Almanyada bron meselesi | Belki duyymuşsunuzdur, Alman- yada bir doktor insan ırklarına da- | ir mühim bir kitap yazmış. Bun- da umumiyetle şimal adamlarınm başka ırklardan olan insanlardan | daha mükemmel olduğunu diyormuş. Şimal adamları arı da en mükemmel insan da tabii Al mah olduğundan, Almanların dün- yada en mükemmel, her bakımdan geriye kalan bütün insanlara faik ve... elbette onlara hâkim olma- ğa lâyık sdamlar olduğu meydana çıkıyormuş. Müellifin bu ilmi tetkikte buldu- | ğu en mühim delil Almanların ku: şa benzemeleridir. Herkes bilir bütün hayvanlar arasında musiki- ye en ziyade istidat gösteren kuş- lardır. Almanlar da musiki bakı: mından musikiye kuşlar gibi bü- yük istidat gösterirler, Burada muhterem doktorun hak- kımı teslim etmemek kabil değildir. Almanyayda musiki adeta bir din gibi yüksek bir prensip olmuştur. Orada herkes musikiden anlama- ğa, ondan hoşlanmağa meckurdur. Dünyada en yüksek musiki t larmın Almanlar arasında yetişti. ği de iddia edilebilir. Hayvanlar arasında, musikiden sonra söz söylemeğe istidat göste- renler de gene kuşlardır. Meselâ | papağanlar, Hatiçe kuşları pek gü | zel konuşurlar, yaşadıkları memle- kete göre o memleket halkının di- lini kolayca öğrenirler. Hattâ bir aralık, sabık Almanya İmparatoru ikinci Vilhelm Hazretleri, © paj anların söz söylemelerinden fade için, Almanyanın büyük mendifer istasyonlarında, bulun- duğu istasyonun adını mütemadi. yen bağırtmak üzere, birer paj Zan istihdam etmeyi düşünmüştü... Alman aliminin fikrine göre kuş- lar gibi açık ve güzel söz söyliyen insanlar da ancak şimal adamları ve onların en mükemmel örneği 0- lan Almanlardır. Çünkü kuşların ağızlarile şimal adamlarının ağız- ları ayni şekildedir. Almanyada bulundunuzsa, ba- zan iki Alman konuşurken biri da- ha sözünü bitirmeden ötekinin sö- ze başladığı ve bundan sonra her ikisinin birden söyledikleri elbette gözünüze çarpmıştır. Yabancıların da almancayı iyi öğrenip öğrene- medikleri, karşılarındaki sözünü bi tirmeden söylemeğe başlayıp başlı yamamalarile anlaşılır. Bu hal kat edenler, şimdiye kadar Alman- ların hem dinleyip hem söyliyecek kadar zeki olmalarına hükmetmiş- lerdi. Meğer bu istidat kuşa ben- zemekten ileri geliyormuş. Çünkü kuşlar da ağaç dallarınm üzerlerin. de karşı karşıya ve birlikte crvil- darlar . Hep Alman doktorunun fikrine göre, Almanlarla kuşlar arasında | en mühim benzerlik burun cihetin. denmiş. Halis şimal adamı ve o- nun en mükemmel örneği olan ha- lis Alman da kuşlar gibi gaga bu- runlu olurmuş... *.. İnsan burnunu hayvanların bu- runlarile mukayese etmek pek te yeni bir şey değildir. Daha on ye- dinci asırda meşhur ressam Lebrun hayvanların burunlarına dikkat e- derek onların cesur, sakin e yahut yırtıcı olduklarını burunlarından anlamağa alışmıştı. Onun fikrine göre bir hayvanın burnu büyük o- İup burnun ortasında ve yukarıya doğru kısmında bir tümsek bulu- nursa o hayvan cessur olur. Ondan evvel, on altıncı asırda gene meşhur ressam J, - B. Parta yalnız insanların burunlarını tet kik ederek büyük cenkçi adamların burunları büyük ve tümsekli oldu. ğunu haber vermişti. Bizim tarihi. mizde Fatih Mehmet ile Yavuz Se- Jim'in ve Kanuni Süleyman'ın bu- runları ve onların karşılarında ge- pe cenkçi olarak meşhur Acem Şa- .hı İsmail Safevi ile Amayut |, kender Beyin burunları, İtalyan ressamın tarif ettiği gibi büyük ve üstü tümsekli burunlardandı. Eflatun hakim de büyük ve tüm- sekli burunları beğenmiş ve öyle burunları “şahane burun,, diye tav- sif etmiştir. Kendisinin burnu da meşhur büyük burunlar arasında sa yılıdır. Yalnız üstadı Sokrat haki- min burnu kısa ve yassı idi. Karısı Xantippe'in hakime çok eziyet et- mesini de Sokrat'ın küçük burunlu olmasına hamlederler. Başka filo- zoflar arasında küçük burunlu o- lanlara dair haber yoktur. Galien, ipokrat, Demosten, Solon, Ovide, Virgile hep koca burunlu olmuşlar: ır. . Büyük cenkçi adamlar arasında İskender ile | Napoleon'un büyük © burunları tarihte meşhurdur. Napo- leon'un kendisi büyük burunlu ol- duktan başka, dünyada ancak bü- Yazan : G.A. yük burunlu adamlarda dirayet bu- lunabileceğine kanaat getirmiş ol- duğundan ehemmiyetli bir iş tevdi edeceği zaman mutlaka büyük bu- ruhlu bir adam ararmış. İlim adamlarrarasında meşhur büyük burunlular pek çoktur: Filozof Descartes, tabiat alimi Cuvier, o hem büyük tabiat alimi hem büyük şair Goethe, büyük he- yet alimlerinden Kepler, Copernic, Nevvton ve Laplace. Büyük burun, büyük artistlerden bir çoğuna da güzellik vermiştir: Meyerber, Liszt, Mozart, Beet- hoven. Büyük şairlerden Shakespeare'in burnu büyük olduğu gibi, Moliğre' inki de hem büyük ve hem uzun, Racine'inki ince fakat büyüktü. ... Bu yeni Alman alimine gelinci- ye kadar Avrupada hep büyük bu- run makbuldü. Hattâ gene Alman olan başka bir alim daha bir kaç | sene evvel büyük burnun Almanla- | ra hâs olduğundan bahsederek ğer milletler arasında şöhret bul- muş olan büyük adamlarından ba- zılarını, bunların arasında Bossuct ile Voltaire'i ve La Fayötte'i o Al man ırkma maletmek istemişti, Yalnız şarkta, Çinde küçük, ba- sık burunlar makbuldür, Çinliler in tarihte en güzel burun olarak | Cengiz Han'ın karısının burnunu gösterirlermiş. Bu meşhur güzel kadında da burun yerine yalnız iki küçük delik varmış. Bu döktorun yeni tetkikleri üze- rine, bundan sonra, Avrupada b run hakkında zevkiselim kaideleri değişecek dewektir. Artık, Avru- pada, ne büyük burun, ne de basık| burun makbul tutulmıyacak , her- kes, en yüksek insan ırkına mensup | olduğunu zannettirmek için, gaza | burunlu olmak istiyecektir. Burun üzerinde cerrahi ameliyat yapmak usulü pek eski zamanlardan beri mevcut olduğundan, bu usulün de yeniden revaç bulacağı ve bundan sonra büyük operatörlerin istiyen- lere gaga gibi burun yapacakları da şimdiden tahmin edilebilir , Bundan sonra çıkacak olan gaga burun modasına, yalnız Yahudiler | tâbi olamıyacaklardır. Çünkü Tev- rata göre gaga burun da, çarpık burun, pek küçük buru! gibi hiç makbul bir şey değildir. Bilhassa, Musevi mabedinde bir hizmet ala- bilmek için gaga burunlu olmamak şarttır. Muhterem doktorun yeni keşfi Almanyada halis şimal © ırkından olan vatandaşlarla onların arasma fuzuli olarak karışmış olan İbrani- leri ayırt etmek için şüphesiz çok pratik bir vasıta olacaktır. Fakat, halis Almanlar arasında da tesadüfen gaga burunlu olmı- yan ve burnuna ameliyat yaptıra- rak onu milli şekle sokmak iste yen çıkarsa? Bunlar da belki o, daki kanun mucibince hadım edile. ! cekler defterine kaydedi G.A, nn Mes'ut bir evlenme Samsunun maruf ailelerinden | Ha- cı Hüseyin zade merhum Hasan Be - yin kızı Hediye Hanım le Sökollu zade merhum Abdülkerim Paşanın oğlu İhsan Beyin evlenmeleri mera - simi evvelki gün Kadıköy belediyesi evlenme dairesinde yapılmıştır. Her iki taraf için sandet dileriz. Eski resimler Nahit Sırı Bey arkadaşmız (Var- lk) neşriyat serisinin (4) üncü kitabe olmak üzere bu isimde bir eser neşret ti. (Kanlıcınm bir yalısında) il bir büyük hikâye ile (Eri cenge gi isimli bir küçük biküâyeden terekki bu eser çok temiz lisani ve pek güzel tasvirlerile okunmağa lâyıktır. Bilhassa (Kanlıcann bir yalısında) kun- dakta rütbe alan eski imiye ricali aile- den birinin yarım asırlık hayatını üyülk bir kudretle tasvir eden bütün bir romandır. bi (Eri cenge giti) ise caki atlarda taşra hayatını çok güzel tıyor. Okuyucularımıza tavsiye ederiz: > Yeni Adam Geçen hafta birinci sayısının inti- şarını bildirdiğimiz terbiyeci | İsmail Hakkı Bo; Bu sayıda sanat, edebiyat, ve ilim hareketlerine dair makaleler, haberler, kitap ve ya- 31 tahlilleri, yerli ve ecnebi karika - türler vardır. Sanat ve fikir hayatın - daki yenilikleri öğrenmek isteyen oku yucularımıza (Yeni Adam) : tavsiye ederiz. Hukuk mecmuası Ankara Hukuk fakültesi talebe c miyeği "Hukuk, mesleki, ilmi bir mecmua neşrine başlamışlardır ' Mecmuanm birinci sayısı mütenevvi münderecatla nefi i | tır. Karilerimi ta Poliklinik Poliklinik mecmuasını, yısı tıbba irçok mesleki yazılarla intişar etmiştir, İEATESİELE) İL İÜ IT Tİ Okkanın altı !.. Kenarda köşede hâlâ kilo hesa- bına akıl erdiremiyenlere rastlıyo- ruz. Geçen gün birisi anlatıyordu: — Evde ihtiyar © bir kadınımız vardır. Çarşamba pazarını hiç ka» çırmaz. Mutlaka, her çarşamba ora ya gidip öteberi alır. Dün de bak- tım, küfeci'önde, o arkada geldi- ler. Bir sürü zarzavat almış: İspa- naktan prasadan, kerevizden tut havuca maydanoza kadar... Bir sürü yemiş almış: Kestane- den, cevizden tutun, mandalineye, portakala kadar.. On beş gün, mütemadiyen zarzavat yesek bitmiyecek! — Ayol.. Bune çok zarzavat?.. Diyecek oldum. Başını salladı — Ucuz buldum da aldım.. zati, size iylik yaramaz ki — Ya.. Dedim, kaça aldın? — Prasanın okkası üç buçuk ku- ruş.. Lâhananm okkası yedi kuru: İspanağm on iki buçuk kuruş. Kes- tanenin okkası on beş kuruş... Cevizin okkası on sekiz kuruş. Gülmeğe başladım: — Bunları hep okka hesabile mi aldın? — Elbette!.. Yazık.. Aldanmışsın! — Neden aldanıyormuşun.. Se- nin on sekiz kuruşa ceviz, üç buçu- ğa prasa aldığın var mı? âhi,. Kadınım.. Onlar okka hesabı değil, kilo hesabi... Senin an- lıyacağın hepsi okkada (112) bu- | guk dirhem eksik.. Pazarda da na- sıl olsa yüz dirhem eksi tartmış- rdır. Demek, yarı yarıya! Bu he-| saba göre, cevizin okkası, (18) den | (36) ya; lâhananm okkası yediden (14)e, ispanağın o (12) buçuktan (25)e geldi! Hafifçe bozuldu ama, ses çıka- ramadr. O zaman söz sırası bana geldi: Anlaşıldı, dedim, sen Çarşam- ba pazarına gitmemi — Ya, nereye gitmişim? Güldüm: — Okkanın altıma gitmişsin !.. M. SALAHADDİN L SIHHİ Zn Ş ÖĞÜTLER Kış ve yaz hastalıkları Kış mevsiminde hastı lanlarla yaz vakti hastalığa tutuğanlar arasın- | da bir mükayese yapanlar görmüşler | dir ki, kışın hastalık yaz misbetile ek- oluyor. Buna sebep olarak rlü türlü âmillerin tesiri gösterili- En büyük tesir yapan ruhi âmil- Kış ve soğukları miskin ruhla kar laşan maneviyatı bozulmuş, ruhları kırrimış kimseler hastalıktan çabuk mütessir olurlar; herkesin bildi #eydir ki, salğın hastalıklar e da en evvel hastalığa yakalananlar en ziyade hastalıktan korkanlardır. Bunun için bu gibilere karşı yapılacak en büyük hizmet ve hastalıktan İk runmaları için larmı yükseltmek, cesaret- lerini arttırmak ve sinirlerini kuvvet- lendirecek surette münasip telkinat yapmmaletır. Her türlü isporlara iştirak oden- ler, kırlarda ve gezintilerde vakit ge şienlerle evler ve şehirlerde kalanlar arasında hastalığa tutulmak itibarie büyük nisbete farklar görülür; bu yaz kış her zaman böyledir. Yer değişti- ren ve gezmeğe giden bir kimsenin hastalık, hasta olmak akima gelmez ve hatırından geçmez, ğ Yazım güneşi zamanımda vakıa vücut hastalıkları karşı daha ziyade mukavemetli bulunur, yazları deniz banyoları, güneş banyoları bünyeleri kuvvetlendirir ve hastalık tohumları» na karşı durmak kuvvetini arturır. Bazı eczacıların “işleri de yazın hayliden hayliye azalır ve hattâ yeri ne göre yarı yarıya düşer, O derece. de ki, mutat masraflarını çıkaramıya cak hale gelirler, Hastahanelere ve betahsis hhsusi hastahanelere gelen hastaların adedi de yaz aylarında yüzde 75 nisbetin- de eksildi ak dereceye düşen k; ları sebebile işlerini kısmen tatil ve tahdide mecbur oldukları söylenmek tedir. Bunun gibi yazın ekseri bazı ameliyatları bile tı meyvsi. minden sonraya tehir ediyorlar. Ha kın pek çokları başka vakitlerde ken- dilerini rahatsız edebilecek ufak to- fek hastal i 1. Fiai kat şudur ki, yaz aylarında ve tebdili hava zamanlarında vücüdün mukave - meli €vvelce söylenilen sebeplerden dolayı artar, ayni zamanda bu aylar. da bulunduğumuz ruhi hal ve hasta olmamak arzusunun kuvvetiledir ki, hastalıklar ve rahatsızlıklardan ma: sun bulunuruz. Dr. İHSAN SAMI ÖKSÜRÜK ŞURUBU Öksürük ve nefes darlığı boğmaca, ve | kızamık öksürükleri için pek tesirli ilâçtar. Her sezamede ve &cza dopo- larında bulunur. ayy 11646 hha > | cu namzetleri gil İ belli etmemek için dişlerimi sık- | ken | yoktu. Malüm ya, sabah tramvayı Mahmutla ben! İsmini bilmiyorum, belki de a- dı Ali, yahut Mahmut... Metelâ | bir isim söylemiş olmak için ne di | ye Mahmut demiyelim? Ben bu Mahmudu daha bu sa- baha kadar tanımıyordum. Belki de Harbiye tramvayına binmesey dim, yahut ta tramvayın arka sa- hanlığında ayakta durmasaydım, hiç te tanımak şerefine nail olmı- yacaktım. Fakat tesadüf aleyhime çıktı. Şu başlangıç size belki tuhaf görünür. Fakat anlatayım da tu- haf mı, acıklı mı, takdir edersiniz. Kondoktor hâkimane bir tavır la tramvayın zilini çalarak hare- ket işaretini verdiği zaman, durak yerinde bekliyen bu Mahmut niha yet tramvaya atlamak kararını verdi. O zamana kadar kendisine hiç dikkat etmemiştim. Diğer yol- , orada durak ye- rinde sundurmanın altında bekli- yordu. Bizim tramvaya binmedik lerine göre, her halde başka tram- vay bekliyenlerden biri olacaktı. O kadar yolcu kalabalığı içinde hiç tanımadığım bu Mahmut nasıl nazarı dikkatimi celbedebilirdi? | Fakat hareket edip te hafıf ter | uzaklaşmış (olan © tram- vaya binmeğe karar ver- diği zaman, vaziyet değişti. Mahmut iki kolunu sallıyarak tramvaym arkasından saldırmca herkesin nazarı dikkatini celbe- den bir şahsiyet oldu. İntanın ko- şarken iki kolunu sağa sallaması bacaklarının süratine daha başka bir hız mı veriyor, nedir? Mahmut tramvaya yaklaştıkça, yaklaştı. Ha kikaten de öyle imiş, herif bir hamlede basamağın yan kenarla- rmdaki demirleri bir yakalayış ya kaladı ve iri gövdesini sellemese- lâm içeriye attı, attı amma benim de ayağım bitti. Mahmut vücudü- nün bütün sikleti ile kendini sağ ayağımın baş parmağı üzerine ko | yuvermişti. tip Ben tabiaten sakin ve sess dir, kimse ile kavga çıkarmak iste mem. Zararıma da oisa, böyle u- fak tefek şeylere aldırmam. Çün- kü maazallah insan haklı da os böyie vaziyetlerde başına püskül- lü belâlar alması gayetle ağ.âp bir ihtimaldir. Mahmut ta ayağımın üstüne bindiği zaman, canımın yandığını | tım ve hiç sesimi çıkarmadım. Za- ten Mahmut ta pes perdeden bir şeyelr söyleyip duruyordu. Tram- vay şirketine mi küfür ediyordu, kondoktora mı, vatmana mı, ora- sı malüm değildi. Zaten benim de kime küfrettiniği anlamağa pek ihtiyacım yoktu Fakat o, mütemadiyen söyleni yordu İstediği kadar söylensin, umu- , rumda değildi amma, bu defa dü- pedüz bana hitap etmez mi? Evet, doğrudan doğruya, hem de gözlerimin içine bakarak ba- na söyliyordu. Wuhatabı olduğu- ma şüphe edemezdim. Bidayette hiç cevap vermemek muvafık ola- cağını düşündüm. Fakat Mahmut ine muhatap olmak şerefi- ni istiskal ettiğime kızdığına mı, | nedir, kolumu tuttu. Eh, kolumu | da tuttuktan sonra, bunun mana- | — Efendi, sana söyliyorum, de mekti. Ben tabiaten insanlardan kaça rım, hele tanımadığım insanlar- dan.. Mahmut, kolumu bir defa daha sıktı: — Bey, dedi, bu araba Karakö ye mi gidiyor? Bazı insanlar böyle sert bir mu tersleyiverir. Fakat benim için bu- Bu yapmak ne mümkün! Ya o ben den daha ters biri çıkarsa, durup | dururken kavğa mı edeceğiz, bo- ğaz boğaza mı geleceğiz? Çünkü böyel uluorta adamların sert mu- kabeleden hiç te kaçmadıklarını, bilâkis zeytinyağı gibi suyun üstü ne çıkmak içni tiz perdeden neler söylemediklerini kaç defa tram- vaylarda gördüm, işittim. İnadına ben de yumuşak tabi- atliyim. Herif kolumu bir daha sıktı, arabanın Karaköye gidip git mediğini sordu: — Tabelâya baksaydın! - diye bir münakaşa kapısı açmağa Jü- zum yoktu. Şöyle bir kolayını bulup. tram. vayın içine sıvışmağa da imkân bu! Herkes te benim gibi işine ini yor. Kemali nezaketle Mahmuda, İ dı, sözü değiştirdi: Bu Çarşamba akşımı AR Şarkı ve serenatlar kralı; JOSE Yeni repertuvarının en ÇİNGENE TİSTIK sinemasında ibüyük ve dehakâr artist MOJİK A'yı mükemmel şarkılarını KIRALI nam pek güzel filminde görecek ve dinleyeceksiniz Askeri tebliğler | | Üsküdar Askerlik şubesinden: | 2330 numaralı af kanunu neşri ta ribinden itibaren üç ay zarfında şube- lerine müracaat eden, firari, yoklama kaçağı ve bakaya efradı ile 933 sene- si haziranda yoklamalarını yaptır - mayan ihtiyat zabilanınn kanuni ce- zalarını affetmiştir. İşbu kanunun müddeti mühliyesi 28 kânunusani 934 te biteceğinden yukarıda yazılan bu kabil efrat ve ihtiyat zabitanmın bu müddet bitmeden evvel şubeye müra- caat etmeleri ilân olunur, | dim. | Araba Karaköye yaklaştıkça, herif tramvaydan ımecek diye içim ferah'ıyor, âdeta sevinç duyuyor- | dum. Halbuki ben Mahmudu hakika ten hiç tanımıyor muşum, Araba Karaköyde durdu. Fakat inen kim? Bilâkis Mahmut tekrar kolu mu tuttuz — Sabah sersemliği, dedi, ben ne diye Karaköye ineceğim, ilk | işim Eminönünde.. Ben de nazik görünmek için gü | lümsedim ve artık aradaki müna- sebeti de kesmek maksadile arka- mı çevirdim. O zaman Mahmut e- lini omuzuma vurdu. Sanki bir sır | tevdi ediyormuş gibi: | — Sizi de rahatsız ediyoruz be yim amma, benayda bir böyle Taksimden inerim, Eminönünden kestirme Şehzadebaşına çıkarım, Orada şıracı Ali Bey vardır, o be nim uzaktan akrabam olur, ona | bir uğrarım, selâm sabahtan son- ra Fatihe eksik olmasın, gene ak- rabalardan Muhtar Veli Beye ha- tır sormağa giderim. Sen Veli Be yi tanır mısın? Ne şeker adamdır o. Cevap vermek icap ediyor muy du, etmiyor muydu, pek kestireme dim amma: — Vallahi tanımam, dedim. Ah, dedi, sen bilmezsin, o ne şeker adamdır. Beni yeni işime koyan odur amma, kalfayla ara- mız bozuktur. Gideyim, kendisini göreyim bakayım, başka bir iş bu- labilir mi? Cevap vermedim. Mahmut lâfı değişti — Göğün dibi mi açıldı, nedir, bu yağmur da bir türlü dinmiyor ki., biteviye yağar.. Yağ yağmu- rum yağ... Ben gene cevap vermedim. Fa- kat Mahmut, tekrar koluma sarıl- — Beyım, dedi, canmız yandı galiba. Ben birdenbire anlayamadım. Zaten hiç umulmaz tesadüfümü- zün başlangıcını unutmuştum bi- le. Mahmut anlayamadığımı gö- rünce sözüne sarahat verdi, hattâ daha iyi anlamama medar olur di ye koca ayağını bir kere daha sağ ayağımın parmağıma baslı: — Nah, dedi, ben arabaya bi- nerken görmeden ayağınıza bas- tem, Bu defa canım o kadar yanmış tı ki, hafif bir sayha koparmaktan kendimi menedemedim. — Gördün mü beyim, dedi, ca nmız yandı, ben bilmez miyim? Sonra kendi kendine küfretti, Körlüğünden bahsetti. Acelesin- den bahsetti. kusurunu affedeyim diye beni kucaklamağa kalktı, çenemden okşadı. Tramvay Emin- önüne gelip te ben indiğim zaman, arkamdan o da indi, hemen kolu- ma girdi: — Aman beyim, dedi, ben et- tim, kusuruma bakma.. Böyle a- yak acısından nasıl gideceksin. Ben seni götüreyim. İstemez, lüzumu yok, diye hay li ısrar ettim, Mümkün mü? Mab- | mut kabahatini affettirmek için | ne yapacağını bilmiyordu. Hakika ten ayak parmağım da sızlamıyor değildi. Yazıhaneye kapağı atıp | nın yolu kolay olur, diyor d yordum. * Hülâsa yazıhaneye çıktık, beni masaya oturt! — Teşekki şeyim kalmadı, dedim, Hattâ bu iddiami fili ile de isbat etmek i- çin âyağa kalktım. Parmağımın sızısına rağmen şöyle bir kaç fosk trot ayağı oynadım. O zaman Mah mudun keyfi yerine geldi: | — İyi, iyi, şimdi iyi.. Amma ya | zıhanenizi öğrendim ya beyim, artık sik sık ziyareti âlinize geli arabanın Karaköye gittiğini söyle rim, SEM | Şimdiye kadar h'ç bir filmit kazanmadığı muvaffakiyet: 11 aydanberi Paris'te o müte- madiyen gösterilmekte olan v8 Amerikada 1933 senesi birini ciliğini kazanan HAYATIM | SENİNDİR ilmi önümüzdeki Çarşamba ak“ şamı MELEK sinemasında takdim edilecektir, ( Fransızca sözlüdür. ) Oynayanlar: JOHN BOLES - İRENE DUNE 11956) Sinema artislerinin en meşhurü CLARK GABLE ve sarışın dilber CAROL LOMBARD perşembe matinelerden itibare8 İPEK SİNEMASINDA POKER illetinin dekşıtini bütün tesirlerile KADIN ve KUMAR filminde göstereceklerdir. || Fransızca sözlü Paramount filmi FRANSIZ TİYATROSUNDA © MARİKA KOTOPOLİ ve arkadif ları tarafından böyük gala olani * Chables Mere'nin en meşhur cesfll LA TENTATİON 4 tine. Perşembe günleri talebelerfi © Her cuma ve pazar günleri Z mahsus saat 17 de matine. i 7 Bugünkü Program ISTANBUL; Bedayli Musiki heyeti 2100 Gramofon ve Ajanı hukerleri 21,30 Kemal Niyazi B. ve arkadaşları ANKARA: 1230 * 1420 Gramofan, 18. — 1A45 Alaterka saz turka Ajans haberleri VARŞOVA Wi singinden 2405 D. BUDAPEŞTE:! 580 m. 1395 Radyo konseri, 14,10 Vehlinger trasının komsari, vi dan komser 2248 Gazete hu BÜKREŞ 394 m. haberleri , 14 Haberler, 14,15 » 19 Haberler, 19,18. “ BRESLAU 325 m. 17 Neş'eli m 18,30 Müzahabe, 1550, 19,10 Müsahahe, HğE Beyroyt'ta veri, 21 Gü berleri, 21,10 Avusturya izimli p Hürriyete "dair sörler, 22.25 Müsahabeç Milliyet ABONE Mereiisi hı Türkiye için Hariç Zi LE i— 3- 7s0 ii si t z “ & ş Asrın umdesi 14 por 3 yyl 5“ uz Gelen evrak geri verilmez. Ramazan: 21 Imsak Iftar SD. S.D. 5 39 16 57 üm