« İ | d Mizah, Hikâye. Raom Milliyet ASRIN ÜMDESİ *MİLLİYET, TİR 28 Teşriniseni 1980 DAREHANE —Ankara caddesi. Ne 100 Telgratf adresi — Mülliyet, Estanbut Teletoa İatanbal a0tı, 3012, 3818 ABONE ÜCRETLER! Türkiye için — Hariç için yi — 600 kuruş — B00 kuruş ” 780 , — 1400 M00 ., ZO0 Gelen evrak geri verilmez Müddeti geçen pushalar 10 kuruştar. Güzete ve matbazya ait işler içla Müdüriyete mürascat odilir. ç Gazetemniz İldaların mesuliyetlni kabel etmez. BUGÜNKÜ HAVA Dün hararet ençok 10 enaz O derece Idl - Bugün havanın poyraz kapalı yağmurlu olması muhtemeldir. Darülfünun Bizde darülfünun meselesi u- mumi harpten evvelki mabut müzmin ve hailli güç şarkı ka- rtip meselesine benzer. Yarım a- sır devam eden bu şarkı karip meselesini, nihayet harbi umu- mi şildi, süpürdü. Acaba darül- fünün meselesini de radikal bir| hareket mi halledecek, yoksa darülfünün - kendi kendini mi islâh edecek? Geçen ay zarfında kıymetli maarif vekili İstanbulda —iken bu islah lüzumuna darülfünun- da irat ettiği bir nutukta işaret etmişti. Cemal Hüsnü B., darül- fünun gibi yüksek bir ilim he- yetine söylenebilecek derecede Açık bir lisan ile aşağı yukarı demişti ki: , $ » 2 ;. N | ğ K | — Her memlekette inkilâp fikirleri darülfünundan doğar. Bizde ise inkilâp fikri darülfü- nuna sonradan girer, Bunlar elim bir hakikat i- fade eden sözlerdi. Yukardâ bir| — Bsual sormuştuk: darülfünun is- Jâh mı edilecek, yoksa islah mı| olacak? Müessesenin idari işti- ki ardır. -Binaenaleyh her tüz islah hareketi kendisin- den doğmalıdır. Fakat açık söyliyelim; hepimizin garip bir zaafımız — vardır: arkadaşlık | hissi iş hayatımıza hakimdir. BU * ğ İ © Buzaf, islah hareketine baş-| lamak şöyle dursun, mevcut ni- zamnamenin bile tatbikine ma-, ni oluyor. Meselâ bir darülfü- nun profesörü Zonguldakta bir. maden mektebine müdür oluyor. telif için hilei şeriye ararız. Çünkü arkadaşlık bunu amirdir. Senelerden be- ri Ankarada başka işlerle meş- ğul olan diğer bir profesör, ha-| lâ darülfünun kadrosuna dahil- dir. Fakat darülfünunun en bü- yük zafı, bütün heyeti alâkadar| ü bir meseledir. Bu ilfünun — müderrisliği diye bir meslek yoktur. Bir kaç -— Müderris müstesna her müder- , Tisin bin taraktu hezi vardır. !1'5 Dünkü gazetelerde — okuduk: — Hasan Tahsin Bey makarna iş- lerile uğraşıyormuş. — Hacı A- dil Bey'in muhtelit mahkeme- dF ve tütün şirketinde vazifele- ri varmış. Ebülülâ Bey bir çok. şirketlerle alâkadarmış, — Fazıl Bey Osmanlı Bankasında heye- ti idare azası imiş. Abdurrah- man Adil Bey di gösterebilir... diyordum. Hal- buki ona gönderdiğim mektup- 'ar hep “Bulunamadığı” kaydi- yle geri gönderiliyordu. İhtimal © isyanda, yahut daha sonraları — ölmüş ve ya başka bir yere göç İşunu hatırlamalıdır. ki, hiç bir, — ÂAŞKGÜNEŞSİ le meşğul imiş. Bu, gazeteler-| de gördüklerimizdir. Yukarı-| da yazdığımız gibi, bir kaç pro- fesör istisma edilirse her mü-| derris hakkında bunlar söylene- bilir. Bir çok müderrisler bütün vakitlerini bu işlere vermişler- dir. Darülfünun profesörlüğü ya bir süs, yahutta bu işlerin daha iyi tedvirine yardım - için bir vasıtadan ibaret kalmıştır. Halbuki bir darülfünun profe- isörü bir saat ders takrir etmek için sekiz saat mütalâğaya muh-| taçtır. Darülfünun profesörlerinin. mesailerini yalnız ilim hayatı- na hasretmelerine karşı bir iti- İraz noktası, müderris maaşları- nın az olması ve maişeti temin için kâfi ücret verilmemesidir. Bir defa barem kanununun darülfünuna tatbiki ile bu itiraz bertaraf edilmiş oluyor. Sonra memlektte ilim hayatı iş hayatı kadar kârlı değildir. Yalnız kârlarını düşünenler — profesör| olamaz vesselâm... Amerika gibi iş hayatı nihayetsiz servet- ler getiren bir memlekette bile profesörler mütevazı — ücretle, çalışıyor. Biz ilim adamlarımızdan, maddi — zaruret içinde yaşama- larını — beklemiyoruz. Fakat! memleketin umumi bir yaşayış seviyesi vardır: ona uygun bir hayat temin edi kanaat ederek faaliyetlerini ta- |lim ve tedrise hasretmelidirler. Ancak bu tahakkuk ettikten| sonradır ki bizde de hakiki ilim| İhayatı, darülfünun hayatı baş- |lıyacaktır. | FELEK KADIN MÜVEZZİ! Havvaa kızları hayat yolun- da mütemadiyen önümüze çık-| maktadır. | Avokat, doktor, hâkim, me- mur, hoca olduktan sonra polis olmak istediler,sökmedi. Şimdi |Posta müvezzü olmak istiyor- lar. Ben kadınların umumi hiz- metlerde muvaffak olacaklarına kail olmadığım halde posta mü- vezzii olmalarına taraftarım ka- dın bir postacı iyi bir haberi müj delemesini ve kara bir haberde de teselli vermesini bilir . . Cin- si İâtif elinden alınan bir mek> tup ne de olsa hoş bir şey değil midir? ADANA ADLİYE BİNASI Gazetelerde okuduk: Adana- da Adliye binası soyulmuş. Bun da hayret edilecek ne var? Ali- nin, Velinin evi soyulur da Ad- liye neden soyulmaz. Benim bu işte en ziyade şaştığım şey bir Adliye binasında hırsızların iş- tihasını tahrik edecek şey bulu- nabilmesidir . SONUNA KADAR.. Defterdarlık bir emir vermiş. Tiyatro ve sinemalara girenler biletlerini sonuna kadar saklaya caklarmış... Ben bir şeye dik- | kat ediyorum. Bir işte sui is! malin önüne geçmek - isteyenle- rin ilk yakasına yapıştıkları mahlük, halktır. Tramvaya bi- mnersiniz, nefes alacak yer yok- tur, fakat içerde biletçiden baş- ka bir de kontrolör vardır. Ne- den? Biletçi çalmasın diye. Tü- nelde deliktem geçersi i sebeple. . Şimdi Etem İzzet oe r.rımA racığım. Onu bulmak için ne-| ler yapmadım, neler? İstanbulu baştan başa tarattım, Düzceyi| |baştan aşa arattım.. ama nafi- le. Şimdi ben Ordudan izin isti- yerek İstanbula gidecek, oradan 'etmişti. Ben cenup cephesinden|adım adım memleketin her ta- sonra mekik gibi cephelerin hep rafınr dolaşaçak, her türlü vası- sinde dolaştım. İkinci İnönüne|taya başvuracak onu bulmaya geldim, Sakarya'da çarpıştım.|çalışacaktım. Musul cephesine gittim, Şarka| gittim, garp cephesine geldim. “Ankarada çalıştım. En son bü-, bi oldu, sesi iyice boğuldu ve sanki korka korka: Burada dili bir ân tutulür gi | te benim ... yük taaruza girdim ve Türk or- dularının zaferini — gözlerimle gördüm ve annemi de buldum. *akat bütün bunlar arasında hâ| —Dilim söylemeye varmıyor: Ya o öldüyse?. bilet saklanacak. ., İyil sakla; hm, lâkin sinemanın orta yerin de salona girip bilet mi yoklana cak? Eğer bu yapılacaksa şaya- |u hayret bir garibe olur. Acaba mütemadiyon parayı verene kül fet ve vazife yüklemedense bi- raz da para tahsil edenlerin ah- lâk ve tabayiine itina edilse yapılması istenen mürakabe da ha iyi olur zannederim! ISTANBUL TİCARET ODASI Türkiyede bazı Ticaret odala rının lâğvedileceği yazılmıştı. . Bu meyanda Istanbul Ticaret nznlm Iw“atı NORA ( Bebeğin evi ) Darülbedayün yeni temsili| Norvöge'in büyük evlâdı, on do kuzuncu asren ikinci yarısında şimal tiyatrosunun seçme üsta- dr Henrik İbsen'in en adı sanı düyülmüş bir. eseridir. İbsen'e tiyatro edebiyatı — tarihinde bul yüksek yeri veren hususiyet, bu büyük şimal edibinin cemi- yet hayatını derinden derine, inceden inceye görerek, yarı- 'nın cemiyetini hazırlıyacak y> ni fikirleri sahnede şahıslar ha Tinde göstermesidir. Nora bu gözle İbsen'in eserleri arasında €en parlak ve yükseklerinden bi- ri sayılabilir. Bu eserde günümüzün anla- yışına göre pek iyi hareket e- den insanlar vardır: Karısını bir nazlr bebek gibi seven, onun hat tâ israflarına bile tahammül e- den, onu “kuşum, bebeğim, sin- ım” diye tatlı tatlı çağıran, gülmesi, eğlenmesi için elinden geleni yapan koca belki bu gü- nün birçok kadımlarının can tarak sevecekleri kocadır. Ay- ni adam bir banka müdürü ©- lunca eskiden bir sahtekârlık| yapmış olan bir adamı işten ç- karmak isterken, karısının da| öyle bir sahte imza koyduğunu duyunca kırıcı bir hiddete dü- şerken, cürmün vesikasını ele geçirip yaktıktan sonra tekrar, bebeğini kucaklamak isterken tamaman günümüzün ve yaşt- yaşımızım “tabil” ve “doğru” bil- diği bir tiptir. İbsen bu adamın karşısına ba- basının evinde nazlı - büyütül- müş, kocasının sevgisi ile şi- martılmış, fakat her yerde bir| sevimli bebek gibi - görülmesi- nin acılarını nihayet duymuş| bir kadın koyuyor. Yarının ka- dımını temsil eden bu tipin han- gi yoldan doğacağını belli et- mek için de önümüze, yoklukla| döğüşmeğe mahküm olmuş dul bir kadın, bir hatanın adına sür- düğü lekeden kurtulmağa susa- mış bir erkek getiriyor. İşte Nora'yı canlandıran ba- şlıca tipler bunlardır. Bütün pi- yes, genç kadının ağzından bize haykırarak: — Kadın, sadece hoşa gittik- çe sevilip okşanacak, can sıkın- ca hırpalanıp — tartaklanebile- cek bir bebek sayıldıkça, hakiki ve samimi ailenin bir uzvu sa- yılamaz. Diye feryat ediyor. Cemiyetin teşkilâtındaki ru-| hi eksikli; Ve arkasından hiç duyulamı- yan bir sesle: *— Lütfen bana bir az su veri-| dedi. O sustu. Ben su istedi- ğini duydum, fakat yerimden kalkamadım. Tepemden ayak uçlarıma kadar vücudumda kan, can, his namıma ne varsa hepsi gekilmiş, sanki ben balmumun- dan bir heykel gibi donmuş kal- mıştım, Belki rengim de öyley- di ve ben tam bir balmumuy- dum! Halbuki yerimden derhal kalkmalı, bir kuş can tezliğiyle ortun yanma koşmalı, onu kolla- |rımın arasına almalı: — Hasan o burda, ölmedi, iş- Demeliydim değil mi? Daha bunum tutulacak, heyecandan kaçılacak nesi, neresi vardı?... Mademki o Hamra'sını düişüne- dedi. Sonra, derinden gelen bir:| —Ah., Dabsi inladi * biliyordu, o ıztırap çekebiliyor- du... Yalnız onun yanında ve karsısında bulunduğunu bilmek İbaşla i bir anlıyışla nişterliyen 'ora” geçen asrm en mühim tiyatro eserlerinden biridir. He-. men her medent dile çevrilmiş olan bu eserden bizim de hisse- dar olmamış bit borçtu. Henüz 17 yaşında bir genç olan Haldun Zihni Beyin bu ter cümeyi deruhte etmesi bu eki kliği tamamlamıştır. Müterci- min gençliğine Trağmen tercü- me diğer bazı mütercimlerin- kinden daha az kusurludur. Ba-| zı defa bir takım sözlerin lüzum suz tekrarlanması zannımızca eserde yazılı değildir; ilk tem-| sili daima bir son pruva sayan| sanatkârların şaşırmaları eseri olarak tekrarlanmıştır. Bazı| cümlelerin şivesizliği, hattâ şu “bebeğin evi” adımın bile türkle- re açıkça manasını ifade edeme | mesi tecrübesizlikten ileri gel- |miş küçük noksanlardır. Tiyatromuza giren tercüme| yolunun muhtaç olduğu bazı e- saslardan ayrı bir makale ile bahsedeceğiz. Oyunun oynanışma gelince,| en ziyade göze batan şey, ikin- ci ve üçüncü perdelerin hep ka! ranlıkta oynanmasıdır. Halbu- ki ikinci perdede Nora'nın ken- İdini zorlıyarak, gözleri yaş için- de, yüzünün her çizgisi elemle kıvrılmış olarak - di göstermek elzemdi. ser en “path&tigue” sahnesini, |Neyyire Neyyir Hanım da en| İparlak bir şahne yaratmak ü- midini karanlık içinde kaybet- tiler, Hizmetçiye “Lâmba ge- tir” emri verilmesi bile gösterir ki müellif sahnenin — aydınlan-| masını istemiştir. | Nora gibi ağır bir piyesi elde mevcut unsurlarla mükemmel oynamak mümkün olamazdı. Bununla beraber - sanatkârları- mız kendileri için mümkün ola-| bilen derecede çalıştılar Ney| yire Neyyir —Hanım ü Nora olmağa — gay- ret ediyordu. Hüseyin Ke- mal Bey, koca rolünde sadeli'ği| muhafaza edebildi. Yalnız son, sahnede ikisi de daha fazla kuv vet sarfetmek ihtiyacındadırlar. Hazim Beyle Bedia Hanım şim- diye kadar hiç oynamadıkları cinsten birer rnlü memulün kat) kat fevkinde - başa ü Talât Bey ise ihtiyar doktoru hiç canlandıramadı. Eğer ikinci perdenin oyun sahnesi zulmet- Küçük Hikâve Tam sı — Allot,. met? — Benim, Hikmet yakışıklı, gürbüz. bir| gençtir . — Ben Neriman. Neriman enfesi nefaiaten bir| kadındır. — Sana söyleyeceklerim var Hikmet, bu gün mütlüka görüş- meliyiz . — Aman görüşelim! Çünkü Hikmet, Nerimana kur!| yapmaktadır. — Cevat bana bir şeyler söy-) ledi, mesele mühim, Cevadın kim olduğunu tabif anladınız; evet, Nerimanın ko- cası. Sen misin Hik-| .. * Nerimanla Hikmet buluştu- lar. Mühim mesele görüşüldü. Pek enayi olmayan Cevat, Hik- metin, Nerimana göz koyduğu- nu hissetmiş ve Hikmeti döv- meğe karar vermiş... Hikmet, bu tehdide güldü ve| Cevattan korkusu olmadığını ispat için, Nerimanı kollarına sıkıştırdı, öptü, öptü, ve... Öp-. tü. .. * Siz doğruyu benden dinleyin: Hikmetin içine kurt düşmüş! Filvaki Neriman, kargısına ge- lip: «Kocam seni öldürecek!o deseydi daha feci bir haber ve: miş olurdu; olurdu ama, verdiği haber de üzücü bir şeydi. Birinin yanında: «Ha vurdu, ha vura- cak... Ha şimdi dayak yedim, ha şimdi yeyeceğim!..» diye ü-) züntü ve endişe içinde bekle mek, hiç te hoş bir şey değildi... Hem asıl korkusu Nerimanın kocası ile dövüşmekte idi. Bunu| istemiyordu. Yoksa, ilk tokat- tan sonra, Cevadı bir yurürukta tepeleyebilirdi. Acaba Cevat, kendisinin çok daha kuvvetsiz olduğunun farkında değil miy- di? Ertesi gün, akşama doğru, Hikmet evine arkadaşlarını da- . z aa. 'Tiy airo Yeni müzakere 28 haftanın beşinciliğini Dü rüşşafaka lisesinden 233 A. Şit bri bey kazanmıştı. Bu yazı Şit ür: rasıdır! bir güreş seyredilecekti. Herkes yer aldı, oturdular, Hikmet s0- yundu, güreş şampiyonu ile tu- tuştu . Mücadele hayli çetin oldu. Profesyonel pehlivan, ne olursa olsun amatörcü yenmeğe çalışı-| yor, Hikmet, kuvvetinin derece- sini Cevada göstermek için, ga- lip gelmeğe çalışıp oğraşıyordu. İç çeyrek saat cidalden son- ra, berabere kaldılar . Hikmet, nefes nefese: — Sıra boksörün! dedi , , Mani olmak istediler, Bu yı gunluktan sonra bu maç yapıla-. Im:ızdı. Hikmet güldü: — Yumruğuna güvenen kaı şıma çıkam . “ Yunan sefiri M. Polihronyâ' dis'in hükümetinden almış Oİ: duğu talimatr hamilen aradaki ihtilâfr halletmek üzre memle: ketimize gelmesi haftanın Ci mühim haberidir. n Gazetinizin bu haftaki bâfr makalelerini okuyanlar Yunali” lıların hakkımızda beslemiş dukları fikirleri sarih bir suret — te görmüşlerdir. ğ — “Bütçemizin dörtte ÜşÜ harp hazırlığına, hatta Nafiayâ — ayırmış olduğumuz paralar bir le harp hazırlığına ait imiş! Memleketimizin âsayişini t& |min için büyük bir ehemmiyet İvermiş olduğumuz “Jandı sınıft da tamamile — askeri Dif terbiye ile yetiştirilmekte imi$! Velhasıl senelerdenberi — Onla* rla harp için hazırlanıyor — imi* şiz. Her hareketimizi kendi & leyhlerinde tefsir eden Yunâli* llar bununla da iktifa etmeyt rek: Boks sekiz ravunttu. Son ra- vuntta Hikmet galip geldi . Hikmet, müzafferiyetinin şe- refine, Nerimanla kocasını bar- 'da yemeğe davet etti. Fakat pek bitkin, pek perişan bir halde idi. Kollarını, bacaklarını kımılda- tamrıyordu, bütün vücüdü, çürük| gibi ağrıyordu... Biraz kendi- jni toplıyabilmek için Ssıcak bir çorba ısmarladı... Dayak tehdidinden kurtuldu- İğu için meş'uttu. Gülümsüyor- du. .. Nerimana bakarak gülüm “Nufusumuzun 15 milyon Ol* mayıp ancak 5 - 6 milyon rad desinde bulunduğunu ve arafi" mizin vüs'atine nazaran nufi> sumuzun laşey derecesinde kâF dığını bu hale kendileri karif” |masa bile Fransadan münbit ©* süyordu. İşte bunun üzerine... |lan Türkiyenin, bu güzel yerle” — Sen artık fazla gelmeğe|rin, istifade etmesini bilmeyefi başladın Hikmet ... Cevattı bu.|bu kadar az bir Devlete ait OF — Ben kör değilim! Yaptığın masımın Cemiyeti beşeriye ahlaksızlıktır. Ben şimdi seni|nununa mügayir bulunduğunl iyi güldürürüm... Al bu vaziyetin, elbet böyle de Bu «Al!» diye verdiği şey to-| vam edemeyüp er, geç düzele” |kattı. .. Şaklayan bir tokat, göz| ceğini?”. — ilah hatta Yunatl | leri kıvılcımlatan bir tokat. .. |gazetelerindeki bu — haberlef — |Bir daha, bidaha ... bidahabida-|en meşhur ve tanınmış mühar” — rirler tarafından yazılmaktadir — N, | Yunanlılarda bu . haleti rühiyt bakf kaldıkça ve vaziyet merkezde bulundukça — bu “yar lancı komedyanın” yeni / sel rin delâletile ne gibi bir hal 07 lacağı şüphesir her kes tarafıi” dan alâka ve sabursuzlukla be” klenmektedir.” İ —— ——— | Mahkemei Asliye İkinci Ticaret Dairesinden: Masa devrildi, tabaklar, bar-| daklar şangır şungur yerlere yul varlandı... Dövüştüler. Niha-| yet kavga bitti. Cevat ayakta| idi. Biraz sararmıştı, sararmıştı. ama, yerlerde, gözü çürümüş,| dişleri kanamış, perişan bir hal-| de sürüklenmiyordu. Bu halde sürüklenen Hikmetti... Hatta| burnu bile biraz çarpılmıştı . vet etti. Tabil bu meyanda Ne- ati Carüt da vürdr Size Cevat pek enayi değildir 'ten nura çıkarılır, son perdenin| Ti Size, dedi. ayrılma sahnesi de zaiftan kuv-| — Size, dedi, vet ve heyecana çevrilirse No-|Teş müsameresi hazırladım. Bi-| ra tiyatromuzda ömür sürecek|TiM güreş şampiyonile boks bir eser olabilir, şampiyonunu davet ettim. Eve- 1. NECMİ|â birile güreşeceğim, sonra ö- —————”—”—> |pbürite dövüşeceğim. Adana belediye riya- | Bu hiç fena bir müsamere de- setinden: gildi. Ciddi bir boksla, şakasız Mana mezlaha insaatı münakasa müddeti uzatı ldı Bir çok yerlerden vukubulan talep ve müracaatlar neticesin- de Mezbaha münakasasının 15 Kânunusani 93 o Çarşamba gü bir boks ve gü-| senetlerile tebdil ettiren; 2 — Hamlline alt hlase sen şubemize müracaatları reca oli akara - brkal Müdürlü TURKİYE IŞ BANKASINDAN 1 — İtbarı Milli Bankası senetlerini Türkiye İş Bankası sedarımızın senetlerini alımak üzere yetlerindeki makbuzlarla T Selânik bankasının AHİMİDİ v€ — PANAYİ VELEÇOS efendiler zim” metindeki alacağından dolayı merbuf elli çuval kahvenin Kânunuevella 3, Üncü Salı günü saat onda 10 İ dedim ya . Kendikendine düşün müştü: “Sersem herif, bir haldedir. Onu dövmeğe ka- rar vermiştim,işte tokatı atma-| ” nn tam sırası...» SELÂMİ İZZET hazır bulunmaları ilân olunur. Arnavutluk Konsolosluğundan: —| “Bugün Arnavutluğun yevmi mü- İhisine müsadif olduğundan şehrimiz” !dth Arnavutluk Konsoloshart saat dörtte bir resmi kabul yapılacağ' — mezkür Konsolatodan bildirilmiştif” — K R A e e Dıvar takvimleri CUMHURİYET TAKVİMİ resimle müzeyyen etlerimizi mübayaa eden, his- amur. nüne talikine karar verildiği i- |lân otunur. | — Piyango Mü; Nümunesi veçkile $00, bar verekası tab ettirileceğinden ta- ba talip olacakların pey akçalarile bir. Tikte 30-11-929 tarih Cumaertesi sa-| at on beşte piyango Müdürlüğünde müteşekkil tayyare cemiyeti mübaya- at komisyonuna Müracaatlar yi tı?. Tehlike burada mıydı?. Ah bu doktorların allah korkusun- dan daha zorluya mal ettikleri korku kanunları; benim bu bal- mumuluğum da hep o kanunla- ların şuur ve: tahteşşuurunda yaptıkları zordan değil mi?. A- caba Nihat bey bu zora kendiğ- rdi. loş ben gene Nihat beyi filân düşünmezdim ama ne yapayım ki ortada Hasari var. Ona bir| İey oluverir korkusu yok mu? işte bu beni sersemletiyor. ve 16/11/29 da ihalesi icra kılmacağı ilân edilen Ankarada kâin Şengül hamamı görülen küzum üzerine yeniden yirmi gün müd- detle müzayedeye vaz edilmiştir. 30/11/929 Cumartesi günü sa Jat (15) te ihalesi icra edileceğinden mezkür hamamın Evkaf hey eti fenniyesince tanzim kılman keşifname ve şartnamesi mucibin |ce (14964) liralık tamirat tefrişat ve tadilât müstecire ait olmak üzre beş sene müddetle icara verileceğinden talip olanların keşif | yi İ" ve afaki hareket şahsi”. Bir tiyatro seyircisi deledebiliyordum. O halde her şey- ancak benim bu halimle dinler|den evel varlığımıza ve bütün ve seyreder .. Bir roman okuyu-|irademize “tahteşşuurun” ha- cusu da ancak benim bu halimle|kim olduğunu en basit bir ruhi- okur ve teessür duyar değil mi?,|yat kaidesi olarak kabul etmek Ne kadar elem duyarsa duysun, | zaruretindeyiz! ne acı gelirse gelsin, hatta göz| - Suyu içtikten sonra: yaşlarını sel edeede okuyup| — Yardım ediniz bir az uza- İgeçtiği sahifelerde gene sadece|nayım .. Çok yoruldum ... |bir başkasına acımak, bir başka| Diyebildi, bir daha konuşma- St için azap ve ıztırap duymak|dı. Tansiyonu adeta yükseliyor, tarafı vardır. Sanki benim için- nefesleri daralıyor ve derinleşi-| de bu an bu roman okurundan, yordu.Bu halinden korktum ve veli Gazi Hazretlerinin resimle! evkatı şerriyeyi ve bir çok faideli Mü” lümatı, bi türlü |çük büyük çep takvimleri basılı Haççanım geldi: geçiriyor . leklerini ve hayretle yüzüme baktıi hatırlıyoru: ben ne haldeydim?. Ayaktâ racak gibi değildim. Başım! yacak, bir an kendimi unutâ€4 ZAFER TAKVİML resimle müzeyyen Zaferi Milli takvimi yaldızlı çer$t Müleleri beri G scsat * küyeleri, T takvimi ile muhteli Türk Neşriyat yurduna mü: edilmesi. tün fena bir şey yaparsam diye düşündüm. Bu çırpımtti — içinde aklıma geldi zile bastif'" — Kuzum hasta bir az bııll':î ğ . Eter koklatıver. ? A ân hafifçe oğuver Dedim; kadıncağazın dik _*î_’; y ge ü VE düe | imbilir yül: bu tiyatro seyredicisinden fark- sızdı. Bu his nasıl gelebildi, na-| sıl oldu ve.. ben onun istediği suyu nasıl dökmeden, bardağı elimden düşürmeden, götürebil- dim, nasıl hıçkırıklarım - boğ; zımda düğümlenip kalabildi?. kediye döndürüyor . Hasan ikinci def'a: — Lâtfen bir az su verir mi- siniz?, Dediği zaman bir gölğe gibi İyerimden kımıldanabildim ... İstediğini yapabildim. Bu an ne bu hâl beni ikaz etti: — Ne oldunuz Hasan Bey?, Üzülmeyiniz, iyi olunuz, nişan- Imnızı -da bulacak ve mes'ut ola- caksınız ... Bir az dinleniniz, ., Dedim, onu - yatırdım. Elim ayağım titriyar: sinirlerimi düzeltecek bir ?:_V arıyordum. Sevineceğim, seV” mneceğimden bir deli gibi kuî]tl hoplıyacağım yerde sanki dÜT ya gözlerimde kararıyor, ka€Sİ |yar, hastane başıma yıkılır gi tühaftı. Sanki bu maceranın| |kahramanları biz değilmişiz; is- İmi bu derece ıztırapla anılari ka- dım ben değilmişim de bir baş- İkasının acı ve sızı dolu hikâye- Demek ki o saniyede bile man-| — Ya şimdi bir şey olursa tığım “tahteşşuurum” hisleri-| Diye kıvranıyordum. Ona yar| me galip gelebiliyor ve Hasan'a|dım etmek, sinirlerine sükün bir şey olur korkusu her şeyden| vermek lâzımdı. Fakat ben ya- üstün geliyordu. O zaman ben pabilecek miydim?, Şaşkın, te-i oluyodu. İhtimal dimdi essü maktan ketr bu'da Kep kah ziyade o ande ol ün tesiri altında S BİTMEDİ