© © den beri çince * $ ren hecelerile çince , © Numarayı buldu. liyeti Asrın umdesi «Milliyet» tir. 12 K.EVVEL 1931 IDAREHANE — Ankara cadde. si No: 100 Telgraf adresi: Milliyet, Istanbul. Telefon numaraları: 24310 — 24319 — 24318 ABONE ÜCRETLERİ G Türkiye için Hariç için 3 aylığı o 400 kuruş 800 kuruş 6s 7s ız | | 1400 Gelen evrak geri verilmez Müd tur. Gazete ve matbaaya ti geçen mushalar 10 Ievruş it işleri Gazetemiz ilânların mes'uliyetini | kabul etmez. merkezinden aldığımız me bugün ha va ekseriyetle kapalı ve yağmur İl! la geçecektir. Rüzgâr şimalden esecektir. Dün Beyz 752 milimetre idi, Azı sıcaklık 14, asgiri 8 santig idi | İumata nazaran Haftanın Yazısı Çaresaz! — | Numero: T Efendim, senelerden beri kimseye sö; bir iş, sarfettiğim bir emek var idi ki artık bugün meydana vurmakta beis görmedim: Ben duacınız birkaç sene- öğreniyordum. © Evet tamam 400,000 harfli al © fabesi, demir döver gibi ses ve öğren- dim. Çinceyi neden tercih et tim?.. Bunun evvelâ riyaz sebebi vardı. Dünyada İngiliz ce görüşenlerin adedi 180 mil yon, İspanyolca 120 milyon, Rusça 110 milyon, Almanca 80 milyon, ve Fransızca 60 mil- İnsan bir ecnebi dili öğrenir- ken en çok dil ne ise onu öğ- renmemeli mi?. Çince görü- * şenlerin adedi 400 milyon oldu ğu için onu tercih ettim. İkinci sebep g Bir lisan im diye orta- ya çıktmız mı, etrafınızda bir ulema çenberi hasıl olur.. Her , kes o lisanda sizin! yanlışlarını zı bulmaya çalışırlar.. Ben ho celık ettiğim için bilirim. Bu ulemanın vaziyeti mektepteki > talebeye benzer. Talebeden bi rini tahtaya © çağırıp bir sual © sorarsmız.. Çocuk bilmez, be- ride yerlerinde oturanlar ona fısıldarlar. Onlar da bilmuz a- ma önlerinde kitapları vardır. Oraya bakıp âlimleşirler. Bizdeki ulema da böyledir. « Kitap ve gazete uleması. İşte / bu ulemanın ber bildiğim şe- © ye karışıp yanlışımı çıkarmaya “ yeltenmelerinden bıktım. İste- il i, kil lmediği bilmek istemediği bir şey öğre neyim. Vakıa bizim memleket «te bilinmiyen şe ş ğını bulmakta «ta uğramaz. Lâ ve bilindiği Deme olunmıyan Milliyet'in Edebi Romam: 105 BAŞI DÖ — Bana Fuat o Sami Beyi bulsanız a telefonda "Ahmet Nebil, rehberi açtı. Telefon et- ti: — Allo! Fuat Sami Beye- fendi? is Rot Beyefendi görü İ gerekler, efendim. — Reşit o Beyefendi, Öz Türk gazetesi başmuharriri. Ahmet Nebil aleti | Reşit Beye uzattı: © —Allo! Bonjur Fuat Bey, i bendeniz, Reşit. Yazıcı Zade Mitarethanesi ve ona omerbut ı şirketler hakkında fena bir ha ber aldım. Onun için zatrâlini “asdi ediyorum. — Min göre zrelane ” İ yılmış olduğundan memleketin şey ararsa o zaman güçlük çe- | ker. Zira bilmesek te biliriz sa- mırız. Bu bir kâr olmasa da te sellidir.. İşte bu sebeplerle | geceyi gündüze katarak çince öğren- dim. Şimdi bu dil ile yazılmış eserleri okuyorum, bu dil ile görüşüyor ve kimsenin benim yanlışmı çıkaramıyacağından emin olarak bu dil ile yazıyo- rum ve rahat rahat kendim o- kuyorum. Son zamanlarda çin ce bazı eserleri karıştırırken e- lime bir kitap geçti milâttan | 9,000 sene evvel Pekinde ba- | sılmış. Hem de hurufat ile ba | sılmış... Taş basması değil! | Malöm ya! Çinde pek eski bir medeniyet vardı. İşte o ze- man matbaacılık pek müterak ki bir halde imiş.. Sonradan balk okumaktan bıkmış mı, pa kalmamış, kafa mı kal- mış bilmem. o Matbaacılık iş, Oo sönmüş ve nihayet ün o medeniyet eserleri kay | bolmuş.. gitmiş... Eserin ismini türkçeye (Ça resaz) diye tercüme edebili- İrim.. Bu eser bir takım hikâ- yelerden mürekkep. He: ye insanın bir çeşit müşki nasıl halledeceğini gösteriyor.. Ben bu eserden birkaç hikâye- yi karilerime nakletmek niye- tindeyim. Eğer garip buluyor sanız Çin zihmiyetinin 6 za- manki garabetine ( atfediniz.. Manasız bulursanız tercümede kusur ettiğime hamlediniz.. (Çaresaz) ım içinde işi kesa da uğrıyanların o faslı var ki; şu buhran zamanında tam z6- mine muvafık bir şeydir.. İşte birinci kıssa şudur: Hastasız kalan hekimin| hikâyesi “Çin diyarının “Pekin,, şeh rinde (Çang - Çung) e bir hekim var idi ki eşi emsali yok i velden keşfedip çaresini bulur | (Çan - Çung) un bu he bütün Çin ölkesine ya- dört yakarndan hastalar kal- kıp ona gelirler ve eğer ömür leri vefa eder de ölmeden (Pe kin) e varabilirlerse (Çang - Çung) hekimin himmetile şifa yap olurlardı.. Günün birinde Çin memle- ketinin (Mançu) denilen akva mından bir acuze karı (Çang - Çung) hekime müracaat ede rek (o kendisinin bir genç ve tüvana er ile evlendiğini fakat türlü çocuğu o olmadığını söyliyerek buna bir çare bul- masını istedi. (Çang - Çung) bekim akıllı ir adam idi. Böy le bir acuzenin artık dünyaya çocuk getiremiyeceğini okudu» ğu saçının teli kadar çok kitap lardan © öğrenmişti. Acuzeye sordu: — Nevcivanım! Acaba dün yaya şeref verdiğinizden beri güneş sizden kaç bin defa uta nıp saklanmıştır. Çin dilinde bi n ya- | şı ancak böyle sorulabilirdi.. Acuze yaşını söylemek isteme dar bazik, (Çang - Vale siz NÜKLER| Ibrahim NECMİ de, şirket te iflâs vaziyetinde imişler. — Evet, efendim: Sübeylâ | yerde, İdi. Hanım zatıâlinize ricada bulu- sem — Doktor Mukbil Nedim Beyin refikası, evet efendim. Nihat İlhami Beye para yatır muş da. — Gelmedi, öyle mi efen- dim? Afedersiniz, rahatsız et- tim, Reşit Bey, telefonu kapat- tı. Döndü. — Gitmemiş. O halde o da yandı demek. Vah va Refik Cemal, patronunun acıdığını görerek bir ümit ver | mi? MILLIYET C bunu benden öğrenmeye muh- taç mısınız?.. (Çang - Çung) acuzenin derdine deva bulmakta âciz ol duğunu biliyordu. Fakat bunu birden bire söylemedi.. ve ona şu ilâcı tavsiye etti: — Nevcivanım! Yumurta- dan çıkmadan yumurtlıyan ho rozün ilk yumurtasının sarısı- Br aym en ince göründüğü ge- ce içeceksiniz. Acuze çıktı o gitti. Fakat! bu ilâcı bulmanın muhal oldu- ğunu biliyordu. Her geçtiği ber gördüğü insana (Çang - Çung ) un cahil, şar. latan bir adam olduğunu kim- seyi tedavi edemediğini o ka dar israr ile, o kadar gayretle anlattı ki herkes bu (yaşlı ve dünyadan elini eteğini çekmiş kadma (o inandılar ve artık (Çang - Çung) a müracaat et mez oldular.. (Pekin) deki di- ğer hekimler de (Çang - Çung) un idbara uğramasına yardım ettiler. o Nihayet bu fenalık yapanlarm çalışmaları semere- sini verdi ve bu büyük hekime kimse kedisini bile tedaviye getirmez oldu. (Çang - Çung) hekim ihti yatlı adam idi. İkbal ve muvaf fakıyet devrinde kazandığının hepsini sarfetmezdi. Karısı i- dareli bir kadındı. Evlerinde her gün on davetliden | fazla bulunmaz ve haftada ancak üç defa kırlangıç yuvası yenirdi. Buna rağmen gün geçtikçe Çin li hekimin mali vaziyeti fena- laşıyordu... Nihayet bir gün geldi karısı ona şöyle söyle- di: — Efendim! Bahçedeki kü çük gül ağacının O dibindeki fakfuri kavanozda altın kalma- Başka ağaçların dibinde başka fakfuri kavanoz var mı- dır?, Başka kavanoz da yoktu. Çang - Çung sustu. Önce uyu madı. Bütün gece düşündü. Ertesi sabah daha güneş doğ- madan (Pekin) in en meşhur bir filozofu olan âlim (Tan- gir « tungur) un evine gitti, Filozof eski dostunu hoşlukla kabul etti, Derdini dinledi ve ona şöyle söyledi: — Ey yalnız ölüye can vere miyen (Çang - Çung) hekim! Endişelerini anlıyorum. Mera | kını tahfif et!.. Ben iktiza eden | şeyi yaparım.. İki gün sonra (Pekin) gaze telerinin en çok salanı, günde on milyon tiraj yapanı (Çan - Çan) gazetesinde çıkan şöyle bir haber (Çang - Çung) u ted biş etti, “ (Pekin) in tıp ulemasın- dan maruf (Çang - Çung) be kim şehrin en zengi yüz uşaklı, bin atlı zengini ( Ham - Hum) “ın kayınvaldesi ış tedavi ederek öldürmüştür,, Bu haberin ertesi günü (Ham - Hum) o gazeteye bir tekzip gönderdi: “ (Pekin) in en âlim heki- mi (Çang - Çung) kayınvalde mi tedavi etmiş değildir. Ka- yınvaldem berhayattır. (Çang - Çung) hekime bu yanlış ha- berden dolayı özür dilerim.,, (Çang - Çung) hekim de bir tekzipname gönderdi: “ (Konfoçyüs) ün ve zekâyı âzamın ve semavatın yardımile tedavi ettiğim hastaların için- de kimseyi öldürmedim. Girdi müracaat etmeden © kendileri almışlardır, Beyefendi? — Zanmetmem, Şimdi anla rız. Nebil Bey, Süheylâ Hanı mı bulsanız a! Ahmet Nebilin zaten sarı olan yüzü biraz daha bozul- du. Elleri biraz titriyerek tek rar rehberi karıştırdı. Sonra telefonu açarak numarayı ara- d X — Allo! Doktor Mukbil Ne dim Beyin odevlethaneleri mi mari Süheylâ Hanımefen- Süheylânm çabuk çabuk söy e sadası aletin içinde akset Re dee Kn misin, Nebil? — Bendenizim, Hanımefen d.. — Ne o öyle teklifli teklif ? — Reşit Beyefendi görüşe- cekler de, efendim. — Reşit Bey mi? Benimle 1? — Evet, efendim. 'UMARTESI 12 Sevgili prens Rayharan kralm hizmetçisi idi. Sarayda hizmetine başladı ğr zaman on iki yaşındaydı ve o zamandan beri işini sadakat- la yaptı. Bir gün © sarayda bir prens doğdu ve Rayharan bu çocuğa esir oldu. Ona ne ister se yapıyordu. Çocuğu eline 2- İp havaya kaldırıyor £ ve ona çok hoş isimler veriyordu. Bir gün kral (OKalküta'ya iti. Büyük şehir. Dönüşte oğluna hediyeler getirdi. Bir küçük araba, sarı satenden bir ruba, altın işlemeli bir kefiye ve bilezikler.. Rayharan'ın gözleri, küçük haşmetmaabı £ arabaya koyup ği zaman, bir gurur ateşile yanıyordu. Yağmur mevsimi geldi, seller ve tayfunlar başladı. Ne hirler yataklarından çıktı, akış ları daha canlı ve daha köpük- lü bir hale geldi. Havalar (o düzelince küçük haşmetmaap dışarıya çıkmak istedi. Arabasına bindi ve Ray haran kendisini gezdirdi. Ha- valar ılık ve temiz... Çocuk birden bire parmağı- nı uzattı ve dedi ki : — Sanna (*) bak, ne güzel giçek! uk bir çamur gölünü ortasında çiçekli bir ağacı gös teriyordu. Fakat Rayharan di- zine kadar çamura batmamak için, uçan kuşları gösterdi: — Yukarıya bak, dedi, şu u çan kuş ne güzel! Fakat çocuk kuşlara bak- mak istemiyordu. İllâ ki çiçek! O zaman Rayhi — Peki, dedi, yere kımıldama! Ve bataklığa daldı. Rayharan gidince, çocük a- rabadan çıktı ve dereye doğru koştu. Akan ve küçük dalga- larla kıvrılan dese! Zanneti ki bu derenin küçük çocukları var dır ve onlar iz ve sera- zat yaşıyorlar. Hattâ kendisini çağırıyorlar. — 4 Küçük haşmetmaap bu da- badan bir İ vete icabet etti. Rayharan ağaçtan bir de- met çiçek toplamıştı. Bu mu- vaffakıyetinden © memnun ve münşerih küçük arabaya doğ- ru geldi, Baktı ki arabada kim seler yok. O zaman sağa koş- tu, sola koştu ve küçük haşmet maabı aradı, İçini derin bir en- Su kaplamıştı. Çocuğun ismi ni her tarafta bağırdı. Cevap veren yok! Sarayda Rayharan ile kü- (9) Muhafız ğim yerden Azrail kaçar. Bu yanlış haberi tekzip ederim.,, O günden sonra adedi her gün daha ziyade artan hasta- lar tekrar (Çang - Çung) he- kimin evine üşüştüler. . (Çang a) tekrar şöhret kazan- min hisse: Yapılmamış « cürümlerden beraet faydalıdır... FELEK şek göreceğim : - geli akşam sinemaya gidelim. Ahmet Nebil telefon başın da terliyordu. Şimdi telefonu bekliyen Reşit Beye verse Sü- heylânın teklifsiz hitapların- dan birini Reşit Beyin işitece- inden korkuyordu. Reşit Bey le Refik Cemalin önünde doğ- rudan doğruya cevap ta vere- miğordu. — Reşit Bey görüşecekler, Hanımefendi, aleti kendilerine — Peki ama. Ahmet Nebil, daha ziyade dinlemedi. Tekrar: -— Veriyorum, Efendim. Diyerek aleti Reşit Beye u zattı: — Allo, Süheylâ.. — Besime, Baksana, “sen Nihat İlhamideki paranı çek- tin mi? — Hayır mı? Hani çeke KANUNUEVVEL 1931 — Rabindranath Tagore'den — çük prensin uzun © gaybubeti sabırsızlık ve endişe uyandır. miştr. Kraliçe her ikisini arat mak için eli fenerli o insanlar gönderdi ve bu insanlar Ray- haran'ı buldular, Rayharan de renin kenarında muttasıl ko- şuyor ve bağırıyordu: — Sevgili | prens, prens, neredesin? Kendisini zorla saraya ge- | tird'ler ve o Rayharan kralla kraliçenin önünde diz öktü Bütün söyliyebildiği prensin kayboluşu idi. Kral ve kraliçe ağlaştılar: — Getir oğlumuzu, lumuzu! dediler. Rayharan aciz ve yees de kamburlaştı ve kendisini sa raydan kovdulaı Rayharan köyü çektiği ıztıraplarasanki birteşci makamında, köydeki küçük e- küçük getir oğ doz) Nd - Eyvah Emine, to yapmasını unuttuk. — Sahi hanım, ikimizde ne aptal şeyleriz? vinde, bir çocuğu doğdu. Ray- | E haran evvelâ bu çocuğu gör- mek bile istemedi. Fakat ço- cuk yavaş büyüyüp te, günün birinde gözlerile kendisini arar ken! “Baba,, deyince Rayha- ran dayanamadı, çocuğunu İcu- cağına aldı, derin bir şafkatle öptü öptü: — İşte benim çükük (pren- sim! dedi, dereye gitti ve o yoldan evine geldi. Aman dik- kat edelim, çünkü © bu çocuk, kralın çocuğudur. Rayharan küçük bir araba, sarı satenden bir ruba, bir ke- fiye ve bilezikler aldı. Ne ka- dar geliri varsa, bep yavrusu için sarfetti. o Ar sat- İ tr ve Kalkütaya gitti, Çocuğu- nu mektepte okutabilmek için hizmetçiliğe girdi. Çocuk ye- sin diye kendisi aç kaldı. — Ah, diyordu, küçük prens sen bana tekrar gelmekle dün- yanın en büyük saadetini ver- din, En küçük bir şeye sıkılma nı istemem. Rayharan ihtiyarladı, artık oğlu ona bakıyordu. Fakat ihti yarın bir plânı vardı ve onu ta- bakkuk ettirmek istiyordu. Bir gün oğlu ile beraber sa- ' raya gitti. Kral da, kraliçe de derede kaybolan © çocuklarına | hâlâ ağlıyorlardı. o Rayharan | izin aldı ve oğlu ile beraber he zura çıktı: — Buyurunuz, dedi, oğlümi! zu getirdim. Kraliçe bir sevinç o sayhası ile çocuğu kucakladı, saçları ve alnını öptü, hayat fışkıran ti gözlerile baktı. O zaman kral ağır bi tavas” la Rayharan'a dedi ki: — Sen oğlumuzu çaldın. Ar tık burada kalamazsın. Rayharan dedi ki: — Fakat ben artık ihtiyarla dım. Bu yaşta nereye gide- Yim? Kim beni alır? Ve oğluna baktı. Oğlunun dik bir başı ve yüksek bir alnı vardı, Kral oğlu olduğu için mağrur: Dedi ki: — Baba, bu ihtiyara para verin. Rayharan bu sözü işitince, biraz acele etsen iyi olur, — Her baldo bugün alma da çalış. — Evet, Kahörler pek ve iyi iL. — Daha bilmiyorum, ama, ber halde ihtiyatlı > bulunmam e. — Ahmet Nebile mi? Pe: | ki. Reşit Bey, aleti delikanlıya uzatarak: — Sizi itiyor, Nebil Bey. Dedi. Ahmet Nebilin benzi attı. Reşit Beyin ve Refik Cemalin önünde Süheylâ ile telefon mü kâlemesi yapmasmı hiç istemi yordu, Kendini tutmağa çalışa rak telefonu aldı: ! — Siz misiniz, Nebil Bey? — Hanım, acım, biraz yey« cek.. — Dileneceğine san a! — İyi amma hanım, çalışın ca daha çok e char. gidip çalış — Altı ay evvel bizim vali de sizlere ömür, üç ay evvel de kayın biraderim gitti. Bir| hafta evvel de karım öldü. — Doğrusunu söyleyim mi birader, sen çok intizamsız bir adams. KE | dan şehre ! — Yazdığınız şiiri beş deta| okudum. — İltifat ediyorsunuz. — Hayır, bir türlü anlıya-|, madımı di İ bir şey söylemedi ve sevgili oğ | una baktı, baktı ve kralın hu- zurunda hürmetle eğilerek sa- raydan çıktı, gi istemezsin elbette. Fakat be- nim sana söyliyecek çok mü- him şeylerim var. Mutlâka bu akşam © görüşmemiz lâzem. Bana gelir misin? Sen sadece “evet,, de, İitersen eve gel, İs tersen geçen seferki gibi sine- maya gidelim. — Mümkün değil, Hanım- efendi. — Neden canım? Çok mü- bim bir şey söyliyeceğim sana, Sakın dünkü meseleden gücen miş olmayasın. Vallahi benim haberim bile yoktu. Onlar sü- rüklediler beni. Hem biliyor- — ya, ben seni müdafaaet- e K Nebil bu yüzsüzlü- ğe şaşıyordu. o Nebahatın ya- nında, güya kendisini müdafaa &der gibi davranarak, araların daki münasebeti ifşa eden bu kadın, bir de (bu hareketine karşı minnettarlık mı bekliyor du? Yalnız olsa telefonda ta- şacak, ağzma © geleni söyliye- — Evet, efendim. — Nebilciğim, bana darıl. ma sakın. Dur, cevap verme. Reşit Bey orda iken cekti. Fakat Reşit Beyle Re fik Cemalin mevcudiyeti kendi söni a - menediyordu. BURSA, 10 — Uluda iren bir yaban ta elli yaşlar kolundan yar maball muzu sol bir kadını Babaşakir rafından tabanci miştir. Kuduz olduğu sö) mektedir. Bu akşam İlk defa olarak DAVİD GOLDER “Sinema âleminde bir tar kaydeden film, “Bütün dünyada milyon ca temaşakiran tarafınd alkışlanan film, HARRYBAU PAUL ANDRAL v; Gaston Jacbuet tarafndan İlâveten: FOX dünya ha disleri. Korsika haydutle le mücadele - Fransa, İ giltere futbol maçı - Ne yorkta sür'at yarışları - ( miyeti Akvam celsesi. Bu müstesna gala için ye lerinizi tedarik ediniz. Tel, B.O. 1656 Serbest duhuliye kartla bu hafta için muteber de ğildir, YARIN AKŞAM w MAJİK Sinemasında İki büyük Fransız filmi birden BEKÂR Mümessilesi: Türk yıldı! RADİFE BEHAR H. İlâveten: HERKES Kendi Bahtına RENEE HERBEL ve JE AN GABİN tarafından DİŞİKÖPEK, En büyük Fransız film Tiyatro, Sinema TEPEBAŞI Bugün akşam saat 21,30'da bik KAYIK Dikili Yazan Müsahip Zade Celâl ŞehirTiyalesı G Ke Tiyatrosunda RASİT RIZA ve Bu akşam CANAVAR Manzum eser 3 Perde Müellifi Faruk Nafiz B, Localar 400 - 500. Mevkile 40 - 75 - 100 - 150. Balkon Parter talebeye 40 kuruştur. Delikanlı telefon başın ecel terleri döküyordu, Sühe: lâ, kelimeleri birbirine ekliyel Altı buçukta Opera sineması na gel. Ben seni kapıda kurtuluş olmadığımı gördü: — Evet, — Mersi canım, akşama.. — Peki, efendim. Ahmet Nebil, geniş bir fes alarak oo telefonu kapadı. Terlerini sildi. Bu arada Reşit Bey Refik Cemale talimat © vermiş, gördermmişti. Ahmet Nakil d nerken, er telefon öttü. ,ç Alle. Öz Türk gazetesi