daki kanmati kavvet Belki pek az kimsenin eserine hay- ran olduğum içindir, bende hayranlık hassasının bulunmadığını sanırlar. Bu faziletten mahrum Damme) yatla uğraşması kadar insanın içi gam çöktüren hiç bir şey yoktur. Üy- le yukarıdan bir hâl takmarak beğen- mek, kusurlara göz yumar gibi gözük- mek, arka srvazlar gibi sözler mek demiyorum; bu, karşısmdakine hiç bir hayrı dokunmadan münekkidi öldüren bir şeydir. Sanatte güzellik bir mucizedir, bi- ze birdenbire kendini gösteriverir. O- nu hissedince, kalpelrine İsa'nın yıl- drzt doğan üç melik gibi, bize artık sa Bunlara bir şair daha ilâve edece- ize demiyorum; fakat hayranlıkla o- uduğum manzumelere bir tane da- b katıldı: Mustafa Seyit Beyin “Sutü- ven” i Elime geçen her mecmuayı, her ga- Zeteyi karıştırmağı severim. Anadolu gazetelerinin çoğunda şüirler, edebi- yat makaleleri vardır, o bunlara göz gezdiririm, Ekserisi, bir iki | satırın- dan fazlasının okunmasına lüzum ol- mıyan şeylerdir, bazılarından istifade ettim. Fakat Balıkesir'de çıkan Sa- vaş'ın 25. 1. 1934 tarihli nüshasma böyle göz gezdirirken birdenbire, ses- nelerden beri aradığım, - beklediğim bir şeyle karşılaşmışım (gibi bir bis duydum. “Sutüven,, güzel mısralarla başlıyor, belki lâalettayin güzellikte i d ,Şirin elindesin bugün. . Bunda insanı sarsan, gözlerini açtıran bir haşmet var: şair bize (o “ode"un, yani lirik şiirin en yüksek nevinin ka- pılarmı açıveriyor. O mısrala, kekeli- yen, mızmiz bir şiir âleminden ayrılıp klasik şörlerin diyarma gidiyoruz. Ak kımıza Pindaros geliyor. Onu söyliyen iliyor ve kendin- de hissediyor: ber seyı canlandıran, zihinlere hakkeden, her şeyin aslı ve san oğlunu bir ilâh kılan ke- Asırlarm arasından Nefi'nin “Nitekim abı - hayatı suhani Baki'dir — Haşredek zinde kılan namı Süley- man hanı” beytine ses veriyor. Mustafa Seyit Beyin kim olduğunu bilmiyorum; şiirini okuduğum gün o- nu şöyle uzaktan tanıyan biri bir genç olduğunu söyledi. Bu genç her hâlde birçok şeyler biliyor; bunu manzume- sizdeki, sihhatinden şüphe edilebile- cek, mitologia ve tarih malümatından gözlerim kamaşarak © söylemiyorum. Fakat bu “ode” edası insana kendili- ğinden gelemez. Bütün şiirde kendi. sinden emin, yaptığını bilen, ilhamına da, dile de hâkim bir adamın sesi var. Mükemmeli, hem de klassik mükem- meli istihdaf ediyor; © sadece isimler zikretmekten kaçmıyor. Bu tehlike ile mi çünkü böyle tarihi isim- leri sıralamak malümatfüruşluğa, tat- sızlığa çabucak düşüverir. — Halbuki Mustafa Seyit Bey, bindiği bindiği kanatlı şiir atını idare etmeği biliyor, onu, O sarp yolda, daima yükseltiyor, “Burda ge- zerdi Keykubat, — Burda Mihridat, — Burda içerdi Antuvan,” “Sutüven” il ile çeken bir tamamile “savant” bir şiir. Asıl muci- ze de böyle olmasında: tabiatin kar. şında insan olduğunu © unutmuyor, karine bilgisi ile iftihar ediyor, o- nunla da ileceğini onun karşısında bugünkü #airlerimizin çoğu, köy şarkısı söyle meğe kalkarlar ve yavan olduğu için “tabi”, «samimi». sandıkları sudan gusralar söylerlerdi. Mustafa Seyit Ba kere bunu yapmadığı için bir Yazan : Stefan Zweig A4 Hararetim olmak pek muh! k di; çünkü şakaklarımn hız! yen Yurdağımu ben de Sai arada sırada gözlerimin önünden bir yangının yaklaştığını gösteren mavi gölgeler geçiyordu. Hatırı. mı sormak için buraya kadar gel mesinden dolayı kendisine teşek- kür etmekle beraber hiç bir şeyim olmadığını söyledim. Hakikatte ağzımdan çıkan her söz dudakları mı yakıyordu. Elimden gelse ©- nun bu lüzumsuz alâkasına bir tek- mek vuracaktım. Fakat ne çare ki e bir türlü gitmiyor ve muttasıl ko- | nuşuyordu. Bir aralık çantasmdan | bir kolonya şişesi çıkardı, kendi | elile şakaklarıma sürerek alnımın ateşini azaltmak ben dakikaları sayıyordum. Aklım fikrim hep o genç adamda idi. Bu işkence verici itinalardan kurtul- mak için bir bahane © arıyordum. Benim telâşım arttıkça onun da en- dişesi çoğalıyor, hastalığım hakkın buluyordu. avni Yeni bir Sai | istedi. Halbuki | kal, ses sonunda bir dua fesıltısi Şirini eski günlerin, Söyle köpük kanatlı Su. Bu manzumede her şey güzel mi? hiç bir kusur yok mu7 Aranırsa elbet- te bulunur. “Saldırırdı hep”, "kaldırır dı hep”, “söyle fakat” gibi şeyler hiç değil hatırı abielceğini sanı- ; çünkü bi manzume mü- İsemellik: kerosini ve kabilişetisi ha- ber veriyor. Her ne olursa olsun, “Sutüven” çole- tan beri misline hiç bir genç şairde tesadüf edemediğimiz bir manzume; Fransızların il meselâ Ma- Iherbe'i hatırlatan ilk “ode.” «Sutüven: manzumesini, hayranlık- la okuduğum şiirler arasına katmakla y- lemiştini; çünkü Balıkesir Halkevi'nin çıkardığı Kaynak iyimi (Sa- yı 10 11) iki manzumesi böyle değil. Mustafaf Seyit Bey dik- ya A e — meğe, o manzumesi ile giriştiği taal hüdü tutmağa Narallak ATA SUTÜVEN Mühat Kemal Beye Bir kayadan duman duman, On iki metre atlıyan, Dağ kokusile yüklü Su! Boşinğn fırlayınca: saç, Düştüğü yerde üç kulaç, Mavi Su! ak köpüklü Sul Şirin elindesin bugün. . « Eski masalların bütün Çanlanacak birer birer: ir da bir zaman, Şair, ilâbe, kahraman, Şirini burda içtiler. Hepsi tapardı rengine, Raslamamıştı dengine Hiç biri mor Tesalya'da; Öyle Füsunludur (bu Şiri ludur Homer, Çünkü senindir İliada. Eski, uzun zamanların, Tığ gibi kalıramanların Türküsüdür yanık sesin. Dağda hayat uyandıran, Taşları duygulandıran Örgülü bir ilâhesin. Afrodit olmadan ilâh, Dağdan i Burda çıkardı örtüden, Kimseye gösterilmiyen Gerdan, göğsü, kalçası. vi mermerin, köpüklerin, Kurt gibi saldırırdı hep; ae belli etmeden, Hırsla kucakladıkça sen, Göğsünü kaldırırdı Ge Söyle iiğim masal değil: Atları kahraman Aşil Burda salardı bir zaman. gezerdi Keykubal Burda kecerdi Müheidat,” Burda içerdi Antuvan, Gö l batarsa Özle demler eş” Terçüme eden: İsmail MUŞTAK girip yatmağa beni mecbur etmek için sert bir tavır takınmağa bile Bir aralık gözüm otelin salonun- daki asma saate ilişti: Yediyi yir- mi geçiyordu. Tren yedi buçukta edecekti. Ümitsizliğin ver- diği sert bir lâkayitlikle elimi uzat- tum, sadece: — Allah ısmarladık, artık git im ve önünden geçerek arkama iri meden, otelin ömre ve düm. Hizmetçiler hayretle yin bakıyorlardı. Sokağa fırladım, is- tasyona doğru koşmağa başladım. İstasyona girer girmez otel me- murunun ellerile yaptığı işaretten trenin hareketine pek az kaldığı- nı anlamıştım. Nereye bastığımı bil miyerek peruna açılan parmaklığa atıldım. Bir memur yolumu kesti: Meğer bilet almağı unu Ben bur Jandarma, maznunu, — istintak hâkiminin kapısından içeriye itti. Müstantik Celâl Bey başını dosya- ların arasından kaldırdı ve dikkat- ralı değildi. Saçı, sakalı bi karışmış, hayvan suratlı, kıllı kalın enseli, başı ter ve toprak kokan birisi Sırtında rengi uç muş, yamalı bir caket vardı. Ayağı- na da pantalon diye bir şeyler giy- mişti, Başını eğmişti, gözleri uçları patlamış ayakkabılarma bakıyor- du. İstintak hâkimi isticvapi ladr. Suçlunun alelâsul hü anladıktan sonra sordu: — Şunu tanır mısın? “Şunu,, dediği sarı madeni to- kalı eski bir siyah cüzdandı. Ve Ce- lâl Bey masasının üzerinden aldı- ğı bu cüzdanı korkunç (o adamın burnuna kadar sokmuştu. Maznun gösterilen şeye dikkat- le baktı ve nihayet kisaca: — Evet, dedi. İstintak hâkimi o zaman geniş bir ferahlıkla koltuğunun arkasına doğru yayıldı. Demek ki suçlu cür- münü itiraf edecekti. Celâl Bey doğruldu. Kâtibe em- Şu zaptı okuyunuz. .*. Zapta göre yersiz yurtsuz takı- mından 42 yaşlarında Kabakulak Ahmet jandarmalar tarafından ev- velâ serserilikle tevkif (o edilmişti. Sonra üzerinde çıkan sarı madeni tokal yah kadın cüzdanm- iki yüz lira para, yüzde üç faizli bazı tahvilât, bir tütün taba- kası, yarısı yenmiş bir elma, kır- mızı lekeli pis bir mendil bulunun ca, bittabi şüphe hasıl olmuş ve Kabakulak Ahmet muhafaza altı. na alınarak tahkikata başlanmıştı. O vakte kadar karakola hiç bir ci- nayet haberi gelmemiş olmakla be- raber, jandarma hemen tahkikata girişmişti. Çok geçmeden civar köşklerden birinde Meziyet Hanım isrinde ihtiyarca bir kadının öldü- rülmüş em” haber alınmıştı. Bü- ü : Kabakulak Ahmedin ünekinde temerküz ediyordu. parı dolu çantanm bu kadına olması yüzde yüz ihtimal dahilin. de idi. İstintak hâkimi dedi ki: — İşittinmi Kabâkulak? Şahit- lerin ifadesi de böyle.. Bu siyak çantanın meziyet Hanıma ait ol- duğu şahitlerin şehadetlerile de sa- bit oldu. Ne diyeceksin bakalım? Kabakulak Ahmet sanki kendi- sine sual sorulmuyormuş gibi, sa- ğur ve dilsiz başını önüne eğmiş, uçları patlamış ayakkabılarına ba- kıyordu. Müstantik devam etti: — Şimdi de böyle bir usül bul Bizleri başka görme sen, Hüsnü hüdâ kadar seven Gönlü temiz adaimlarız. İçi Mustafa SEYİT (Savaş, 25 <1 - 1934) (1) Economic: bir küllün muhtelif parçaları arasındaki ahenk, tenasüp. Kaba kulak Ahmet dunuz, dedi, sual sırası gelince, di- linizi kısarsınız. Ama sana st yeyim ki, biz insanı Ibül gi söyletmesini de biliriz. Şimdi şa- hitleri dinle bakalım da, onların dediklerine gene susacak mısın? Müstantık mübaşire emretti: — Mehmet Beyi çağırınız. Dışarıda iki üç şahit bekliyor- du. Bunlardan Mehmet Bey olduğu anlaşılan zat, şapkasını çıkararak içeriye girdi- Celâl Bey gelen şahidi de yuka- rıdan aşağıya süzdü. Gayet iyi gi- yinmiş, insana emniyet telkin eden tavırda bir adamdı. teyzeniz Meziyet Hanımı öldür. mekten maznun bulunuyor. Üze- rinde teyzenize ait olduğu anlaşı- lan bir çanta ve bir takım tahviller bulundu. Siz sık sık teyzenizi gör- meğe gittiğiniz için hiç şüphesiz bu mühim noktada adliyeyi tenvir edebilecek vaziyette bulunuyorsu- nuz. Müstantık sustu ve elini uzata- rak dosyaların arasından © siyah erden çıkardı: Biraz yaklaşınız, dedi. elemi kama eği çantaya uzattı. Bu sırada maznun: — Höküm Bey, ben öldürmedim. Ez bu çantayı yolda buldum, de- yi oluyordu? o Maznun birden ire ağır bir kâbustan çıkıyor gibi idi. Acaba aleyhindeki ittihamın ne kadar ağır olduğunu yavaş ya- vaş anlamağa başlamış mıydı? — Vallahi yemin ediyorum, öl düren ben değilim. Maznunun sesi gittikçe yükseli yordu. Şahit Ali Bey de bir taraf- tan elindeki çantayı çeviriyor, çe- viriyor, çeviriyordu. Solğun yüzün de düşünceli bir hal vardı. verdi: — Evet, dedi, bu çanta, teyze- min çantasıdır. — Emin misiniz? — Nasıl olmam Müstantik Bey? Kaç defa elinde gördüm, — Yalan, dedi, bu adam yalan söyliyor. Ali Bey, böyle bir ittiham kar- şısında muhakkirane maznuna Artık mesele anlaşılıyordu. En mühim şahit teyzesine ait çantayı tanımıştı. Fakat maznun kendi kendine mütemadiyen söyleniyor- du: — Yalan, yalan,. Bu adam ya» lan söyliyor. O zaman müstantik yemin tek- lif etti, Ali Bey bu kli kar kiye da sarardı ve O zaman hiç beklenilmiyen bir hâdise oldu. Saçı sakalı birbirine karışmış adam, elinin bir hareke- ti ile başındaki prokayı ve yüzün deki takma sakalı çıkardı. Gü- lümseyerek mek ime baktı: — Siz teyze çantasını si- yah olduğunu Dn öyledinin beyefen. di, fakat pekâlâ biliyorsunuz teyzenizin çantası siyah değil, kır mızıdır. Ve ilâve etti: — Siz beni tanımazsınız. Ben sivil memurum. Teyzenizi parası na tamaan öldürdüğünüze kati Nihayet birdenbire kararını Merkezi idaresi : Tel Beyoğlu Hilâllahmer “Alemdar nahiye kongresi Hilâliahmer Alemdar nahiye şube- si kongresi dün saat 145 ta şubenin merkezi olan Çağaloğlundaki Hilâliah mer Cemiyeti İstanbul merkezinde ya- pılmıştır. Kongreye Hilâliahmer reisi Ali Pa- şa, Cümhuriyet Halk Fırkası Alemdar nahiye reisi dakter Ali Rıza Bey Hi- Miliahmer Eminönü kazası heyeti ida- resinden Şinasi, Necip Beylerle diğer ze vat ve bir çok hanrmefendilerle Hima- yeistfal Cemiyeti Alemdar nahiye reisi Mahfuza İbrahim hanım © ve fırkanm semt ocak reisleri, Hilâliahmer Cemiye- ti Alemdar mahalle teşkilât reislerile Eminönü kazası merkez nahiye müdü- rü Abdullah ve Alemdar nahiye müdü- pe namına Adnan beyler bulunmuşlar- ir. Kongreyi Hilâliahmer Cemiyeti A- lemdar nahiye şube reisi Sabit Bey aç“ mış ve azalara teşekkür ettikten 80 kongre riyasetine Hilâliahmer Cemi ti İstanbul merkez reisi doktor Ali Pa- şa, ve kitipliğe de Binbirdirek ocağın- dan Hafız İbrahim bey intihap edilmiş tir. Ali Paşa söylediği bir nutukta Hilâ- liahmerin tarihçesinden bahsetmiştir. Bilâhara nahiye reisi Sabit Bey gur benin bir senelik faaliyet raporunu ©- kumuş, ve bu rapor alkışlarla kabul €- dilmiştir. sonra be 1 ençümeninin yapma karan ve heyeti idare ibra edilmiştir. Bütçe de okunarak kabul e- dilmiştir, Asalar srssmda bazıları söz alarak bazı dileklerde bulunmuşlardır. Bunlar meyanında azadan Şinasi Boy Hilâli- shmerin bayramlarda çıkan gazetede ce miyetin senelik faaliyet raporlarının konulmasmı teklif etmiş ve bazı hayır sahipleri tarafından yapılan büyük te- berrülerin gazete sütunlarında hiç gö- rünmiyecek derecede ufak harflerle ya- zıldığından bahsederek şikâyetlerde bu ve limonata ikram edilmiştir. Yeni heyeti idare intihabatına geçi- İerek çekilen kur'a neticesinde Fener nahiye müdürü Sabit, Halkevi idare me- muru Bürhan, Kahveciler Cemiyeti rei- si Celâl, Fuat ve Şeref Beyler intihap edilmişlerdir. Kongre saat 16 da niha- yet bulmuştur. Samatya Himayeietfal kongresi Samatya Himayeietfal nahiye kon- gresi evvelki gece yapılmıştır. Aksaray fırka nahiye reisi Ahmet Hamdi Beyin riyaseti altında yapılan bu kongrede bilhassa bu muhitte bir kreş tesisine karar verilmiştir. Yeni idare heyeti ekserisi muallim- lerden mürekkep olmak üzere teşkil e- dilmiştir. —————5 emen vardı, yalnız bunu is- tintak hâkiminin huzurunda isbat etmek lâzımdı. Ortada hazır bir maznun varken, kırmızıyı siyah diye kabul etmekte bir beis gör- imiz... Ali Bey n, busefer morardı ve kendi itirafiyle kendi- ni teslim etti: — Eyvah, mahvoldum. mün bütün azası ayri ayrı titriyor- du. Gözlerimi trene diktim: Hiç olmazsa vağon pencerelerinin bi- rinde bir veda işareti, bir el salla- ması, bir selâm arayordum. Fakat trenin hareketi birden hızlandığı için yüzünü göremedim. Şimdi a- rabalar biribiri ardınca daha fazla süratle koşuyordu. Bir dakika son- ra gözlerimin — önünde lokomotif bacasından çıkan ve dumanlı bir bulut tabakasından başka bir şey kalmamıştı. Orada, donmüş gili bir vaziyet tene kadar kaldığımı bilmiyo- rum. O kadar kendimden geçmiş- tim ki, otelin memuru bir kaç defa seslendiği halde işitmemiştim; Ni- hayet elile koluma © dokunmağa mecbur olmuştu. Bu temas üzeri- ne ürpererek irkildim. Adamcağız çantaları tekrar otele götürüp gö- türmemeği soruyordu. Ben ancak bir kaç dakika sonra kendime gele bilmiştim. Vakıa otele dönmeği içimden ar- zu ediyordum, fakat © demin oteli öyle gülünç bir tehalükle terkettik- ten sonra tekrar oraya dönmeme imkân yoktu. Hayır, bunu yapa- mazdım. Bu adamı başımdan sava- nik alim kalmak istiyordum. Bu eyi been ledim, İstasyonun içini dolduran kesif ve telâşlı kalabalık yavaş yavaş a- zalmağa başlamıştı. Kalbim hid- det, teessüf ve ümitsizlik hi çinde elemli ve © işkenceli trap duyuyordu. Gittikçe azalan kalabalık arasmda düşünceye ko- yuldum: Bu ıstıraplı o vaziyetten kurtulmak için ne gibi baş vurmak lâzımgeleceğini düşü- nüyordum. Sön mülâkatı sırf kendi kabaha- tim yüzünden kaçırmıştım. Bunu düşündükçe bütün o mevcudiyetim yakıcı bir ateşle yırtılıyordu. Be- yaz ateş derecesine kadar geti- rilmiş bir çelik bıçak gibi yüreğime saplanan bu O düşünce bana öyle acı veriyordu ki az kalsın haykı- racaktım. Bir dağın tepesinden yuvarla- nan bir çığ yahut kopan bir kasır- ga gibi kuvvetli bir ihtirasın bazı müstesna ahvalde nasıl patladığı- nı yalnız bu kabil ihtiraslara ta- mamile bigâne olan insanlar bilir. İhtiraslarımız bu suretle patladığı zamanlarda senelerce müddet fa- aliyetsiz ve faydasız kalmış kuvvet lerimiz, göğsümüzün derinliklerin- sarlanırcası bir ıs SEM bir fevkalâdelik yoktu.O çün kadir dikte kullandığım ba yatımın bütün ihtiyat kuvvetlerini, bütün zabt ve idare edilmiş enerji- lerimi bir hamlede uçuruma fırlata bilirdim. Tam bu da ansızın çıkan dıvar, o hislerimin beyhude bir atılışla © çarptığı bu manie bende öyle bir hayret, ac- O > n mütevellit öyle iddet ve BE uyandırmıştı ki ömrümde böyle bir şey duydu- ğumu hatırlamıyordum. Derhal karar verdim: Onu ara- yıp bulacaktım. Bunun mânâsız bir hareket, bir delilik, bir sersemlik olduğunu bilmez değilim. Eğer ma- ceramın bütün © safahalı tamamı tamamına hikâye (o etmeği size ve nefsime karşı vadetmemiş olsay- dım bu ciheti anlatmazdım, çün- kü bunu söylerken hakikaten utar nıyorum. Evet onu aramağa, yani ki birlikte geçirdiğim her “dakikanın hatırasını zihminde canlandırma» ğa koyuldum. Bir gece evvel ken- disile beraber nerede bulunduksa hepsine gittim. Onu bitap bir hal de gördüğüm tahta kanapoyi, ilk defa olarak e tesadüf ettiğim kumar salonunu, hattâ o kirli X ziya- . > . a İttihadı Milli Türk Sigorta “Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. ğ | ISTANBUL BELEDİYE | Göz Hekimi lunmuştur, Ve Bilâhara azaya pisküvi | 4887. 636 Şehir Tiyatros * 1250 da TR saat 19.30 da LUKUS HAYAT reti Yazan: Ekrem ill ve Cemal Reşit ll Beyler i İrtihal Avukat Hikmet Süleyman Bey | Ata Refik ticarethanesi veznedarı mut Hamdi Beyin valideleri ve tü dan Osman Mürtaza Beyle le doktor Şadi ii kayım Refin Hanım uzun bir hastalığı m kip vefat etmiştir. < , Cenazesi bugün saat 14 te Şi Bomonti tramvay istasyonu civari O Osman Zeki Bey apartımanından M1 dırlarak Üsküdarda ailesi ista defnolunacaktır. 1 Dr. İHSAN SAMİ Tifo ve Paratifo A: Tifo ve Paratifo hastalıklarına mamak için tesiri çok kat? moafli pek emin bir aşıdır. Ecza depolari yalunur. şa“ 2830) Dr. Hafız Cem Dahiliye mütehassısı Cumadan başka günlerde # (2,30 dan 6 ya) kadar İsi Divanyolu No, 118. Kabina ti fon: 22398. Kışlık ikamelf” Telefon 42519. Dr. Süleyman Şükri Birinci sınıf mütehasss. Çİ | (Bihmli) Ankara caddesi Ni DOKTOR | Rusçuklu Hakkı Galatasarayda OKanzük 6 İiyetini kabul etmez. defa daha yaşamaktı. ç bir arabaya binecek, onunla ettiğim her kelimeyi bir kere tekrar etmek, onun her hare*. bir kere daha nazarlarım ö canlandırmak için ayni yolu P — fa daha dolaşacaktım. Fikri! rişanlığı o derece münâsız kil almıştı ki. ğ Düşününüz: Bütün bu h benim üstüme bir yıldırım #iğİ müştü. Sanki tepeme bir © bir tek darbe yemiştim ve b v be altında yığılıp kalmıştır di birden bire (o bundan #! ei kalkıyor, ayni saatleri ve g diseleri bir defa daha maziye karışan o heyocanlağı ramda bir kere daha canlar kendi kendimi aldatmak İ dum. 3 Bu kararla ile ilk önce kı nuna gittim, onun oynaf çobalı masayı aradım BESİ tündeki eller arasında, on“ ni hayalen tekrar görmek dum. Oyun salonuna girdim: z y defa olarak gördüğüm mat, salonda idi, bütün bunu iyi hareketleri vi