Mimar N — Sizce mimari nedir? B — Bir paradoks.. ki Biz paradoks mu?.. Na B — Mimarm iki şahsiyeti vardır; biri, yapıcı, kalfa şahsi Yeti; öteki sanatkâr, zevk ade” mı şahsiyeti, İki şahsiyetin tabi ati biribirine zıttır. Halbuki mi mar iki zıttan bir âhen Çi” Far, ikiyi bire çeviren adamdır. a belde büyük mimar — sizce? tekel Tin anladığı gibi hem hem de ince zevkli, yamalı Tüh lu bir insan değildir. Bir ve tün olan yaratma kudretidir. isa? B 2 Mili Eşli Yunanlı daş , doğrusu 'unan sana tün kile devri.. İşte XV ve XVİ'mct asrm Türk mimarla» 7... Bunlar de re 7 ile kıymet saçıcıyı, ile şairi - yırmak mümkün değildir. Yük sek bir mimariyi fizik kanunla sma hem boyun eğen hem de karşı gelen garip bir hamleden doğar. Dediğim gibi, mimari bir paradokstur.. N — Gotik sanatini büyük bir mimari sanati olarak kabul etmez misiniz? B — Nasıl etmem?... Gotik klâsik cinsten olmıyan, fakat, kendi cinsinden, tek, orijinal, bir yaradılıştır. N— Onda da tezatları âhen- ge kalbetmek muvaffakıyeti var mıdır? B — Yok mu? Notre - Dame de Paris, içinde kalfa ile artis ün kaynaştığı bütün bir yara" | Gör dılıştır. Bu sanat ekleme bir icat değil diz oluşu nebati a mevcudun oluşuna benzer. da her şey tek tohumdan çık” huş ve hep birden büyümüş gi bidir. Bu bir çeşit ve çok mistik terebbüt hâdisesidir. N — Eskiler haldemda ne dü enaz? B — Meselâ Mısırlılar... On lar mimar insanların babası ol- dular, mimarlık dehası ilk de fa meydana çıkaranlar Mısırlı” lardır. N — Güzel, fakat neden Mr tır bize daha yakın? B — Şunun için. Beton ar me tekniği ve demokrasi kafe- “ıyla zamanımız mimariyi en İ- n anlıyan bir zamandır. Halbu i Mısır bu anlayışın ilk cevhe tini taşmaktadır. Mrsır sanati Hr süs ve yüz sanati değil, bir #övde ve iç san'atidir. N — Yeni Türk mimarları hakkında ne düşünüyorsunuz? B — Çok iyi şeyler düşünü- Yorum. Silk! mecmüasın- da mantığını yayan bu yeniler Ma Ressam Hasan Rıza Bey (1280-1827) (Başı Çarşamba günkü nüshada) “Son zabit sınıfında Sultan Ha- midin rükübuna mahsus Sultaniye gemisinin kamaralarını tamir ve telvin meselesi çıkmıştı. Kamara. lardaki organ ve resimlerin erbabı tarafından tamir edilmesi icap edi yordu. Bahriye Nezaretinin binler ce lira sarfile Avrupadan ustalar a ukarrerdi. Benim evvelce iyenin aksamı muhtelifesi- ne vukufum olduğu gibi saikai me rakla onun resimlerini, organlari- ni İyice tetkik etmiş, sureti tersimi ni de öğrenmiştim. Nihayet resim Bmualliminin teşviki, mektep müdü vünün nezarete ta ve ihtarı üzerine beni Sultaniye kamarnala- Fırın tamir ve telvinine memur et- tiler. Burada aylarca bütün kudre timle, bütün aşkı sanatimle çalış- tığımı söyliyebilirim, Lâkin bu w- Zun, yorucu mesainin mükâfatı il tifat yerine (o hevesatıma (bir dar ay inkisar indirmekten ibaret kal. Meriç vadilerine atfetmişti. saniyeler içinde kimbilir neler dü- sünmüştü?. Evet, kimbilir, ruhü- nun teessür bulutları ne şimşekler .. ratlerle onu sarsmış- tı. Kirpiklerinin. uçlarında sw kuta müheyya küçük © katreleri mendilinin teması merminin içi- Terek mühtez ve aheste dervişi bir ifade ile devam etti: “— İnsanların devrei şebabr, devrei itilâsıdır. Ekser gencin da: marlarında cevelân eden humu fas birtakım küreyvatı serbes tiyi muhtevidir. Tabiatin bahşet- ir istidat ile yükselmek yenleri insafsızca teçhile kalkış mak, izzeti nefislerini / kırmak, gayretlerini zehirlemek, istikbal. İerini hançerlemekton £ başka şey değildir. San'at bir aşktır. biatin yaktığı manevi bir ateşi sön dürmek, gayrimümkündür. San” at aşkı vüsali namev'ut bir aşktır. ünen ve yetişilmiyen bir serap- yeni riratı, telvinatı hitam bulduktan sonra © Bahriye Nazırı Paşanın maruzatı takdiri- eni mektepten neş'etimden evvel terfiime sebep olmuştu. Fa kat kâşke bu terfi çıkacağına bi- raz mükâfatı maddiye ile cebim gururlandırsaydım. Evet, âtiyen hizmeti sekeriyeme kol- Tarımı dolduracak müzehhep şerit lerin mebadii iftiharı olan bir hattı simin ile mülâzim olmuştum. Halbüki benim bu terfiim maddi. yat noktai nazarından hiçti. Bir kaç ay sonra zabit olacaktım. Fi ——— yet fikri artık, motif, mahalli renk, tarihi anane fikri değik dir. Pierre Loti'nin çmarlı, gü yercinli, pabuçlu Türk'çülüğü karıştı, Bugünkü Türk bir millet ol me deniyet ailesinin bir ferdi, im Yk vücudünün bir uzvudur Mimar insanlığını en iyi anla dir.” Yanlardır, Kayıtsız ve şartsız- “a m Milli motif, Mahalli zevk diye eserlerinin ierkibine mantık karıştırmıyor. N — Peki, milli mimari me selesi ne olacak? B — San'atkârm kafasında öyle bir şey yoktur; olamaz da. San'atkâr yalnız icadeder. Bu gibi meseleleri çıkaran biz teriz. Türk Ocaklarında mesele Yapan gene bizler oldukl.. N — Demek ki siz milli bir Mimari olabileceğini kabul et- Miyorsunuz. ediğim bir anlayış . : Mimarın tefekkür potası tapir “dose” gibi katmak is- len millilik unsuru!.. Milk- | Bedii zevk ve | Kartpostal Bötün dünyada san'at, yenilik ateşleri, nöbetleri içinde yanmak» tâ, muhay”orülukul bir humma ile kat ismini tabattur etmek isteme- diğim bir zat — muallim olacak bir zat — bunu nakkaşlığımın mü kâfatı addederek beni hedefi is- tihkarı addediyordu. Her nedense — gençlik sevkile olacak — bana atfolunan bu liyakatsizlik ruhumu birhicviyci takatsi ediyordu. Arkama lerin tatlı bir rüya “Paul Cezanne” ın niyetile başlıyan Bragvi, Juan Gri kai mürüvvetle yeti süzlük börminnetini tahmil Yükünü görüyor, sılılıyordum. Ar- tık izzeti nefsim mış, hevesim zehi zruştu. Hele muhitimin muallimi şikâyete icbar hususundaki teşvik İerini dinlemek vicdanımın bir a€- zi mutlakaya esir olduğunu anla- mak yeis vı Ç “Artık son düşüncelerim hissi- mi, fikrimi büsbütün değiştirdi. Ben, madem ki rütpeye, nişana Â- şık değildim. Madem ki hayatımın bakkı tasarrufu kendime ait ol- mak le sanatin perestişkârı i- dim, halde rütpeye, nişana bağ- TN i yetin arzularmı, isteklerini derin- den derine yoklayan sınayani gü- i iyiyi arayan çok hırçın, asabi ir il iie nabız ateşini niye din- lememelidir. Sarsak paytak yürü Mi resim san'atine,mekteplerimizdelei Yüksek kaldırım kartpostalları zevki nin esas tutulduğu resim todrisatran sağlam bir çeki düzen .verebile- nımdald küreyvatı yarur zehirlen- Asâbrmdaki zindegii mesai yi daha başka tesssürlerle öldür- meden ihtiyar dostumun delâletile vatanımdan, İstikbalimden uzak- laştım. Evet, kuru ikballere, neti- cesiz saltanatlara tapmış bir bed- mestii ahlâki içinde yüzen muhit- ten âdeta firar ettim. On iki sene kadar uzak ufukların, başka sema ların, ecnebi şehirlerin aguşu ka- bulünde çalışmakla tamadi eden hayatım, Romanm, Floransanm, Napoli'nin atölyelerinde geçti. Son senelerde Mısıra soyahat ederek Âteşin çöllerini, pürşiir gurupları" nr etüt ettim. İftiralımdan on iki sene sonra ajl bir mecburiyet- le vatanıma avdet ettim. “Zaman şahsımda az çok ka- nunu tahavvwülünü göstermiş, lâkin fikrim, hissim değişmemişti. Beni | esrarı habaseti | keşfedilmiş bir müttehim sfatile Kaptan Paşanm huzutuna çıkardıkları zaman me- mulümün hilâfmda © himaye ve se resminin istenileni vermediğine #iz lanılıyor. Bu kıymetleri yerinde | kullanmağı bilmemenin husranı- ei ” dır. de lere karşı dalma meş'um bir “Ügolin”| iştehası ve hır vardır. Genç mes- | le bütün bir itimadı tam bir ina- nişla kendimizi vermedikçe, kendi imizi bırakmadıkça beklemek va- hi bir tevekküldür. İlk bedii he- yecanı, san'at terbiye ve göri ni mektep) İacak olan bu- | günün çocuğu iyi yetiştirilmeyor. o bir kartpostal zadedir. Onun i- çindir ki zevkine güven olmaz. Bir çifte minareler, yakutiyeleri (*) yaratan san'at uluların bu çocuklarında görülen sığ istidat- lar fena bir terbiye ve tedrisin ta- bii bir sonu değildir de | nedir? Muhakkak ki desen de «Model£ Strlimer | Bformer, Volume renkte sıcak, soğuk armoniye esliser'yi o kompozisyonda | Dispo- sition ve hattâ gökle ışığı minya- türlerimizden, çinilerimizden, ter- hip işlerimizden, mimarimizden al mış kaynağı güzel san'atların meb delerinde araştırmış olsaydık bu- günkü şuriş ve dalâlete k. ten kurtulmuş olacaktık”'Bir Pri- mitif kelimesinin yanlış tefsiri, çemilik, beceriksizlik karşilığı İmması zevkimizi 1800—1700 rihleri Hollanda peyizajistleri mu- kallitlerinin kucağına Zemini nikotin fiziri, müşteri çe. telesile kirlenmiş beyaz badanalı parlacak taltiften uzak bir ha- yat, sessiz bir hayatı mesaiye ihti- yaş ve meftuniyetimi açık ve ser riyeti vicdana âşık olarak doğmuş | siyaklarının müvazenesini bulabi- i Jen insan, bir sanatkârdı. Bahriye mesleği- nin son sınıfından zabit çıkacağı | bir kahve duvarında estump ve ka rakalem ile Mes'udiye veya Fatih diritnotunun resmi yanında deli hitinden uzak diyarlara atılması, Sultan Hamidin formasını çıkara» rak amele gömleğini tercih edişi sanat aşkının bir genç ruhundaki hakiki ve ciddi ateşine büyük bir misaldir. o Vicdanında Fsm ya İcibetli fotoğrafına de hasta, bitap bir o haldeydim. Bombardıman gürültülerinin şid- detinden hasta yataklarından fr- lamış zabitlerle ki büyük pencerenin t yun bir gaşkmlık içinde karşımız. ryan, ölüm saçan şerap- sel bakatlaramı baluyordnle Bana gözyaşlarından daha muhrik, | st zahir olur, #derkem, daha acı yaşlar döktürmüştü. şarklı mürebbilerin bağlanmış ba- Sukutun ilk gecesi müdürü bu- | sireti bir teviye san'at terbiyesi di tunduğu mektebinin hastanesin. | ye yavrularımızm Parmak- den aş İarını müstekreh kopyalarla incit. söyledikleri halde Karaa- p atölyesine gidişi eminim va mütevellit bir hata idi. plüm e çimin me hiye a n çizmeleri altında Si bile bile uzaktan se- yirei kalmak © onu hiç şüphesiz isyan ettirmiş, kimseyi dinli emiş, ölümü üz cinayet tahattur bile Riza Bey o ak za ve sstırabın ateşten çizgisi gir. a amam aaa ruhumda çözülmüş bir uktei hüs. ranm gözlerimden dökülen katre. lerile bu kârvani esareti takip e- diyor ve hem Hasan Rıza Beyi dü. şünüyordum. Ve şüphe li dum ki o da ayni dakikada Kara- bir nal ezen ie iel mu- yakkatine bedbaht bir nâkil, acık. bir şahit olarak kaldığı için ağ. bilmiyordum ai ti, Hasan aölyesine gitmiş ve bir #vdet etmemişti: Seda Sofyaya sevkolunuyorduk. O gün bir Bulgar ressamı caddenin bir köşesine yerleştirdiği şövalesinin önünden kalkmış, bizi seyrediyor ve belki ileride vücuda geti levhai zaferin kafilel mağlübi fikrine bir sinema haseni | tespiti ile zaptediyordu. Beno (dakikada Bir karie Cevap “San'at eses min mu mahsuli Ezeli sanat halledemediği, asırların bir türlü | hükmünü veremediği bir. sualin imtihanına çekilmek ve kestirme bir cevapla işin içinden | çikaver. | iasin mi, zekâ- münakaşalarının | inek kolay ve basit iş değil, Adem evlâdının bitmez, tüken mez his kaynağından ezeli nasibi- Bi alan sar'at, daima insan zekâ- sından doğmuştur. Eğer böyle ol- yırt etmek güçlesirdi. İnsiyakları- hım izinde yürüyen ve hislerinin dizginlerini zaptedemiyen zayıf in sandır. His ve hilkat | sanatkâr bileğinden yakalıyarak alabildiği- ne sürükler. İnsan makinesinin his benzini, mantık ta direksiyonudur. e Eğer san'atkâr bu direksiyonla bol ih- traslara aklın emrettiği istika- meti vermezse mağlâptur, san'at eseri yaratamaz. Keza mantığın hendesesinden artakalan ve me- safelere yalnız keskin konturu ile ut çizen mezürlü eser de, san at eseri sayılamaz. İnsanda his ile © mantık ezeli kavgası bitirmemiştir. Şınuril ikemmel © insandır. Şu halde san'atkârda bu müvaxe- neyi mutlak aramalıyız, Gerçi insan zekâsı mesafeleri kısaltmıştır. Beşeri hayatın kısalı- ğından doğan endişe, san'at çseri- ni komprime halinde vermek ex. trarını mırıldanır, “San'at enfüsi, deruni bir âlemin aksidir” iddinsr karşımızda dikilir. Fakat bundan bunlara rağmen san'atte samimi olmak, lâübalilik kuvvet değildir. San'ati, ne sun'i ve kozmopolit misar odalarının seviyesinde, ne 'de samimi birer müessese olan der beder hizmetçi odaları ile is ve 30- fan kokan mutfakların hizasında tutamazsınız. Hülâsa aziz karim! “San'atkâr” eserinde his ile zekâ- sını iyi akort edebilmelidir.” der- semi yeni ve kat'i bir şey söyle. memekle beraber sizi cevapsız da bırakmış olmuyorum sanırım. Eli NACİ Onar mısra Ve Mete Yaşar Nabinin “Kahraman Jar” m okuyan kari, (Onar mısra) ların karşısında şairin yep yeni bir cephesini keşfetmiş oluyor. “Kah- ramanlar” (nda aşka, enfösi duy- gulara pek az yer veren şair, ©- nar mısralarını yalnız kalbini, kal binin bu zaman zaman yaz gün- lerinde bir şadırvandan akan su ayni heyecan,hep ayni samimiyetle on elmastan yapılmış ve metin ol duğu kadar zarif bir lisanla dizil- miş parlak gerdanlıkları hatırla- tıyor. Acaba Kahramanlardaki Ya şar Nabi onar musralardaki Ya. şar Nabiden büsbütün başka bir varlık mıdır? Buna ben menfi bir nin temadisinden başka bir şey de- gildir. Kahramanlar içtimai bir potada eriyen asıl hislerdi. Onar mısrada ise Yaşar m kendi kal binin süzgeçinden geçiyor. Bu iki eseri biribirine bağı daimi | dığı zaman da galeriler, sayısız neşriyat yardım- ci kuvvetlerdir. Bizim müzeleri” mizse kuş uçmaz kervan geçmez uğrağıdır. Dünküler ve resim mu- allimi diye geçinenler bir unutganlıkla böyle bir lüzumu bize hissettirmemişler yavaş sessizce ler e Türk inkalâbını bağrına baran Anadolu dağlarına vermişlerdir. Şimdiden mekteplerde aza mıştır. Muvaffakıyetin çok yakı. nındayız Gençliğin dağdan dağa çarpa çarpa büyüyerek kuvvetle. nen arslan sayhasında unutulma» malıdır ki san'atin büyük istiklâl harbi saklıdır. Erzurum: EŞREF ———— (9) Ezzunumda İki nefis Türk Ressam M. SAMİ | şaheseri tir. hükmettiği zulmet yeryüzüne ile çayırda h | Yunanlıların bu güzel efsanesini anlatan uzun bir Atena'yı pek hat süs ve ifade bir duy. gu, milli bir destan olduğu hissini verdi, Fikirler ve insanlar — << .. Üç Salih Zeki, eserinden ziyade, sahsından bahsedilen bir şairdir. Edebiyatla meşgul olanlar arasın- | da onu tanımıyan yok gibidir; fakat gerek muhtelif mecmunlar. da, bilhassa /etihad'da çıkan man zumeleri, gerek © kitapları çok kims. dikkatini celbetmemiş- alih Zeki'nin büyük bir şa ir olduğunu iddia edecek deği- lim; fakat doğrusu, onun bu ka- dar unutulması da bir haksızlık. tar, Gerek iki üç sene evvel çıkan Persefon'unu (1), gerek daha ye- ni bastırdığı Asya şarkıları'nı (2) bir karıştırmak, bu gnirin hiç ol- mazâa çok büyük mevzular tax savvur ederek bugünkü şairlerimi- zin ekserisinden ayrıldığını gör- idir. Salih Zeki bü- yük, kevni, ana efsanelere âşık ol- muş, onları tekrar anlatmak isti #airdir. İşte Persefon'u, iş- yeni kitabmdaki Elma'sr. Gökler ilâhı Zevs ile denizler ilâhı Poseidon'un kardeşi Hadet'e babası Hronos'tan kalan mülkün en fena parçası, Ahret düşmüş- tür; hiç bir ilâhe, ona varmağa, onunla © ya; biç bir nimfa şamağa razı olmaz. Fakat bir gün Hades, diyarından çıkar, bereket ilâhesi Demeter'in, o sanada arkadaşları oynıyan © kızı Kore'yi kaçırır. Demeter kızmın hasretine dayanamaz, onu ele geçiremezse tün dünyayı kurutacağını söy- İller. Onun bu işi pak âlâ yapabi- leceğini bilen Zevs de endişeye dü yer. Fakat Hades'i büsbütün be- kâr bırakmak ta doğru değildir. Bunun için Kore'nin her sene s€- kiz ay (yahut üç mevsim anası İ- le, dört ay (yahut bir mevsim) de kocası ile yaşamasına karar ve- rilir. Hades'e vardıktan sonra Ko- re'nin ismi Persefone olur. Mito- login müfeesirleri bu efsanenin senenin büyük bir kısmında görü- len, fnkat hiç olmazsa bir mev- manzume, bir ““posma” dır. Yalnız Salih Zeki, eski Yunan- Iıları çok sevmesine rağmen, klâ- sik bir şair değildir. Onu celbe- den şey, eski Yunan efsaneleri. kahhar, nin özünden ziyade kimi d kimi babacan ilâhlarla nimfalarm teşkil ettiği “pittorosgue” manza- radır. Afroditi'ye de, bazan şuh, bazan dertli nimfatara da “niyaz” lar ithaf ettiği hâlde akıl ilâhesi tırlamıyor. Bunon içindir ki tasvirleri, en iyi zaman- larmda bile, Fidias'ın heykellerini değil, nihayet XVII inci asır Fran sız “estampe” larını hatırlatiyor. Salih Zeki, bugünkü — Fransız münekkitlerinin,Le conte de Lisle” ———ğ————— leri mevzularından ziyade tahas- La candan bağlanmasını bilen Türk, silâhmı sevdiği kadar sapa- icine, örsüne de merbut- Ve mek yıkmak mecburiyetinde kal- yapmak,hayat Ne mutlu şairinel.. Şabri ESAT şair Ii (in © Homiros tercümelerine etti ve ilâ” helerinden onlara Latinlerin koy« duğu isimle bahsediyor, hattâ bun ları franarzcadaki talaffuzları ile okuyor. İşte Porsefone onun elin. de Persefon oluyor; halbuki bu nun Türk talaffuzu ile okuyunca fransızca “Persiphone” un ahen: gi de kalmıyor. | Yunanlılardan bahsederken onların © isimlerini, türkçenin ahengi de düşünülerek; mümkün olduğu kadar asıllarına yalım bir surette talaffuz etmel dir; Fransızların kendi dillerini ve kültürlerinin icabatını düşüne- rek Yunan ilâhlarnı, kahraman- larını, mütefekkirlerini Racin'in,İ Voltaire'in verdiği isimlerle an-fi makta hakları olabilir, fakat bi- |i zim onlara uymamıza hiç bir lü İl zum yoktur. Bu noktaları kaydettikten son- ra, Persefon'un bugün okunması: nı en çok arzu ettiğim kitaplar: © dan biri olduğunu itiraf edebili. £ rim. Çünkü Salih Zeki'nin masra- larınm, bazan pürüzlü ve ahenk: İ siz olmalarına Yunan mi» tologiasını, şairlerini okumak he- vesini v ini zannediyorum. Asya şarkıları'ndn da yine eski efsaneler, Yunan ilâhları var; fa- kat sair bunların arasına bizim za fl ten bildiğimiz efsaneler de var. Uzun Elma manzumesi, kitabı — Mukaddes'le Homiros destanların. dan almmış “image” ların terkribisi ne çalısıyor. Fakat Salih Zeki bu sefer her günkü hayattan, kendi © savinç ve kederlerinden de bahsesji diyor. Bu manzumelerden bir ta- nesi, “İğde dalları”, bir mısram- | da «kâfurdan eller» — garibesi bul Tunmasına rağmen, © çok hoşuma gitti, Fakat Salih Zeki kolay kafiye” den, vezin veya kafiye hatırı içimi geldikleri pek belli olan kal l den hiç kacınmıyor. İşte Asya i kıları'nım ilk beyti: “Ben geceler irdim Asyali bahçelerinde, — Daldan dala sari rdan yerinde,” | kadar kederlendindi.” ' Fakat böyle beyitlere, mısra- fi İnra, “Benim gönlüm” gibi şiirden il ziyade mizahır a Yuluveriyor. Reşat Feyzi'nin Matbaa'da yam'ı dn (3) ez SAZINI : i Ş 5 i di Da, mii yali d