berbat ve korkunç kis bu zavallılar dil inkılâbımızın, Türk edebiyatının Milâttan yüzlerce sene evvel başlayıp ta bugüne kadar devam eden mahsulleri: şeniyette ol- ettiği- duğu gibi tetkike hedef ittihaz ıyacak kördürler.. Bunlara göre, edebi tedrisatta istin- re ve mecazlara ne lü: l um var? Bun- la ne ifade edilmek isteniyor? Her iyat yapar, san'- ate karışır; roman yazar, tenkit bece- rir, estetik hükümler verir; hiç mek- teplerde edebi san'atlerden bahsedilir mi? Bunlar, manasız şeyler, zekâ o- yunlarıdır, talebeye bir fayda temin etmez, hem bu dersten dönen bir ta- lebe sınıfta kalır mı?! Cidden, bu yavelere doğrudan doğ- ruya cevap vermek hayli müşkül! Bakınız, garpte, Fransada edebi risat nasıl başlıyor? Bir lise kitabın- dan aşağıya aldığım şu küçük parça- ya dikkat edilsin: Des Facultös littöraires Les facultös relatives â la culture des löttres sont: Le uyma de talent, Pesprit, la censilbiliti, Pimagination, la memoire, le jagement et le goüt. Bunların her birisi ruhiyat ve sefenin dikkat ve ehemmiyetle araştır dığı, üzerlerinde kılı kırk yararcasına durduğu ve münakaşa ettiği en çetin meselelerdir. Ne garip tecellidir ki, memleketi- mizde, h8iâ, bizzat edebiyat ile meş- gul olanlar böyle gülünç bir zihniyet taşıyorlar. . Recai zadeden beri ede- biyat ve sanat telâkkileri hâlâ yerin- de sayıyor, demekten başka çare kal- muyor. Zekâ eserlerinin nasıl ruhi bir kaynaşmadan o doğduğunu anlıyamı- yoruz. Ruhi tezahürlerin doğrudan doğruya fiziyolojik kaynakların mah- sulü olduğunu hâlâ bilemiyoruz. XIX uncu asırda Aug. Compte'un metafiziği ret ve inkâr eden Positiviste felsefesi ve tezi maddi âlemle manevi âlem arasında hiç bir fark olmadığını ispat etmiş ve bilâhare H: Taine ile Renan bu felsefeyi ve ta- suda ihtirasları fiziyelojik sebeplerle izah ( etmişti. Muhtelif edebiyatlarda teşbih ve isti- arelerle lâfız sanatları da tamamen biribirinin ayni değildir; meselâ: Sa- hilde yetişen şairlerin şiirinde deniz, "Arap şiirinde hurma ve deve, Alman yese şiirinde ıhlamur, meşe ve ku- ğu gibi unsurlar bulunur. Sa- Bat ile muhit arasındaki rabıta pek ta- biidir; deniz kıyıları dahili çölleri dra matize eder. Kendi heyecanlarını. her millet, ifade etmek için muhitindon ilham alır ve teşpih alır, Bir edebiyat muallimi icabında ta- lebesine Türk lehçeleri, lehçelerin fo- netik ve morfolojik hususiyetlerini i- zah etmek mecburiyetindedir; Süm- merceden, Gök türkçeden, İşte, bu cihet te filolojiye, tarihe da- yanır. Bazı alman bir fikirde, o dev- rin bütün felsefe ve tefekkürünü çer. şeveler. Yoksa, edebi sanatlar, tale- beye bir “sre, gibi ezber öğretilmez. Edebi tedrisat meselesi 1 İlim âlemince yıllarca münakaşa © dilerek birer mütearife haline gelmiş edebi ve ilmi meseleleri, biz yeni bir şey zannile tetkike kalkışıyoruz. Ken- dilerine salâhiyetlerinin derecesi, şim- diye kadar kimse tarafından sorulma- dığı için bazı münakkit ve edip geçi” nenlerimiz, bir gün: Edebiyatın boş ve bir sürü havaiyattan ibaret oldu- ğunu, ertesi gün bir takım declama- teur, beşeri zekânm en karışık ve en ince meselelerini araştıran estetiğin, tarafından tetkik e- dilebilecek bir zevk ve düşünce işi bulunduğunu azametle iddia edip duruyorlar. Bir başka gün de san'ate gaye ara- niyor. Daha garibi, edebi tedrisatm da lüzumsuzluğundan bahse kalkışılıyor! Hattâ dil inkılâbından sonra Bakile- rin, Nef'ilerin, Fuzulilerin değil, mek- teplerde münhasıran halk edebiyatı- nn okutulması lâzımgeldiği ve edebi- yat tarihlerimizin yalnız bu şahsiyetle Milliyet'in edebi romanı: 44 Gene, Fransız liselerinde tedris edilen bir edebiyat kitabından istiarcimusar raha — Hypallage'ı izah eden güzel bir cümleyi aşağıya alıyorum La Reine des nuits, o dans le ciel, suivait paisiblement “sa course az. röe, Chateaubriand Görülüyor ki, garpte de bu gibi sa- natlar okutuluyor! Uydurmuyoruz!. . Elbette, her hangi in onun lezzetine varabilmek için bunla rı öğrenmek zaruridir. Onlarda “e is tinreitemsiliye — allegorie mots — cinaslar, önigme — lar, prosopopde — teşhis ve intak Reticence poötigue > tecahülüârifler, antithöse — tezatlar bulunduğu gibi Bouts Rimös'ler de mevcuttur, Fakat, hiç bir Fransız muharçiri çıkıp ta bun ların İüzumsuzluğundan bahsetmiyor; nasıl itiraz edebilir?. / Biliyorlar ki, bunlar ruhi tezahürlerin ifadesidir; sanat eserleri başka türlü olamaz, bu unsurlar sanatten tecrit edilemez. Bunların karşısında, ilmin di olan nasıl? sualinin cevabı kendi! den verilmiştir. Edebi santlar lomöre'den bugüne kadar devam ettiği uzanacak; hattâ bu örykldini ha- reketten kalacağı güne kadar sanat & ve edebiyatın bu telâkkileri değişmi- yecektir. Sevimli arkadaşım doktor Ali Ni- badın ahiren neşrettiği “Edebi sanat- lara dair” ünvanlı kıymetli eseri mat- buatımızda bu sakat zihniyetten do- layı lâyık olduğu tesiri yapamadı. Sa- natta gaye de (o aranamaz; çünkü, XIX uncu asırdan sonra edebi tepler çoğalmış ve her mektebin istih- taf ettiği baml kip etmiştir. Her siyaset ve milli mefkürey da vazifesini görünce zannediliyor ki sanatın in bna Hayır, sanatın. millidir, Eğer film m milletin bugünkü edebiyatı böyle bir gaye takip ediyor. #a, sanatın mutlak gayesi o, olamaz. Yalnız, o millet kendi inkılâbının kuv- vetli propagandasını sanatın câzibe- sile süslemek ve yaymak istemesinden dir. Şayet, o gaye elde edilirse, sana- tan üllrüsü artık iflâs mı etmiş olacak? Asla, sanat, yürüyecek, hayranları günden güne çoğaltacaktır. Her edebi mektep, muayyen o bir reye hitap eder ve o zümreyi bü- Bu kaynaşmaya bir estetikçi bakılmıyacak olursa, o zaman ine si sanatın mutlak gayesi, o mektebin za- Muayyen bir topluluğun his ve ih- tiraslarını şahlandıran her edebi c- ser, başka başka duyguların ve muhit mahsulüdür. Bu itibarla sanat ta gaye yoktur. Her zekâ i tesir etmek, hoşa gitmek, güzelliği ifade etmek, iyiliği sevdirmek gibi cephe- ler üzerinde yürüyebilir; on söz ola- rak diyeceğiz ki, sanat, ne Th. Gau- tier dediği gibi sanat içindir, ne rea- listlerin kabul ettiği hayat içindir, ve ne Soviyetlerin, Nazilerin, Faşistlerin iddia ettiği siyaset içindir. Hiç bir za- Adem oğullarının bin bir bu tezin esaslarma uygun fakat hiç bir vakit, kendi ülküsünden ve kendi yolundan ayrılamaz; o, müs- takildir, matlaktır! “Edebiyat, pisikoloji, , sosiyoloği, file- loji ile insan tefekkürünün tekâmülü- tarihini bilmiye bağlıdır. Derecesine göre şiir yazan, roman yazan, mekale Havanı şair, edip, muharrir olabilir, ama edebiyatçı olamaz, estetik hü- kümler veremez; gene tekrar edece- ğiz, muasır telâkki bize & edebiyatın hem bir ilim ve hem de bir sanat ol- duğunu bildiriyor (1). İkinci makalemiz, edebiyat prog- ramlarnda yapılması lâzımgelen ta- dilâta dair olacaktır. Orhan RIZA ile Etem İzzet Beyin ayni numara. daki makalesine müracaat, YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — ar... Bar kızlari prova nöbetini bek- > lerlerken Petek'i gördüler. Hepsi etrafına üşüştüler. Kimi çenesini okşıyor, kimi konuşuyor, kimi şe- ker çikolata veriyordu. Oksijenli bir Lehli artist sokul- z du. Bir hara katanasından daha © mil dısarıva fırlamıs. karıva bir Petek yalnız bu deve kılıklı, kı- zıl saçlı avrattan hoşlanmamıştı. Yanından çekilip gitsin diye avu- cundaki çikolatalardan iki tanesi- ni uzattı. Kocaman karı aldı. Pe- tek dikkat etti. Hem . kapar gibi aldı, hem yutar gibi ağzına attı, hem de mersi demedi. Bir bonbon daha verdi. Gene mersi demediği- ni görünce dik dik baktı, baktı da: — Kız! Dedi, mersi desene! Boş salonun içinde bir kahkaha dır koptu. Lehli artist şaşkın şaş- kın baktı. Bir başka artist kızım ne- dediğini tercüme etti. Bir şey anla- madı. Yahut kızdığını belli et- | mek istemedi. Aradan biraz geçin- ce bir artisti yanına çekti ve bo- zuk, yarm yamalak bir macarca ile bir şeyler söyledi. - Sonra bir başka kıza sokuldu, yarı fransızca varı almanca bir sevler daha söv- NE bela AE Evlilik - Bekârlık.. — Bu dünyada en rahat şey, bekâr- hıkamış ama, kıymeti Hattâ, le ee bile kabilinden, iş ciddi girince hemen başkalarını öne sürerler. — Niçin evlenmiyorsun? diye, s0 ranlara, kırlaşan saçlarını göstetirler: — Bu yaştan sonra mı? Sonra da güya geç kaldıklarma te- essüf ederek: — Genç olsam, bir dakika durmaz, derler, ve bu manasız başına yaşamanın zevki olmadığını itiraf ederler. Halbuki ne evli alıştığı evlilik hayatını kolay kolay terkede- bilir. Ne de bekâr, kolay kolay be- kârlığını feda etmeğe razı olur. Ömrü lâ geçen geveze İey- lekler gibi evli, bekârlığın, bekâr ev- liliğin karşılıklı hasretini çekerler. <n gün aramızda gene bu övli- lik - bekârlık bahsi açıldı. Mecliste, bekârlar az, evliler çoktu. Ve her di Lâf Iâfı açtı, evli - bekâr münakaşası döne dolaşa sevilecek kadın bahsine dayandı: — Sarışınlar mı, daha canayakındır yoksa esmerler mi? Kimi sarışını öne sürdü, kimi “es meri.. Birini ötekine tercih edemi- yenler de vardı. Derken, birisi atıldı: — “Milliyet” teki tercüme romanı- nm adı, ne güzeldi değil mi? — Hangisi o — “Erkek kısmı, sarışma bayılır. .. Fakat, esmerle evlenir!,, bazan sahi de öyle oluyor. . Eski evlilerden biri, içini çekerek: — Bana sorarsanız dedi, erkek kısmı sarışma da bayılır, esmere M. SALAHADDIN Askeri tebligat l Şehit yetimlerinin ikra- miyeleri veriliyor Eminönü Askerlik Şubesi Reisliğin- den: 930, 931, 932 senelerinde tütün İk- ramiyelerini alamayıp ta 21-6-933 tari- hinden evvel şubemize müracaatla kayıt ları yaptırmış olanlarla 933 senesi ik- ramiye defterinde dahil şehit yetimle- rinin iktamiyelerinin tevziine 28-933, tarihinden oitibaren Eminönü kazası Mal müdürlüğünde başlanacağından is tihkak sahiplerinin 2-12-933 tarihine kas dar her hafta Cumartesi, Pâzartesi, Çarşamba günleri şubemize mürataağ” arr ilân olunur. İ Li i Beyoğlu Askerlik Şubesinden: $ Beyoğlu Askerlik şubesinde kayitla- rw olan şehit yetimlerinin 933 senesine sit Tütün ilramiyelerini almak üzere | yalnız Pazar ve Çarşamba günleri sa- bah saat dokuzdan on ikiye kadar Be- Makyaj ve güzellik sanatı Kadını çok yakından alâkadar eden bu iştir. Eeserin temas et- Foto Süreyya Foto Süreyyanın 26 mc: nüshası bir ok resim we tablolarla çıkmıştır; Kari- İerimize tavsiye ederiz. ş Böylece üç dört artistle konuş- tu. Söyledikleri hep bir şeydi: — Bona pek'yüz.. vermeyiz. Dün geceki numaralarını gördü- nüz. Sonra bizi ekmeğimizden e- der! Bu deveden kadını hiç bir artist sevmezdi. Ne yapsınlar ki zengin bir adamın metresi idi, Onun hatı- rı için bar, bu dev anasını tutuyor- du. Her soydan kızlar, sevme- dikleri bu kadını her dilden protes to ettiler. Fakat o aklına koymuştu. Ak: gama Beyfendisi gelirse ona Fit! Heci ve böyle bir çocuğa böyle kibar bir yerde — alaturka danslar yaptırılmamasmı söyleye- cekti, Hormurdanarak çekildi. Artist Nihal canı yanmış bir İs- tanbul kızı idi. Vişne boyasındaki tırnaklarını avuçlarına batırarak ve biraz titrek bir sesle: — Beyfendi, dedi. Bu çocuğu yanınıza almakla öyle büyük bir iylik ettiniz ki.. İcdlâl atıldı: — Kabil olsaydı ben alırdım. İirizik erkek evlâtlerı oldukları için, anneleri çocukları her türlü tehlikelerden uzak bulundur muşlardı. Bilhassa cinsi lâtif tehlike- sinden.. Çok saf geçen çocukluklarından daha kadın etini tatmadan yır r uzak kalmağa ça- de birbirlerine kâii hamlede geliyorl, iç ayrılmıyalım, diye vaitler. de bulundular. Fakat günün birinde Osman Cemilin annesi oğlunu evlendirmeği kafasma koymuştu. Oğul da anne sözüdür diye €vlenmeği kabul etti. Sonra nişanlı ola- rak seçilen Melihat güzelce, şirin bir şeydi, Osman Cemil dedi ki — Çocukluğumuzda oynadığımız be bekler gibi.. Amma bu canlısı.. Ben ev- lensem de yine senden ayrılmam. Ak- şamları her zamanki gibi gezer, dolaşı- rız, Melâhat isterse gelir, isterse gel- mez. Fakat düğünden sonra Osman Ce mil değişti. İkidebir karısından, karısı. zn meziyetlerinden, İzdivacın fazilet. lerinden bah Şahap Kadri bu tebeddüle aşmıştır — Yahu, karma amma da âşık oldun hal Derdi. Osman Cemil arkadaşınm kusur di- ye gördüğü bu iptilidan bilâkis gurur duyuyordu. ıyuy« Artık eski dostluğun bu yeni bağdan sonra alm endizeine dö: şen Şahap YAMAN Gn Kel ole sin? Dedi, — Ben mi? Allah göstermesin. Ben den, aile yuvasını methede ede bitire- mezdi. O zaman Osman Cemil, arkadaşın- - da kadın aşkını uyandırmak için çareler araağa başlad. Meseleyi MSikLiN ç- 14 onun hoşuna gitti, Meliha e e m dr Her halde bünlardan biri Şahap Kad riyi mestedebilirdi. Fakat her takdimde Şahap Kadri 10 ğuk davranıyordu. Kız arkadaşlarından hiç biri vahşiyi yola getiremediler. Osman Cemil bu defa başka bir şey düşündü. Bir akşam Şahaba dedi ki: — Yahu bu gece seninle bara gitsek. Gittiler, Osman Cemil projesini an- atarak karısını evde bırakmıştı. Çünkü maksat Şahap Kadriyi kadına yakdaştır. mak, kadına alıştırmaktı. Osman Cemil dansözlerden en çıpla- me ve en ğını arkadaşıma göster. ” 2 güllü ek önüme; dedi Bu zavallı Osman Cemil kendi ahate verecek. Fakat bir çok kadın, bir tek kadından her halde daha tehlikesizdir. Zavallı Osmanı pek fazla meşiul ediyordu. Bu kadın gelsin de, çocuğa bir parça karısmı unutursun. Kadını çağırdılar. Dansöz masaları na oturdu.Fakat iki gençten hangisi i.. gin oturduğunu o da bilmiyordu. Kadın hakikaten pek cazipti, Şahap Kadri daha ömründe bu kadar şirin bir kadınla bu kadar yakın ve yanyana 6- turmuş değildi. Yüzü kıpkırmızı olmuş- tu, gözleri parlıyordu. Şahap Kadri kadeh üzerine kadeh yuvarlıyordu. Osman Cemil vaziyetin kıvama girdiğini gördükten sonra, genç kadına tavsiyelerde bulunarak ikisini yalnız bıraktı ve kendisi de karıcığının yanma Yöndü. Ertesi gün Şahap Kadriye uğradı. Gece kendisi gittikten sonra neler yap- fred sordu. Fakat Şahap Kadri ha- vadan ve sudan cevaplarla süali değiş- tirdi, Lâkin Osman arkadaşma düşünceli bir bal arız olduğunu terket. memiş değidi, kendi kendine: — Galiba ben hududu faza geçtim, “diye düşündü, ister misin, bu hayvan Şahap kıza tutulsun. Dedi ki: — Bar hayatı böyledir, gelir geçer. Bir gece eğlendin ya, işte ona bak.Sen kalbini, oraya lâyik olan bir kız için sak la. Biz sana ya ğa bir kız buluruz. Şahap Kadri arkadaşına baktı. Duy- duğu yeni hisleri anlatacak cümle bula- Dansöz hislerin asaletini, bu kadar maddi bir ka dına değişemiyeceğini anlamıştı. Fakat aşk bahçesine girmek Iâzım olduğunu düşünüyordu. Osman Cemil iyi bir iş yapacağını düşünürken, arkadaşının bir bar kadı- 'nına yakalanması ihtimalinden korkma- e Se beyz — Ben onu o ftarrum, diye kararını verdi. Fakat ayni gece, ansızm evine dön- düğü zaman, bir de ne görsün? Şahap Kadri Melâhatın ayakları önüne diz çök müş, yalvarıyor. Sant, kaldı. Bir şey söyliyemiyor- du. O zaman ayağa kalkan Şahap Kad- ri dedi ki; — Ah, Osman.. Neye beni baştan çı- meri Düne kadar öyle rahat yaşıyor- m ki. 50 Derecelik HARİKA RAKISI Fıcılard» di-lendirilmiştir. 4834 4047 | Evkaf müdiriyeti ilânları | Kilo 200, ,000 İstıranca vakıf orma nlarının Büyük eğrek mevkiin- -den 250, 000 100,000 200,000 100,000 75; 000 Danamandıra namı diğer ” ” ” ” ” ” Kaleboyu Süpürge alan ” Kasap çeşmesi o ,, Mertekli » Haydut pmarı o, beylik mer'a namile maruf istiranca vakıf ormanlarından balâda mevki ve miktarı ya- zılı kömürlerin bir buçuk sene zarfında kat ve imali artırma ya çıkarılmıştır. dir. Ta İhalesi 9-8-933 çarşamba günü saat 15 te olanların ve izahat almak isteyenlerin İstanbul Ev kaf Müdüriyetinde Varidat İdaresine müracaat eylemeleri. (3418) nebiliyorum. Macar kizi düşündüklerini zar zor anlattı: — Buna iyi bakınız. Muzik öğ- retiniz. İlerde belki büyük bir ar- tst olur. Hem o hayatını kazanır hem size dua eder. Bunun üzerine bütün bar kızla- rr el çırptılar: — Buna bar bebesi diyelim, bar bebesi! Nihal razı olmadı: — Olmaz! Bari bunu olsun ba- ra sokmasmlar. Bar kızı olmasm bu! Beyfendi, bunu bar kızı değil, sanat kızı yapmağa çalışın. Sonra Petek'e döndü, çenesini okşıyarak: — Bar bebesi ol ama bar kızı olma yavrum. Dedi. Sonra bize dö- nersin? İclâl kaşlarını çattı: — Biz fena insanlar mıyız Nihal? Neden olmasın? O da olsün, öteki de, hepsi de.. Biz kendiliğimizden mi olduk? Ben buraya düştükten sonra kâinat batsın! Vız gelir ba- , » Yoksa hiç birinin olmasını iş-. İclâl utanarak yere baktı. Nihal İclâl'in yanağımı okşıya- rak: — Hayır, hiç bir o fenalığımız yok. Madem ki yok sadece dua ede Kip derin yaa olmasın- Boka kir Gü önline. ruyordu: — Ya. işte.. şeker verdim de mersi demedi. Kara urbalı Efendi ona öğrelmemiş galiba. Birisi bir şey verdi mi, bir insana iyi bir iş yaptılar mı mersi odemek gerek. 'Ya.. koca avrat olacak, hem tan- go.. mersi demedi. — Bar bebesi! Bu akşam bizim- le yemek yer misin? Petek bir kızlara, bir Efendi a- ğasına baktı. Efendi ağası: -— Ama dışarıda değil, burada olursa yer. Niçin yemesin? Kızı kapınca iç salona götürdü- Bugünkü proğram İSTANBUL « 18 Grnmelen, Sahibinin giri Cn Sahibinin sesi A 1443 B, ve arkadaşlarının refakatile Vedin Rize Hi ve Muzaffer B; 2130 Gramefon Olen 04985 Kalombin DG 222 Kolombin 22 Anadolu Alanın, Borsa haberi, sant ayarı, ANKARA, 1538 d.5 1230 i Gramofon 18, , AA m m porinl oteli, isimli operet beenii. 2345 plüklrs. BUDAPEŞTE, 550 wi. 2051; Brahmu'in eserlerinden orkestra kon seri. 2220: musildsi. 23,25: Piük, 2420 caz rawsikisi, VİYANA, 318 ve. aleğüi Yes geresi rüyaları, tazileri. 23481 viski fan PRAG, 488 21,30: Mandolin kustor konseri, 2180: Şer kalâr. 2210: Hafif masiki. > BÜKREŞ, 384 m. 13: Haberler - plâk 13,45: plâk, 18 karışık . 20,20: plâk öle sre komserk 20 plik enik lari, Umumi bir yerden kanser nakli“ ve mp Naim Vapur İdaresi İzmir Sürat Postası ADNAN ıpıru ser Perşembe sini saat tam 18de doğruİZMİR'e hareket eder. Tafsilât için Gala ta Gümrük karşısında Site Fran- sez Han No.12 Tek: 41041 (5928) Karaköy - Köprübaşı Tel, 42362 Sirkeci Mühürdar zade han Telefon: 22740 “KENDERİYE POSTASI o ANKARA 1 Ağustos 933 Salı günü saat 11 de Galata rıhtımından İzmir- Pire ve İskenderiye'ye kalkar (3675) 4864 © “KARADENİZ POSTASI KARADENİZ 2 Ağustos 933 Çarşamba günü saat 18 de kalkar. Dönüşte Tireboluya da uğrar. © (3674) 4863 ZAYİ: 289 numerolu bisiklet plâkasmı zayi ettim. Yenisini alı. Kevork Dülgeryan (5947) gtlilliyet Asrın umdesi “MİLLİYE T” tir. Gelen evrak geri verilmez — Müddeti nüshalar 10 kuruştur — Gazete ve Kl Sie” Gazi germ ce iyetini kabul etmez. Mer ——————— BUGÜNKÜ HAVA ir. Askeri rasat merkezinden al- Hiper İn ve mi ak vam edecektir. > 30-7-813 tarihinde hava tariyiki 7R9 mi- Jimetre en çok sıcaklık 30 en az 23 dere H ra, yemek... Her şey var. Bu kız- lar ne iyi kızlardı. Hele şu Nihal dedikleri ince uzun kız, hepsinden iyi idi ama insana raks öyle ağlar gibi bakıyor, biteviye içini çeki- yordu? Kim bilir? belki onun da köyünde hasta bir annesi var. Belki o da ablasından her gün pay işitiyor, eniştesinin sökükleri- ni dikiyordu. Biran geldi ki Petek'in lokması çok eğilmiş, ağlıyordu ve ağladı- ğını kimseye belli etmek istemi- yordu. — Sil gözlerini Nihal abla. — Bir şey yok ama sonra ben de ağlarım. layacak ne var yavrum? Ben imdi, 2 öyleyimdir. kim ağlarsa ben de onunla. bera- ber ağlarım. Benzigül ablamdan- mı alıştım ne? Lâmbalar yanmıştı. Saat beş matinesine hazırlık başlamıştı. Ar. tık herkes bar bebesini unutmuş- tu, yüzlerini, dudaklarını boyuyor- lar, gözlerine sürme çekiyorlardı. Bar bebesi yavaşça çekildi, Efendi