Saray hekimleri İn. derle | 1 öpkapı müzesi müdür muavini t Bey güzel bir eser neşretti: “imbaşı odası, ilk eczahane, baş kulesi.Bu eser bize bir çok yeni er öğrettiği gibi memleketimiz- 1p tarihini en iyi anlamış olan Galip Ata Beyin de (Hekimba- £) adlı bir tetkikinin neşrine ve- verdi. Galip Ata fendi * enleketimizde bir eşi daha bu- mıyan tıp tarihini üstadıdır ve tarihini ondan iyi ve ümüllü bir »tte kavramış bir mütehassısı- * henüz yetişmemiştir. Fakat te- if olunur ki Galip Ata Beyefen- Şenim neşriyi müteessir ak bazı ufak hatalara düşmüş- Şimdiye kadar bütün neşriya- la olduğu gibi mehaz göstermek 'nketini gösteren üstat, Türk tıp hi bahsinde benim kitaplarım- i başka münleşir eser olmadığı 1 benim yazılarıma da müraca- stmiştir. Her iptidai çalışmada uğu gibi benim de kitaplarım mehaz olmıyan bir sahada ya- nış olduğu için içtinabı kabil ol- yan bazı hataları ihtiva eder ve kadar yazık ki benden sonra riyatta bulunanlar arasında be- 1 neşriyatımı hatalarile birlikte rimriyenler de oldu. Ben saray simleri bahsinde düştüğüm hata- in bir kısmını burada tashih et- k suretile Galip Ata Beyefendi. tarz'ye dahi vermiş olacağım: alip Ata Beyefendi (Osmanlı İişahlarınm saraylarında bulun- zan hekimbaşılık vazifesi Bizans zaratorlarının... Aktuarius rütbe- * pek benzemektedir) diyerek vazifenin Bizanslıları takl't de- k olduğunu ima ediyorlar. Bu tada biraz durmak icap eder. manlı tarihinde hekimbaşı ün- nı icat eden Fatih Sultan Meh- tir; fakat Osmanlı sarayların- daha eski zamanlarda da husu- ekim bulundurulmuştur. Süley- n Çelebi'nin sarayında Hai Pa- elebinin sarayında tabip Kurt iyanlı Sinan, ikinci Murat nandıda Tibrizli Fazlullah... sa- tabibi olmuşlardır. Bu tabipler- a Hacı Paşanın bir çok teliflesi, Şd'un padişahım ölümünü sakla- kta dirayet gösterdiği, Germi- alı Sinanın (Hürname ve Hüs- WE ve Şirin) isimli edebi eserleri “hurdur. Fazlullah ise Timur'un İusunda çalışmış, sonra Osmanlı afına geçmiştir. Osmanlı sara- ıda bunlardan evvel de tabip bu- ıduğuna ve bu tabiplerin harp ydanlarında padişaha refakat iklerine, hattâ Yıldırım ordusu Timur ordusunda bulunan ta- Şelr bulunduğuna dair tarihi ka- lar vardır. Biz, Fatih zamanında tesis olu- a hekimbaşıların mevkiini, Ga- Ata Beyefendinin söyledikleri ;hile (Bizans İmparatorları nez- ide nürhalar, dualar yazan) ve öpöt denilen üfürükçüler mahi- “inde olduğunu zannetmiyoruz. iekim Galip Ata Beyefendi de kimbaşıların memleketin sıhhi #rine karışan, hattâ icabmda ta- >leri imtihan eden kimseler ol- ğunu kaydediyor. Buna hekim- #ıların harpte ordunun sıhhi hiz- “tlerini de tedvir ettiklerini ilâve ebiliriz. i Bize kalırsa Fatih hekimbaşılık ” unsıbını teşkil ederken Bizanslı *ı taklit etmekten ziyade, mevcut | wn makamın vazifesini tayin, tas- i ve tahdit etmekten ibaret bir iş pmuştar. Milliyet'in edebi tefrikası: 11 KANLISIR Birdenbide durdu ve Halim Si- t Beye dönerek sordu: . “ — Beyefendi, siz bu ince, gizli Halim Siret Bey, taharri memu- * Osman Efendiyi, Müddeiumumi avini kadar hayret ve marekla nlemişti; omuzlarını kaldırdı: — Bu kadar senedir bu köşkte ururum, vallahi hiç farkında de- İdim. Şimdi duyuyorum! Müddeiumumi muavini, kolları- açmıştı: — Fakat katil biliyor!. uyor da biliyor? Buraları, İt iyi biliyor.. Katil, bu civ. ş karış, avucunun içi | gibi bilen risi.. Denizden kayıkla veyahut Kürek çekmeği, , belki de motör kul- ımağı bilen birisi. Her şeyi bu dar ince düşünen bir adam, kat'i ortak, arkadaş almaz.. iplerinin bile farkında olmadıkla- gizli geçidi biliyor.. Oradan süzü- in inrin aönema cıkıyor. İncir as Nasıl | > Şunu da kaydetmek lâzımdır ki Fatih hekimbaşılık makamını tesis etmekle hekimlere büyük bir paye vermiş olmadı. Fatihin hekimbaşı- ya verdiği paye onu (Baş lalanm emri altına koymaktan ibaretti. kimlere daha çok hürmet gösteren- ler vardır. Meselâ ikinci Beyazıt, Kazvinli Şah Mehmet tabibi huzu- runa kabul ederken fevkalâde me- K Ax EEE ME SARIMI çok alımır, Bunu yanında hasisliğin bahsi Fakat geçen gün, aramıza bir ya: bancı karıştı. Söz ebesi de birşey. Uluorta söylendi durdu. Nihayet, Mi evirdi, çevirdi, cimriliğe ge- re yal ne on düğüm vurduğunu, fişmekâ- nm on para için on tane yalan söy- MİLLİYET PAZAR 4 MART 1934 Vergili adam., Bi; ıdık vardır. Hasisliği yüzüne vurulmasından bil, etmeyiz. Falancanın şişeyi o dışından ğını, falanın bir düğüm üstü- rasim yaptırmış, onu dört kat yan. | lediğini anlattı, nihayet, birisi sor. bolu ehramı üstüne oturtmuştur ki | du: bu hadise zamanın emsalsiz hür. — Ya sen? metlsrine delâlet ederdi. Bununla beraber asil Türk kanı- — Ah, dedi, keşki para kıymeti- ni bilseydim.. Böyle eli vergili &- nı taşımıyan devşirme çocuklarının | dam olacağıma.. yavaş yavaş yüksek devlet makam- Ben atıldım: larını istilâ etmelerile her devlet — Ay, sen vergili misin? şubesinde başlıyan intizamsızlık — Elbette... y ve nizamsızlıklar ölçüsüz bir tarz- Hasis ahbap gülümsedi: da hüküm sürmeğe © başlayıncıya kadar hekimbaşılık ta vekarmı ve iffetini muhafaza eden bir makam idi. Türk olmıyan unsurların sara- yı ele geçirmeleri neticesinde he- kimbaşılık makamı da bir oyuncak oldu, dördüncü Muradın hekimba- sısı Emir Çelebinin afyonla zehir- lenmesinden sonra bu makam ber- Maruf padişahlardan Deli İbra- him zamanında sekiz ayda sekiz hekimbaşı değişmişti. Cılız padi- şah kadınlara karşı Hergül kadar kuvvetli olmak ve hekimbaşılar- dan kendisine bu kudreti vermele- rini istiyordu; hekimbaşıların bu zamanda vazifesi padişaha macı yapmaktan ibaret kalmıştı. Hekimbaşılar padişah değiştikçe azlolunurlardı, padişahım ölümüne sebep olmakla da itham edilirlerdi. ece: gündüz sar- hoş yaşıyan ikinci Süleymanın sıh- batini korumak için ona içkiyi me- neden tabip Mihalıçlı Hasan Efen- di, padişah istiskadan ölünce bu ö- lüme sebep olmakla itham edilmiş- ti. Süleymanın yerine geçen ikinci Ahmedin hekimbaşısı Seyit Yusuf Efendi ise selefinin uğradığı akı- betten ürkerek padişaha içki tavsi ye ettisfakat bu padişah ta ayni hastalıktan ölünce bu defa da onun yıldızı söndü. Hekimbaşılık mevkiini en çok suiistimal eden birinci Mahmudun hekimbaşısı Hayati zade Mehmet Emin Efendidir ve bu adam büyük bir mürteşidir; memuriyetleri para ile satmakta üstattır ve müftülük payesine bile erişmişti zen- gin ol m e ve di. Baze sonra mbaşılar arasında sayılı mürteşilerden | olan gene Hayati zade Mehmet Sait Efendiyi zikret- memek haksızlık olur. Şu mazlüm, şehit Genç Osmana ne buyurulur? O bile hekimbaşısı olan Mustafa Çelebiyi kendisine iyi (macun) yapamadığı için azlet- miştir. Hele Evliyaullahtan sayı- lan ikinci Osmanın O hekimbaşısı tam zamana lâyık bir adamdı. Çün kü okuyup yazması bile yoktu. Mu- sa isminde olan bu hekimbaşı bir vilâyet hâkimliğile İstanbuldan ay- rıldıktan sonra saraya giren ve zâ- man cerrahlarının (Şeyhülmeşayi- — Sade o değil, ben bile vergi- liyim! Kazanç vergisi, buhran vergisi, müvazene vergi: amele vergisi, emlâk akkar vergisi, veriyorum! Şimdi vergisiz adam kaldı mı? M. SALAHATTİN Bugünkü program ISTANBUL; 8; karnpalaitan nakil. 18: Viyolontel könamri (Edip Bey tarafından.) 18,40: Alatur- ka sar. 20 Ajans haberleri, y VARŞOVA, Miğmm, 1620; H, Goldaz takımı; 17; Lemberg'tent Nsşali maşriyat: 17.304 ii ler. 18,15: Polonya vw s 23,1: Spor ve sikisi. 24: Müsahabe. — Dans m BUDAPEŞTE,Ğİ0 m. 1645: Taganni, 17,30: Könferans, 18: Sahi i plâkları. 19,205 Müsahabe. — 19504 musikisi (Roos), 20,40: Spor haber- 2185; Macar şarkıları. alınan, komser, 2135: ig er ikisi, 10, Haberler. 20,28: 20: “St, Stelan'daki tan sahneler, 19; Haberi Orkestranın devamı Univ: 20,20: Plâk, 20,45: Konfernma, 2i3 Me. Pin İçi taralından teganni. 21,20: Radyo orkestra ». 22: MÜlli neşriyat, 22156 Kadya orkestra, 32,45: Haberler, BRESLAU,3İ6 m. 17: Orkestra. — Mütahaba, 19,05: Balâlây- Dana musiki: ler bulundurdular, fakat son padi- hi) sayılan İbrahim de büyücülük. | sahlar nüshalar, dualar yazan üfü- ten ve rüya tabirciliğinden yetiş. | rükçüler kullandılar. il lık mevkiinin o fena mişti, Biz Galip Ata Beyefendiye, fa- kat, bu son zaman i arı için hak veriyoruz. e İlk Osmanlı” padişahları saraylarında iyi tabip- bir hale girmesinde Yahudi ve ec- nebi hekimlerinin tesiri yok değil. dir. Bunları da yazacağız. Dr. Osman ŞEVKİ Asidozun mânası Bugünlerde sık'sık asidoza dair söz işitilmeğe görülmeğe başladı. Asidoz kelimesini işitince ka nın asitlik hali hatıra gelir. Halbuki sıhhat halinde kan daima alkalen'dir. Hattâ ölüm halindeki zamanın gayri hastalık zamanlarında bile kan al- kalen (kalevi) bulunmak hassasını mu- hafaza eder. lur. Tabii halde iken kanın alkalen ol- ması sulu kısmındaki karbonattan (slobül) dediğimiz komızı höcrele - rindeki sodiyom ve potasiyom tuzla- rından (Emlâh) ileri gelir. Kanın alka- len (kalevi) hassası azaldığı zaman (Protetin) cisminden amonyak teşek- kül eder, Vücut hareketleri yaptığı mız zaman veya höcereler vazifeleri- ni gördükleri vakit asitler hâsıl olur. İşte bahsi geçen Alkalenler bu asitle” rin nesiçler üzerine zarar vermesine rm vücudümüze idrat de karbonlar kadar kolay (oyanma - dıkları malüm olduğundan böyle ta- mamiyle yanmıyan bu yağlı şeyler vü cudümüzü zehirliyen zararlı bir kım asitler hâsıl ederler. Kuvvetten düşmüş kimselerle hastalıktan kallı- mış olanlara kuvvetlenmek için ba- lık yağı, tereyağı, kaymak “ve yağlı şeyleri çokça yedirirleri kalb ki bu yağları tamamiyle vücutte yak mak mümkün olamaz. Bunun için bun- larm yakılmasını kolaylaştırmak üze- re bu gibi yağlarla beraber sebzeler- le tatlılar ve şekerli şeyler verilir ve bunların hasıl ettikleri fazla hararet yağların da yanmasına sebep olur. Yukarda dediğimiz gibi (Asidoz) yediklerimizi lâyikiyle eritip hallede- memek »i kandaki alkalen tuzlar (Emlâh) için yapılacak çok © iş kal - ması da demek olduğunu gösteren halidir. Bu itibarla asidoz hali peyda olduğu vakit yağlı yemekleri büsbü- tün terk ile karbonat ve diğer alkalen tuzlar kullanmalıdır. Alkalen tuzlarının miktarı pek zi - yade azalır ise baş ağrısı gönül bu- lanması gibi nahoş haller ve yemek- ten tiksinmekle beraber iştahaızlıklar görülür, * Böyle bir hal vukuunda kısa bir müddetle hiç bir şey yememek iyi bir tedavi yerine geçer. Büyükada Dr. ŞUKRU Teşekkür Oğlum Avni'nin pek genç yaşında vukubulan hazin irtihalinden dolayı hasıl olan sonsuz kederimize iştirak ederek gerek Ankara'da öenazesin- de bulunmak, gerek İstanbul'da biz- leri bizzat veya tahriren taziyet et- mek lütfunu gösteren zevatı kirama bütün ailemiz namına en derin teşek- kürlerimi arz ederim. Subhi Paşa za- de Sami Bey kızı Seniha Rauf. (13983) ISTANBUL BELEDİYESİ Sehir Tiyatrosu n Bu akşam saat 19,30 da ISTANBUL 0011 EFENDİSİ Yazan Si ib zade İ Ni 5 mart Yumurcak (3 perde) Süreyyapaşa sinemasında Harik Hayat Kaza e ————— Sigortalarmızı Galatada Ünyon Hanmda Kâin ÜNYON SİGORTASINA yaptırmız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olar ÜNYON Kumpaı ma bir kere uğramadan sigorta yaptırmayınız, gi“ Telefon : Beyoğlu 4.4888 Safiye Hanım üç sene evvel kocası öl- müş bir duldu. Yetişmiş “erkek çocuğu ile birlikte Kısıklıda oturuyorlardı. Dul kağmlar kurnaz olur. Derler; fakat bu kurnazlık kadının kendi işi miydi, yoksa oğlunun zekâsı miydi bilmem. Şeref, ev sahipleri ihtiyar Hasan Beyin kızı Hace- ri diyerek kızm da, babasınm da gönüllerini nasıl etmiş ise yapmış ve €- vin tapusunu kendi üzerine çevirtmişti. lede | herkes bu işe şaştı. Asil şaşılacak şoy, bu intikal muamelesinden sonra delikanlının: — Gözleri şaşıdır, çirkindir, tenbeldir. Diyerek Hacerle evlenmekten vaz geçme siydi, Bu işi becerdikten sonra oğ- lunu komisyoncu olarak İstanbuldan u- zaklaştırmış, Anadoluya göndermişti. Mahallede dedikodu almış, yürümüş, her kafadan bir ses çıkmağa başlamıştır — Kadın iki sene kira ile oturdu. Koca evi bedava zaptetti. — Asıl iş Şerefte.. Kıza kendini sev- dirdi, sonra da moruğu kandırdı. — Adam bunamış ayol, Bunak olma» sa hiç boş para vermeden koca evi bağış- lar midi? | Hasan Bey de, kızıda yaptıkları işe | pişman olmuşlardı ama bir kere olan ol- muştu. Artık evi geri almalarına imkân yoktu; çünkü Tapu dairesinde (bin yedi- yüz lirayı tamamen aldık) diye takrir verilmişti. Şimdi, baba, kız sattıkları eve bitişik küçük evde oturuyorlardı. Diğer ev ta- mir ediliyordu. Tamir bitince üç katkı apartıman kiri bir şey oldu. İçine elek- trik almdı, Her kata on beşer liraya ki- racı konuldu. Hasan Beyin akrabaları, komşular hep- si Safiye Hanıma düşman olmuşlar, yap- tığı bu dalaverenin ondan intikamını al- mak için birleşmişlerdi. Tamir edilen e vin saçağının bir miktar kendi evlerinin damıma fazlaca tecavüz (ettiği iddiasile mahkemeye müracaat ettiler. Safiye Hanım mahkemeden celbi alın- ca hemen — İstanbula koştu, Ömer Abit hanımdaki avukat Hüsamettin Beye me- seleyi tafsilâtile anlattı. Avukat, çapkın, sinirli, vesveseli bir adamdı. Bu hallerin- den kinaye olarak arkadaşları ona: — Deli Hüsam, çatlak Hüsam, der- lerdi. Dinlediği bu iş için: ; — Kolay Safiye Hanım kolay, elli ti- rant alırım, dedi. Genç dul, gözlerini süzdü. Baygın bay gn onun yüzüne bakarak: —— “Canım bu iddin meselesi. Sen ka zan da ben yüz veririm! Dedi. Ve gevrek bir kahkaha attı. Kadın gittikten sonra o Hüsam, onun baygın bakışlarını, mütenasip endamını va gevrek kahkahasını ve: — Sen kazan da ben yüz verifim! Sö- zünü düşünmeğe başladı: Bu, (yüz veririm) ne demekti. Yüz li- radan ziyade yüz veririm, yani seni üz“ demek değil mi bildirdi. Tiki gün sonra Safiye Hanım tekrar Hüsamettin Beyin yanma geldi. Dul ka- dın bu sefer yeşil bir rop giymişti. Avu- kat aklınca bunu (Mes'udum) mânâsma — Gerçi evi siz tamir bra mal sahibi mahdumuyuz, çin davayı ilk celsede reddedeceğim. Siz ba» iniz ya, — Yü Kadın, belki düşmanları avukata pa- rayı iki bin lira masraf edip ta- ve Otomobil 1214 Sınemasının ber seansında sa- loaü hinca hinç dolduran (Claude Fasrröre| inşaheâeri ve CHARLES BOYER ile ANNABELLA'nın muazzam ve muhteşem termsili HARP Filmini mutlakı görünür. Bu film 7 Mart Çurşamba akşa- mından itibaren Ankara'da yeni Sinemada gösterilmeğe başlana- caktır. #5 (14005) . o Yilliyet Asrın umdesi “ MİLLİYET ” tir. ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye için Hari, LE vie mir etürdiği evi de elinden © alırlar diye Şlamn ağızma bir parmak bal çalmak is- tedi: — A.. Tabii yüz vereceğim. — Hemen siz mahkemeyi hayırlisile | bir kazanın. kın adama artık iyice kanaat gel kazanıne: yüzü alacak, in eli de bir . engin Ay sonra zengi dul ile evlenecerti, Vi İlk celsede (o müddeinleyhin hanenin mutasarrıfı olmadığı için muhakemenin sükutunu istedi. Bir kaç gün sonra ha- sim tarafından i namına bir celp geldi. Annesi oğlundan mektupla vekâletname istedi; fakat © mahkeme ilk Kadının yüreğine inecekti. Lâkin mahke- meyi kazanınca yüzü alacağından ümidi tam olan avukat hemen davayı temyiz etti. Ve bir taraftan da mahkemeye isti- da vererek bir heyeti fenniye tarafından mahallinde keşif yapılmasını talep etti. Dava Temyizce nakzedilmişti. Yeniden görüldü, Heyetin verdiği rapor tetkik 6- dildi hanımın tamir ettirdiği saçak hanenin kurulduğu arazi- nin mesahasını tecavüz etmediği neticesi- ne varılarak müddeinin talebinin reddine karar verildi. Safiye Hanım sevinmiş, düşmanları alt olmuştu. Buna müekkilesi kadar Hü- samettin Bey de sevinmişti. Kadın, he- men bankaya giderek olli hira aldı ve uk- şam üzeri avukata türdü. Paradan ziyade sevdiğinden iltifat bekliyen vekil şaşırmıştı; Kadının sırtındaki al roba ba- İstedi Beriki, işi alaya vurmak — Sizde amma yaptmız. İşte sizin a- sıl istediğinizi veriyorum. Bu kadar ba- sit bir iş İçin yüz lira olur mu ya.. — Ben hakkımdan vaz Mi ise yilin: Yam olim Jörlelmesi de vahatsız edeyimde elli | daha veriniz Beriki düşünü p Safiye Hanım çıktıktan sonra bir kahve ısmarladı. Kadının brkanyağlş al robu hatırlıyarak kendi kendine: — Hık mrle ama, o yan cebime koy. Allar giymiş. bu beni al demektir. Birde bana deli derler. Bak neler beceriyorum. Ertesi gün muayyen © saatte İraş ol- muş, ve kendisine çeki düzem vermiş bir halde genç dulun evine gitti. Kapıyı orta kattaki kiracılar açmışlardı. Safiye Hanı mun üst katta O oturduğunu söylediler. Hüsamettin Bey otuz ayak merdiven çaktı; fakat kapı kilitliydi. Ve yerde kan- gal yapılmış kalın bir ip duruyordu. Ve- kil bey kilitli kapıya, yerdeki ipe bakarak yarım saat bekeldiz — Hiç bu kadında bu davaya yüz lira verecek göz var mı? o Beni deli Yazan: Mahmut YESARİ Zaçlarını da tanıyor ve mevkie en hâkim olanını seçiyor.. Tek kurşun- la şikârıne avladıktan sonra ağaç- tan atlıyor, geldiği yoldan dönüyor ve denize ror.. Nereye? Orası Eğ Avn, mevsimlere ve ay- : ğuşu, yükselişi, batısı, ayni zamanda mıdır? ii; bari Zuşlar, yükselişler ve © batışların görünüş zaman, ika ve saniye- leri her mevkie göre bir midir? Vak'a yerinde, ayın ğunu, kaçta yükseldiğini bilmek lâ. ım... Elinde tuttuğu kâğıdı, sinirli si- nirli sallıyordu: — Tezkere ile saat tayin ederek çağırıyor! Kafamın içinde bir ışık yandı: — Nasıl tezkere beyefendi? Müddeiumumi muavini, alâka- dar oluşuma hayret etmiş gibi: Müddeiumumi soruyordu: ce, seni dokuzla dokuz buçuk ara- lübe harbesinin olduğu yerde bekli- yorum. Muhakkak gel. Yoksa roza» ve mevki.. Maktül bu tezkereyi ne- kere aldığını mi var, doktor bey? — Evet.. Tezkereyi bir göreyim. Müddeiumumi muayininden tez- kereyi aldım, okudum: “Ce soir entre 9 heüres et 9 hei- res et demie Je t attends devant la buttedu Jardin, cöt& mer,, Viens absalument. Si non Gare au scan- dale!, Bu — Bundan ne anladınız? “Bu ge- b behoile olani tilki bi let çıkar!,, Tayin o edilen saat've mevki, cinayetin ika edildiği saat zaman aldı? Bunu anlamalı. Ğ Küğıdı, müddeiumumiye iade et- m3 — Bu gece aldı. Müddeiumumi, gözlerini bana dikmişti: — Nasıl? Maktülün bu tezkereyi | aldığından haberiniz var mı? —Hayır, beyefendi, bu tezkere- yi aldığından haberim yok. Bir tez- biliyorum. — Ne vakit ? Anlattım. Müddeiumumi, dirsek- nesinde esi mü bitirince 801 — Bu hizmetçi o kızdan başka, köşkte erkek veya kadın hizmetçi var mı? Halim Siret, rengi uçuk dudak- ları titriyerek cevap verdi: Bahçavanımız da vardı ama; sılaya gitti. — Lütfen hizmetçiyi emreder, mısınız? Halim Siret Bey, kalkmağa dav- ranmıştı. Avukat Şerif Baki, he- men yerinden fırladı: — Siz oturun, ben çağırın. Biraz sonra Şerif Baki, hizmet- çi ile birlikte girmişti. Hi kudan sapsarı kesilmişti; ti tiriye ilerledi, Şerif Baki, Haticeye müddeiumumi muavinini gösterdi: — Beyefendinin bütün sordukla- rma doğru cevap vereceksin. Titi- reyecek, korkacak bir şey yok.. Hizmetçi kız, başını salladı: — Peki, beyefendi. Müddeiumumi, Haticeye sorma- ğa başlamıştı: — Sırrı Beyi, mektupla, tezkere ile, yahut bir adam göndererek fi- lân, arayan soran olur midi? — Pek soran olmazdı. ara sıra arayanlar 0- luyordu? — Evet, olurdu. — Kimler meselâ? Hizmetçi kız, tutuk tutuk: — Hepsini tanımam, isimlerini falan bilmem ki.. o Komşulardan, köşke gelip gidenlerden... — Ne zamandan beri bu köşkte hizmetçilik ediyorsun? — Bir aydanbet Müddeiumumi, içük tezkereyi is — Bu gece, Sırrı Beye böyle bir kâğıt getirdin değil mi? — Evet, beyefendi. — Sana bu kâğıdı kim verdi. — Küçük bir'gonuk; Birak, git ti, ” — Bir şey söylemedi mi? ğümler gibi büküyür, kıvırıyordu: — Saat yedi, yedi buçuk vardı. Yemekleri hazırlıyordum, mutpak kapısı vuruldu. — Mutpak, evden ayri mıdır? — Eve bitişiktir; hem içeriye, hem de bahçeye £ açılaniki kapısı vardır. — Bahçeye açılan kapı, köşkten görünür mü? — Hayır, görünmez. Kapıya vurulunca ne yaptın? — Nasıl bir çocuk? Hizmetçi kız, hatırlamak istiyor- muş gibi yüzünü buruşturmuştu! — Karanlıkta yüzünü, (gözünü göremedim. Başı o açık, ayakları $ıplak bir çocuktu işte. — Kaç yaşında kadar vardı? — Ali yedi yaşında var yoktu. Bir kâğıt uzattı: Damat Beye vere- ceksin! dedi. Döndü, koşa koşa gitti, Müddeiumumi, hizmetçi kızın yüzüne dikkatle bakıyordu: — Peki... Bu köşke (o kapı! bir ay oluyor, dedin. o Burası, köY sayılır. Bir ayın içinde köyün hak kını az çok öğrenmişsindir. Bu, £€“ len çocuğun şeklinden, sesinden ol” sun, tanıyamadın mı? . Şekli, hali gözünü ısırmadı 1 ei kulağına, ek mi yabancı geldi 2 Haticenin Va alnı burus” mi ları çatılmıştı: p- ni mi o çocukları bana demeyin de, kime derseniz yin. Ellerinden çektiği mi, bir be (Bitmedi)