Mevzu Sanat eserinde mevzuun ehem- miyeti olmadığı söylenir. Bu iddia- yı tamamile kabul etmek te, büsbü- tün reddetmek te müşküldür. Daha doğrusu bunu kabul veya ret için #evzuun ne demek olduğunu tayin etmek lâzımdır. Karileri, bilhassa şiir ve roman karilerini ikiye ayırmak kabildir: 1 — Ohları, anlatılan vakanm sonunu öğrenmek için okuyanlar. Bu sınıf kari hiç şüphesiz en kala- balık olanıdır. Onlar o indindebir kitap ancak bir kere okunmağa de- Zer; belki aradan çok zaman geçip içindeki vaka unutulduktan sonra tekrar açılıp karıştırılabilir, işte o kadar, Onlar için bir o kütüphane sahibi olmak ancak eşe dosta kar- $ı gösterişe yarayabilecek bir ziy- nettir. Ekseriya kitabı satın al- mazlar, başkalarından isterler ve yahut kira ile alıp okurlar. Onların kitabı sırf boş vakitleri- ni hoşça geçirmek için okudukları iddia olunamaz; çünkü bu bir izah çaresi değildir. Vakit geçirmek için başka eğlenceleri bırakıp ta neden kitap intihap ediyor? Demek ki ki- taba, daha doğrusu (hikâyeye bir kıymet veriyor, ondan bir zevk alı- yor. Bunların şiirde de hikâyeye alâ- ka gösterdiklerini - söyledim; mu- bakkak manzum hikâye aradıkları- nı iddia etmiyorum, fakat bir man- Zumeyi okurken de ahenkten, eda- dan ziyade tasvir edilen ( halete, manzaraya, bulunan teşbihlere, is- tiarelere ehemmiyet verirler. Bu sınıf kariler arasında iki cins insan vardır: a — Okudukları kitapta anlatı. lan noktayı hep kendi hayatları ile mukayese ederek (zevk alanlar. Bunlar hassas ve romanesk kimse- lerdir. Bunların anlatılan vakadan da ziyade kendi kendileri ile alâ- kadar oldukları söylenebilir, Kitap- ta buldukları hisleri, kendilerinin birer inikâsı diye karşılarlar. Öyle zannederler, yani kendilerinin bir takım hisleri duyduklarma, fakat bir türlü ifade edemediklerine, ki- tapları o hislerin ifadesini bulmak için okuduklarına kanidirler. Bitta- bi hakikat bunnu aksidir, yani ken- dikerinde o hisler yoktur; fakat on lar şahsiyetsizlikleri icabı kendile- rine her teklif edileni derhal benim serler. Hassas, romanesk kimseler esasen his sahibi olmayıp etraftan aldıkları, başkalarından öğrendik- leri hislere şiddetle, (fakat geçici bir surette bağlananlardır.Kitabı bunun için severler,çünkü kitap on- lara hisleri hatırlar. Bu sınıf kariler melodramları, sentimental edebi- yatı geçindirenlerdir. b — Onlardan daha ziyade “öbjectivitö,, gösterebilen, yani bir -hikâye ile alâkadar olmak için mu- hakkak onu kendi hayatlarına ka- Fıştırmağa mecbur olmıyanlar. Bun lar hikâyenin daha karışık olması- Mı, bilhassa başka kitaplardakine benzememesini isterler. Bazan bir *tip,, isterler ve onun muhtelif ma- çeralarını takip ederler. Bunlar ser- güzeşt romanlarını, tarihi hikâye- leri, polis romanlarını geçindirirler. Bunlar, hiç şüphesiz ki, hassas ka- riler zümresinden çok yüksektir. Hem bunların arasında birçok â- limler, iş ve sisayet adamları var- dır; meselâ Başvekil Briand polis Kollarını yana, dizlerini ileriye 'doğru bir gerdi, gözlerini yumdu. Bir amsiçin kas katı kesildi. Sinir- leri fazla gerildiği zamanlar böyle olurdu. Sorra birdenbire titreme- ğe, titriyerek olduğu yerde büzül- meğe Her geçen saat ona bir yıl değil, bir saniye bile gelmiyordu. Yarı u- yur yarı uyanıyor bir beyin ve ruh buhranı içinde pencereden giren ilk karanlığı görünce gözleri şinla» dı. — Nasılsm Ali? Dükkândan gelen Efendi ağası- nın bu yumuşak sesli soruşuna: — Biraz iyi oldum, dedi ve ikin- ci bir sorguya meydan vermeden ilâve etti: — Yarm dükkâna gide- rim,. ” — Sabahleyin bir bakarsın, gi- demiyecek gibi olursan yine bura- da kal, Yengen beline zencefilli bal yakısı yapsın. Nuri Efendi akşam namazımı kıl dı. Yüz dirhem rakısını içti. Yeme- Yemiyorsakda çeşni- sine bakalım! Eğe kıyılarımızın en verimli ye. mişi, güzel incirlerimiz parça par- ça derlenip İzmire iletilmeğe baş- lanmış. Ba yal ilk inciri yetiştiren gene Aydın ile Nazilli imiş! İ Yetiştirenler de sağolsun, yollı- yanlar da, yiyenler de!.. İ İncir o yemişlerdendir ki başlı. | başına azıktır (1) on incir aç bir a- damı doyarmağa yeter. Ne yazık, incirlerimizin değerini biz değil, başkaları biliyorlar, Öyle sanırım ki yeryüzünde en az incire düşkün olan biziz. Yemeği eritmek için avuç dolusu | karbonat alırız da yemek üstüne iki tane incir almak, kafamızdan geç- mez. izi satın alan yabancı- İncirleri; lar, bunu bilseler bize şaşarlardı. Hani Nasraddin — hocanın canı | bir gün tatlı istemiş. Satıcıda unu, | balı, yağı bir arada görünce: — Be adam, un var, bal var, yağ var. Ne diye tatlı yapıp yemezsin? diye sormuş. Şimdi bize de incirin değerini bi- len yabancılar: — Bu kadar güzel incirler yetişti riyorsunuz da neden hepsini dışarı gönderiyorsunuz. Birazını da siz ye senize.. diyecek olsa (ne karşılık bulup vereceğiz? İzmirde ilk ağız ü gez (2) altı kuruşa Ohembir kilo bal, hem bir kilo azık, hem de bir kilo yemiş alacaksınız. Daha ne istersiniz? İnciri evlerimizde konuğa (3) komşuya sunmağa, bir türlü alışa- ık. â Halbuki yemişleri bizimkiler m dar olgun ve verimli olmıyan yer- lerde incir, üzüm, badem günleri yapılıyor, Ekmeğe, pastaya, çöreğe | kadar birçok yiyeceklerin içine ü- züm katıyorlar. | İncirlerimi in, üzümlerimizin bize kendilerini sev dirmek için neleri eksik? Yıllar var ki bağırlır durulur: 'ocuklar, gençler, kocalar, incir yiniz! Çünkü...,, Ben burada böyle ğı m, Yalnız diyeceğim ki: Kendi elceğizimizle yet'ştirdi- ğimiz bu güzelim — yetişkenlerden (3) birazı da kendi ğ gitsin. Yemiyorsak bile çeşnisine bakalım.! M. SALÂHATTIN (1) Azık — gıda, (2) Gez — de- fa, (3) Konuk — Misafir, (4) Yetiş ken — mahsul ——— romanlarına bayılırmış, 2 — İkinci sınıf kariler bunların aksi olanlar mıdır? Öyle olsa idi mevzu meselesi kendiliğinden hal- ledilirdi. Onlar şüphesiz ki bilhassa hikâ- yeye ehemmiyet vermezler. le Milliyet'in romanı: 55 olsaydı bazı kitapları, âdeta ezbe- re bilecek bir hâle geldikten sonra da tekrar okumazlardı. O halde yal nız hikâyenin anlatılma tarzına mı ehemmiyet verilir? O da değil; çün kü öyle olsa idi aynı hikâyeyi anla- tan muhtelif kitaplar arasından en ustaca yazılmışını intihap edip onu okur, öbürlerini o bırakırlar. Olan bu değildir: Ayni hikâyeyi anlatan kitapların hepsini birden severek Yazan: AKA GÜNDÜZ ğini yedi. Yatsıyı kılarken karısı bir gügüm su ısıttı, Birer gusl ap- desti ettiler ve uyudular. Onların işiden Sansaros doğruldu. Yatağını dür- dü köşeye dayadı. Yavaşça sofaya çıktı. Efendi ağasının oda kapısına doğru baktı. İçine bir acı doldu. Kendisine bunca haftadır iyilik e- den bu karı kocayı niçin * bırakıp gittiğini düşününce suçsuz olduğu- na hükmetti. Nankör kelimesini bil- miyordu, fakat nankörlüğün mana- sı benliğinde vardı. Ona iyi bakan- ları bıra çirkin olacağını bu duygu ile seziyordu. Ah şu yakası kalkık paltolu hın- zır mubassır! Mutfağa girdi. Yarım ekmekle ie peynir pastırma aldı, çıkın et- Haklı sokak kap: dibindi duruyordu. Kuyruğu oynamıyor ku Jakları dim dik, gözleri Sansaros- ta, hayvan bir şeyler sezmişti. Ve- li nimetini bu sefer kolay kolay ka- | rada gözleri bulanıyor, Erenköy. Erenköyünde bir köşk. Akşam: Kızıl ağaçlar, kızıl duvar- | lar, kızıl bahçeler ve kızıl minare- Minarede güzel sesli bir hoca ak- şam ezaznını okuyor. Akşamları neden tabiatin dekoru kızarırken sular kararır. Akşam, mor, nefti, turuncu, penbe ve kırmızı renklerle karmakarışık bir âlem. Erenköy, Erenköyünde bir köşk. Pancurlarım arkasında iki delikan- It burun buruna vermişler gizli, çok gizli bir şey konuşuyorlar. Onlara sokulalım ve söyleşttikle- rine kulak verelim. Hım bunlar mühim şey konuşu- yorlar. Aşktan bahsediyorlar. “Delikanlılar bu tarmaşıklı pen cerede işiniz ne? Fenarbahçe sta- dımda meşin suratlı topa tekme a- tan arkadaşlarınız gülüyorlar, ko- nuşuyorlar, Siz burada bu saatte, ne somrtmuş oturuyorsunuz deli kanlılar,, diye? bağırmak istedim. İçimden onlara seslenmek geldi. Fakat ne kadar tatlr konuşuyorlar, keyiflerini (o bozmağa kıyamadım. Geliniz vaktiniz varsa biz de sizin- le onların mavallarma kulakları- mızı akort edelim. Dedim ya! Aşktan bahsediyor. lar. Birisi sarışm, öteki esmer zayıf bu iki delikanlıdan © esmer zayıf olanı Vaniköyünün bir yalısında oturan bir genç kıza âşık imiş. De. mindenberi bekliyorum ancak bu kadarını öğrenebildim. Esmer delikanlı melânkolik bir. çocuk. Arkadaşımın kulağına eği- Kp bu sırları tevdi ediyor, Ara «r-« dalıyor, dalıyor. Tam âşık. Berbat, işi bit. miş. Ay esmer zayıf delikanlı cebin- den bir kâğrt çıkardı. Bir zarf için- | de bir mektup. o Kokladı. Ohh!; Bir genç kız mektubu olduğu nasıl belli? Genç kızların bu tuhaf bir âdetidir. Mektuplarma biraz par- füm damlatırlar. Fena bir âdet te değil. o Erkeğin ter kokusundan ——— ———— okudukları olur. Hem ehemmiyetli olan sade an- latma, yazma tarzı olsaydı nihayet bir anlatma, yazma kaidesi koy. mak, yani bir teknik kurmak kabil olurdu. Halbuki sanat eserini yük- selten onu emsalsiz kılan,taklit e- dilmemesini temin eden vasfıdır.O halde sanatkârın şahsiyetinden e- sere akseden halettir. Fakat şahsi- yet bir ferdin görmek, hissetmekte hemcinslerinin görmesine, hisset. nisbetle bir başkalık gös. leğil midir? o Yani bizzat sanatkârın “Mevzuu,, değil mid'r? Bir eserdeki tafsilât bu şahsiye- tin mahsulü değil midir? Sanatkâr bir meselede, bir vakada neye &- hemmiyet veriyor, bir küllün cüzle- rinden hangilerini esaslı addediyor, bunu aramamız tabii değil mi? İşte ikinci sınıfa ayırdığımız ka- riler bilhassa buna ehemmiyet ve- rir, yani eserde müessirin görü- nüşünü, onun dahili mevzuunu a- rar, Mevzu hikâye, vaka demekse sa- nat eserinde hiç bir kıymeti yoktur, Sanatkârın görüş, duyuştarzı, yani dahili mevzuu demekse her şeydir. Nurullah ATA çırmıyacaktı. O ne Haklı da oraya. - Tekrar sofaya dönüp içeriyi ledi. Çıt yoktu. Eriyip bükülmü, ay parçası mutfak bacasınm tepe- sinden yana doğru kayıyordu. Uzakta bir gece Böceği kesik ke- sik çınlıyordu. Sansaros içini Avluya çıkacağı vakit mutfak bacasının tepesinden yana doğru kayan buruşuk ayın donuk ışığını altında ürperdi, Solunda bir insan gölgesi vardı. Sanki ona bakıyor, ne yaptığını kollıyordu. Kendini topladı. Kor- kacak bir şey yoktu. Haklı yanın- da iken hiç bir şeyden korkmazdı. Dikkat edince anladı ki, insan göl- gesi sandığı bu karanlık parçası, Efendi ağasının çiviye astığı cake. tinden başka bir şey değildir. Bi- raz daha baktı, İyice görüyordu. .Cakete doğru yürüdü. Avuçları buz, boğazı kup kuru olmasma ri ağzım iki köşesi nemli elinin parmakları örümceğin ayak- ları gibi açıldı, büküldü, kapandı, gerildi. Etraftan görülmemesine dikkat ederek cakete saldırdı, ön tarafını iki pençesile kavradı. Kısa sivri dişli ağzmı uzattı. Ceketin ö- nündeki üç düğmeden bir tanesi ni çatır çutur kopardı. Kemik par- reye giderse | Haklı | Minle kovalamaca oynıyorum.,, herhalde daha iyi. Okuyorlar: haftadır hiçbir yere © çıkmıyorlar, Burada bu sesiz ve kimsesiz yalı- | nm geniş sofalarında senin haya- Esmer delikanlı, sarışısn delikan kya: — Ne güzel, ne güzel, değil mi?. dedi. Vaniköy, Vaniköyünün bir yalı- sr. Akşam krzıl deniz, kızıl yalı- lar, kızıl vapurlar, kızıl tepeler ve kızıl yalılarda kızıl camlar parl yor. Yalımm önünden (bir sandal geçiyor. Sandalda güzel sesli biri şarkı okuyor. “Bendim geçen ey sevgili san dalla denizden,, Karada sular kararırken deni de sular neden kırmızıdır.? Mor, nefti, taruncu, penbe, kırmızı, renk lerle akşam, karmakarışık bir â- lem. Vaniköy. Vaniköyün bir yalı- sı. Pancurların (ardında iki genç kız başbaşa vermişler. Gizli gizli, ama pek gizli bir şeyler konuşuyor- | lar. Onlara da kulak © verelim mi? | Tabii. Ötekileri dinledik peki Al lah insana niçin iki kulak vermi: Bunları da dinliyeceğiz. Hım bunlar da mühim şey konu- şuyorlar. Aşktan © bahsediyorlar, yalı pencerelerinde gu: ruba karşı aşktan bahsederek me- melül derileşen kızlar! burada iz ne? Bakınız (karşıda Hisar sırtlarında beyaz pilili, kısa etekli genç kızlar tenis — oynıyorlar. Siz böyle somurtmuş — oturuyorsunuz oldu mu bu ya.,, diye onlara ses- İenmek istedim. Fakat öyle derin, öyle tatlı, öyle dalgın konuşuyor- lar, Kıyamadım. Keyiflerini boz- mak istemedim. Gelin bakalım bun lar ne söyleşip duruyorlar. İşiniz yoksa bu akşam da bunları dinliye- lim. Kulaklarınızm dikkatini karşı- ki penbe yalının penceresine diki! iz! niz! Evet! Aşktan bahsediyorlar. Biri sarışin, penbe kız, o öteki saçlı esmer Erenköyünün bir köşkünde oturan esmer zâyım delikanlıdan bahsedi- yor, Kıvırcık saçlı esmer kız da ar- kadaşımı dinliyor. £ Sarışın penbe kız göğsünden buruşuk bir kâğrt çı- kardı. Bir mektup okuyolar. Dik. kat ediniz kelimeleri kaçırmıyalım. “Cemile, öleceğim Cemile. Sen- sizliğe alışamıyorum. Dünyanın or- ta yerinde yapayalnız kalmış gibi ürküyorum. Titriyorum, Gecelerim- de kapkara bir kâbus saltanat sü- rüyor. Kimsesiz , o karanlığın temaâkları beni . boğacak, geberte- cek. Gel Cemile, kurtar beni.,, Sarışın pembe bir kahkaha kopar dı, kıvırcık saçlı esmer kız da gül. een kırılıyordu. Ay bune? Bun- değil. Bunlar şakrak kızlar. Gülüştüler gülüştü- | ler gülüştüler. Okudular gülüştüler, | o ar r. Uzaktan bir sandal geliyordu. 1 çinde iki genç kız var, Penceredekiler kıpırdandılar. — A... Bizimkiler. Sandaldan iki inse ses çınladı. B. Gazi Hz. lerine Ey — Türklüğün —: (Güneş), (ay)ı! Atın yine — Kurultayı — .. Dilimize düzen veren, (Söz derme yolu) gösteren: | — Büyük bilgi ışığ Sen — İlerleme savaşında — (Seni), gördükçe başındı lük) verecek el, ele., Böyle yükzcle, yüksele! Filorinalı Nâzım (İkinci dil kur en tanmmış ve mümtaz edep üs- | tatlarımızdan Filorinalr Nâzım Beyin, | (birinci kurultay)a girerken, — Dol. mabahçe sarayında — kerimesi Şaire | (Meliha) Hanımla birlikte çekilmiş (tarihi resimleri) dir. Bugünkü program | ISTANBUL | 2380: Kahvehane konseri. 175 Khz. MOSKOVA, 1714 m. annili oda musikisi. 1830: Karlordu için 19,30. Mizahi neşriyat 22: Ecnebi it x. MOSKOVA (Stalin) 381 m. seri. Senfenik konser. 22,30: Dama 1, 19: Hava raporu. Karışık konser. 20,30: Konfarana, 20,453 K. Radye orkestra Siyan Franarr akşamr, 21,20: Karışık pl Musahabe. 2205: Örk | konseri 2235: Fransız musikisi. 23: Plâk. ile popüler, 23/46: Dans pliklarr. hi VETANA, 807 20,20» Max Sehönher i inde radye or- kastrasi, 21,30 “Gülen cü, isimindeki radyo piyesi. 21,30 Son haberler, 23,50: Ga ce konseri, (pkk) Ks, ROMA 421 mu İ 210 Senfonik konser, Kiz. ŞIMALİI İTALYAN GRUPU! Zi Müsahaha, 21,39 Müösahabe, 21,45 Thai Masasi opera temsili. l aa EE El diyede kır balosu var. Haydi, bi ri sarışın penbe, öteki kıvırcık saç- İk esmer kızlar, yerlerinden fırladı- lar. On dakik sonra sandalda dört genç kız iskeleye doğru gidiyorlar dı. — Çocuklar sekizi çırmayalım baloya geç kalırız. be on beşi ka- | . niz yollar! İŞLETMESİ Acenteleri :£ Karaköy Köprübaşi Tel. 42352 — Sirkeci Mühürdarzade smmm, Han. Tel 22740 Mersin yolu MERSİN vapuru 19 Ağustos PAZAR 10da Sirkeci rıht mından kalkacak. e, İzmir, K s ,Marmaris, Dalyan, , Kalkan, Kaş, Finike, AB talya, Alanya, Anamur, Mer sin'e. Dönüşte bunlara ilâveten Taşucu, Kuşadası, Gelibolu'ya uğrayacak yalnız Anamur'a uğ" ramıyacaktır. (4858) 5209) — Ayvalık sür'at yolu ANTALYA vapuru 18 Ağus tos CUMARTESİ 17 de Sir keci rıhtımından kalkacak ve Vapur başlarında İzdihama mahal kalmamak üzere biletle - rin hareket günlerinden evvel Karaköy ve Sirkeci acentala- rrmızdan tedarik edilmesi muh * terem yolcuların menfataleri ic3 bmdandır. Tenebası Belediye bahçesinde Kaonbal Beliğ Ba ŞehirTyafsosu e MN. os Yazan Ekrem Refit LE Reşit MM gm yayları yolcular için temla edilmiştir. 5133 Göz Hekimi Dr. Süleyman Şükrü (Böbili) Ankara caddesi No, 60 4638 Gelen evrak geri verilmez — Müddeti Evşen süskalar 10 kuruştur — Gazete v8 matbaaya alt işler işim müdiriyea mez, em mera Makbule ADNAN Telefon : — Cemile Cemile, Bu gece Sua- çasını çiğnedi, çiğnedikçe ağzı kö- pük köpük oldu, avlıdaki ayak yo- luna girdi ve ağzmdaki düğmeyi kuburun geniş ağzma tükürdü. Bu gir tek düğme koparış onu bir gün koşmuş kadar yormuştu. Dizlerine ince uzun kolları sarktı, alt dudağı sarktı, göz leri bulandı, göğsü körükleşti. Ve oraya, kapının yannda o bekliyen Hakim ayakları (dibine çöktü. Dinlenmeğe başladı. Haklı yorgun efendisinin şakak- larında biriken boncuk terleri ya- ladı. Ateş kesilen kemik parmakla- rını, sıska bileklerini yaladı. İkinci Obir gece ği- nin çok yakında (O ötmesi San- sorosu ine (o getirdi. Ka- pmın tahta © damağına doku- nunca açıldı. Kapıyı İmer mi pana yenmiş, cilâlanmış - mal ses çıkarmadan kapı kapandı. Yamrı yumru bir sokak şeklini alan gece yarısı ile başbaşa kaldı. bir yanını Sansoro- sun bir bacağına (— dayamış- O kadar (o baraber (o olmak istiyordu. o Gideceği yeri de- gil, çünkü bir yer bilmiyordu, fa- kat istikameti gündüzden tasarla- luğunda beri hep batıya doğru gitmişti. Şim- geldi ki oralar bu mev- a sim ıssız değildir. Çardaklarda bos çocuk var tancıl; lerde çoluk m br dır. En doğr irem şoseye benziyen ana Ekmek çitin birinden sök tüğü bir ince kazığın ucuna taktı, kazığı omuzladı. Sansarosla Haklı, ayı görünmez» lere kaymış bir karanlığın ortasm- da sesisz sessiz yürüdüler. Epeyce gittiler. Sansaros birdenbire ( durdu ve kafasına bir şamar attı, En mühim bir şey unulmuştu: Elmas çıkınmıl Şose taslağın şurasma burasına kötü müteahhitler ve kayıtsız mü. hendisler tarafından açılmış hari, ci bozuk bir menfezin önünde dur- du. Hendeğe indi ve menfezin bir ağzme sindi. Onu burada şeytan- lar bile göremezdi. Koymundan es- ki bir pazen parçası çıkardı, Hak- İsya uzun uzun koklattr. — Anladın mı Haklı? Haklı bezi kokluyor, kulakları nı dikiyor, kuyruğunu kaskatı tu- tuyordu. Haklının başımı arkada ve uzaklarda kalan yıkık yolu kulü- besine doğru çevirdi. Eti ie oraları Türk Sigorta Şirketi Hurik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada ÜUnyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887 1041 nr gösterdi. imi Ha yavrum Çabuk # 8 Ve bez parçasını bir daha kok” lattı Haklı bir h a a Glee re geriye koşuşmi ğa < başladı. aldersi menfeti” ağzımda iki büklüm oturamadı, 7 ten epeyce yorgundu, önce bass” larını sonra gövdesini sokarak 8 lıktaki sigara gibi menfeze Ekmek du. Menfezin öbür ağzından belli belirsiz bir ışık giriyordu. lnın ağzında top” ,