10 Mart 1929 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

10 Mart 1929 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ao Ğ L AA . SO AAA Ve l Ve b a .. n DY LA : # MILLIYET ikciw, NMiz N (d K N ASRIN UMDESİ “MİLLİYET,TİR 10 MART 1929 BUGÜNKÜ HAVA Dün en fazla hararet | , enaz 5 dereceydi. Rüzgâr lodos esmiştir, sür'ati 14- metre. Bugün- kuvvetli lodos / esecektir. Hava - kapalı. ve yağışlıdır. FELEK Bağlarım ha ! Bir iki gün, evel şehrin muhtelif yerlerinde, ateşli genç- ler kır. koşuları - terlip - etmiş- lerdi. Bunlardan biri koşarken kelli felli ve aklı başında zan- nedilen bir zatin yanından , geçer, onun arkasından koşan arkadaşı , bu kelli felli zatin şöyle dediğini işitir : — Bağlarım ha ?2.. Bu zihniyet memlekette an- daşılmış — olduğu — zannedilen spor cereyanına karşı hâlâ bir kısmımız tarafından gösterilen âlâkanın en beliğ. bir taza- hurudur. Bu ne liberallık 21 ı n ——— Şehrimizin — bazı — hususi maâhfellerinde hikâye edilen bir şey işittim. şayanı dikkat gör- düğüm . bu hikâyeyi size nak- tedeceğim : Şu son- günlerde şehrimize gelen seyyah vapurlarının için- de bir tanesinin getirdiği seyyah kafilesinde elli altmış kadar Mason varmış. Arkadaşlarının geleceğinden - haberdar - olan Istanbul masonları onları kâar- şılamışlar ve sereflerine bir de ziyafet vermişler. Misafir ma- sonlar da bu nezakele muka- bele için Istanhullu arkadaş- darını, vapurda yemek yemeye çağırmışlar . Fakat davetliler muayyen saatta seyyah vapu- runa gitmek için evelce karar- laştırılan, rıhtımdaki * irkap ,, yerine geldikleri zaman vapur- dan bir muş ile gelen bir hey'et mutaassıp - bir. adam olan kaptanın , vapurda masonlara bir. zıyafet verilmesine şiddeile muhalefet ettiğini maal'itizar daâvetlilere bildirmişlerdir . Bu ne liberalizm değil mi?!. Xirmi hallld Bir gazetede okudum ama . nerede olduğunu hatırlayamı- yorum . Galiba, Şişli tarafla- rında Hanımtar yirmi beşlik biriktirmeye — merak- etmişler , birbirlerine rast geldikteri zamam : * — Kardeşim benim 32 oldu sen »nakadar - yaptın ? - Diye soruyorlarımış .. Bu havadisi benim gibi okomuş bir yaşlı zendost güldü ve dedi ki : — Bü tehlikeli bir şeydir ! Ben de vaktile yirmibeşliklerle çok oynadım da bak şimdi ne haldeyim ? FELEK FENNİ BAHİS PALAMUT İhmal edilen bir sanayilmiz Hayvan derilerinin- kösele haline ifrağında, yani debağlanmasın da pa- lamut kullanılır. Burada palamut ba- lığından değil bir çok meşe cinsle- rinin meyvası Olan palamuttan bahse- deceğim , Memleketimizde İzmir ve havadisi 'ile çanak kalede yetişir . Yunani: lkanlar ve adalarda da bulunur . Fakat İzmir palamutları dünyanın en iyi ve en ziyade aranılan palamutlarıdır. Yunanlıler palamutla- rını Türk malı diye satarlar. Bu tabit servetimiz bir az ihti- mamla bize milyarlar kazandırabilir. Palamutların debağatta ham olarak kullanılması - ve külletli olduğundan palamut su ile muâmtle edilip hülâsa yapılmaktadır. Bu hülasanın 65*/, debağlayıcı mad- desi yardır, halbuki ham palamutün 20-30'/,dur. Bu hulasayı yapan mem- lekeumizde üç fabrika vardır. — İkisi İzmirde ve birisi de İstanbuldadır. Bu fabrikalardan — Ametika,; — Almanya, İngiltere ve Rusyaya ihraç edilmek- tedir. Yunanistan da bu vedide Hizimle rekabete hazirlanmış ve fabrikalar açmıştır. Bizim fabrikalarımız. senede on bir ton hülâsa yapabilirlerki bunun da kiymeti üç TMilyon yediyüz bin şürk ihraci ve masraİlı lirasıdır. Fazla ecnebi takabeti dola- yisile istihsalân budereceye çıkata- miyorlar. Yerli deri fabrikalarımız yerli hulâsası almayup fena fakat ucuz ecnebi hulâsaları alıyorlar. 1928 senesi üç aylık gümrük istatistiklerine nazaran ayda vasati 74,639 liralık hülasa girmekte yani senevi 900,000 dokuzyüzbin liramız -harice gitmektedir. En fazla yaptığımız ihracat 1925 senesindeidi ki buda ancak - 783,242 liradır. Yeniden - yapılacak bir - şey yoktur. Mükemmel, — yardımsız -— işleyen fabrikalarımızı bir az yeni gümrük tarifesile himaye — edelim. Bunlar memleketimiz deri fabrikalarının hu- lâsa ihtiyacını tatmin' etmedikten mada mühim ihtacat ta yapabilecklerdir. . Bu suretle memleketimiz diğer hü- kümetlerin ticaretine halel getirmiye- cek olan ufak ve cüzü bit gümrük târifesinde yapılacak tadilat ile üç milyon yedi yüz bin Türk Jirası kazanacaktır. f Ktmya mühendisi! sa Ha mez şapkasını,- paltosunu, -boyun atkısını çıkardı. Hizmetçi, efen- disinin başını, yüzünü gözünü görünce, afalladı, ve gülmemek için kendini güç zaptetti, Seyfi bey, saçını, sakalını, bıyıklarını ve kaşlarını kirpiklerine varıncaya kadar kökünden tıraş ettirmişti. Cascaylak bir tebessümle sordu; — Hanım burada mı? ve kızın ceyabını beklemeden seslendi: u. ' Seyfi bey kapıdan girer gir- — Fahire! Fahire! 5 Vahire hanım kocasının - cas- cavlak haline boyun büktü. Onun böyle deliliklerine “alışkin bir kadın tavrı ile, sanki” gayri tabit hiç bir-şey. yokmuş “gibi sordu: — Ne var- Seyhun? Yalnızken kocasına Seyfi de- mez, “Seyhün derdi; ve bunu söylediğini de kimse bilmezdi. Beyfendi, tam mahasiyle, piş-” miş kelle gibi sırıtıp dedi ki: — Keyfim — yerinde, işlerimi ü takıldı, tıkırına koydum, şirket meselesi ı i çantada. keklik, komisyon mesa- iH halledildi Ama bütün bu işleri görürken yanımda olmalıy- dın. Aslan kesilmiştim.Neyse bu- rada böyle ayakta konuşmıyalım. Ellerini Oğuşturarak odasına doğru yürüdü, dudaklarının ara- sında, haydindi hoplada gel, bes- tesiyle şöyle bir şarkı mırılda- nıyordu: “Taridi dim tarl dun, Tartdi dim tari dun... Ah ne , kurnazdır Seyhun, Ah pek kurnazdır Seyhun., Karısına izahat verdi: Bu Şarkıyı eve gelirken, hem gülteledim, hem besteledim. Keylimin derecesine bak ki, bir- | denbire şair oldum, Bu güne ka- dar manzumc (lL'HCn olduğunu bile bilmezdim. Aklıma birdenbire geldi, dilimin ucuna söylemeyim - diyorum, duramıyorum ki... Fahire hanımın yüreğine ine- cekti, hafifçe gülümsedi. Kocası bir kete bir şey tutturdu mu,- bir daha ağzından zor bırakirdi. Bü şarkının hayatlarında yer edece- gine şüphe yoktu.. — Kocasi mütemadiyen: Taridi -dim., diye söylenirken: © içinden: Buna da sabıt gerek; diyordu. Fakat ya- rım saat sonra sabrı. tükendi: — Böğazın ağrıyacak, dedi. Seyfi bey omuz silkti . — Bir yere mi gidiyordun? — Evet.. Yani şey, Merzuka gelecekti de merhum - Asal beyin karısına gidecektik. Sen tanımaz- Bir çok” yaşlı — hanımlarla, şeyin ne sın . ” SAT R N, .. İngiltere Bürhanettin Abdurralmazn » SÖNEN ISIK Yazan - İşte yavaş, yavdaş aralanan gözlerine ziya doldu..Ktrafa hur- Ju tebessümlerini - saçan — güneş hâlâ kaybolmamış... -Böceklerin vızıltıları bile elan devam edi- yor, yalnız bunlar - Neyranın, Ö beyinin içinde ugulduyodır gibi... Kulaklarında, ne çjrîn, ne gü- rütülü. çan sesleri vaf...Şakakları çatlıyacakmış gibi oluyor-. - İşte alamın şu sol tarafında da göÖZz- lerini yaşartan hir zonklama, adeta açılıp kapanan nabı#? Bibi yuran bir ağrı duyuyor.... Sol kolunu — güçlükte — kaldı- riyor... Ne 0? Başına bu mendili kim sarmış? — Nasilsiniz Natmazel, yara- nız çok acıyor muf r Neyran gözlerini çevirdi. Bu ses 'de nerden geldi? Ona “Mat- mazel,, diyen, yaradan bahseden kim? Bir el, sıcak 2, soğuk mu bilmiyor, fakat tenini yakan bir el başını kaldırdı. Neyrün iki gözden, iri koyu, |" “koyu mavi, iki gözden başka bir şey görmüyor! Bunlar küçük Ha- sanın gözlerinden de güzel! Kir- ne uZ 4_ n erik. Ne MEBRURE HURŞİT — ranın bakışi biraz daha yukarı kaydı. Geniş, kırışıksız - bir alın. Arkaya” doğru taranmış kumral saçlar.. Neyran anlamadan bak- makta, gözlerini oynatmakta de- vam ediyor. Ona demin ..Mât- mazei,diyen dudaklar bunlarmı? İşte yine kımıldayorlar. — Bu kazaya sebep olduğum için çok müteesirim... Fakat sahi Matmazel, türkçe biliyor musunuz, beni anlıyor musunuz? Neyran- haftfçe başını sallıyor... kırmızı dudaklar yine kımıldıyor, aralanıyor; — dişleri beyaz ! — Sizi evinize ğötürmeliyim.. acaba otomobilime kader yürü- yebllecek misiniz? Başka bir ye- riniz de ağrı varmı? Neyran : — Ayye çok acıyor... diye bağırdı. Sağ kolunu sızlatıcı bir şey, kızgın demir - gibi bir şey sıkmıştı . Galiba bu kımıldayan kırmızı dudakların sahibi, kolundan tu- tup Onü kaldırmak istemişti... irti, ama ne saçları babanınkiler gibi beyaz de- gil.. genç güzel bir erkek ! Neyran soruyor! — Siz kimsiniz? — AÂtınızı öfkelendiren oto- mobilin sahibi.. — Neden geri döndunüz?Düş- tüğümü görmüş mü idiniz? — Acı bir ses duyar gibi ol- muştum; arkama baktım, bir şey görmedim..otomobili biraz yavaş- latmıştım, az- sonta beyaz — bir atın koşarak geldiğini gördüm.. biraz evel kısa bir ân için görmüş olduğum beyazlı süvarisi yoktu. Direksiyonu çevirdim, döndüm.. yolun üstünde beyaz şapkanızı görünce durdum — ve işte sizi burada buldum. Artık bir an evel sizi evinize götürmekten başkz çare yok.. biraz gayret edermisi- niz, Matmazel? Neyranın kolu .çok ağrıyor ... doğrulmağa çalıştı, Takat muva- Hak olamadı. Belki düz yolda sızlayan ayağıta basmadan bir iki adım atabilirdi fakat bu he- mdekten nâsıl çıksın? Nasıl tırm- ansın? İnce kaşlarını kaldırarak ya- Vaş, yavaş: — Size evi söyliyeyim, bari babama, haber verin de gelip beni alsınlar.... diyor. adam, onu bu halde Neyran artık düşünebiliyordu ..." : d ai acağını, bir an evel eve n öylüya x 53 GÜNÜN LÂTİFELERİ (İngilizler bahriye bütçelerini bizim paramızla 450 milyon liraya indirmişler - gazeteler ) İA K A keme n CA &5 —— A I T A Yahu bu kadar İedakarlık Yüpiyorum ua nal üpheleniyorlar . giyinecek, başıma şöy şapka geçirip gidecektim... — Şöylecene bir de levanta sürmüşün. - Yahu bu kadar basit bir şey söylemek için doksan bin dereden — su- getiriyorsun..— Her neyse, ben on beş gün çalışaca- gım, ilk günümü sana hasredi- yorum, süslen bakayim, proga- mim hazır, lokantada yemek yiye- ceğiz, tiyatroya gideceğiz, sonra barda eyleneceğiz., merhum - Asaf beyin karısı: başka- güne kalsın. Fahire hanım, pek memnun olmuş gibi görünerek, giyinmek üzere odasına gitti, hemen esrar- engiz bir mektup karaladı. koca- sı görmeden soyundu, çamaşırla- tını değiştirdi, giyindi. Hizmetçi hanımın - ölkesini sezdi, sebebini de anladı. Öteki öodadan beyfen: dinin sesi geliyotdu: “Taridi dim tari dun.. » "e —İlğer bu şarkı deyam. edrse bayılacağım! Fâhirenin, sinirden — çeneleri titriyordu. Fakat şarkı devam ctti. Oto- miobilde devam etti, lokantada yemek liştesine bakarken de devam etti: “Kalkan tavası.lüfer.. dana rosto. koyun.. taridi dim tarf düüsa .—. : Fahire - yemeği kisa kesti, tiyatroya gitmedi, çarnaçar Mak- sime girdi.. Seyfi bey tam yerini bulmuş bir. gadam neşesiyle şarkısını tutturdu.. Brtesi gün, Seyli bey yatağın- dan “çok geç kalktı. Fahire, ak- şam dörde kadar “övde - oturdü, dörtten sonra sokağa çıktı. Ak- şam, sekiz buçukta geldi. Kapi- dan, şarkı söyliyerek girdi : “Taridi, dim tari dun, Ah pek kurnazdır Seyhun,,, Seyfi bey sevincinden çıldırdı; — Ben demedim mi sana bu şarkıya dayanılmaz diye, ışte sen de dayanamadın. Hakkın — varmış, sahiden güzel şarkı, insan bir kere diline virdettimi bir daha kendini ala- miyor. Seyli bey sevineinden, yerin- den kalktı, iyileşmişti. — Karıcığım, dedi;. — seninle a gidelim: i Fahite kabkahayla güldü: Sen çıldırdın mı? kış günü Bursaya gidilir mi? — Neden gidilmesin İstanbulda oturup patlayalım mı? -Neden patlayalım, ben ahbapla rima giderim, sen de Alay köşküne gidersin, bak artık şiir yazmağa başladın, orada ilhamın genişler, Seyfi bey sustu, ve ertesi ğüne kadar sabretti. Ertesi gün hava yağmurluydu.bey Bu fendi pencerenin önünde uzun bir müddet durdu ve nihayet dayanamadı : — Bu gün ne' yapacağız Fahire kekeledi : — Ben Asal. beyin kariısına gideceğim... Telaket bir şey ama mecbüriyet. tasav- ne namuslu bir ne yapayım, vur “edemezsin aile... Seyfi bey — birdenbire verdi: — Ben de gelecetim. — Sıkılırsın, şakadan, nükte- den anlayan İnsanlar değil. Kocası dinlemiyordu, giyindi, hazırlandı. Çıktılar. geldikleri zaman, Fahire koca- sından evel salona koştu. Asaf beyin matemini pembe ipekli tuvaletlerle tutan karısı Fahirenin boynuna sarıldı: — Nerede kaldın hayin .. Zavallı Nuri bir' saattır seni bek- liyor. Fahire telaşla fısıldadı: — Kocam berâber geldi.'. Seyli bey — zaviyei - kaime şeklinde eğildi. Kendisine Nuri beyi takdim ettiler. Söz, havadan Ve sudan uzayıp: gitti © Fahire, Nürinin yüzüne bakmaktan çeki- niyor, *Nuri - gözlerini - Seyfiden ayırmıyordu, arada sıtada dâ Fa- hireyi süzüyordu. İki kıziyle gelen bir hanım vaziyeti kurtardı. Asaf beyin: haremi: erkek -içerde otur- sanıza, biz. biraz: kadın - kadın konuşalım, dedi. Nuriyle *Seyfizyan odaya geç- tiler. Konuşacak söz bulamtyor- larek Su. hava, kar bitti.. Uzun bir müddet sustular.. bu derm sessizliği "Nuri beys birdenbire yırttı? “ Taridi dim tari dun Pek kurnazdır. bu -Seyhun.,, Seyfi beyin gözleri dört açıl- dı, “ yerinden * fitladı. O zaman Noti içinden. “ Eyvah! - dedi,bir pot kirdim galiba?,, Seyfi bey haykırarak seslendi: Fahire! Fahire! karar Fahire igeldi, ve odadan içeri ., girince ödü patladı. Nuri sapsarı kesilmişti, kocasının başına kan hücum etmiş, nefes. alamıyordu. Ne oluyordu! Ne olacaktı? Derin feci, korkünç bir sessizlikten sonra, Seyfi bey gururdan hindi gibi kabararak, sevincinden keke- leyerek dedi ki: — Dinle bak Fahire, benim şarkım !. Nuri bey benim beste- lediğim — şarkıyı - söylüyor.. Ben bu şarkıyı yapalı daha üğ gün olmadı, halbuki şarkı dillere des tan- olmuş!.. y Makleden yanaklarını kızartan kisa bir - te- reddütten sonra : —$Bari müsade ediniz; sizi kaldirıp — ötomobile — götüreyim. diyor, ve Neyranın cevabını bek: lemeden bir kolunu , başının, öbü- rünü de- bacaklarının - altından geçirip onu hendekten — dışarı çıkarıyor. Neyran demin, düz yolda, bir ayağına basmadan yürüyebilece- gini düşünüyordu, fakat, Otomobile kadar taşınmasına ses Çıkarmıyor. Genç adam, beyaz - şapkayı da yerden aldı ve Neyranın yanina geçti ... Koluna Çarpmamak - için ne kadar da uzağa. çekildi..— Mo- tor homurdandı, otomobil hafilçe "sarsıldı... Kalkacaklardı... Tam o esnada karşıki yoldan Mehmet göründü, Neyranın sesini işidince hemen koşup geldi. — Mehmet, Yıldız. beni dü- şürdü, kendi de yukarı doğru kaçtı. Git onu yakala.. Otomobil ilerliyor ve zavallı Mehmet yolun ortasında, ne dü- süneceğini bilmeden aptal gibi ağzı açık, baka kalıyor! * — Kolunuz çok âğtıyor mu, hanımefendi? — Âğııyor. Başınız dönüyor. mu? Hayır. Affediyor musunuz hanım- meden,” bilmeden. mü- sebbibi olduğum bu- kazayı. —Ben “yıldız., 1 bile affettim. Otomobil, uçuyur... — Ne tuhaf! Eğer © adamla konuşmamış - olsaydım - ben sizi hâlâ ecnebi zannedecektim. » gözlerimi Aaçtığım zaman sizi küçük Hasanım zan- netmiştim. — Hasan mı ? * — ; Evet çocuğum! — Ne diyorsunuz; siz evlimi- siniz ? — Hayıt! — Öyle ise? Evli değilim ama, çocu- ğum - var. — Kaç yaşında? e OKmük SAat Va Si — On sekizden bir çeyrek eksik. i — Demek çocuğunuzla dört yaş üç çeyrek aranız var? Kolum — ağrıyor, zonklüyor... — Hanımefendi! Ne söyliyeksiniz? Soracağım... Neyi? Kiminle konuştuğumu ? Otomobilinizin öfkelendi- atın sahibesi ile ! DU İste geldik. Durunuz. Ya, burası mı? Beyaz başım — Evet ama, şimdi - nasıl ineceğim? Ş Neyran bunu düşünürken bahçe kapısı açıldı ve Namık - göründü. Rengi kül gibi olmuştu. - Genç kız etmeğe çalıştı. c —- Neyran ne oldun?Söyleşene. Başmdakî kan ne? Neye inmi- yorsun? Otomobil işiden ” ve zaten Neyran gecikti diye me- raktan yerinde durmiyan gece anne de — başını örtmüş kapıta koşmuştu. Genç kızı saçları dar- ma dağınık, başı sarılı, yabancı bir erkek yanında görünce dizleri titremeğe, dili dolaşmağa başladı. Ne, ne. olmuş? Vah iki gözüm evlaâdım..ben sana deme- babasına- tebessüm sesini dim mi? diye söylenerek — Ney- rana yaklaşu. O esnada - vak'ayı kısaca' anlatan genç adam: — Hanımetendi, yürüyemiyor, sSiZ onu İçeri taşıyınız, ben şimdi derhal gidip bir doktor çağırırım. Namik genç kızı. kucağına aldı ve otomobilin sahibine te- şekkür etmeği bile hatırına getir- meden: — Üvet.. evet.. acele ediniz! dedi. Köşke girdi. B Deminden beri istırabını ya- bancıya göstermemek için gay- retler şarfeden Neyran artık göz- lerini kapamıştı. Odasına gelince Namık onu sedii koşah gece anneciği bir yandan yRVaŞÇJ: — Böyle gâvür adetlerinden hayır gelmez derim de, beni din- lemczler.. diye mırıldanıyor, bir yandan da Neyranın yatağını açı- yordu. Zavallı baba yere çökînüş. beyaz - çizmelerini — çekiyordu.. ttriyen parmakları işte kan dam- laları ile lekelenen beyaz boyun bağını çözdü. Neyrancık en. bü- yük ağrısını caket - çıkarılırken çekti ve bütün gayretine rağmen kuruyan boğazından kopan iztı- rap feryadını zaptedemedi. — Babacım... acıyor... acıyor.. * Gelen doktor, kolu muayene ederken Neyranı daha bir kaç defalar bağırttı. Bununla beraber. kemik sadece incilmekle kalmış, ne kırılmış nede çatlamıştı . Bir kaç gün pansman yapmak ve kolu fazla hareket ettirme- mek kâfi idi. Ağrıyan ayakta da ehemmiyetli bir şey bulunmadı, | sağ bileği burkulmuş biraz da şişmişti. Alındaki yara oldukça derindi, bunun da temizlenip bağlanması Neyrana epice aci çektirdi. Doktor dışarı çıktığı zaman Namığa yaradan ziyade başin şiddetle taşa çarpmış olmasından korktuğunu ve şayet ateş yük- selecek olursa derhal kendisine haber gönderilmesini söyledi. Selâmi İzzet

Bu sayıdan diğer sayfalar: