Paris'ten gelen son haftalık gaze- teler, mükâfat kazanan kitaplar © bahsı ile dolu: dört mükâfat, dört roman. Dördü de bir iki ay müna- kaşa, dedikodu mevzuu (olacak, © binlerce basılıp satılacak, muhar- rirlerini az çok tanıtacak, onların — varsa — başka e da okunmasını temin edecek. . İtiraf edeyim ki uzun zaman e- debi mükâfatları tamamile lüzum- suz, hattâ biraz da muzur saydım. Onları veren heyetlerin ekseriya ya nıldıkları muhakkaktır, değerli bir kitap bulup çıkardıkları pek nadir- dir. Meselâ Goncourt mükâfatı va- kıa Marcel Proust, Duhamel gi çok değerli romancılara da veri miştir ama buna mukabil kaç tane değersizin de şöhret kazanmasına sebep olmuştur. Güzel olmıyan ki- tapların satılması da karilerin zev- kini bozabileceği için tehlikelidir. Bu düşünce yanlış oolmamakla beraber yalnız bir taraflı bir görüş ine kurulmuştur. Ben böyle dü şünürken ancak eserin kıymetine, zamanındaki ve zamanından sonra- ki hayatıma itibar ediyordum. Ek bette ki bir eserin kıymeti az veya çok kari bulması ile, | şu veya bu münekkidin, şu veya bu (o heyetin dikkatini celbetmiş olmakla ölçüle- e- men hemen hiç bilinmemiş, ii kafasının büyük zaferlerinden biri olduğu sonradan anlaşılmış eserler az değildir. Bunun için hiç bir ki- tabın mükâfat kazanmağa ihtiyacı yoktur. Ya muharririn? Onun da ihtiyacı yok mu?... Birtakım insanlar vardır ki sanat eseri yaratmağa, tabiatle- ri iktizası, adetâ mahkümdur. Rağ- bet görmemek onların umurunda değildir. Bunlar nasıl olsa yazar. lar. Fakat yazmağı böyle şiddetli bir ihtiyaç hâlinde duyanlar mu- hakkak iyi veya muhakkak fena muharirler midir? Hayır. Meselâ bizde Filorinalı Nazım Bey böyle bir adamdır. Böyle şairlerin edebi mükâfata, takdir, teşvik görmeğe ihtiyaçları yoktur. Onlar eserleri- ni yazacaklardır, bir değerleri var- sa nihayet tanılır, (ölümlerinden sonra bile yine umdukları şana eri- şirler. Bunlar, Fransız şairi Georges Chenneviğre gi “Je parle au Dom de ceux o güimeliront plus tard” (1) derler. Fakat her muharrir böyle değil- dir. Hem içlerinde şiddetli bir ih- tiyaç duymadan yazanlar arasında da çok değerli, hattâ çok büyük mu- harrirler çıkmıştır. Bunlar edebi- yatı kendilerine bir meslek diye in- tihap etmiş adamlardır. Kafaları herhangi bir mesele üzerinde düşün meğe alışmıştır. Hattâ yazıyı 1s- marlama olarak yazarlar. Paul Va- İâry en güzel yazılarından birini, La Danse isimli dialogasını böyle yazdığını itiraf eder. (Bittabi “ısmarlama” derken bu kelimeyi, bizde verilen kötü mana ile kullanmıyorum. Muharire fikir. leri, kanati değil, ancak mevzuu hariçten verilmiştir; o da hariçten verilen bu mevzu üzeri düşün- meğe, samimi, hattâ original fi ler edinmeğe hazırdır. Zaten bir tragedialarının mevzuunu ica- da mezun olmıyan Yunan şairleri (1) “Ben, beni sonradan okuya- caklar namına söz söylüyorum.” İ Fikirler ve insanlar | Edebi mükâfat de bu manada “ısmarlama” eser yazmazlar mıydı?) Bir nevi cezbeye tutularak yazı yazan, resim yapan, çalgı (oçalan sanatkâra tapınmaktan artık vaz- geçmeliyiz. Elbette ki hiç kimse, içinde lâzımgelen ateşi hissetmeden bir sanatkâr olmak hevesine düş- memiştir; o mesleği intihap etmek- le bir şeyler söylemek ihtiyacmda olduğunu göstermiştir. Fakat bun- dan sonrası için çalışması pek âlâ mesleğinin zaruretleri iktizasıdır. Muvaffak olabiliyor, yani kendini dinletecek adam buluyor, bir men- feat görüyorsa devam edecek;-yok- sa kendine başka bir iş arıyacaktır. Bizde kaç senedir ne kadar mu- harrir sırf rağbet görmemek yü- zünden edebiyatı bırakmıştır! Sanatkârın devam etmek — için rağbet görmeğe ihtiyacı vardır. İş. te edebi mükâfatlar onun işini bir dereceye kadar kolaylaştırmış olu- yor. Ama mükâfatı daima en liya- katli muharrir alamıyormuş... Fakat değerliler de yine az çok istifade ediyor. Fransa'daki hâl bu- na çok iyi bir misaldir. Her sene, mükâfatlar mevsimi (yaklaşınca, kitapçılar birçok yeni roman bası- yorlar; gençlerin birçoğunun eser- lerini “ne olur, ne olmaz!,, diye geri çeviremiyorlar. Bittabi birçok entrikalar da oluyor. Fakat bunla- rın hepsi edebiyat âleminin daima canlı kalmasını temin ediyor. Bir- çok manasız kitaplar satılıyor; fa- kat bunların içine pek nadiren de olsa, iyileri de karışıyor. Okumak istiyen adam şunu iyice aklma koymalıdır: Kitap dünyanm en pahalı matalarından biridir. On tane fındıktan dokuzu çürük çıkar- sa müşterinin itiraza hakkı vardır; fakat aldığı on kitabın ancak bir tanesi yarı iyi çıkan müşteri “kâr ettim!,, diye sevinmelidir. Bir mil- let bir asırda vücude g de çok büyük bir millettir. Okuma- ğı seven adam bunları düşünmeli- dir ve: “Ben paramı ancak güzel, faydalı kitaplara veririm!,, deme- nin ne muazzam bir hezeyan oldu- ğunu dır. Yoksa ne kitap okuyabilir, ne de kendisi için kitap yazan çıkar. Mükâfat veren heyetler (bunu pek âlâ anlamışlardır ve kırk yıl- da bir defa iyi bir muharrir keşfe- debilirlerse vazifelerini yapmış o- lurlar. Belki büyük mükâfatlarm ( bir hizmeti yoktur: mese! ir muhar- rire ancak eserini bitirdikten son- ra, öleceğine yakın verilen şu meş- hur Nobel mükâfatı. Hem onu ve- ren heyet yanıldığı zaman — ki bu pek sık başına geliyor — hiç bir mazereti de yoktur; çünkü o vait- kâr bir genci teşvik değil, (şerefli bir çalışma hayatını “tetviç” iddi- asında... Münekkit ancak güzel eserlerin bir kıymeti olup öbürlerinin kuru kalabalık olduğunu iddiaya mec burdur. Çünkü o eicrin nasıl vücü- de geldiğini değil, kemale (o ermiş şeklini düşünür. O, insafsızdır ve müsamaha göstermeğe kalkıştığı | zamanlar ünekkitlikten “ çıkıyor | demektir. Edebi mükâfatları sev- mez, sevemez. Fakat yegâne doğru olan vazi- yet onunki değildir. Keyfiyetin de | kemiyetten çıkacağını Tasarruf haftası MİLLİYET CUMARTESİ “16 Ve sanayi Tasarruf haftasının rolü iktısat hayatı mızda çok ehemmiyetlidir. Hareketin bi- rinci gayesi halkımızın tasarruf faaliye- tini tahrik etmek ve memleketimizin da- hilinde sermayeleri toplamaktır. Fakat ta sarufun manası yanlış anlaşılmamalıdır. Zira bu, istihlâksız ve para sarfetmeye- rek çekmecelerde parn biriktirmek demek değildir. Böy'e bir hareketin müspet hiç bir kıymeti olmadığı gibi , milli iktisadi” yatımıza da çok zararlıdır. Bu itibarla her vatandaşa düşen vazife çekmecelerin- de, kasalarında paralarını uyutturmamak bankalara tevdi etmektir ki, küçük kü- çük tasarruflarla biriken büyük sermaye ler bu mücseseler vasıtasi'e faydalı ola- bilsin. Zira kuruşlar, paralar, liralar bi- | rer birer doplana toplana milyonlar vücu- de getirir, memleketimizin dahilinde iş imkânlarını arttırır ve büyük inkişaflar yaratır. Hususü cepheden, gene bu . tasarruf propagandası sayesinde halkamızm kısmı azamisi herhangi bir gelirinden toplıya- cağı tasarrufu ile şahsi refahmı temin e- zamanda vukua ge fif karşılıyabilmek için de şimdiden ted- bir almış olacaktır. Mali cepheden ban- ka'arımıza düşen vazifı biriken para- ları bilhassa erken mey' verebilecek iş sahalarına dökmektir. beklettirmeden Tasarruf haflasının ikinci mühim ga- yesi hiç şüpbesiz yerli malın istihlâkini ir. Zira bunlara si yüzde yüz tevsi ve ikmal edebilelim. Sanayiimiz inkişaf ettikçe, dahilde yeti- şen ham maddeleri.kalite ve maliyet iti- barile harici piyasalarda rağbet görmese bile, dahilde yüksek fiatlarla sarfedilme- sini temin edecektir. Fakat nasayiimizin bazı şube'eri memleketimizde daha henüz yetişmiyen bir takım ham maddeleri kul- İanmaktadır. Lâkin bir taraflan sanayii- lif iklimlere malik olabilmesi yüzünden yeni yeni sanayi şubeleri kuruldukça, si- raatimizin başka başka sahalarda yirmi fına hizmet edecektir. Böyle kendi top- — mahsu ümüze uygun bir sanayi yarab şa çalışmamızla en iyi ve en emin bir itmeli istikbale namzet bir memleketin vaziyetine artık girmiş oluyoruz. Şu da var ki, hükümetimizin umumi ha- yatımızın terakki ve istikrarını korumak için, bütün güçlüklere, zorluklara rağ. İ men büyük bir enerji ile paramızın kiy- metini tutabilmesi sayesinde tasarrufa karşı #emayülü kabil o'abiliyor. Sonra gene devletimizin bir çok propa- ganda teşkilâtları vasıtasile © halkımıza tasarrufun meziyetini anlatırması dolayı- siledir ki, bugün memleketimizin “umu- mi refahının” yükselmesine bir adım da- ha atı'mış olunuyor. Bizlere. terakkiyi böyle yürüyüşlerle gösteren, hükümeti- sne teşvikine yardım etmek her va- tandaşın borcudur. Kumaş sanayici Dip, Kim, Hayri SÜREYYA ——— lâzım gelen müesseseler vardır. Bun lar eser vücude gelmeden sahibini teşvik eder. Onlar eseri değil, sa- natkârı yetiştirir. Yüz sanatkâr i- çinden de bir tanesi iyi çıkarsa kâ- fidir. Bizde de edebi mükâfatlar tesis edilirse hiç şüphesiz ki onları da- ğıtmağa memur heyetler sıksık ya- nılacaktır. Ne zararı var? Doğru- nun yolu ekseriya yanlıştan geçer. Nurullah ATA | l | | İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve bayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanmda mel bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. : 4887. Kız Yanında kasa boylu bir genç vardı. Lo- kantadan içeriye, korkuyormuş gibi, etra- fına bakına bakına girdi. Kapıya yakm masalardan birime oturacaklardı. Nihm- yette köşedeki masada oturan iki arka» daştan biri elile işaret ettiz — Buraya gel.. Dönüp baktılar, Kız, şöyle, bir gözat-| t. Gözatması ile kaşlarını kaldırıp indi mesi bir oldu. Omuzlarını sinir'i sinirli oynattı. Dudakları gülümseme başlangı- ca ile ağlama nihayeti gibi biribirini tut- mayan bükülüşlerle ezilip büzüldü. Kısa boylu genç koluna girdi: — Haydi oraya gide'i O, kolunu çekti, silindi, ayak dirediz — Hayır, orası pek kuytu. — Çağırdılar, gitmezsek ayıp olur. Kız, sol topuğunu yere vurdu: — Burada oturalım. — Ayıptır, gidelim, biraz oturalım, al karız. — İstemiyorum... — Neden? — İstemiyorum. . Çağıran da inatçı imiş, elini sallıyor, israr ediyordu: — Tenezzülen teşrif buyurulmaz mı? Kısa boylu genç £ kulaklarma kadar kızarmıştı. Alnı terliyordu: — Ayağını öpeyim. Beni rezil etme Çağıran adam latırından çıkamıyacağın bir arkadaştır. — Ne diye âlemin masasında oturalım? dakika oturur, hemen kalkarız. — İstemiyorum. — Senin hiç böyle inadın tutmazdı. — İstemiyorum. Fakat çağıran ondan daha inatçı çık- mıştı. Ayağa kalktı, Onlara doğru yürü- dü. Kızın önünde boyun kırdı: — Hanımefendi, lütfen masamızı şe- reflendirmezler mi? Kız, selâm verir gibi mi, yoksa sinir- den mi, pek te bel'i olmıyan , ayrıt edile- miyen bir tavırla başmı sallıyor, dudak- larında gülümseme taklidi yapıyordu. — Estafirullah efendim.. Fakat ses tatlı sertti Bu söyleyişüz i- Ginden gelen savtm ekşiliği, suveri, kas- w, zahiri nezaketin tatlılığı ile karışmış, acayip bir ahenk vardı. Kız, ayakları geri geri giderek masa- ya yaklaştı, gösterilen bir sandalyaya ©- turdu. İki elile dizlerinin üstünde çanta- sını sıkı sıkı tutuyordu. Kaşları vakit va kit çatılıyordu. Elleri bağlıymış ta yüzü- e konan sineği kovamıyormuş gibi, yüzü karışıp açılıyordu. Kısa boylu genç te oturmuştu. Garso- nu çağırdı, kıza sordu: — Ne emredersiniz? Kızm başı bir elektrik cereyanma tu- tulmuş gibi titredi: — Hayır.. teşekkür ederim, bir şey is- temem. Çağıran müthiş inatçı” — Bir bira, filân... Başta ayni titreyiş: — Hayır teşekkür ederim, bir şey is 9007 gördüğüm zaman seni tecrübe et- mek istedim. Onu sana karşı ser- best bıraktım. Onun temayüllerini asıl karşılayacağını anlamak hak- kında vereceğim karara esas ola- çaktı. Şefik Beyin, herhangi bir genç kızı kolaylıkla maksadına ram €- decek teklifini bana açman ve se- ni kararında serbest bıraktığım hal de reddetmen i düşün- celerimi kuvvetlendirdi. Artık ka- yarımı vermiştim. Seni bir zaman daha yetiştirdikten sonra..: Reşit Bey bana doğru iğilmişti. Masanın altında ayaklarımı arar gibi iskarpinlerinin £ çoraplarıma deydiğini hissediyordum. Gözlerin- de erkeklerin hep kendilerini dü- şündükleri zamana mahsus o zalim parıltılar belirmişti. Adeta dişlerini gıcırdatarak tek- | JKIR cicEği (inkılâp Komanı; BURHAN CAHİT: Masadan biraz geriye çekildim. O şuurunu kaybetmiş âdeta ıstı- rap içinde kalmış gibi gözlerini yü- zümden ayırmıyarak dişlerini gı cırdatıyordu. Bu gülünç ve hattâ iğrenç hare- ketler sinirime dokunuyordu. Pek hürmet ettiğim bu adamın karşım- da bildiğimden çok başka görünü- şü büt , emniyetimi, hürmetimi sildi, irdü. Ayaklarımı geri çekerek kaşları- mi çattım: — Reşit Beyefendi, dedim. Sizi sayarım. Yaptığınız iylikleri unu- tamam. Bu yaşıma kadar bana dost ve hâmi diye ellerini uzatan- lar içinde en şerefli ve temkinli o- larak sizi tanımıştım. Bu kanaati- mi değiştirmeyiniz. Bırakınız ha- yatımda yaptığı iyliğe karşı ben- den e şey istemiyen hakiki bir in- yor, hattâ arasıra bir “bahane gilip bacaklarıma bakıyor, sonra: — Bu kadar düzgün bacak az bulunur, doğrusu enfes. Hem düz ve hem uzun. Tam artist (bacağı. Zaten vücudun bir harika., Eslelik kaideler bütün ölçülerini senin vü- cudundan almışlar gibi.. Görünü- yor... Gürbüz biçimli bir vücut. Belden aşağısi daha uzun, ve o- muzlar geniş. Sonra Allahım bu kişmiri kaş göz... Yerdeki çakıl taşlarını iskarpini- min ucile karıştırıyordum. O kadat sinirliyim ki bir şeye karar veremi. yorum. Reşit Bey, o kadar (o küçülmüş, bitmişti ki artık ona sokakta sar kıntılık eden bir sarhoş gözile ba- kıyordum. Sandalyesine yer değiş- tirip bana yaklaşmağa çalışıyor : — Suat Beyle nişanlanırsın ha!. Bravo.. Bana haber vermeden, giz- lice.. Âdeta kız kaçırır gibi bir şey. Vaktinde haber alsaydım o çapkı- nı yazıhaneye, sokar miydim ben. Artık tahammül edemiyordum. Ne olacaksa olacaktı. Başımı kal- dırdım: lan söyliyerek aldatmış böyle bir yere getirmiş değildir. Eğer orta- da ayıplanacak bir şey varsa oda sizin bugünkü hareketinizdir. Çok temem. Kısa boylu genç yalvardı; — Bir bira iç.. — İstemem, üzerime varmayın. Çağıran, bu istiğnaya rağmen, garso- naz — Dört bira, dedi. Biralar gelinciye kadar konuştllar. Ya- İni üç erkek konuştu. Kız, mütemadiyen, somurtuyordu. Dikkatle ona bakıyordum. Boyuna kı- sa denmezdi. Renksiz, kemikli yüzü, gü- zel denmezdi. Ne yakıp yandırıyor, ne de gönül bulandırıyordu. Dudak'arında karmen, yanaklarında allık, gözlerinde sürme yoktu. Masum denebilirdi. Fakat gözlerinden çıkan ışıklarda bütün o renk- ler, kızıltılar vardı. Kısa boylu genç bira kadehini uzattız — Haydi iç... — Hayır, istemem, içmiyeceğim.. Çağıran inatçı yaz — Hatırım için efendim, çok rica ede- rim, Estafirul'ah, teşekkür ederim, iç- müyeceğim. İçki beni rahatsız ediyor. Çağıranm arkadaşı hiç konuşmuyordu, kendi âleminde idi, Kisa boylu genç yal- vardı: — Ne olur, kırma bizi, iç, zehir değil ya, — Üzerime varmayın, içmiyeceğim. Çağıran insafa gelmişti: — Israr kâfi,. Bir kadına fazla ısrar edilmez. Kız başmı doğrultmuştu. Gözleri, dev- var bilyalar gibi fırıl fırıl dönüyordu. Se- si bir diken gibi batıyordu: — Lütfen sözünüzü tashih ediniz, ka» dın değilim, kızım. . Kısa birsüküt oldu. Kız, iskarpininin ucu ile kısa boylu gencin ayağını dürtü- yordu. Kız süralle ayağa kalktı, eteğini dü- zeltti, çantasını koluna sıkıştırdı: — Müsadenizle beyler. . Kısa boy'u genç te naçar kalkmıştı, el- İer sıkıldı, kız yalnız çağıranın elini sık- tı, kapıya doğru yürüdü. Onlar lokantadan çıkarken, çağıran a- dam arkadaşına dedi ki: — Sahi, bir pot kırdık, Kıza kadın de- nilir mi? Yaman şeymiş doğrusu. . Nasıl da yüzüme çarptı. Arkadaşı tastik etti: — Evet, çok büyük hata etin, Kıra kadın denilir mi? — Peki ama, bir şey merak oldu. Gi- derken neye senin elini sıkmadı? — Geldiği zaman selâm vermiş miydi? — Sen bu kızı tanıyorsun galiba? — Tanıdığım için kızdır, diyorum ya.. — Kimin kızı? — Anasının kızl. « SEM DOKTOR Rusçuklu Hakkı Galatasarayda Kanzük eczahanesi karşısında Sahne sokağında 3 numa- ralı apartmanda İ numara. | Karl şiktyetleri Bir durak yeri lâzım Bir kariimiz * Bilmem hi, Şehremini | tarafını (o kış o geldikten sonra bir kere gezip gördünüz mü! Bir ra halkı bemen kâmilen denilecek de recede esnaf ve amele sınıfıdır. Bunlar akşam ve sabahları işlerim den dönerken tramva ed Tramvay şirketinin nazarı dikkatini celbetmenizi rica ederiz. ŞIK SNEMADA Türkçe #lmierin eu güzeli SÖZ BİR ALLAH BİR Türkçe sözlü ve şarkılı operet Bugün ve yarın son günüdür. 10989 ISTANBUL BELEDİYESİ e İYATROSU Bu sent 2130 da FRANSIZ TİYATROSUNDA Richart Tavber'in Parteneri MI Maja Rajik Franz Leharın operetlerinden A pays du soarire (Tebessüm diyarın da) operefi ve Yarın saat on yedide matine Av panys du sourire.. Akşam (Havay Çi Dr. Hafız Cemal Dahiliye mütehassısı Cuma pazardan başka günlerde sa * bahleyin (9 - 11) Beyoğlu - Taksim » Altın bakkal No. 2 Telefon 42519. Öğle“ den sonra (230 - 6) İstanbul Divanyo- la No. 118 Telefon 22395. Perşembe günleri sabatileyin Beyoğ- Bundaki kışlık ikametgâhta fukara mec <anen, 9134 Göz Hekimi Süleyman Şükrü Birinci sınıf mütehassıs (Bâbmli) Ankara caddesi No. 60 Asrın umdesi “ MİLLİYET” tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç isin İl K. LK. Gelen evrak geri verilmez— Müddet Gazete ve fi Nafıa Vekâletinden: kayın normal ve Münakasası 13-12-933 tarihinde icra kılınan 100000 1560 adet (O kayınmakastraversi içintek hf ” ediler Fintlar haddi lâyiki nde görülmediğinden bu tra- versler ayni şerait altında 21-12-933 tarihinde ve saat 15 te pazarlıkla satın almaca ğı ilân olunur. (6891) raba bekliyordu. Bindik, Reşit Bey: — Eski bağlara, dedi, Araba meydanlığın — solundan teessüf ederim ki bu yalana tenez- | çamların içine daldı. zül ettiniz. Hem rica ederim. Ma- dam ki vekâleti almacak kimse yok. Bana müsaade ediniz, gideyim. Bu sert mukabele onu ric'at et- tirmeğe kâfi geldi. — Son vapur kaçta? dedim. — Yedide. Reşit Beye hiç belli etmeden ko- ki saate baktım. Beş buçuk- Dediğimi yapabileceğimden şüp- ii Bey: he edemezdi, çantamı, eldivenleri- — Adanm asıl bu tarafları gü- mi alıyordum. Elimi tuttu, birden- | zeldir. Bak şu manzaraya. diyordu. De değişen yumuşak, sakin bir ses le: — Acele etme yavrum, dedi raber gideriz. Yabancı bir yerdir. Zahmet çekersin. Daha vakit var. Hava güzel, yer güzel, manzara güzel, fakat içimde öyle bir üzün- Be-| tü var ki! Sanki hiç bir yer gezmeden isk. leye dönüp vapur beklesek la Etrafıma baktım. Gazinoda kala-| memnun olacağım. balık yok. Çamlar arasina doğru Sinirlerim bozuk. Bir haftanın uzanan yollarda çiftler, gruplar, | hâdiseleri ve bu son dakikan sr- | arabalar dolaşıyor. Reşit Bey: — Hazır buraya gelmişken bir de büyük tur yapalım! Dedi. Ben kaçmak istiyordum. kıntıları beni o kadar sarstı ki etraf- la bile meşgul olamıyorum. Ne garip çilem var. Mes'ut oldu- ğuma inandığım dakikada umma- dık bir hâdise ile karşı karşıya ge- — Ancak son vapur var, ona da | liyorum. vaktimiz çok! dedi. Sulh olmuştuk. Çok i; — Hakaret etmeğe hakkınız yok- j tar. Reşit Beyefendi dedim. OL düğüm bu adamdan acı hatıra ile ayrılmak istemiyordum. Zaten İsti gibi - bed m Reşit Bey mütemadiyen — etrafı iyiliğini gör- | gösteriyor: — İzmit körfezi, Bir mavi bu- Karşı mor dağları görü- mi İİ ve Araba yolu bozuk. Sarsılıyoruz. Sol tarafımızda bağlar var. Be- nim olduğum taraf denize kadar w çurum gibi iniyor. Deniz mavi bir ipek kumaş gibi. Araba bir ağaçlığa girdi. Deniz tarafı set, set masalar, sandalyalar var. Ve bir küçük kır gazinosu. Bir kaç kişi de var. we çi — Burası estir, Doğrusu ada bir bira içmeden gitmiyelim, — Geç kalmıyalım beyefendi, dedim. — Ne münasebet a canım, Ara- ba olduktan sonra. . Gazino aşağıda. Arabadan in- dikten sonra epeyce yürüdük. Re- şit Bey birden bire geri dinde — Kâfir şeytan. Arabada, pardö sünün cebinde cigara paketimi u- nuttum. — Arabacıya seslenin, getirsin, — İhtiyar adamı ( yormuyalım. Gider alırım. Sen şu ikinci setteki masaya git. İnce, kumlu yoldan yavaş yavaş yürüdüm. Daha alt setlerden birinde bir çift başbaşa vermişler, denizi seyredi- E 5048) va