er i , | | Bir m Selâmi İzzet'e | Azizim, İnsan ne kadar çalışsa hissine de kapılmaktan kendini kurtaramıyor. İkimiz de yazı ile (o uğraşmamıza, hattâ ikimiz de münekkitlik etme- mize rağmen bedii kanaatlerimiz- de müşterek noktalar yok denecek kadar azdır. Senin kıymet verdiğin muharrirler, eserler başka, benim mehi okuduklarım başkadır. O hâl- de biribirimizi tantmamamız, oku- mamamız icap ederdi. Fakat öyle olmuyor; mektepteki arkadaşlığı- mız, aradan bu kadar sene geçtiği hâlde, bilhassa aramızdan birçok ayırıcı fikirler geçtiği hâlde, bugün beni seni yok farzedemiyorum: ya- zılarının hepsini değilse de bir kıs- mını okuyorum. Sen de arasıra ol- sun benimle meşgul olmaktan ken- dini alamıyorsun. Yediğün'ün 10 - 1 - 1934 tarihli nüshasında bana da bir taş atıvermişsin. Yazılarımı okursun demiyorum; hattâ okumadığına kaniim. Yoksa bana taşlarının bir çoğunu, bilhas- sa bu sonuncusunu, atmazdın. Di- yorsun ki: “Nurullah Ata bye (o görede, Yahya Kemal Avrupa'da iken Ha- şim üstün bir şairdir; fakat Yahya Kemal İstanbul'a gelince, Yahya Kemal nazirsiz bir mürşittir, Ha- şim'in çok kusurları vardır.,, Selâmi, eski arkadaşlığımızı ha- arı için değil, inandığım için yorum, sen usta (bir muharrirsin. Fakat bu nevi ustalık bilmem iyi bir şey midir? Benim Haşim için Yahya Kemal” den üstün bir şair, Yahya Kemal i- çin emsalsiz bir mürşit dediğim d. doğ ru; benim bunlardan — birincisini Yahya Kemal gurbette iken, ikin- cisini de o Türkiye'ye döndükten sonra söylediğim de doğru. Hattâ şiirlerinde kusur bulduğum da doğ- 'Çok,, kelimesini kullanmasa | Fikirler ve insanlar J ektup anlamaz; anlamak için de incelik lâzım. Ah! biz ne kadar ince a- damlarız!,, Garibi şu ki herkes an- lar, hem yalnız ima ettiğin şeyi an- layıp ustalığını, yani yazmın kaça- maklı tarafını anlamaz. Bu kadar incelik fazla, dostum; işine karışmak istemem ama yine söyleyim: bir parça kaba ol. Benim imiyetsizliğime, (o mürailiğime kani isen açıkça yazıver. Yok, de- ğilsen ima da etme. Kani isen kanaatinde yanılı - yorsun. Ben Ahmet Haşim (için sağlığında da kusursuz şair deme dim; zaten hiç bir şair için, hattâ Racine için, kusursuz demedim.Sen ve senin gibi birçok muharrirleri- miz onun hiç bir meziyeti olmadığı- nı iddiaya kadar gidiyordunuz. Siz- lere karşı onu değil, onun şiirinden aldığım zevki müdafaa ettim. Ah- met Haşim Türk edebiyatına | bir yeni eda gelirdi; siz onu göremk istemiyor, sadece kafiye bozukluk- larını, dilinde munis olmıyan keli- meleri sayıp döküyordunuz. Onun eserini yalnız bu tarafından tenkit etmek istiyenler olunca ben yine döneceğim ve kusurları hakkında, inkârı zannettirecek bir inatla, su- sacağım, Fakat onun — ölümünden İ sonra ismi etrafında bir sükün ha- sıl oldu; birçok kimseler, hiç bir şiirini anlamadan, onu methetmeğe | başladılar. & Artık o kabul edildi; meziyetleri gibi kusurlarını söyle- mek sırası da geldi. (Bunları senin için söylemiyo- rum; çünkü sen, sebat zannettiğin bir inatla, onu beğenmemekte, me- ziyetlerini tanımamakta devam edi yorsun.) Haşim'den korkmazdım, eserini | severdim, hâlâ da severim. Yahya Kemal'den korkmam, eserini seve- rim; bize, yani bizim nesle ettiği mürşitliği unutmam. Hadi onlar- dan korktuğumu farzedelim , sen- den niçin korkmuyorum, Selâmi? idin daha büyük ustalık etmiş olur- dun; çünkü bütün iddiaların doğ- ru olurdu. Fakat satırlarm arasında okunan ve senin karilerine ihsas etmek is- tediğin idin, imdi de doğru değil, o zaman da doğru olamazdı. simdi sana iddialarını ispat et die. mem, hattâ onları bugün de tama- mile kabul ediyoru ine de söy- Kemal'inkine tercih ederim, Yahya Kemal emsalsiz bir töürşittir; ber, ikisinin de şiirlerinde — bence — kusurlar vardır. Ne ihsas etmek istiyorsun? Ha- şim sağken ve Yahya Kemal mem- İekette değilken ben dalkavuk ol duğum, veya korktuğum için Ha- şim'i pöhpöhlerdim; © öldü, artık ondan istifade imkânı da, korkmak sebebi de kalmadı. Yahya Kemal geldi. Eh! biraz da onun kapısın- mam mi biraz da ondan geçinelim; yahut şimdi de ondan korkalım. Bunları söylemiyorsun, Selâmi, | söylemiyorsun ama yine söylüyor- sun. Açıkça yazsan belki sadece omuzlarımı silkerim, belki ispat et- meni isterim. Hem ne lüzumu var? İma kâfi değil mi? İma açıkça söy- lemekten de kâfi değil mi? Karile- rin: “Bak! diyecekler, ne ince a- dam! Hiç bir şey söylemeden her şeyi söylüyor. Ama bunu herkes Yazan: © Stefan Zweig — Hayır, yoktur. Ben bu iki ka- Niçin seni büyük bir romancı, bü- yük bir münekkit diye göstermiyo- rum, neler ima ediyorsun. o Evet, senden niçin korkmuyorum? Yoksa! sen öldün de senin de, bizim de ha- berimiz mi yok? Daha uzun uzun seneler yaşamanı temenni ederim; çünkü, söyledim ya! bedii kanaat- lerimizde hemen hemen — hiç bir müşterek nokta © bulunmamasına rağmen, hattâ bu son ustalığına rağ men seni severim. Hem sende bazı salâh emareleri de görüyorum: biz- de münekkitlerin pöbpöhçü oldu. ğunu, gençiere itibarları olmadığı- mı söylüyorsun, Sen de münekkit- sin; “bizde tenkit,, derken elbette kendini de gözönüne | getirirsin... Yoksa kusurlarını farketmeğe baş- ladın mı? Gözlerinden öperim, dostum. Narullah ATA Merkezi idaresi İ Tel, Beyoğlu : Tercüme eden: İsmail MUŞTAK 5 — Fikrinizde israr ediyor mu- dm arasında en ufak, en zayıf bir | sunuz? fark bile bulamam. — Öyle mi? Muhaveremiz onu o kadar ga- rip bir surette alâkadar etmişti ki kendini zaptedemiyerek bu “öyle i?,, sualini İngilizceye müracaat etmişti. İngiliz (o kadını bahsin bu noktasında kısa bir tefekkür lâh- zası geçirdi ve tekrar başını kaldı rarak parlak nazarlarile bir kere daha yüzüme baktı : — Şayet yarın Niste dolaşirken bu Madam Henriette'i o genç Fran- sızla kol kola görecek olursanız selâmlar mısınız? — Elbette. — Onunla görüşür müsünüz? — Elbette. — Evli bir adam olsaydınız, san- ki hiç bir şey olmamış gibi, karmı- zı ona takdim eder midiniz? — Elbette. Sözlerime inanamıyormuş gibi bir hayret içinde, ve bu sefer ingi- dier Gi ği e Ben de, gayri ihtiyari, ingilizce cevap verdim. — Tabii israr ediyorum. Kadın sustu. Derin bir tefekkü- re dalmış gibi görünüyordu. Bi kendini toplıyarak gözlerini me dikti ve bu cür'etine kendisi de şaşmış gibi bir tavırla! — Kim bilir, dedi, sizin yeriniz- de olsaydım belki ben de sizin gibi hareket ederdim. İ o Busözü söyledikten sonra en ha raretli muhavereleri, hiç bir kaba- lık yapmaksızın durdurmak ilmini herkesten iyi bilen İngiliz milletine mahsus o tarif olunmaz emniyet nefesi ile ayağa kalktı; kuvvetle elimi sıktı. Şimdi salona bir sü- ona karşı bir minettarlık bi: dı. Onun müdahalesi sayesinde i- di ki, noktai nazarlar değismemiş ve fikirler eskisi gibi yekdiğerine salonunu terkederken bii İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine #igorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Galatada Ünyon Hanmda Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4887. Kim kimi aldatıyor? lâhat Hanım dediği de yanındaki kadın olacak. Böyle açık ve uluorta bir lisan kullandığına göre, Melâ- Rıfat Bey apartmanın merdi- lerini yavaş yavaş sayıyordu: Bir, iki, üç.. Daire çıkşı akşamın saat beşi ile altısı arasında neler Oolmaz? Bir saat bu! Geçen ömürde yeri var. Rıfat Bey daha iki gün evvel ta- nıdığı ve öğrendiği bu apartıma- nın merdivenlerini inerken, geniş nefesler alarak gayri ihtiyari sayı- yordu: Dört, beş, altı.. Rıfat Bey müstekim bir adamdı. İntizamı severdi, teşkilâtçı idi. ten bu hasleti sayesinde kırk yaşın- da, çalıştığı sigorta şirketinde mü him bir mevki de edinmişti. Sekiz, dokuz, on. l Bu mevkii işgal etmekten de | | memnundu. Bir defa dolgun maaş | alıyordu. Şirketin bütün emniyeti- ni kazanmış olduğu için günün bi- rinde bir kademe daha yükselerek, maaşını bir barem daha artırması çok mümkündü. Kırk yaşında a- dam, çalıştığı müzsseseye tam ran- dıman verecek tecrübeli, şuurlu, ihatalı bir adam sayılır. Sonra kendisinden yirmi yaş genç, güzel, zeki Neclâ isminde iftihar edilecek bir o karısı'da vardı. On bir, on iki, on üç.. Evet, Neclâ kendisi: viyordu. Buna şüphe yoktu. Çünkü Rıfat iyi bir koca sıfatile her akşam vak- tinde evine gelir, vaktinde işine gi- derdi. Karısından gizli (kapaklı hiç bir şeyi yoktu. Bu intizamı ve dürüstlüğü ile kendini de pek âlâ sevdirmeğe muvaffak olmuştu. Nec | lâ ile evleneli iki sene olduğu halde | ora bir gün olsun ihanet etmemiş- ti. Böyle bir ihanet kastı bir saniye olsun fikrinden © geçmemişti. On dört, on beş, on altı. Ve kendisini #okakta buldu. Bul- du ama, karısına da iki sene sonra ilk defa ihanet etmiş oluyordu. On altı.. Aklında yalnız bu rakam var- dı. Demek ki Melâhatin apartıma- nına inip çıkmak için on altı basa- mak lâzım.. Bu Melâhati de nasıl tanımıştı? Bir gün şirketten çıkıp eve gider- ken yolda Fikri Bey isminde tanıdı- ğı ahbaplardan birite *rastlamıştı. Fikri Beyin yanıhda uzunca boy- lu, çok şık giyinmiş, güzel, cazibe- Wi, dudağı rujlu, gözü sürmelibir kadın vardı. Evvelâ o selâm verip geçmek istemişti. Fakat Fikri Bey kendisini önlüyerek: — Yok, vallahi seni bırakmam, demişti, Melâhat Hanıma gidece- ğiz, güzel bir piyano dinlersin?.. Karın evden kaçmıyor ya... Sarıl- mışsın haspaya,gözün dünyayı gör miyor.. Rıfat Bey biran (o düşünmüştü, Bu Fikri Bey bekârın biri idi. Me- hat Hanımla akrabalığı (falan olmıyacaktı. O halde? O haldesi var mı? Belli ki tanıdığı kadınlar- dan biri.. Şimdi onun evine gide- cekler, piyano çalacaklar, şatkı söy Tiyecekler, Allah bilir, içki de içile- cek, hülâsa eğlenecekler.. Melâhat Hanımın da mütebes- sim ve davetkâr tavrı (karşısında Rıfat Beyin mukavemeti erir gibi olmuştu. Sonra çoktanberi uzak kaldığı bu âlemlerin hatıraları ka- fasında canlanmıştı: — Peki, gelirim ama, yirmi daki- kadan fazla kalmam, Sp k kika, ne olur, gözün, gi İşte bugün de merdivenleri saya- rak indiği apartıman, Melâhatin apartımanı idi. Sokağa çıkmca, o saatine baktı. Altıya yirmi var. Bu güzel havada eve kadar pek âlâ yürüyüp gidebi- lir. Rıfat Bey ne yavaş, ne seri, orta bir adımla evin yolunu tuttu. Hiç bir şey düşünmiyordu. Fakat yürü- dükçe sağdan, solundan geçenle- rin başlarını çevirip dikkatle ken- disine baktıklarını farketmişti. A- caba kıyafetinde bir bozukluk, bir düşüklük mü vardı? Bir mağazanın aynası önünden geçerken durakla- dı; şöyle yukardan aşağı kendisini bir süzdü. Hayır, kıyafetinde hiç bir şey yoktu. Müsterihane yoluna devam etti. Biraz ileride küçük bir çocuk adam cağızın yüzüne bakarak: — Bu ne koku be! Diye alay ede- İ rek bağırdı, yaşına bak, sürdüğün kokuya bak. Rıfat Beyin o zaman aklı başı na geldi. Hakikaten apartımandan karken, Melâhat yüzüne gözüne, üstüne başına, lâstik toplu şişeden Şıpr mi nedir, ağır Okokulubirlâ- vanta püskürtmüştü?. Melâhat: — Bu şıprla karışık öpoponaks, diyordu, İstanbulda şimdi en moda lâvanta bu! Lâvantalarm da ne tuhaf isimleri var, Melâhat, Rıfat Beyin evine dö- SIRF neceğini bildiği için bir muziplik mi yapmak istemişti, yoksa bu ka- bil kadınların nahoş cilvelerinden- biri mi? Rıfat Bey artık orasını düşünmüyordu. Koku için Neclâya söyliyecek bir mazeret bulmak lâ- zımdı. Evvelâ mahvolduğuna kanaat ge- tirmişti. Fakat yavaş yavaş kendi- ni topladı. Mazeret uydurmak için daha on beş dakika ! Eh,on beş dakikada (da, karısını aldatmaktan gelen bir koca ne ak- la uygun yalanlar bulmaz. Bunun — şimdiye kadar hiç görülmemiş- ir hayli düşündü, zihni karısık ve çapraşık yollara daldı. Bazan en basit şeyler, en makul şeylerdir. Rıfat Bey de böyle basit bir maze- ret buldu. Karısına diyecekti ki: — Canım, bu seyyar lâvanta sa- tıcıları artık pek küstah oolmağa 5 nazikâne selimlümieiik. TR | muhitindeki tehlikeli gerginlik za- sle olmuştu. ... Mesele tatlı ve nazik bir şekilde kapanmış olmakla beraber müna- kaşanın hararet ve heyecanı mua- rızalarımla arama hafif bir soğuk- luk bırakmaktan hâli kalmamıştı. Hele Almanla karısı bana (karşı büsbütün çekingen davranıyorlar. dı. İtalyan erkek cemilekârlığı el- den brrakmamakla beraber her te- sadüfünde müstehzi bir eda ile | “sevgili Madam Hanriyet,, ten bir | haber olup olmadığını soruyordu. Zahiri muamelelerimizde terbiye ve muaşeret icaplarına ne kadar riayetkâr olursak olalım hakikatte münasebetlerimiz eski saffet ve sa- mimiyetini kaybetmiş, eski vaziyet “ edilmiyecek şekilde kırılmış- in. Muarızlarımın bu soğuk ve is - tihzalı tavrı İngiliz kadınmın © günden sonra bana karşı daha faz- | la hususiyet kesbeden ihifatlarile | büsbütün göze çarpıyordu. Herke-« se karşı öteden beri son © derece muhteriz davranan, hele yemek za manları haricinde (hiç kimse ile | İ münakaşa etmeyi sevmi dı muarız kalmış olduğu halde, yemek | münakaşa etmeyi sevmiyen madam ik ok ai ki men üm ik e De 5 nü düz idik (C...) o günden sonra benimle bahçede bir kaç defa konuştu. Bu | başladılar. Ellerinde bir şırınga, ge- | hareketile beni öteki misafirlerden ayrı tuttuğunu gösteriyor, bu da benim için bir şeref teşkil ediyor- du. Hakikaten bu son derece muh- teriz ve ihtiyatkâr kadınm diğer misafirler arasında bilhassa benim- le görüşmesi hususi bir iltifat sayı- labilirdi. Hattâ doğrusunu söyle- mek lâzrmgelirse benimle görüş mek için o, adeta fırsat kolluyordu. Bu, o kadar aşikârdı ki eğer yaşlı ve beyaz saçlı bir kadın olmasay- dı onun bu halinden erkeklik gu- rurumu okşıyacak fikirlere bile za- hip olabilirdim. Dikkat ettim: Ne zaman biribiri- mize tesadüf edip görüşmeğe baş- lasak muhaveremiz odöne dol, mutlaka ilk azimet noktasma, dam Hanriyet'e geliyordu. İngiliz kadını, kocasma ve (o çocuklarına karşı vazifesini unutan o Madam Hanriyetin hareketini ciddiyete ve ahlâka mugayir görmekte, onu bu hatasımdan dolayı suçlu çıkarmak- ta adeta gizli bir zevk buluyordu. Bununla beraber benim o ince ve zarif kadına sempatimi muhafaza- da ısrar edişimden, bu semp: hiç bir tesir altımda değiş den memnun olduğu da görünüyor- du. Hülâsa her mülâkatımızda o, yolunu bularak muhavere mev- vakti vardı. |”. Boğaziçi şarkısı Güstave Froshlich bundan det evvel İstanbula gelmiş ve B de çevirmekte olduğu bir mize aöt olan kısımlarını bil «Boğaziçi Şarkısı» i i bugün saat 11,30 da matbumt lerine hususi bir matinede » tir. Buscanse bütün sinemacılar harrrirler davetlidirler. , İLAN Osmanlı Bankasının Galata, Y: ve Beyoğlu devsiri, Şeker BAY ünasebetile Kânunusaninin İZA ZXOGÜTLER Balık yağı yerine Çocuklardan zayıf olanların bir çok- ağ larma kış mevsiminde balıkyağı içirildi- ği malümdur. Balık yağında vücude kuv vet verici hassadan istifade etmek için bugün pek çok büyük kimselerin de bu mevsimde. balıkyağı içtikleri görülmek» tedir. Balık yağının diğer bezer yağlar ya tercih ile içilmi in en büyük sebe- bi, içinde ehemmiyetli derecede vita min bulunmasından ileri gelmektedir. Fakat bu yağı içmek hiç hoşlarına git- mediğinden başlan vaz suretle | kuvvetlen- | mek için bir çare bulmasını hekimler- den istedikleri her gün işitilmektedir. Bunun gibi çocuklardan da balık ni arzu ile içenler pek nadir görüldü- ğünden ve daima bunlara bu nahoş ko- kulu yağı pek zorla içirmek mümkün olduğundan bugün balıkyağının yerine | kaim olmak ve gıda ve kuvvet verici hastaları bulunmak üzere çocuklarla bü yüklerden muhtaç olanlara vücut ve bünyelerini sağlamlaştırmak için ayni derecede kuvvetli ve bitaminli şeylerle beslendirilmesi düşünülmekte ve bunlar mün: sarşamba ve 18 ci perşembe güf! palı bulunacaktır. Iİ Siülliyet Asrın umdesi “ MİLLİYET” ABONE ÜCRETLERİ ra Hi Gelen evrak geri verilmez.— geçen nüshalar 10 kı dam, o simli marta öt, iapmmsai İN e m « kayaç, domates. portakal vo efaazi dl; ;(N mi e ze ve meyvelerle, kepekli unlardan ya- pılmış ekmek ve yemekler gibi gıda Ramazan: maddelerile beslendikleri halde çocuk- zan: 26 er balıkyağına muhtaç olanla Imsak Iftar mekten kurtarmak müm kün olacağı iddia edilmektedir. SD. S.D Büyükada 3 s9 7 025 Dr. ŞÜKRÜ z DEVLET DEMİRYOLLARI İDARESİ İLANLARI | Bursa - Mudanya hattına muktazi 4100 adet mese * versin kapalı zarfla münakasası 5-2-934 pazaratesi saat 15 te Ankarada idare merkezinde yapılacaktır. Tafsi” Ankara, Haydarpaşa ve Mudanya veznelerinde ikişer ii satılan şartnamelerde yazılıdır. (210) Bilumum (Esnaf) ve (Küçük tacir) ve (Kü san'atkâr) ların nazarı dikkatine: İstanbul Ticaret ve Sanayi Odasından : Ticaret ve Sanayi Odaları kanun ve nizamnamesi v8 da meclisinin umumi kararı mucibince bilumum esnaf v€ çük tacir ve küçük san'atkârların her sene olduğu gibi bu sf dahi Odaya kayıt ve tescil edilmeleri ve mukayyet ola > yoklamaları zamanı gelmiştir. Alâkadarların, cemiyet'eri vasıtasile ve henüz & leri teşekkül etmemiş olanların Murakabe Bürosuna mü, caatla senelik kaydiye ücretini (e vererek muamelei lâzimeY* fa ettirmeleri lâzımdır. Müddeti zarfmda tescilini ve yoklamasını yaptırmı? lar hakkında cezalı olarak mu tinele yapılmak icap edece! den şimdiden alâkadarların nazarı dikkati celbolunur. 4 Ticaret Odasında intihap İntihap Hey'etinden: İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası meclisinde omü bulunan dört âzalık için mütemmim intihapicra edilec€ den müntahibi sani olan zevatın 15 Kânunusani 1934 p tesi günü saat on birden bire kadar Dördüncü Vakıf ki Ticaret ve Sanayi Odası Dairesine gelerek reylerini isti etmeleri ilân olunur. (177) lenin geçenin üstüne, sormadan, et-| iken, karısı dedi ki: meden lâvanta fışkırtıyorlar. Hari- — Vallahi kocacığım, bu 9€ fi payladım âma, o da şırmgasını | lâvantacılar artık pek küstah © boşalttı. Hem de ne pis koku Ya- | ğa başladılar. Ellerinde bir şi rabbi, gelenin geçenin üstüne, sormi Yürürken bu cümleyi zihnen bir ! etmeden lâvanta fışkırtıyorl. kaç kere tekrar etti. Evin kapısını | rifi payladım ama, o da şirini boşalttr. Hem de ne pis koku Y# bi.. Bari elbisemde leke bırak! Rıfat Bey şaşkın bir halde kaldı. Karısınm elbisesini kof” Tamam Şıprla karışık opo çalarken, söyliyeceği sözleri artık ezberden biliyordu. Kapı açılmca, karısı bermutat boynuna sarıldı. Rıfat Bey küçük nufkunu, tam bir soğuk kanlılıkla söylemek için, ağzını açmak üzere intikal ettiriyordu. Ben onda gör- ki o bir şey düğüm bu garip ve adeta hastalıklı nüyordu, onun dimağını şi6 temayülü, onun bebemehal meşgul &den bir düşünce İ Hanriyetten bahsetmek isteyişinde | bu düşünce şu dakika bile o ki ısrarı neye atfedeceğimi bilemi- | haveremizin mevzuundan W yordum. Mi idi. Bir aralık bu © altı gün kadar sürdü. | lıktan keş de sıkılmış ; a ki, kısa bir sükütu müteakip! ” Bu müddet zarfında ağzından me- rakımı tenvir edecek bir söz çıkma dı. Madam Hanriyet meselesine neden bu kadar ehemmiyet verdi- gini, niçin her defasında muhave- reyi ona intikal ettirdiğini anlamı- ya yardım edecek bir tek kelime bile işitmedim. Nihayet bir gün işin içyüzünü an lamağa muvaffak oldum: O gün bahçede konuşuyorduk. Ben bir a- ralık pansiyondaki ikametimin ar- tık nihayete erdiğini, iki gün sonra burasını bırakıp gitmek mecburiye binde olduğumu söylemiştim. Bu sözüm üzerine İngiliz kadınının haline bir değişiklik geldi, her za- man sükün içinde duran yüzünün çizgileri birden gerildi, esmer de- nizmavisi rengindeki gözlerinin üstünden bir bulutun gölgesi geçer den elini bana uzatarak: — Görüyorum ki, dedi, mak istediğim şeyleri açık yemiyeceğim, yazıp gönde! d tercih ederim. Bunu söyledi ve o vakte " kendisinde hiç görmediğim * adımlarin uzaklaşarak otele ” Filbakika o akşam, biraz evvel, odamda bir buldum. Mektubun yazısı 9 ve azimkâr bir karakter göst“ du. Ötedenberi mektup âdetim değildir. Genç yaşi! dığım mektupları muhafaz sunda daima kayıtsızdım. kadınm bu mektubu da öyle Binaenaleyh şimdi aynen ka? miyeceğim bu mektubun ç mealini anlatmakla iktifa “e gibi oldu: ğim. Madam (C..,) bu m — Ne yazık, dedi, sizinle görü: | ile, kendi hayatı bir şecek o kadar şeylerim vardı ki... | hikâye etmesine müsaade miyeceğimi benden soru) yi Bu sözü söylerken © sesinde bir