Maarif hayatımız Üniversite okutmaya başlarken —Rektör Cemil Beyefendiye— Universitenin okuma açarken söylediğiniz çok yerinde ve özlü sözler beni derinden derine düşündürdü. Tür- kiyenin düşünen başı, duyum yüreği © lan Ankarada bir çatı altında toplanmış nçleri, büyük önderimi:, dinize verdiği gün o bilgi ocağı me k- dar karışık bir görünüşte idi. Bir bay bozuk yaşayışı ile düzensiz, denksiz bir gürültü içinde yuvarlanan o yeri, Anka- raya yaraşan bir ağır başlıkla yurda yakışır bir kılığa koymak için size iki yıl yetti ve yaptınız. Once kapısından girilince her kafadan bir ses çıkıyordu. Siz bu yüksek bilgi yurduna Türklüğün en büyük dayanacağı olan sira ve say- gıyı soktanuz. Artık her genç düzene bağlı başımı sıraya, gönlünü saygıya ver- di... Sonra okuturların önünde eski başı- bozukların izi kalmamıştı. Şimdi yurtse- verliğin en genç örneklerini karşısmda gören bir okutur da bütün benli bil. giye vererek karşısındaki gençleri yük- seltmek ve yetiştirmek için uğraşmaya başladı. Iş düzene girmişti. Artık orada temelleştirdiğiniz sıra ve saygı Ankara Türk gençliğini dört yandan kuşatmış- tır. Şimdi sıra Istanbula geldi. Istanbul. Marmaranm mavi suları eteklerini öpen bu koca Türk kentinde sizin ne büyük, ne yorucu ve dinlenme» dön, durmadan uğraştırıcı bir işiniz var, Size bu yü ü zin istediği de, Istanbul gencini Ankara- daki kardeşi gibi sağlam, dipdiri, erik-, li, erdemli Türk yetiştirmektir. Istanbulun sinirleri | gevşeten yumu- şak, uysal ve okşayıcı ortasında siz ül- külü ışıklı gençlik yetiştirmek işini üze- inize aldığınız: düşündüğüm gün, bir bu çetin işin büyüklüğünü, bir de yen- mek azminde bulunduğunuz engelleri düşündüm. Gençliği bir çok yandan bu- kağılayan çürük ve üretmiyen bağları çözerek onlara Türkün doğudan batıya akarak açunu aydınlatan büyük varlığı- nı sezdirmek, büyük kültür savaşında en ileride, çetin bilgi savaşında ön dizi- de onlara yakıştıkları yeri vermek.. bu ne büyük Türke yaraşan bir iştir! İşte siz bu işin başında, bu kaynaktan çamçak duru su dağıtacak yerde bulunuyor: su... Türk Tanrısı yardım- cınız olsun! Istanbul, Türkün gi kaynağı, büyk Türl imini erdem kaynağıdır. Bu- ü örünüş yap- i birleştirerek onun yüzünü örten yapmacığı yırtıp a- tacak olan da ancak şimdi sizin başına geçtiğiniz Universitedir. Orada her şey ancak Türk kültürüne bağlı olacaktır. yürüterek kafayı duygu ile bir düzde denkli tuta- rak yetiştirecek yer de yalnız Universi- tedir. Doğruya tapan, yaşamak inancına kanan, Türk yurtları çok çekmiştir, A- İı yazısı çok kötü idi, bilirsiniz. Binler- ce yıldânberi loş selvilerin küf kokan koyu yeşil gölgelerinde çöreklenmiş bir sürü durdurucu ve dirilikle bağlantı: kalmamış kuralların uyuşturucu buyruk- Jarı altında Türk budunu inlemiştir, Büyük kurtarıcı ve yapıcı buna son verdi ve bugün artık Türküm deyenc gün doğdu. Ulusta dağnıklığı toplaya- cak, budunda gönül duygusunu birleş- Girecek ve yaşamak tadını dirilik suyu ile sıvayarak dört bucağa dağıtacak olan gençlere tekliği değil bütünlüğü duydu. rup öğreteceksiniz. Hepsinden önce Di- Wi, Tarihi ve sonra Budunlar arası olan bilgi gerektir. Yalnız bilgi budunu kur- tarmak, yükseltmek için yetmez. Buna tarih yollarını dolduran binlerce budun- ların gelip geçen örnekleri birer tanık- tar. Bilgisi çok yüksek nice büyük bu- dunların kültüründen hız almış küçük budunların'tutsaklığına düştüğünü bize tarih gösterip duruyor. Bunun içindir ki budunlar arası bilgi ışıklı yapsa da kül. türlü yurttaş yetiştiremiyor. Bize ge- yekten ışıklı kafa kadar ülküye bağlı kültürcü yurttaş Türktür. bu inceliği çok iyi sezen yül He bekler lke eli tanbul Universitesinin başma getirildi. Kelepçe!.. Geçende yazıcı Nizamettin Na- zifin eline kelepçe vurularak Kö- nülük (1) kapısına götürülüşüne gazelelerimiz acı acı dokundular. Kelepçe kimlere ve neden vur ar? Burnu bir kollukçu (2)mun bil. mesi gerek değil midir? O bilmi- yorsa, ona buyuranın bilmesi ge- rekmez mi? Nizamettin, hırsız değildi. Ne a- dam öldürmüş, ne kasa kırmış, ne de yangın çıkarmıştı. Bir gazetede yazdığı üç beş dizi (3) yazı yüzünden tomruğa (4) ko- nalmuşta. Oradan çıkmasına ise ancak bir iki ay vardı. Böyle bir adamı, el- lerine kelepçe takarak | sürüye sü- rüye götürmeğe kalkışmak neden? İstanbul kön. oğru (S)ların bile herkesin gözü önünden, bilek- lerinde kelepleçerle geçirilmesini doğra görmedi. o Bundan dolayı, suçluları götürüp getirmek için bir otobüs alındı. Hani, bu otobüs nerede? Neden Bu işte kullanılmıyor? Hem efen- dim, kimseye kötülüğü dokunma- yacak bir yazıcıya, kelepçe vurmak ta nereden çıktı? Benim bildiğim şudur ki: suçlu | olsun, berge (6)ye çarpılmış bulun- sun, herhangi bir budun (7) karde- şini böyle yok yere | hırpalamak, bayığını (8) yasa (9) hiç kimseye vermemiştir. Düşkün kimselere karşı; — Ni. Zamettin, Ahmet, Mehmet, kim o- lursa olsun — böyle vur abalıya gi- denleri de arada bir, sorguya çek- mek yerinde olur, diye düşünüyo- ruz, M.SALAHADDİN (1) Könülük — adliye, (2) kollukçu — jandarma, (3) Dizi — satır, (4) Tom- ruk — hapishane, (5) Oğru — şaki, (6) Berge — ceza, (7) Budun — millet, (8) Bayık — hak. (9) Yasa — kanun. Müessif bir ölüm Beyoğlu belediye muhasebecisi Ga ni Beyin oğlu Zükür hastahanesinde vefat ettiği teewürle haber alınmıştır. Cenazesi buğün hastahaneden kaldırı larak Eyüpsultana defnedilecektir. Ailesine beyanı taziyot ederiz. “ Saray ,, sinemasında (Eski Glorya) Raşit Rıza tiyatrosu Bu akşam saat 8,30 da Hedefsiz Buseler 3 yerde Nakleden: M. Feridun. Dekorlar : D grubu ———— —— niz. Okurlarınıza daha ilk sözde sıraya geliniz buyruğunu veriyorsunuz ki artık başı boş istediği gün gelir ve hiç yanına uğramadan yalnız yılbaşı sokulur oku- ten dipdiri bir soy çocuğu istiyoruz ki Türeli ve yasalı olsun. Türk budunu Tü- reli ve yasalıdır, onu bozabilen her şey Türk değildir ve Türk ona ön vermez. Siz bu büyük kültür ve bilgi kapısın- da en uyanık bir karakol başlığı yaptık- ça Türk gençliği bu yurdun sevgili ço- cukları Gazi yolunda erime kavuşacak, tır, Edirne meb'usu ŞEREF Milliyet'in Edebi Römanı: 4 İZMİR ÇOCUĞU ç Y azan: Nezihe MUHİDDİN — Peki söyle bakalım... Plânm: | dedi — sonra (ilâve etti —' Bak anlat... Şimdi selâmlık tarafına gi- | bu sana ne güzel yakıştı matmazel! dip onu buraya alıp getiremem ya. | Bu gecenin hatırası olarak bu he- — Pekâlâ getirirsin... Kimseler | diyemi lütfen kabul ediniz. ded Herkes uykuya yatt, — İlâhi çocuk! Ben selâmlrk ta- rafına nasıl gi 7 Selâmlık tarafıma geçmeğe hacet yok ki... — Ya nasıl yapacağız? — Bak dur sana anlatayım... Mabeyin dairesinden selâmlık tara- uzanan büyük beyaz gül sar- ,maşığı yok mu? Mürebbiye katılarak gülüyordu: — Cambazlığım yok maattecs- süf oralara tırmanamam... — Sen tırmanacak değilsin! — Ya kim tırmanacak? — Peyker! on — Peykerin burnunu bu işe so- kamam doğrusu. Sen tehlike ne de- ektir bilmiyorsün galiba? Füruzan hemen boynundaki bir sıra inciyi çıkasıp matmazelin boy- Suzan boynuna takılan incileri okşıyarak: i — Canım böyle hediyelere ne lü- “e var — diye nazlanmak iste- iü > — Bu gece benim en güzel ge- cem Suzancığım bırak beni mes'ut olayım. Mürebbiye talebesini hararetle kucakladı: — Genç kızlığın böyle hisli gece- leri vardır. Seni anlamıyorum zan- netme Füruzancığım. Vallahi içi- me dokunuyorsun... Haydi plânmı söyle yavrucuğum... Elimden ge- leni esirgemiyeceğim. Suzancığım ne iyi kalbin var. Sana nasıl teşekkür edeyim?, Bak şimdi Peykeri çağırırız ona de rim ki.. Kitara çalan sanatkâr mat- mazelin amcasının oğlu imiş. Onu görünce bayılacak gibi oldu. Hay- MİLLİYET SALI 9 EZ — | Kup., İL Öz dilimizle | BEMAR ERE Hele bir yerleşinizde Vani, e ilk taşındığımız gü- nü idi. Köyün imamı ile karşılaş- mıştık, İmam efendi, çok nazikâne bir reveransla bizi selâmladıktarı sonra: — İnşallah, yerleşiniz de bir gün, ziyareti âlinize gelirim... Demişti. Aradan bir kaç gün geç ti. İmam efendiye Kandilli yolunda bir kandilli temenna savurduk: — Bize buyurmadınız ya... Hazret, hafifçe gülümsedi: — İnşallah yerleşiniz de... Bir- gün rahatsız ederim! Haziranı böyle geçirdik. Bir tem- muz sıcağında imam efendi ile tek- rar karşılaşınca, usulen: — Bize buyurmadınız... diyecek oldam. Gene ayni cevap: — Hele bir yerleşiniz de rahat- sız ede:im!.. Nihayet dün, Vaniköyünden, pt- lumızı pırtımızı toplayıp göç eder- hen gene bizim imam efendi karşı» ma çıktı, Taşınacağımızdan haberi olmadı İ ğun bildiğimiçin: — Bize buyurmadınız imam e- fendi... diye takıldım. Onda gene ayni nakarat — Hele bir yerleşiniz dı Fakat bu sefer, sözünü yarıda bıraktım: — Biz bugün İstanbula taşınıyo- TUZ, — Etmeyin canım... Neden bü a- cele? Taşı gediğine koydum: — Efendim, baktık ki, bir türlü yerleşemiyeceğiz! bari, eski yerimi. ze dönelim, dedik! Kulak MİSAFİRİ TEPEBAŞI ŞEHİR TİYATROSTNNA Teterbur Belödiçesi dm Şehir Tüyateosi | gön amy 20 Tablo Yazan F.M. Do Sa Ğİ LI at , ee ça, MANN Eski Fransız Tiyatrosunda 11-10.934 Perşembe günü akşa- mından itibaren saat 20 de YARASA OPERET 3 perde, Besteliyen Yohann Strauss Tercüme eden: Ekrem Raşit, ai yiilliyet ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için LK LK Gelen evrak geri verilmez.— Müddeti geçen nüshalar 10 kuruştur. — Gazete ve matbaaya sit işler için müdiriyete müra enat edilir. Gesetemiz ilânların mev'aliye 1934 TEŞRİNIEV VEL MEZAR Şaziye.sen ğini bilmiyen bir fi, müşfik bir kal- bin var, Ruhundaki bu hassasiyet irade- nin bağlarını gevşetmiş, & kopartmıştır. Bunun için rüzgörların sevkile oradan o- raya uçan kuru bir yaprak gibi sürük- leniyorsun. Seninle evlenmekliğim de bir hikâye, bğir masal gibi bir şeydir: Ben, üç beş kuruşla hayatını zarzor Wi kir bir muallimdim. Bana ebedi saadet- lerden de keyifli ve zevkli muhayyel ge- celerden bahsettin, Beni ikna ederek ha- yatıma karıştı. Çok munis ve samimi görünüyordun. Sonra mazide kalmış, bir daba erişilmesi mümkün olmayan baya- tını ortaya koyarak: — Ben şöyle müreffeh dakikalar 'ya- şadım, böyle ihtişamla gezdim, eğlen- dim, diyerek beni eski hayatımı iadeye mecbur etmeğe başladın. Bu mümkün değildi. Tabidir ki bu yüzden aramızda kavgalar başladı. Senin dimağında cinnetin üohumları mt vardı, yoksa ruhunda insanlara karşı sönmeyen bir kin ve nefreti mi dalgala- mıyordu. Beni çok seviyordun. İşime git- tiğim zamanlar gizlice adım adım arkam- dan takip ediyordum. Bu kıskançlık git gide büyüdü. Hatırlarsın ya... Bazı ak- şamlar eve geç geldiğim zaman kapıyı a- gör açmaz: — Şimdiye kadar nerelerde idin, diye sorardn. İçeri girmek yeminlerden, ik- nalardan sonra mümkün olurdu. Ve bir gün bu kıskançlığın tahammül edilmez bir şekil aldı. Komşu evlerine saklana- rak beni tarassut ve tecessüse başladın. Biliyordum. Beni kıskanan bir kadındın. seven, kıskıman ve bu m buhranlara düşen bir kadınm tehlikeli bir vaziyete girdiğini de pek iyi anlayordum. Ne ya- payım ki kıskançlık mikroplarile dolu olan hasta ruhunu tedavi edecek bir ilâç in eden fa- | bulamıyordum. Iki ay evinevuğramadın. | Beni yalnız odamda, gözyaşları ve kâ- buslar içerisinde biraktın. Barka başka kıyafetlerle oradan oraya dolaştın. Gizli gizli halıkımda tetikikat yaptın. | tarafı şurası ki muhitin hakkımda iyi şe hadetlerini de kabul etmiyordun. Bir fik- ri sabit seni çırpındırıyor, şahlandırıyor: — Arif birini seviyor, büyük aşkıma ibanet ediyor. Düşüncesile gitgide çıl- dırıyordun. Bu yüzden iyi bilmiyordum, belki de namus ve şerefimizi lekeledin. Hakkındaki şüphelerim bu esnalarda kuvvet bulmaya başladı. Iki aydır yu- vasından ayrı kalan bir kadının belki de hususi bir maksadı vardı. Acaba sen i- i bu esnalarda tekrar dirilen letinin sarsıntıları içine mi düş- Beni tecessüs ve tarassut husu- sunda silâhlanmak için b:iki de iffetin. den fedakârl'k ediyordun. Bu şüphelerin bugün d- hakikat olmasına Benim için imkân yoktur; fakat Şaziye işte bu şüp- helerdir ki sana karşı bende müthiş bir ln ve nefret doğurdu. Vazifesinden evi- ne dönen sakin ve namuslu bir erkek ol- duğum halde bana karşı ihanet şüphesi içinde benden bucak bucak | saklarman beni de hasta ve perişan etti. Bir kere kendisinden şüphe edilen lekeli bir adam olmuştum. İkincisi karısı şurada burada | gezen ve onu yakalayıp evine getireme- yen bir âciz ve zelil mevkiine düşmüş- tüm. Artık bu vaziyette sen tekrar evi- verdim. bu kararımı kuvevtlendirdi. Nihayet, nasıl oldu, nasıl ettin bilmem yılan kadın, Uykusuz geçen bir gecenin sabahında dalmıştım ki kapımın hızlı hızlı vurulduğunu duydum. Anlelicele yataktan kalktım, Kapıyı aştım, Karşım amaaan a ka İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Hurik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Fezi | Bütün güzelliği — gençliği ve tatlı sesile RAMON NOVARRO Gençlik — Güzellik ve enfes şarkılar filmi olan ASRİ T filminde herkesi teshir edecektir. ALEBİ r. Filme Fransızca sözlü ve olarak : PATHE dünya havadisleri ve Hanımlar sizin son Paris modaları YARIN AKŞAM MELEK SİNEMASIN Mam VETRO - GOLDWYN - MAYER da seni görünce ayağa kadar titredim. Ben geldim Arif, dedin. — Sen kimsin? dedim. — Ben.. senin karın Şaziye... Avazım çıklığı kadar haykırdım: — Benim karım öldü... Benim sevgi- lim yok. Aşlam ve muhabbetim şüphe- nin mezarlığına gömüldü! Sesim feerin donuk, mavi ziyaları içinde hülyalı gözü- ken meydanlıktaki harap camiin kub- besine, duvarlarma çarparak kırıldı: Sen hınçkırıklar içerisinde: — Beni affet Arif... Kocam, sevgilim beni affet... diye ayaklarımın dibine yat- mış yalvarıyordun. Saçlarından yakala dum, Başım dönmüş, gözlerim kararmış olduğu halde seni yerden yere çarptım. Rastgele tekmeledim. Yarım san sonra gözlerimi açtığım zaman kendimi yatağımda buldum. Sen de yanı başımda yatıyordun. İkimizin de ölmediğimize sevindim. Mel'un kadm seni Ç affetmiştim; fakat bundan sonra artık kafamdaki bu şüphe- ler içinde seni bir dakika yalnız bera- kamaz oldum. Biliyordum ki yanından ayrılsam ayni kıskançlığın sevkile gene giz Ki gizli arkamdan gelecek, muvaffakıyet silâhları için gene şuna buna iltica ede- cek, namuşumu ve şerefimi kıracakıtın. Kafamda hâlâ halledemediğim bir nokta var; Sen deli misin? Sen, herhalde irade- sinin bağları kopmuş bir delisin. Şimdi iş yapamıyoruz. Seneler var ki her daki- ka biribirimizin yüzüne bakarak oturu- yoruz. Evimizi satlık, esyalarımızı sat tık, yedik. Çayırlarda, ağaçlıllarda, de- niz kenarlarında yan eziyoruz. Ne sen, ne de ben çalışmayı düşünmüyoruz. Yalnız yemek ve gezmek... Zaten böyle yapınmsak olmayacak. Biz 2p'cn've kıs- kançlığın ezeli şüphe sağnakları içinde bocalayan zavallılar ikimiz de hastayız. Eğer böyle yapmasak ikimizi de tutup deliler hastahanesine sevkedecekler. Be- reket versin ki biz kendi kendimizi teda- vi ediyoruz. oturduğumuz yer mezarlı- ğa yakın duvarları örümcekli pis bir 0- da... Boş tane gaz sandığından yapılmış karyola üstündeki pis ve yırtık yatakta yatıyoruz. Ben sana bir sabah, iki ay saklanma- dan döndüğün zaman kapımın önünde ne demiştim hatırlayor musun? Benim karım, aşkım ve muhabbetim şüphenin mezarlığına gömüldü, demedim miydi? Emin ol ki Şaziye şimdi sen de ben de ökimiz de ölüyüz. Bizi kıskançlık ve şüp- he öldürmüştür. İnsanlardan uzak, ce- miyet işlerinden uzak, yalnız biribirimi- zin ve kafasında yaşayan biz» lerin ölüp te dirilen bir horllaktan ne farkımız var? içerisinde barımdığımız yı kık, dökük oda da bizim için bir mezar. dan başka medir ki? —ON.— ! Yarın akşam .. ğ Ç İ SÜME | (Eski Artistik) sinema Şarkı kralı HERBERT ER GROH'un tatlı ve rubnrvaz İki emsalsiz komik PAUL KEMP ve THEO LİNG ile beraher temsil ettikl AŞKIN SE! komedi muzikalinde dinliyec FOX JURNAL,.. Bugün, bü akşam ve yarın 89 tinesine kadar MARİE BELL ve ALBERT PR tarafından PRENSESİN ÇILGINLI! Bugünkü progri 184 Khz. İSTANBUL 1621 m. 18,30: Plâk. 19: Mesut Cemil bey çocuklara masal, 19,30: Türk musikil Mehika ve Nedime ünir Narettin bey ve arkadaşi ve borsa haberleri. 2130; Si eri 823 Khx. BUKREŞ, 364 m, Gündüz neşriyatı. (Plâk, kama.) 191 aHberi Khz. PRAG, 470 m, Keman konseri, 19,10: Zi Almanca lar. 23,15 Plâk. 223 Khz. VARŞOVA, 1345 m. 18: Piyano konseri. 18,35: Plâk, 1 sahabe, 19: Ziraat . 18,15: o Popülefi 10,45: vr. 20: Konserin devamı, 20,30: Plâk, 2050: Muhtelif 19,15: Taganni konseri. — Ma Macar halk şarkıları. 2220: Hal Cuz musikisi. — Musahabe, 23,40 resinde opera orkestramt. 233: Khz. LÜKSEMBURG 1304 m. Belçika akşamı, 20440: Radyo Haberler. 21,20: Karışık 21,6: B. Piy. 2300: 841 Kır. BERLİN 357 m. 1906: “Stumflut 1654, — isimli aki Plâk, 20,15: Musahabe. 20/40: Aktüali | Potadamlan seportaj. 22,301 Genç rın eserlerinden komser. Zi: Hab Mozart neşriyatı, 23,50: Dans mu Kir. KONİGSBERG, 201 mi, ayar yarikdarı anlar içim) Zir Günün as j sara hit operetlerden parçalari berler. 23,25; Teknik 23,35: Dane 592 Khz, VİYANA Slm 1850 Piyano konseri, Muhtelif 20,30 Operet musiki prayer meme Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 21,45 Müsahabe Telefon : 4.4887 0618 yi taracıya şu kâğıdı ver derim Pey- | — Aferin sana Peyker! Al şu Füruzan odada yalnız kalmıştı, |mişti, ker bu işi becerir. ; — Sonra etrafa söylemez mi? — Ne haddine... Benden ödü ko- par! — Mademki öyledir... peki öyle- ise, — Ah teşekkürler ederim matma zelciğim. Suzan Peykeri çağırmak için ya- vaşça dışarı Füruzan da genç sanatkâra küçük fransızca bir kâğıt yazdı. Sizi bir lâhza yakmdan görmek ve görüşmek istiyorum. Derhal kü- çük cariye ile beraber geliniz. imza, Sizi locada alkışlayan genç kız. — Peyker sana mühim biriş yaptıracağım. i — Emrediniz (o küçük hanimcei- ğım. : — Dün gece beyaz gül sarmaşı- ğına çıktığın gibi Obu gecede çi aksı, — Allah göstermesin efeml.. — Kız bana karşı mı geliyor. sun? — Ne haddime efem. — Öyle ise çıkacaksın. — Baş üstüne efem. — Ama kimseler duymayacak © — Kediler bile duymaz efem. o — Ama biraz çabuk ol. kâğıdı. O kumral kitaracı yok mu? — Ah! evet efem. — İşte o bizim matmazelin am- cazadesi imiş... Zavallı matmazel onu görünce az daha locada bayı- lacaktı. — Ah zavallı matmazel. — Ya sana da sevap yazılır. İki amcazade biraz konuşacaklar. Sen onu sarmaşıktan indir. Mabeyin ka- pısında matmazel sizi bekliyecek — Orada mı konuşacaklar? — Hayır burada konuşacaklar. — Siz de burada mı olacaksınız? — Gevezelik edip durma! Haydi işine şimdi. — Peki efem! — Peyker! — Efem? — Gel buraya bak sana bir hatı- ra vereceğim. Çekmeceden bir yüzük çıkarıp Peykerin parmağına taktı! — Sen bu yüzüğü beyenirsin de- gil mi? —Haddim mi efem ? — İşte bunu sana yadigâr veriyo- rum. — Allah ömürler versin küçük ğım, » Peyker bie rüzgür gibi'dişanı En adı. Matmazel de küçük balayı Muvaffakıyetine seviniyordu. Hele bir kaç dakika sonra ovu burada, ayni odanın içinde karpı karşıya gö receğini düşündükçe kalbi dışarı fırlayacak gibi çarpıyordu. Ayna. nın karşısına geçti. Yüzü daha pen- beleşmiş, gözleri çok cazip ışıltılar. la parlamıştı. Çok çok güzel oldu. ğunu görüyordu. Dayanamıyarak iğildi ve aynadaki hayalini öptü... Beklediği dakikalar çok uzun geli- yordu... Biraz evvel muvaffak ola- cağına şüphe etmezken ümitsizliğe düşmeğe başlamıştı. Tehlikeden 2i- yade onu göremezse ne yapacağını düşünüyordu. Aradan gene epeyce zaman geç- ti. Kulak verdiği etrafta çıt bile yok tu. Birden hafif bil elle kapısma vu- rulduğunu duyunca sendeledi ve ka pıya doğru yürüdü, Kapı açılmış- tı. Matmazel (© merasimle iğilerek genç sanatkârı içeri soktu ve fran. sızca olarak; — Sizinle görüşmek isteyen pa- şamızın kızı Füruzan hanım, e yavaşça kapıyı çekerek çe i- Genç adam vecd ile ilerliyerek Füruzanm ayaklarının dibine diz çöktü. Bu esrarlı ve süslü haremde bu füsunkâr güzel Türk kızının kar- Füruzan romanlarda öğr gibi bir eda ( takınarak on uzattı. Kumral sanatkâr bu * eli koklar gibi hafifçe öpe — Kölenizim! — diye muf — Böyle güzel bir gece sizi bin bir gece masallarmaki * larm en güzelini gördükteli! uyuyacak kâdar kaba olmsf zannediyorum. Ne güzel uz Prenses?.. — Ben bir prenses değili paşa kızıyım. — Siz prenseslerden dahâ daha asilsiniz... Beyaz sa lünün gölgelerinden bir efsaf liyordum bu gece!.. Hisler yor. İnanır mısınız! Sizi b dum ben... Füruzan bu sözler ka leziz bir sarhoşlukla sallan!” — Teşekkür ederim... Bef nu hissetmesem size kâğıt ya” dım... — Biliyorum. Haremde b