeler veriyoruz £ Müddet: Pazartesi günü akşamına kadardır. Yeni bilmecemiz 1234567891011 SOLDAN SAĞA ; 1— Bir ekle soyadı 8, bir general mize soyadı Cüretkâr 4, güzellik karalıçası 3. 8 — Sudan çıksada ölmiyen büyük bir ba bik 3. $ — Nota 2. sbus 4, içine çorba konur 3, 7 — Çok sronk değil 4, bir içki 4. 8 — Fahr 6, üzerinden tren HM — Genişlik 2. geniş değil 3, ateş yak mak için bir şey 3. iğ YUKARDAN AŞAĞI « 1 — Vekület 8, mota 2. li harften arkasına dA getirin İerhal ortaya kalbolur 2, parmakta bir yer & 10 — Uzak nidası 2. 1) — Ramazan ekmeği 4, Mebue 6. Seyirciler epey kalabalıktı. On - ları dildkatle tayı tarayarak Süleyma» e Fakat Şaşıyı bu- Poturlu adam, Nazmiyi görmüş- tü, fasıl bitince yanma çağırdı; — Heey delikanlı! nereden gel- din sen? — Ankaradan ağam... — Ağam mı dedin? efendim de- > ağız e mu? — Siyasi mislağ” Dedi ei ama, buna kendisi de gül- dü. Siyasi?., nenin siyasisi? hangi siyasi? o düpedüz bir budala» idi. Poturlu adam havuzun bir tara- fında ve iskemlelerde oturan se- ia on kişiye bakarak kolunu salla- — Bu da sizden. Onlar gülüştüler: — Evet evet... — Bizden... — Yeni bir arkadaş kazandık. Kendisini, kendilerinden bilen, kendilerine yakın sayan bu âdam- lara iz Birinin kafasında kallâvi bir sa- rık ve sırtında bir cübbe vardı. O- nun yanında banker sakallı ve ha- sırlı fesi kâğıditane saksısına ben- Zziyen bir adam © oturuyordu. Dur- 174 Oda musikisi, 22: Dans musikisi ve ka» ışık konser. ii APEŞTE Böm. 1 a m öğe tağor Olkemez | YENİ NEŞRİYAT konseri, 203 Ee ye iler Şarkalı ———— — Budapaşta İoncer orkestrasr. 24,06 Canband Yeni adam Zn e “Yeni Adam,, ın son çıkan 90, BUDAPE: TE, Çe dalga) İŞE va yısında çök canlı makale ve YARİ | 15: Haberler, 15.15: Bertha salon orkestra: | lanmıştır. Terbiyeci İsmail akk; | “Kb STOKHOLM, «26 m. yim y 19,30: Kore konseri. 20,30: Radyo tiyatro. su, ZLASı Askeri mualki. 23: Şarkılar. ee GAP 0,30: Popüler şarkılar. 20: Reklâm ve plâk- lar. 20,15: Sözler. 20:30; Ulusal neşriyat Zir #ine gelen cevablar, Siyasi lanlar, Kisa tetkik ve tenkitler dan başka hikâyeler ve “Amoke © Su ecesi (popüler şarkt ve havalar.) 22,30: karikat Radye ai ar Haberleri 30: Kame Pile < serin sonu. 23,35; Kahvehans konseri, 24,05 Büyük gazete b Büyük gazetenin 18 içi eği 1 904 Kıs. HAMBURG,I m. gün renkli Dir kapak 19; Halk musikisi. göni ve zengin pi içi intişaf "Das Lehensbuck Gettes,.. Leoneazallonun “Bajazmo, (Palas |! Karnaval meçriyat 2â: Hab “Bu sayıda © Uludağdaki ker gifi 2220: grek yatı, sayıda, e dağ be 2. 960 Kir. BRESLAU, 36 m. resimler vardır. Bundan başk, 1 2030: Silesya köylü tiyatrosu. Zi: Şen not- | sinema, tiyatro sahifeleri, Bari Bg Meberlar, Sada Plük. 24; Dane me | meraklı müsabaka ve bilmecele” “| 404 Kh. HAMBURG,33l m. 19: Şarkılı hafif musiki, 2038: Spo: Spor. 20,55: Haberler. Zi: Leon Ci “Palyaço, operan. 2220: Karnaval 24: Haberler. 2430: Dana musikisi 823 Kh BUK RE $364 12; Dinl konser, 1230: Öğle musikisi, 13: 3,45: Haberler, ferana, 20: Radyo poparesi, — 2140 Tiytre, 22,30 şarkılar, 22,30: Orkestra, 231 Haberler, 2328 Dans, Yarınki program Şan (Piyano ile). 20.55: Hafif musiki < 21.15: Son haberler, 21.30: Bayan Bed- siye Tücün, radyo piyano ve caz örkes- Arası, aldin bıyıklarını buran külöt pan- ga biri, omuzlarma bir parde- sıska bir adamın söyledik- lerini dinliyordu. Sonra bir şişman, bir daha şişman, bir uzun boylu ve bir bodur gözüne ilişti, V yeni bir fasıla başlar- ken v birer ikişer gencin ya- gg e ergene sı olacaksınız... zannederim. — de- — Yaa.. desenize ki gene elden kaçırdık... Öbürleri onun telâşından bir mâ- nâ çıkaramamışlardı. Kallâvi sa- rıklı can sıkıntısiyle My i arkadaşı burada tu- tamadık... Hepimiz yokluğunu his- sediyoruz doğrusu... Tam müslü- man adamdı. Eh... artık, efei ğ- lum bu akşam bizim misafirimiz o- lurlar. Bilmem sizi ağırlayabilecek- miyiz? Ve cebinden kocaman bir tespih 5 rek çengi zillerini ve ar tıran ve yanını dakileri da eden bir gürleyi: ii fleterek de- —Bana ald a rl eylemi; İm bilmeyini? nebi, —Hi evlâd! bugünler | Ne siz denir” üç yk ii bele alıyoruz. Bu iş | nim. Eçn bizimkil (Bi "0 nihayet pek birkaç ay daha sürer,