Sanat ve Servet Fransa'da senede bir milyon frank tan fazla gelir üzerinden vergi ve- renler 1932 de dört yüz doksan dört kişi iken 1933 de üç yüz dok- san bire inmiş; zaten bu azalma birkaç seneden beri devam ediyor- muş, Le Figaro'nun fıkracısı Guer- mantes bunu yalnız memleketinin serveti için değil, sanat için de bir felâket sayıyor. Lüzumsuz, sırf gü- zel oldukları için değerli şeyleri, yani sanat eserlerini teşvik edenler onlardan anlayanlar, bilhassa zen- ginlerdir. Yalnız geçinecek kadar para kazananların, bu paranın bir kısmını ressama, şaire, musikişina- sa ayırması kabil olmadığ gibi ek- meğini çıkarmak için didinmeğe mecbur olan kimsenin sanat heyeca nı aramağa pek vakti'de yoktur. Hayat sadece maddi ihtiyaçların mecmuu değildir; fakat bu ibtiyaç- lar, ehemmiyetçe değil, sıraca en önde gelirler, ötekilere ermek için bunları geçmek lâzımdır. Bunun çindir ki en ince zevkli, en hassas kimseleri, maddi ihtiyaçları düşün- miyecek kadar tatmin etmişler a - rasında, yani zenginler, bilhassa çalışmadan servete konmuşlar ara- sında aramak lâzımdır. Zamanımı- zın en meşhur devlet adamlarından biri: “Medeniyet, mümkün olduğu kadar müsavatsızlık yaratmak de - mektir,, derken şüphesiz bunu kas- dediyordu. Böyle düşünüşte insanı isyan et- tren bir zalimlik vardır; servetin birikmesi odaima bir çalışmaya muhtaçtır, halbuki onun temin et- tiği insanca üstünlüklerden istifa- de edenler çalışanlar değil, bilhas- sa çalışmıyanlardır. Çok şükür ki hayat bu nazariyeyi yalancı çıkarı- yor. Vakıa zenginler sanati fakir - lerden, çalışanlardan dah aziyade teşvik edebiliyor, fakat onların be- rağbet görmesini temin et - tiklezi sanatkârlar hemen hemen daima en değersizleri oluyor. Zen- ginler salonlarını hakikaten güzel tablolarla süslemiyor mu? Şüphe - siz onlara da para veriyorlar; fa- kat onları, yapan reşsam yoksulluk içinde öldükten sonra, gidip anti - kacı dükkânmdan alıyorlar, İş bu kadarla da kalmıyor, o güzel usta - işlerinin yanına, modaya uyup, en ecişbücüş resimleri asmaktan da çekinmiyorlar. Her eser, kendi ha- vası içinde güzeldir; çirkin bir tab- lonun yanında en büyük ressamla. de, seyreden üzerinde i gösteremez, daha doğ- rusu gösterememesi lâzımgelir. Bu gün gösterebiliyorsa bu, zamanı - mız insanlarının fikirce terakki et- tiklerini değil, ancak küllü kavra - mak kabiliyetini kaybederek cüz- lerle alâkadar olmak hassasını e - dindikleri içindir. Zaten bir salon- dan öbürüne taşınabilen, herhan - gi bir ışığa arzedilmesi kabil olan, kendi kendine kifayet eden tablo paradoksal bir şeydir; Renaissance de in mimarca düşünen sanat - kârları böyle bir şeye şüphesiz o - muz silkerlerdi. Zamanımızın hay- rı zenginlerden bekliyen zihniyeti böyle perakendeci bir sanat doğur- muştur. Resmin, heykelin nereye konacağı, şiirin kime hitap ettiği, bir musiki parçasının nerede, neyi ifade için çalınacağı belli değil... Hayatla sanat biribirinden o dere- ce ayrı, (Renaissance devrinde de sanat Milliyet'in Edebi Romanı: 13 | F ki ier ve insanar İl Öz dilimizle | ———————— << . Sevgi! Sevgiye inanmıyorsanız, inant - nız, Seven bir kimse, kendinde de- ğildir, ne yaptığını bilmez derlerse vgi, korkakları yiğit- yiğitleri sindirir, nice uslu- ların usunu (1) başından alır, nice düşüncesizleri, çevişli (2) insanlar gibi ağırbaşlı yapar, derlerse “ha- yır!,, demeyiniz. Bir Yahudi, günün birinde, elini kana bulaştırınca: — Bu nasıl iş?.. diye sormayı- niz, Neden elini kana bulaştırdı; nı araştırınız. Seven, bir Yahudi bile olsa sevgi uğrunda kıyal (3) işliyebileceğini unutmayınız. Geçen gün, Tahtakalede, güpe - gündüz, genç bir erkek, yavuklu- sunu vurdu. Buna birçokları şaştılar, — Yahdilere ne oluyor? diyen - ler bulundu. Evet, Yahudiler, çelebi kimseler. dir. Kendi iş, güçlerile uğraşırlar, başkalarına sataşmasını sevmezler, hele adam öldürmekten çok kaçı - nırlar. Fakat işin içine sevgi karıştı mı, Yahudi, Rum, Ermeni, ayrılığı kal- mıyor. Gören gözler, göremez oluyor, düşünen kafalar, düşünemez olu - yor. O kadar düşünemez oluyor ki, on paranın değerini, herkesten iyi bilen bir Yahudi delikanlısı, otuz lira aylığını bırakıyor da, yavuklu- suna yakın olsun diye, yirmi kuruş gündelikle çıraklık etmeyi göze a - dıyor, Yaşayanların sırtını yere getiren iki zorlu Böke (4) var: biri sevgi, öteki ölüm. . . İkisine de inanmamazlık edeme- İz. ik M. SALAHADDIN (1) Us — akıl, (2) Çevişli — tedbirli (3) Kıyal — cinayet. (4) Böke — Pehli- van kârların zenginler için çalıştığını unutmuyorum; fakat o devrin cen- gâver, siyasetçi, bir şehri, hattâ bir devleti temsil eden zengini ile za- manımızın servet sahipleri arasın- da hiç bir benzerlik yoktur. Onlar beldenin hayatına karışan, hükme- den adamlardı; bunlar ise umumi hayatın haricinde yaşıyan fertler - dir. Renaissance zenginlerinin bu- günkü vârisi, devlettir; bu manada © devrin sanatkârları birer devlet- gidir.) Guermantes'ın fıkrasından bah - sedişim onun, bugünün sanat ha; tında en esaslı saydığım noktalar- dan birine dokunduğu içindir. O - nun temsil ettiği zihniyet, ilk ba - kışta zannedileceğinden çok fazla münteşirdir; daha doğrusu asıl hâ- kim olan zihniyet odur. Sana- tin zenginler sayesinde, maddi ihtiyaçlardan kurtulmuş kimse. ler sayesinde (o yaşadığını id. dia etmek, hayat için zumsuzluğunu söylemektir; bugün hemen hemen herkes bu fikirdedir. Neticesi ne oluyor? o Sanat yalnız zenginlerin istiyebileceği bir süs sayılınca, çalışmağa mecbur adam- lar daima ötekilerden fazla oldu- ğu için, umumi hayat çirkinleşiyor, bayağılaşıyor. Narallah ATA ATEŞ BÖCEKLERİ Yazan: Nezihe MUHİDDİN Ve hepsinin üstünden uzanan bü. yük, siyah, kadit ve sovuk temaslı bir pençe!... Necat ellerile tutunmasa kaldı - rımların üzerine yıkılacaktı. Göz- lerini açarak kendini toplamağa çalıştı. Bir daha oraya dönemiye - ceğini anlıyordu. Gene bir boranm hedefsiz, istikametsiz rüzgârlarma tutulmuş bir yaprak parçası gibi yukarı doğru çıkmağa başladı. - Hırs ve ölüm - Sabriye Hanım deli gibi haykı- rarak dışarı fırlıyan oğlunu sokak kapısına kadar arkasından takip | etmişti. Fakat genç adam o kadar | süratle çıkıp kaybolmuştu ki kapı» | dar başını uzatan kadınsağız onun | ne tarafa savuştuğunu bile göreme. | mişti, Açık bırakılan kapıyı örttük. | ten sonra bir müddet şaşkın şaşkın | taşlıkta durakaldı. Ne yapacağını | bilemiyordu. Hasta kocası acaba | birden bire ölmüş mü idi? İçinde | bir haşyet ürperdi. Yukarı mi çık- malr, yokta komşulara mr haber | vermeli idi?.. Merdivenlere doğru mütereddit adımlarla (ilerlerken yukardan ağır bir cismin yuvarlan- masına benziyen bir gürültü, son- ra derin bir uluma aksetti. Kadın bir hamlede (o merdivenleri çıktı. Hasta odasının aralık kapısından içeri bakınca saçları dimdik ayağa kalktı. Şaban Efendi yerde,kapağı açılmış yeşil tahta çekmeceye sa - rılmış olarak uluyordu. Ağzının et- rafmda beyaz köpükler, (gözleri dehşetle dışarı fırlamış mütemadi- yen uluyordu!., Sabriye Hanım, ne ileri ne geri bir adım atmağa muvaffak olamı- yarak bir müddet — hırsla ölümün boğuştuğu bu o korkunç sahneye baktı... Sonra birdenbire makinele- şerek merdivenlerden © kaydı ve cumbaya koştu. Kafesleri yumruk- layarak sep bir sesle haykırdı: — Yetişin Satisi işin dostla, Komşular Bu istimdada © en evvel Niyazi Beyin evi cevap verdi. Kapı açıldı evvelâ gene Hacer fırladı. Genç kız Revi AK LL İeJ Kurt Aramızda korkaklığı ile tanın - mış bir arkadaşa sordük: — Yolda giderken önüne bir as. lan çıksa ne yapardın? — Hiç, dedi,ne yapacağım, oldu ğum yere çökerdim. — Peki, ya aslan seni parçalar. sa... Güldü: — Hiç zannetmem. Aslan, önün- de dizçöküp âmana gelenlere sa - taşmaz! — Ya kurda rastlıyacak olsan, o zaman hapı yutardın değil mi? Başını salladı; — Hiç te değil! Cebimde bir pa- pel varsa, kurtuldum gitti!.. — Kurda rüşvet mi vereceksin? — Hayır canım... Hemen cüzda: nımdan bir kâğıt lira çıkarıp üze rindeki kurt resmini gösterir: “— Aman dostum... derdim, 8e- nin nice zamandır hasretini çeke. rim!.. Baksana, resmini bile cebim- de gezdiriyorum. Bana nasıl kıya caksın ? Güldüler: — Kart, bu kurt masalını dinle. mezse, .. — Dinlemez olur mu? Paranın önünde en azılı kurtlar bile kuzu gibi yumuşarlar yahu!.. mu 24: Mus si. 2435, Düms plâkları. hi Dana musikisi 545 Kr, BUDAPEŞTE, 550 e. Macar şarkıları, 20,504 Üç perdelik 22,35: Akşam 3,464 Polin memurları takrmatnr 904 Küs. HAMBU) : Musahabe. 21,30: vr. — 24: Kahve. (Sistigart) 523 mz isderlachen, İsimli » Zİ,İS Karışık meş lar, 2350 Musahabe, 24 li, 4 Gece marikisinin devamı, İttiha Herik've hayat üzürindisigo Sigortaları halk için Merkezi idaresi : Gal. Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887 Ni Telefon : zaten vazife addettiği hastaya gel- mek için hazırlanmıştı. & Sabriye Hanım komşuları görünce kosup kapıyı açtı. Hiç fasılasız ulumalar- la karşılaşan Hacer sarararak $or- du: — Bu ne hal?.. Necat nerde?.. Sabriye Hanım heyecandan tı - kanarak: — Hasta birdenbire fenalaştı - dedi - Necat çılgın gibi dışarı fırla- dı. Meydanlarda yok!.. Hacerin beyninde birdenbire bir facia yaşadı: — Eyvah!! « diye haykırdı « Sonra karşısında sapsarı ve zan- gır zangır titriyen kadıncağızı gö- rünce sözünü kendi (kendine ta- mamladı: e Mutlaka Necat intihar etmiş- tir!.. Sabriye Hanım içeri girenlere: — Yukarı gelin - diye yalvarı - yordu - Gelin Şaban Efendinin ha- İlini bir görün. Hep beraber yukarı — çıktıkları zaman herkesin ağzından korku, hayret ve elemden örülmüş birer ni- da çıktı. Yeşil çekmetenin kapağını sım- sıkı yakalıyarak iki büklüm eğil » miş uluyan hasta adamın yanina yaklaştılar, Vücudunun her tarafı na birden inme inen iri kalın vü - dı Milli Türk Sigorta Şirketi SEE) e Londra mektuplar: Harbi umumiyi kutluladılar — Landradan — Biz Lausanne'i kutuladıklan beş on gün sonra; işte bunlar da burada, sulhcu görünmek için resmi ve umumi bir şenlik (© yapmamalarıma rağ- men kışlalara verilmiş (emirlerle Harbi umumiye girişin yıldönümü- nü kutluladılar. Bütün askerlerin kışlalarında o günü muhtelif ve e saslı programlarla kutlulaması ev- velden O kararlaştırılmıştı; o gün Hayd Park hatiplerinden fazla kış- la hatipleri konuştular.. Ayni günde, gazetelerden birin- de, “İtalyan milleti bir asker mil- let oluyor,, serlevhalı bir yazı oku- dum; bizim harp edebiyatımızt es- kitmeden heyecanrmızı sokağa dök meden taze ve diri, asil ve meşru bir maksat için : Müdafaa için, sakladığımızı düşünerek göğsüm kabardı... Siyaset ve gazete edebiyatının | bütün sütunlasımı dolduran ve bü tün nutuklarını süsliyen sulh aki: | delerinin en samimi, en dürüst sahi | bi Türk milleti olduğuna bir daha | gilizlerin büyük ve ibi en büyük Tür- ke, Anafartaların o kumandanına “Asil ve mert düşmana,, ithafını yazmalarındaki derin ve | isabetli mânâyı daha derinden kavradım. O gün; nutuklarında ve şenlik- lerinde “Dardanel,,i andılar mı bil- miyorum; yalnız ben, o gün, dost ve asil milletin o büyük hükümet merkezinde bir “Mehmetçik, gibi dolaştım ve her İngiliz askerini “Anzak,, ohatırasmda (gördüğü müstesna insan hamaset ve asaleti- nin hayranı olarak Gaziye gazete- lerimizde neşredilen imalı ve saygı» İı mektubu gönderen neferdir san- dım. Taymisin kıyısına (o bir Türk gibi gittim ve bir defa daha ona seslendim: Ben ne “Ganj,in ne “Nil, in ne “Sen,,in çocuğuyum: Hızını Dardanelde kesenin çocu- guyum. | Behçet KEMAL YENİ NEŞRİYAT Mimar Bu aylık mimari, şehircilik ve tez- yini sanatlar mecmuasının 43 çü sayısı çıkmıştır. Bu sayıda inhisarlar vekâl ti binası projesi müsabakasına iştirik eden ve kazanan projeler ile inşa edil miş binalara ait, ve tezyini (o sanatlar mevzularını ihtiva eden mevzular var- dır. Güzel sanatları sevenlere tavsiye ederiz , Sıhhiye mecmuası Sıhhiye mecmuasının 68 inci nü hası zengin mündericatla intişar et - miştir. Tavsiye ederiz. ırta muameleleri icra eyleriz. müsait şeraiti havidir İatada Ünyon Hanında G007. cudun bütün kuvveti çekmeceni ağzına yapışan ellerinin tekallü- sünde toplanmıştı. Ne tarafa çek- seler vücut bir pelte gibi o tarafa yığılıp kalıyordu. o Buna vağmen toplanan insanların mecmu kuvve- ti çekmeceyi ellerinden kurtarma- ğa muvaffak olamıyordu. Çekme- ce ile onu kavrayan ellerinin ara- sına girmek istedikçe (o ulumalar şiddetleniyor. Tahanrasiil edilmez bir uğultu halini alıyordu. Nihayet hastayı çekmece ile beraber kaldı- rıp yatağa koymağa muvaffak ol - dular. Ulumalar kulakları tahriş ederek devam ediyordu. Niyazi Bey mırıldandı: — Zavallı adam parayı çok se- verdi - dedi - Doktor getirdiler,. Kat'iyyen ü - mit olmadığını £ söyliyerek çıkıp gitti. Ulumalar evin çürük temel- lerini sarsarak, sokaklara taşıyor- du. Kadınlar Sabriye Hanımı en üst kata çıkardılar... Mahalle er - kekleri Şaban Efendinin odasında toplanmışlardı. Hacer fena bir 1. tırabın altında kıvranarak pence - reden pencereye koşuyor, Necatı bekliyordu. Genç adam geciktikçe telâşlanıyor ve evin matemini, meş” um havasını büsbütün karıştırma» mak için sabretmeğe çalışıyordu. ” Şaban Efendinin ihtizarı uzu - Safa, evlenmek çağına geldiği halde annesi ona bir türlü kız be- ğendi emiyordu. Delikanlı sıhhiye memuru idi. Anadoluda bir tek an- nesile kaza kaza, vilâyet vilâyet dolaşırdı. Bursada, Tokatta, Ça - nakkale'de, Zilede,Erbaada kalmış lardı. Bütün buralarda Hafiza Ha- nımın bulduğu ( bir çok kızlarda türlü türlü kusurlar bulmuş, evlen- memekte inat etmişti. Nihayet İzmire gelmişlerdi. Ar- tık annesi oğluna görücü gez- du. Karşıyakada Ikbal isminde sa- nesinin aramasına lüzum göster - meden bir ay içinde istediğini bul- du. Karşıyakada Ikbal isminde sa- rt saçlı, yeşil gözlü dul bir kadınla işi pişirdi; fakat bunu annesine a- çamıyordu. O, belki on beşe ya - kın bâkire kız bulduğu halde ken- disinin böyle dul bir kadını intiha- ın: elbette muvafık bulmıyacak, bu izdivace mâni olacak, oğluna çıkışacaktı. Genç adam, fitili adamakıllı al- muştı, Evvelce içki içmezken şimdi akşam oldu mu annesine: — Anneciğim hele şu üzümsu - yundan biraz içeyim, diye ortaya şişeyi koyuyordu. Hafiza Hanımı Safa, sen ba İzmire geleli baştan çıktın, gibi tarizlerine: — Canım bu mübarek içilmez mi? Halis İzmir üzümünden yapıl- mış, Diye lâtifelerle işi alaya boğa- rak demleniyor, gramofonu kura - rak Karşıyaka dilberine hitap & - den: Siyah ipek mantolu Beyaz beyaz yakalı... Şarkısını bir çok kereler çalarak, Ikbal'in aşkıma, şerefine çekiştiri- yordu. Günler geçtikçe delikanlının aş- kı alevlenmişti. Karşıyaka dilberi Ikbal'le sık sık buluşuyordu. Ka - dın, kurnaz, fettan bir şeydi. Ken- dini naza çekip duruyordu. Hattâ evlenmelerinin İzmir'de kabil ol- mıyacağını, akrabalarının İstanbul da olduğunu, oraya gidip ilânları astırabileceklerini söylüyordu. E - ğer evleneceklerse düğünlerinin o- rada yapılmasını şart koşuyordu. Safa, düşündü, taşmdı. Ne yap- malı idi? Daha İzmire geleli bir ay olmuştu. Öyle kolay kolay tahvili memuriyet kabil olmazdı. Buna mu vaffak olsa bile harcırah alamaz- dı. Nihayet aklına mezuniyet almak geldi. Öyle ya sıhhi bir mazeret or- taya koyarak on beş gün izin alır, gider orada bu müddeti bir on beş gün daha temdit eder, düğünlerini yaptıktan sonra tekrar vazifesi ba- şma dönerdi. Bunun için bacakla- rındaki romatizmadan istifade ede cekti. Arkadaşı olan hükümet dok- toru Salâhattin Beye yalvardı, ya- kardı. Nihayet on beş gün tedavi için rapor aldı. Annesi bir taraftan yol hazırlığı yaparken, diğer taraftan İkbal Ha- nım da hazırlanıyordu. Ve bir gün vapura binerek hareket ettiler. Ge- dikpaşaya, semtlerine geldiklerinin ertesi günü hemen İkbalin Nuros - maniyedeki evine koştu. Ve sevdi- ğini alarak belediye dairesine gi - dip evlenme ilânlarını astırdılar. İki taraf içinde (on beş günü beklemek çok güç geldi. Bu arada yordu. Akşam ezanı okunmuştu, Lâmbaların sönük ışıkları loşluk - lara uzandı. Ibtiyar bir adam ulu - malar arasında cançekişen hastaya kur'an okumağa başladı. Bu feci sahne hiç değişmeden geceyarısı « na doğru ilerlemekte idi. Yukarda- ki kadınlar ağlaşa ağlaşa Sabriye Hanrmı teselliye (| çalışıyorlardı. Birdenbire ses kesildi. Ulumalar dindi. Hazin ve uhrevi kur'an sesi bir müddet daha devam ederek o da sustu. Nihayet ölümün kudreti fani ihtirasa galebe çalmıştı.! Ce- maatin ağzından: — Allah taksiratını düası döküldü - Ölünün mütekallis parmakları a- rasından çekmeceyi zorla alabildi- ler, İçlerinden üç kişi bu yeşil tah- ta kutuyu kapmın önünde Sabriye Hanıma teslim etti ve: Allah bakidekilere ömürler versin! - dediler - Ihtizarı bekliyenler birer birer merdiven ayağında kunduralarını giyerek sessizce çıkıp gittiler... Ö- lü evine kabristanların ebedi 18512» lığı çöktü... Sabriye Hanımı Niyazi Beyin e- vine götürmek için ısrar (ettiler. affetsin! - Fakat kadmcağız: — Kocamm evinde son gecesi... yalnız bırakamam - dedi - nasıl olsa annesi meseleyi dUYER ğı için Safa, Ikbal'le evleneceği”. Hafiza Hanıma söyledi; fakat OMÜ İzmir'de bulduğunu sakladı. Hafiza Hanım bu havadisi ca küplere bindi: —A,. üstüme iyilik sağlık, kadar güzel kızlar dururken Yö; nın kart kadınını ne yapaci Hem Ikbal adı, hizmetçi adı 8) Canım anneciğim, iyi ya 1 ir hizmetçi geliyor demektir. He” evimize İkbalin gelmesi belki 29 nim ikbalimi yükseltir. — Sen bu züğürt tesellisile kit geçir. Her halde sende akil 75” oğlum... Buna rağmen Hafize Hanım lunun Manastırlı diye dam bal Hanımın evine gitti. Müst gelinini gördü. Ve çar nâçâr işe” 21 oldu. Düğün, Gedikpaşa lerinde yapıldı. İkbal, artık İzmi, dönmiyeceğini kocasına söylemi i Safa, annesine karşı rapor tini temdit ettirememek rolünü nuyordu. Bir gün İzmir hükümet tababfi” den bir tezkere aldılar, Izin müf deti bittiği için Safa vazifesi b şma çağırılıyor, gelmediği de azledileceği ihtar ediliyordü Hafize Hanımın etekleri tutsf muştu. Lâkin oğlu ayak direyof” — Ben hastayım, İzmire git! diyordu. 4 Nihayet olan oldu, Safayı işi den çıkardılar. Karşiyaka, dil İkbal Hanımın İzmire gitmemi ) deki sebep orada kırdığı cevizi, 4 kocasına belli etmemek içindi: dın, Safayı hakiki bir aşk ile 4 mişti. Ona, kocasının üç buçuk.” raşluk memuriyeti vezgelirdi. Gi, miş paraları, İzmirde bağları v8 Safaya hakikaten ikbal geli ti. Genç adam bir sene içinde den sonra karısınm (Karşıyak# di beri) isimli şarkının sahibesi aldırmadı. O kadar ki arastra 38” baplarmın: ” i sertm yere gelmez. Diye mânâli, naslı lâkırdılarmı bile bıyık alt” o Ni ; Sinamalarımızda görünecekti”” 12560) Asrın umdesi “MİLLİYET” ©, ABONE ÜCRETLERİ nun kâşaneleri, bankada istif cirlikleri vardı, serveti avucunun içine aldı. Ve met hur faal olduğunu anladıysa © — Safa, sende bu Tkbal dan gülerek dinlemeğe alıştı! Pek yakında gilliye$ 'İ iç” Komşu kadınlar dul kalan 89) kadına arkadaşlık etmek üzer? vi raber kaldılar. Niyazi Bey k” yanına alarak evine döndü. HP, müthiş bir buhran geçiriyordu ir ter istemez babasma itaat etti" kat bir türlü cumbadan ayri yordu. Şaban Efendinin ki titrek ışığın arasında liyen bir hocanın sarığı aralıklarından görünüyordu. baha karşı tek tük geçen Hacerin yüreğini oynatar: lara sapıp kayboluyorlardı.” Gün tamamile ağarmıştı. * lardan geçenler gölgeleşmi bir * i artık, Dönemeci sapanlarda” ki kişi Şaban Efendinin kapı?" le durarak paslı tokmağa ağır P dokundular. Ölü evine giriP lar ziyadeleşti. Nihayet bekçisi teneşiri getiren bir la beraber kapmın iki kana çarak içeri girdiler. Bekçi çıkarak cumbanın altında yan kazanın altını eşelemek gömeldi. Kolunun altında e*ki âbâni bohça ile gelen vii yumu ile konuşuyorlardı. nin her açılıp kapandıkça bU “e g > Vek ölü KİLİ e İD Ğİ 28 öde