İçtimai bahisler İ İlk gazetelerde Türkiye haberleri m Sy ln rem ye kadar elimizde umumi bir gazete ta- rihi yoktu. Fransada Caen şehri üniver sitesi hocalarından Georges Weillin ge- Böyle elle yazılmış haber yaprakları on beşinci asırda Almanyada ve Italya- da pek çok yayılıyor, sebebi İtalyada, bilhassa Venedik'te tacirlerin her taraf- tan ticaret haberleri almak arzusu, bu ibtiyacı anlayan haber tacirleri seyyar tacir'erden, - seyyi hacılardan askerlerden topladıkları haberleri avviso dedikleri kâğıt yaprakları üzerine yaza- rak istiyenlere satıyorlar. o Almanyanın bankerleri, tacirleri de bu usule imren- diklerinden orada da zcitung denilen hâ- ber yaprak'arı çoğalıyor. Sonradan matbaa icat (edildiği vakit uzun.bir müddet elle | yazılmış haber yaprakları gene devam ediyor. Nitekim buzün de otomobil kamyon varken öküz arabasile yük taşmak usulü de devam etmektedir. Hattâ haber yaprakları mat- baada basılırken bir çok kibarlar kendi- leri için mahsus el ile yazılmış zılmış bir haber yaprağı alabiliyor. Ga- zete adı e bundan çıkıyor. i matbaanın ice kuttuklarından eee muharebelerden haber almak istiyor. Viyana Istanbula en italyada 1470 te çıkan bir yaprak man- zum hep Türklerin rmuharebesi- ni, göne orada 1475 te çıkan bir yaprak Türklerin Kırımda Kefe şehrini nasıl al- dıklarını, o Augsburg'ta 1474, 1480 de, 1482 de çıkan almanca üç yaprak gene Türklerin muharebelerini ve Türklerin bir hıristiyan kilisesine nasıl hücum et- Gklerini anlatıyorlar, Böylece Avrupa- da başlayan ilerlemesine Türkler - kendilerinin haberi olmadan - sebep oluyorlar. Bilhassa Muhaç muhare beleri, Viya mühasaraları Viyanada ga zeteci iğin ilerlemesini temin ediyor. Ve- nedik gazeteleri de aşağı kalmak iste mediklerinden türkçe haberleri almak i- çin Viyana gazetelerile müsabakaya giri- şiyorlar, Fakat bütün bu haber yaprakları he- müz, muayyen zamanlarda çıkan gazete- ler demek değildir. Bunlar arada sırada, havadis oldukça çıkarılıyor. Ilk “mev- kut,, gazete 1448 de Mayansta yıllık al- #nanak olarak çıkıyor. | Sonra Kolonya sehrinde yılda iki defa panayır kurulma- 81 bir gazetecinin aklına, 1588 de başlı" yarak her altı ayda bir, — kitap şeklinde gazete çıkarmağı getiriyor. Muayyen zamanda haber yapraklarının zev- ki halk arasında yayılınca, Almanya lm- pâratora Rodolf gazeteciliği başıboş bi- Fakmameal için, kendisi 1597 de aylıle ga- zete çıkarttırmağa başlıyor. Bundan son- ra Augıburg ve Strasburg matbaacıları 1609 dan itibaren her hafta muntazam nir şey değil. Saat dokuza geldi, yaleyl, devam ediyor. Dokuz bu çuk oldu, gene ayni terane: “Ya habibi! Ya habibi!.. Ya ha- bibil,, başka başka hanendelerin ağzından, yüz kere, bin kere “ya habibi,,yi dinlemek meğer usanç dın, bir başka kadın, bir erkek, bir başka erkek, inim inim inlediler, On buçuğa doğru idi. Arapça bir- | denbire kesildi. Ingilizce bir şar- kı... Ama, Arap ahengi de içine ka- rıştığı için, o kadar hoş bir şarki ki, yanımdakilerin hepsi kulak ke- sildiler, Herif ingilizce söylüyor, fakat tatlı bir Arap şivesi var. Birisi dedi ki: ka gibi... Anlamazdık iş şumuza gidecek, hem de onu anla- ğız! Kulak MISAFIRI —— gazeteler çıkarmağa başlıyorlar. Bunlar da da gene Türkiye havadisleri mühim yer tutuyor. Türkiyeden haber almak gazetecilikte o kadar mühim iş ki Pariste Gazetta adın da, 1631 de çıkan ilk haftalık gazetenin ilk havadisi — hattâ Papaya sit haberin üstü yazılan — Istanbuldan 1631 mayıs tarihli kısa bir O mektuptur. Bu mektupta; “Acem şahının on beş bin sü- Tarama dergisi ve biz.. Birtakım yazarlarımız, öz dille yazı yazmağa leri günden- beri, tarama dergisi, bir yanların. da, yazgaç (1) ellerinde; arapça fariça'sözlerin dergideki karşılık» ları içinden gelişigüzel birer tane- sini seçerek Türk diline yeni yeni sözler kazandıriyorlar. Bence, bu bir kazanç sayılamaz. Çünkü biri- ığını öl miyor. Bu yüzden de bir tek söz i- çin dilimize ayrı ayrı | yazarların kullandıkları bir kaç karşılık gir- miş oluyor. Değilmi ki, şimdilik bir sözlük (2) üreüz yok. Karşılık olarak al- Ve onum için de; yazılarımızı, kök- leri belirsiz, konuşma dilimize uy- gunsüz birtakım söz yığınları ara- sında bunaltmamalıyız. Dergiye, an. cak pek sıkıya veldiğimiede Büy” vurmak daha doğru olur. Tarama dergisinde, öyle sözler var ki her biri için elli, yüz karşı- lık gösterilmiş. Bunlar içinden en uygununu, en kullanışlısın bulup seçmek biraz da türkçenin incelik. lerini kavramak işidir. Önüne ge- len, dergiyi açıp içinden bir söz a- leyor, basmakalıp, yazıstnın arası- na koyuyor. İki yazıcıya, öz dille birer yazı yazdırılsa, ve bt yazı yazdırılma- dan önce kendilerine: “Yalnız şu şu sözlerin karşılığı- mı tarama dergisinden bulacaksı - nız!,, denilse, ortaya çıkacak bu i- ki yazıda yabancı sözlerin karşılığı biribirinden ayrı olacağına inan - malıyız. Seçim işinde titiz davranmamak vari ve elli bin piyade ile Dil kalesini muhasara ettiği, padişahım da Yeniçeriler rin hepsini ölüm cezasile tehdit ederek müdafaaya gönderdiği, bununla beraber padişahın tütün içenleri | duman içinde boğmak eğlencesine devam ettiği,, bildi- Haftalık gazeteden daha sik haber çi- karmak mümkün değil (sayılırken, İn- gilterede on yedinci asrı son zamanla- rında gazeteler haftada üç defa çılkmağa günlük ilk gazeteyi çıkararak 1735 yılı. na kadar devam ettirmeğe muvaffak olu- yor. Ondan evvelki gazeteler siyasi ma- kaleler yazdıkları halde, bu gazete maka- Telerden vazgeçerek yalnız haberleri yaz- mak usulünü de icat etmişti. Bunu yap- makla, gazetesini okuyanların kendi ken- dilerine düşünebilecekleri cihetle, ukalâ- hik ederek okuyuculara akıl öğretmeye kalieşmak istemediğini anletmel isti- Şimdi de, uzum uzun makalelerle olu- yucularını “traş,, etmektense, yalnız gü- mün haberlerini mümkün olduğu kadar tafsilatla ve mümkün olduğu kadar bol resimlerle bildirmeği tercih eden büyük gazeteler de böyle düşünseler gerektir. Gazetecilik tarihi ile Türkiye haberle- ri arasındaki münasebetten sıkılığından olacak, hocanın gazetecilik tarihi kitabın- dn slinbe serasile yazılan fihriste ilk i- sim — bir tesadüf eseri olarak — iy hamit adıdır. dl Avrupa gazetelerinin Türkiyeden > ber almak için bu kadar merak ettikleri- ne bakarak, okuyucularına verdikleri ha- Gazetecilik tarihini yazmış olan hoca bi- le, Türk gazetecilerinden bahsederken muhterem Ahmet Ihsan beyin adını Ah- met Hasan diye yazmış... GA yüzünden dilimize sokmak için is- tek duymadığımız sözler, süzgeç ten geçirilmediklerinden, kolayca arasına karıştyorlar. Bu ise, temiz türkçenin düzeni- ni bozuyor. Dil savaşının bütün güçlüklerini üzerine alan büyük Önder (3)imiz, bizim nasıl çalışmamız gerek oldu- ğunu, bize son söyleyişlerinde (4) kullandıkları sözlerle apaçık, bes- belli anlattılar. Sözgelişi, “tarih,,in yerine; türk- çe kökten gelme bir söz kallanmı- yarak bunu olduğu gibi bıraktılar. Tarama dergisinde ise tarihin belli başlı üç karşılığı var:.Günle- | meç, ötkünç, ötük,, Bunların hiçbiri, demek ki “ta | rihşin yerini tutmuyor. Öyleyse, bizde yazı yazarken, ya gösteriş yapmak, yahat bilgiç görünmek is- teğine kapılmayarak dilimizin dön düğü kadarını yazalım ve ondan ötesini daha bilgili ve buiş üze- rinde daha çok çalışmış kimseleri- mize bırakalım. M. SALAHADDIN (1) Yazgaç — kalem (2) Sözlük — lügat (3) Önder — rehber (4) söyleyiş — nutuk, Eski Fransız Tiyatrosunda Bu akşam saat 20'de YARASA OPERET 3 perde, Besteliyen Yohann Strauss Tercüme eden: Ekrem Raşit. Son gecesidir. Fiyatlarda büyük tenzilât Öz Türkçe ile Bilmecemiz bilmecemiz N 1234567891011 heceğiz ve kazananlara bediyeler vere - veğiz. Müddet: Bugün akşama kadardır, Soldan sağa 1 — Millet (4), Felek (5). 2 — Beygir (2). Birader, hemşire (0). 3 — Memul etmek (5). Genişlik(2) 4 — Merhamet etmek (6) Agyar, dest (2). 5 — Arzu, can, ruh, (3) 6 — Istifham (2), Zahmet (4). 7 — letifham edatı (2), Nezaket (3). iptida (3). 8 — Bir meyva (5). lstifham (2). 8 — Belde, vilâyet (2), Nota (2). rabıt edatı (2). * 10 — Lisan (3), Sert (4). Yama (2). 11 — Esp (2), Aferim , varol (4). Yukardan aşağı 1 — Kısa değil (4), tohumdan son- ra (4). 2 — Emmekten emir (2), isimleri Si yn bir edat (2/. net, tayaran etmek (5). deh (2), nota (2). 4 — Alem, dünya (4); duman leke “ (2). — a ya Ayıp, melik, ker. a LAN ” 2), kabile (3). ka - iner (2). 7 — Cereyan etmek (6). uzak rüda- (2). B — Nota (2). hariç (3). çep e Hara çek gül 0), 4). (10 — Cadde, büyük Telde (0, 4) 11 — Tir (2). bir adet (3). mezru kir |. Bawerce kişi tarafından görülen ve görülmesi tavsiye edilen BİTMEMİŞ SENFONİ filmini mutlaka siz de; SUMER (Eski Artistik ) sinemasında görünüz. Oynıyan: MARTHA EGGERT Milliyet “MİLLİYET * vir, “ABONE NE ÜCRETLERİ : evrak geri yerilmex.— Müddeti tur. — Gazete ve n sarar onat agiz ünlem Mel tini kabul etmez. abalar 10 karuş! grçen ni 10 matbanya ait işler içim edilir. İki fotoğraf Küçük Cemil odasında ertesi gün- kü derslerini yetiştirmeğe çalışıyor - du. Birden kulak kabarttı ve mini mi- ni kalbi hızlı hızlı çarpmağa başladı. Derim bir nefes alarak doğruldu, ayak- larının ucuna basarak odadan çıktı. Ve yüksek perdeden kavgalı seslerin geldiği bir odanın kapısına geldi. İçe riyi dinledi, Anne ve babasının ardı. arkası ke- silmiyen kavgalarına her zün böyle sessiz xadasız şahit olan bir çocuğun tali de hazindir. Fakat bu sabah fırlı- na daha müthişti. Annesi sinirli sinirli diyordu ki £ — Ilâllah bu kadmdan.... Sakla ox fendim, fotoğrafını len ayırma, istersen git onunla yaşa... Beni bırak, ayrılalım, « Ben artık dün- yada bu cehennem hayatına taham - mül edemem.. Küçük Cemil titredi. Bu muhavcte- yi dinleyişi de bir tesadüf eseriydi, çün İkü evde başka kimse yoktu. Aşçı ka- dın çarşıya gitmişti. Hizmetçi yukarı katı süpürüyordu. Babası sert sert cevap verdi : — Ben oysa” yapı il yaşamam, orası Bite lün- yada ceplerimin karıştırılmasına ta - bammül edemem... Bu kadın ipekli da iremize geldi, kendisine iki kat tuva» let yaptık, Bir resmini çekip bana gön dermiş. Olur a kumaşın desenlerini gördün, bizim mağazanın desenlerini tanımadım. mı? — Evet tanıdım, lütfen hediye bu- yurduğunuz kumaşları tanımaz mı - yan? — Allahım, sen gittikçe ne çekil » mez kadın oluyorsun. — Cavit, Allah rızası için çekil, git başka bir şey söyleme, bayılacağım. — Peki efendim, maalmesnuniye Bir sükül fasılası... Küçük Cemil hemen geldiği gibi gene ayaklarının ucuna bosa basa odasına döndü ve ma- sasına oturdu. Bu bahsedilen kadını tanıyordu. Sarışın, uzunca boyla bir kadımdı. Mağazaya gittiği bir gün, bu kadını babasının yazıhanesinden şen, yuh, İrmta kırıta çıktığını ve ka- pılara kadar teşyi edildiğini görmüş” tü, Bir aralk öteki odanm kapısı açıl - dı, Cemil sanki hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi başmı kitaplarm soktu, Babası, kırk yaşlarında dam, içeri i girdis — Cemil, dedi, haydi yavrum, sen bu hafta iyi çalıştın. Gel, seni güzel bir lokantada yemek i — Oh, teeşkkür ederim baba... Ve çekinerek ilâve etti: — Annem de gelmiyecek mi baba? — Annenin biraz başı ağrıyor. Is - tersen onunla burada yemek ye, is » tersen benimle lokantaya gel, Cemil küçük kafasında bir muha- keme yürüttü. Annesi ile evde kalıp | onu teselli etmek fena bir şey değil - di. Fakat evde kalırsa, ya babası gi- dip sarışın kadını bulur, onu lokanta- ya götürürse... Cemil kararını verdi: — Babacığım, ben seninle beraber — Peki, öyleyse, ben berbere gidi- yorum, yarım saate kadar gelirim. O vakte kadar hazır ol. Şöyle biraz çi- kalım, hava alalım... Babasınm yüksek sesle : “ Bıktım bu evden illâllah!,, diye bağırıp kapıyı Şiddetle kapalıp sokağa çıktığını da işitti. Derhal yerinden fırlayarak annesi nin yanına koştu — Başım mı ağrıyor anne, babam öyle söyledi. Yemek yemiyecek misin? Otuz beş yaşlarında oldukça gü - zel esmer bir kadın olan Melâhat Ha nm içini çekti: — Çocuğum, dedi, bu senin baban da artık çekilmez bir şey oldu. Git yavrum, dnunla yemek ye... Burada kalmaktan iyidir. On üç yaşına gel din. Seni de biç müztarip görmek is temiyorum. — Peki anneciğim... Küçük Cemil annesini sessizce ku- cakladıktan sonra odasma gicip gi Bugünkü program ISTNBUL: 18: Fransizca deri. 18,30: Plâk İle ne seli musiki, 19,20: Ajans haberleri, 20,30 Grap musiki: Triya, 20: Selim Sırrı Bey tarafından konferans. — 20,30; Plâk ile Macar hava'arı. 21,15 Ajans ve borsa ha berleri (tango ve vals müsabaka netice sinin ilânı) 21,30: Itibaren Bedriye Ra sim Hanmmın iştirakile radyo tango v6 caz orkestrasr. 823 Kb BUKREŞ, 4 m 13 - 15Gi yatı, 184 Hafif musiki. 20: Ur peak ir msi. 22.20 Kabara musikisi, (plâk ile) 2245, Haberler. 223 Khx. VARŞOVA 1348 m. 18: Taganni. 18,28: Musababe, 18,30: Plâk. — Koman musikisi.) 1650: Musahabe 19,15: Hafif masiki, 19,48: Çocuk nasriyati Diusahabe. 21: Piyano ile hafifi musiki. 21 Tagannili konser. 22,48:. Masahabe 23,151 dersi, 24 Musahabe, 2405: Dans mü” B4i Kr. BERLİN 357 m. 18; Hafi musiki. 19,05: Spor. 1930: Prank Ferttan aklen radı elm 20, Akad 20,20: Stokholm 2040: ayarlar zira0: nlyanen yarka” ZE Mikvofon bahıl 22: Dans havaları. 23: Haber ler. 2320: Sonatlar, 688 Kir. LANGENBERG, 466 m. 18,15: Sehubertin şarkılarından. 18,45: Me sahabe 1 yeler. 1920: Neşeli neşriyak, — Haberler. 20,30: Plhk. 21: Haberler. 21,18 Sen neşriyat 2203: Şarkılar. 22,30: Drama ewerlerden bahisler, 24: Haberler. 2âz0: Ger çe musikle. Sabah 3.30: kısa dalgalı Berki Mizah ve dam. 592 Kis, VİYANA, 507 m, 18,20: Milli Rus mesikisi. 18/40: Manaher be. 18: Şarkılar. 19,25:- Sanat hayatına dair 19/45: Musahabe. — Haberler. 20,35: Progra sonradan söylenecek, Bdnprş lede nakil. 23,30: Haberle Duma musikisi. ie Sehrammel mi 2118: 21505 Dum i —— —————— yinmeğe başladı. Dışarıda güneşli bir sonbahar havası vardı. Baba oğul yanı Cavit Bey mükellef bir yemek :mar İadı. Karşı karşıya âdeta baba oğul değii, arkadaş arkadaş yemek yıvor * Bir aralık Cavit Beyin birdenbire tavrı değişti yüzü sapsarı kesildi. çar başladı. tahı tutan eli tütremeğe Için için se lanıyordut — Ya!!! Oyle hal Buaz daha eğilip baktı, İleride — amin sarışın bir kadın yabancı bif kanlı ile pürneşe yemek yiyor, “Cavit Beyin iştihası kesildi, honmur” danaları artt, > Küçük Cemil evveji ne olduğunu anlayamamıştı, fakat uşmı şöyle çevirip te annesinin fo * tozrafmdan iği kadını tanıyın ca, Karti dolaşan mayı heme nanladı. Gayri ihtiyari Gö tedi. Acaba babası lokantada, o ka dar kalabalığın bir rezalet çe « kuracak mıydı? Yoksan oğlundan ço < “kinerek sinirlerini tutacak mıydı? Cap vit Bey, tabağını ötti. Meyve ve kah ve söyledi. ği halinden belli idi. Artık konuşmu yor gibiydi. Bir aralık Cemil sesini tat ılaştrarak yavaşça dedi ki? — Babacığım, dedi, cüzdanımda bir fotoğraf var, size ge mil Onu büyültüp asmak istiyg * odama rüm, Acaba nerede büyültebilirim? Hangi fotoğraf? Göreyim ba * Cemil, annesinin bar cündanndan, kikaten iyi çekilmiş bir resmini çıka * rip gösterdi: — Halırlıyorsumuz değil mi babe Bu resmi geçen sene çektirmiş! mma Cavit Bey, elindeki fotoğraftan zi” yea dkketle oğlunun yüzüne baki Bu yüzde öyle sessiz ve derin bir yak vazış vardı ki, Cavit Beyin kalbi bus” kuldu, Cemilin elini örkarak: — Evet, yavrum dedi, ba bu fotoğraf gok güzel. İyi ettin de bana gösterdi Haydi kahveni iç te, hemen kalkalsmı SE eldeli Milli tefrika: 11 Yaaandık.. . Lâkin bu ümitsizlik ve tereddüt . uzun sürmedi . Hatırma mükem - mel bir fikir gelmiş gibi | gözleri parladı. Bir yaramaz çocuk çevikli- Zile odadan firladı. — Hayrola?... Bu acele neden? Birisile göğüsleşmiş, bir el yaka- sından tutmuştu. Aksi şeytan! Olacak işte... Bu adam mektebin ikinci müdürü idi. Her gün sabahtan geceyarısma ka- 'dar odasına kapanır, bir Ermeni ki tapçı ile formasını üç Ven se lık ektiği bir lügat kitabını, tin Sami'nin lügatını satır satır köp ye,etmek suretile hazırlar ve güya ilimle uğraşırdı. Onun bu saatte sofada bulunma: 8r deveye hendek atlatmak * gibi, Müellifi Nazmi Mi alâmeti addedilecek gibi imkânsız bir şeydi. Aksilik olacak» , Nazmi cevap yoriiiyim - büsbü — Eeeeh... Söylesene? Böyle doludizgin nereye gidiyorsun? Çünkü bu sırada bir çan sesi işi- tilmişti, Üstünkörü bir yalan söy- lemeğe de imkân bulamadı. Mektö- bin sokak kapısındaki zil bir çan gibi uğuldardı. Demekki diş- çi kapıya dayanmıştı. Tabii şim - di kapıcı kapıyı açacak... On da- kika sonra da müdürün odasında azardan haşlanmış tavuğa döne - cekti. Ibtiyarsız bir silkinişle yakasını Kurtardı; — Sonra anlatırım... Öğrenir « siniz... — diye homurdandı Ve somurtkan bir suratla arka « sından bakan ikinci müdürü göğ - sünden iterek merdivenlere atıldı. Koşarak ikinci kata indi. Konfe - rans salonunun'kapısı yanında, bir filtre ile bir otomatik yangın sön- dürme âletinin arasında bilek ka- lımlığında bir lâstik boru uzanıyor- du Ağamda bir tpeç vardi. But pacı çekmesile dudaklarmı yapış- tırması ve üflemesi bir oldu. Sonra tekrar tapacı yerine koydu, bir sa- niye geçti geçmedi, tıpaçtan hafif bir düdük sesi geldi. Bu bir hava telefonu idi. O zaman tıpacı tek- rar çekerek boruya seslendi: — Mustafa çavuş, . 2 ge len adamı yukarı salma. Öksürüklü, harrltılı bir ses, hem borudan, hem merdivenlerden yül seldi: — Niçin? kibi'söyledi? Nazmi tekrar dudaklarını bo- ruya dayadı: üdür söyledi... Bu adam müdürün alacaklısı Halden anlayan bir adam inanr- şile kapıcı; Peekiiii. . — Hahhah... ye homurdandı « Ve alaydan yetişme bir Abdül- hamit devri binbaşısı hiddetile o ânda bir dil kavgasma başladığı duyuldu. Nazmi trabzanlardan sarktı, gö- zetledi. Melon şapkalı, kıra boylu yukarı çıkmak . di tıknazca bir adam, istiyor, kapıcı, yakasma sarılmış a- şağıya çekiyordu. Bir iki dakika, sonra gürültü biraz büyür gibi ok du; fakat Mustafa Çavuş sabah sa- bah,-müdürün keyfini mağa azmetmişti. İşi kökünden hal etti. Herifi belinden kavradığı gi- bi ayaklarını yerden kesti. Kâh sü rüyerek, kâh itip kakarak, tekme tokat sokağa attı. Bu sırada öğleden evvelki ikinci > bittiğini bildiren zil çalmış- “Ealebeler arasmda pek moda o lan bir operet parçasını ıslıkla ça- larak merdivenleri çıktı, ders oda- sına daldı. Rüzgâr rablesinin o üstünde ne varsa öteye b dağıtmışlı. Bun ları acele acele topladı. Bir kısmı: ni rahlenin içine, çantasına koydu; bir kısmını da numaralarına baka- rak tasnif etmeğe ( başlamıştı ki burnu harikulâde uzun ve pantalo- mu tığ gibi ütülü bir genç kundura- larmın ökçelerinde ve parmakla- raffla birer yay varmış gibi hopla- yarak zıplayarak garip bir yürüyüş le çıkageldi. Bıyıklarını Alamanvari maşalat- mış bir mahalle bekçisi iki yanağı- n: dürten kılların ütüsü bozulma- sin diye nasıl boynunu oynatmazsa bu da onun gibi büyük bir itina ile e ve ikide bir parmaklarile ettiği papyonunu muhafa- za için bein ve çenesine böyun- duruğa bir öküz kafası hareketsizliği vermişti. Lâkabı asıl ismini unutturmuştu. Burnundan kinaye olsa gerek... o- nâ herkes “korbo,, (1) diyip geçin yordu. İkide bir mendilini burnuna dayıyor, bazan aceleye gelip delik- lerden birinde beliren bir damlayı elinin tersile siliyordu. Fakat, iyi sıkılmamış bir terkos musluğu gibi sızan bu burun bazan bütün bütün ayarsızlanıyor, hiç beklenmedik bir ânda serseri bir damla, hiç bir yerde istasyon yapmadan “şıp!,, diye yere düşüveriyordu. İşte “kor- bo,, bir buna sinirlenirdi. O zaman yüzü gözü kıpkırmızı kesilir, müt- hiş bir ayıp yapmış gibi ensesi ve şakakları terler, poflamağa başlar. dı. Arkadaşları, bi alışkınlığına ve ellerinin çevikliğine rağmen ya- kalayamadığı bu damlalara “eks- pres,, adını takmışlardı. Dershanede, yemekhanede, şura- da burada onu, düşünceli, sinirli ve yüzü kızarmış görenler | derhal biribirlerine göz kırparlar ve alay- lı alaylı mırıldanırlardı: — Ekspresi tutamamış, gene ka- girmiş galiba.» Nazmi, elindeki kâğıtları tasnif edinceye kadar korbo bir şey sö“ lemedi. Maamafih Nazminin işi d€ çok ie Kâğıtları ei cebine sokarken arkadaşınm © kaddes burnuna bir fiske 7 göz kırptı: — Hayrola? Bir şey mi var — Yoook... Yalnız şeyi soracak” tım da... — Neyi soracaktın? — Hiiiç... Hani kutuyu açim diyecektim ama... — Sabahleyin nerelerde sürtü yordun? galeri şimdi dersle mef gulüyn. Hem sen bu sefer adam&” kıllı budalalaştm be! Korbo,, gözlerini bir yere dal” dırmıştı. Derin derin içini çekti: — Sorma Nazmi, halimi sorm8” Genç, müthiş bir kahkaha sayi” içim kendini zorla; — Sor desen © sormağa lüzuf” görecek kim? — dedi — senin e hale girdiğini Mustafa çavuş farketmi Vo apmadaşmiz göğülme hatır! nlur L- yumruk indi: 4 e ülmedi — (1) Korba — Eransızca karl mn