3 Mart 1929 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

3 Mart 1929 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ğğ Yazan —MI:BRURE HRUŞİT — — Sen benim annemsin! diyordu. YTekrar, tekrar onu kaldırıyor, bu ;,u'umxemekıen başka bir şey | poyraz olması muhtemeldir. MİLLİYET- PA7AR 3 MART Fikir, A:an UMDESİ 'Mlu.lm TİR 3 MART 1929 BUGÜNKÜ HAVA Dün en fazla hararet nakıs (1), en az nakıs dereceydi. Bu gün havanın karlı ve Şidded.'ı — bilirim. - ebede kadar “Leyla ve Mec- . rim — Türk cemiyeti idealini bula- — çerçeyeyi aldı. B rinden — bile akıl edemeden bütün canını — bütün sevgi küdretini dudaklarına FIKRA Şair ve kadın Dostum katkısız, sahici şairdir. Diyebilirim ki son senelerde öz kendimizi en çok ve çok güzel kafiyelen- diren bu dostumdur. Bu hemen hemen tek olan şalir dostum bize şire bürün- müş bir demet nesir verdi. Kadımı, izdivacı meteden bu demetin renkleri de ko- küları da, dürülüşü de ku- sursuzdu. Tıpkı Vandik'in bir man- zarası, Mesoniye'nin en ince detaylı bir tablosu gibiydi. Fakat sade o kadar işte, ne tablat manzarasının kendisi, ne tablonun hayattaki haki- katı değildi. Ben şairimi tanırım. Şalirimin tanıdığı kadın denilen şeyi de tanırım. Şalrimin kadın derdemez tââğ içinde bir altıntas kanın acı, acı köpürdüğünü de Anın — içindir ki “Günün kadını, adını verdiği o ya- zısıni nefis bir “modern minyatür, den öteye - geçir- medim. Şair ve kadın ezelden nun, — demektir, — uzaklaş- “İdeal nlle,. sizliğin bütün cürmü cemiyetindir. Evlenmek istemiyen erkek için kadını ve müsrif kadın için erkeği itham edemeyiz. Ürkeklik izdivaca karşı değil, cemiyete karşıdır. Köy kadını mektep kadı- nı, şehir kadını hayat kadını ive alelıtlak Türk delikanlısı iş ve refah delikanlısı olma-| dıktan sonra tek şair Faru- kun demeti. nihayet bir şiir ve mevsim demetidir, öyle değil mi dostum? Mizah, kıpısınd.ı gelenlen ıgırhyordu; davet:- liler ellerindeki kartın ucunu kopar: tarak içeri girerken matbuat ailesinden olanlar, kendi evlerine geldikleri için bilet göstermek lüzumundan kurtarıl- mış idi; ve her şey çok samimi ve çok neş'eli idi. Nekadar yazık ki Istanbulda tam Türk renkli bir içtima salonumuz olmadığı için gine bu kasvetli Pe- rapalasın dar salonlarına sığınmak mecburiyetinde kalmış idik: bu kas- vetli ve çok eski zamanda fena ha- tıralara sahne olmuş olan Parapalasın salonundan içeri girdiğim zaman birdenbire beynimi dolduran acı “levanten,, hatıralarını bit an - için FELEK Tıpkı Abidin Daver Bey biraderi- miz dünkü “Cumhuriyet, gaze- tesinde Matbuat — balosundan bahsediyordu, bu yazının — ilk fıkrasını naktediyorum: “Gazetelerimizi henüz pek Avrupa gazetelerine benzete- miyorsak ta balomuzu Avrupa balolarına pek âlâ benzettik.,, Sevgili meslektaşım Avrupa- yı bir haylı gezmiştir, acaba bizim baluda görülen “ Zuhurt kolu, Avrupanın hangi balo- sunda vardır. Ne görmek istiyor ? Istanbula buzların hucumu hakkında uzun uzadı söz söy- liyecek yaz'iyette değiliz, fakat pek te süküt ile geçiştiremiye- ceğim. Dünkü davetsiz misafirlerin limanı istilâsı üzerine Rasat- haneye sormuşlar: — Efendim bunun akibeti acaba ne olur ? —Eğer gece soğuk olur kar yğarsa don olur! Gece soğuk olmasına ve kar yağmasına rağmern don olmadı. Rasathane acaba mutlaka İs- tanbulda don mu görmek is- ve tıkları zaman vuslettedirler, birleştikleri vakıt ayrı. Kadınla şairi yan yana düşünür: düşünmez şairin kaburgaları altiadaki “Pro- mete ciğeri, ni görürüm. Fakat dostum mademki şairdir, şalir kadın için, ha- yat için ve her, şey için ne derse hemen bir kadeh Ku- antro gibi zevk ve lezzetle kabul ederim. Kadına çerçeve, delikan- hya öğüt... Bunun Imkânı mı vardır? Bunda imkân gören bir şalrse “ peki, derim, şa- ir değilse muhakkak ki güle- - Mutlaka Idealizim yapmak lâzımsa “Kadın,, 1 vucud. tiyor ? DılEın dalgın! Evet dün Sirkeci iskelesinde durmüş dalgın dalgın - bakı- yordu.. Sordum: — Neye dalgın dalgın buz- lara bakıyorsun ? — İlham alıyorum ! Dedi : Bu bir muharrirdi, ne muhar- riri olduğunu siz tahmin ede- bilirsiniz! Bunun Üzerine! Limanın bir buz yaylası ha- line gelmesi üzerine “Istanbul Ilman işleri,, nin Buz inhisa- rına verilmesi derpiş edilmek- tedir. FELEK getirmek için, ilkönce “anne;,, yi yaratmalıyız. Anneyi yarttığımız gün ktır. — “Havvâ,, hanım efendiden bu güne kadar hiç bir ka- denin suçu yoktur, Habil bey efendiden bu güne kadar hiç bir delikasnlının suçu olmadığı gibi Vlıllıveiın umk.ısı 22 HATIRALAR Bir balo hatırası - “İstanbulda 40 sene evel balo Evelsi akşam bizim mesleğin balosu — Perapalasta — veriliyordu - Kölüslerilin TÜREEA n arzusu beni de perşembe —akşamı Beyoğluna geçirdi . Parlak gözleriyle güler yüzletiyle ziyaretçileri kaşılayan enç mubarrirler, bu aile bılosunun çünkü orası nurlu ve me- dent gençliğin güzel ve sevimli si- malariyle dolu idi . Neş'eli Türk çiftlerinin arasından geçerken. bizim olduğu halde pek çok seneler bizden başka olanların kendilerine mal edin- dikleri “Palas, salonunda Türklüğün asri ve kaynar hayatınt yakından gördügüme çok seviniyordum . Perapa- lasta bir balo gecesindeyim. Kubbe- nin altı güzel giyinmiş- kadın - ve erkeklerle dolu. Fakat nekadar büyük fark var. Bü kadınların ve erkeklerin hemen hepsi benim milletimden... Ve benim dilimi konuşuyor. Ben ise vaktiyle burasını Babil kulesi gibi her lisan- dan konuşanlarla dolu görürdüm; ve Beyoğlu Babil kulesini dolduran o eski halk belki hiç bir milletten olmak davasında bulunmazdı! çünkü onlar “Levanten.,ler idi; yani — vatansız, mefküresiz adamlar idi; milliyetlerini yalnız ceplerindeki pasaportlar an- latırdı ve ekseriya 0 pasaportun ya- zıldığı ecnebi dilini bile sahibi oku- yamaz ve söyliyemezdi ! Ve bu renk- siz, ruhsuz, milliyetsiz güruh, kendi- lerini bizlerden yukarı sanırlardı... daha eski zamanlara doğru zihnim yol aldı. Ömrümde ilk baloya gittiğimi hatır- ladım. Mektepten yeni çıkmış idik. Bizi şehadetnameye kavuşturan büyük imtihanların sıkıntısından sonra ilk olarak Beyoğlunun karnavalına yakın- dan karişmak istemiştik. Biz üç ar- kadaş idik. Mektep yoldaşlarından bir Ermeninin yardımına sığındık; onun Pangaltıdaki evinde çarşıdan kirala- dığımız dominoları giydik, vüzümüze maske taktık... Ama ne müthiş halecanlar içinde idikl. O tarihte, şimdiki Tokatlıya- nın olduğu yerde bir Fransı vardı; bir balo orada veriliyordu, Alhamra sinemasının karşısındaki kili- senin olduğu yerde “ Konkordiya, tiyatrosu vardı; bir balo da orada vardı... Nihayet daha şıkı olarak Te- pebaşı tiyatrosunda Istanbul Yahu- dileri menfaatına bir balo daha ter- tip ol idi. Sokaklar k l ile dolu idi; her lisan konuşuluyordu; sade Tükçe yoktu. Baloların ikisini gezdik, pastacılara, birahanelere baş vurduk.. Fakât! Yüreklerimiz çarpi- yordu, kulaklarımız. uğulduyordu, Türk olduğumuzu bilmedikleri için beyoğluluların bizler için savudukları sözleri işidiyorduk; fakat karşı koya - mıyorduk ! bü kılık ile kendimizi göstermek mahv olmak demekti.. Da- yanamadık, biraz sonra tekrar Pangal- | tıya geldik, maske ve dominoları bırak- tık... Ha! bak unutuyordum .. O vakıt İsmokin ve frakta giymek yasaktı; “ İstanbulin , denilen Protestan papazlarından alma önü kapalı “Set- re,, leri giydik; tekrar Tepebaşı balo- suna döndük; Orası da bizi ezdi. Başında kırmızı fesile bizden başka on adam daha yöoktu ve biz üç er- kek arkadaş kolkola idik! Ruhumuzu çok ve derin bir hüzün sardı. Arka- daşımın bir tanesini, mektep lakabiyle “Palabıyık,, diye Çağırırdık ve pala- bıyık, hepimizden ziyade sinirleni- yorda. Bir kaç kadeh daha yuvarla dedik; o, bize şu cevabı vermişti: - Çocuklar, ben dayanamayaca- cağım, zaten kafam dumanlı, çok içer- sem mutlaka - birisine- çatarım. daha fena olur. İyisi mi? savuşayım. Dedi ve — yanımızdan — ayrıldı. Kayboldu. Dışarda buram Duram karyağıyor- du, İstanbulun gine büyük kışlarından birisi idi, İki arkadaş kalmıştık. Bir kenara çekilip © zamanın modası olan kadrilleri, valsları, mazurkaları seyrettik ve geç bir vakıtta balodan çıkıyorduk. - Paltolarimızi — aldığımız zaman, palabıyığın kokuletalı kamse- lasını da önümüze koydular ve biz şaşırdık, Aceba palabıyık ince setre ilemi çıkıp gitmişti ? Bu olamazdı; çünkü müthiş soğuk vardı, çok kar yağıyordu. Balonun içini; köşesini; bir daha aradık: hayır nafile! Palabı- yık yok! Artık biz kâpıdan çıkarken ortahk ışıyordu... Bir de ne görelim ? Palabıyık bahçede, kanape üzorinde uzanmış yatıyor ve horu! horul uyu- yor! Üstüne yağan ;karlar bir karış kadar — tabaka, yapmış; — İstanbulin setrenin siyah r_cııkleri karın beyaz- lığı arasından Titam” tezat — halinde seçiliyordu... Onu kaldırdık; kamse- lasına sardık, doğru bir hamama götürdük; kendine geldiği vakit; - Düşmanlar içinde eylenmiye 1929 Hıkaye, ——— İ HER o Kün S ra Tiyaüro İ — İyi ama Neziiı;iz[m, dost- | luk başka, hekimlik başka. — Teessüf ederim.. Ben bu parayı istemem, senden para GEMiçük HikâyE UMUMİ ADAP. Mektepten çıkalı üç sene ol- | Müştu. — Paşanın köşkünden çağırı- yorlar, hasta varmış... deye haber verdikleri zaman, adeta çarpıntıya tutuldu... Ağaçlı, büyük bir bahçırin ortasında, zarif bir kuş kafc- 1e benzeyen köşke girdiği zan an, heyecandan titriyordu... * Genç. güzel bir hanım ef güler yüzle, Takat endişeli bakışla.. —Doktor, dedi, büyük kızım dün gece birden bitre hastalandı; çok harareti var. — Kaç yaşında efendim. Dokuz.. küçüğü yedisindedir. Onu kardeşinin yanından ayırdım. Buyurunuz, yukarı çıkalım. - Yukarı çıktılar. Doktor Nezih, gözlerini kaldırıp. genç kadının yüzüne bakmağa cesaret edemi- yor, fakat kadının gözlerini kırp- madan kendisine baktığını, hisse- diyordu. >dk bir * Çocuk - kızamuk - çıkarıyordu. Doktor Nezih söyleyeceğini söy- ledi, reçetesini yazdı, gitmek üzre kalktı. çıkanlar böyle kar altında yatmalı ki akıllansın! Dedi sonra ilâve etti: - Bir de bizim kendi balomuzu görmeden ölürsem gözüm açık gider! Bizim de kendi balomuz olsa diyorum diye belki beni deli sanırsınız! fakat, aklım — başımda, bünü — müutlaka göreceğiz! Bu hikâye eylediğim vak'a 40 seneliktir, Palabıyık bu dünyaya altı sene evel veda etti ve gözü açık gitti! mahut Perapalasın Tepe- başına nazır pençeresinden Palabıyı- gn sızdığı kanapenin olduğu — yere geçen gece bakarken benim gözleri yaşartmıştı. ve arkamdan eylenme ve oynama sesle: Ordu, Ahmet İhsari GÜNÜN LÂTİFELERİ Buzlar Istanbul limanını kapladığı zaman neler gördük. — Biradcer, ne yapayım vapur yok, sandal yok, Istanbula inmek için de başka iare yok Genç kızın di .<olgun, zaif bir hasta hayali canlandı.. “Yeşil gözler,, di onlarl.. “Yeçij Bözleri,, Küçükten beri arayıp ta bir türlü resmini olsun göre- mediği o yanık ninnileri söliyen “anne,! Karyolanın üzerine çıkıp Yere oturmuş, bu cansız şeyi arasına almiş - gözle- silmeği collarının süzülen yaşları vererek, doya, doya: — Ânnem.... Annem... Ânnem.... Ix pışnr , İ madı! | siyah atkıda kimindir? Bunları |neden saklamışlardı?. Neyran çok nüvazişini almak için uzaklara uçuyormuş gipi bulun- duğu yerde adeta benliğinden te- cerrüt ediyordu. Artık birinci muammayı hallet- mişti. Burası annesinin yatak 0d- ası idi. Karyolanın üzerindeki büyük çarşafın bir kenarını açtı, yirmi sene evel annesini sevin- diren © sırma işlemeli, beyaz kadife motifli yatak örtüsünü o da çok güzel buldu. Şu bohçadakiler de ne idi? Bu küçük yamalı çoraplar, şu eski yünden çocuk entarisi, bu düşündü, Takat bir türlü anlıya- Ma: ıdelmegc çahşan dalgın gözlerle bohçayı tekrar - kapadı. Yatağın örtüsünü çekerken eli ipekli bir şeye değdi. Bu, bir “sabahlık, idi. Neyran — genç kadınlara has olan merakla onü üzerine geçirdl; büyük endam aynasındaki hayaline baktı. O esnada duvardaki resme ne kadar da benziyordu... Neyranın aynaya bakan gözleri dehşetle açıldı. Odanın ortasına döğru İlerli- yen kimdi?.. Birdenbire arkadan doğru uza- nan iki zaif kolun gittikçe taz- yikanı arttıran çemberi içinde kaldı.. korkunç kısık bir ses: — Kâmran! Kâmran!..geldin değil mi? Bana acıdın, değıl mi? Neyran başına doöğrü- şiddetli bir hararetin yüksekliğini hissetti, gözlerinin. önünde al bernekli pullar pırıldadı, yüksek bir yer- den karanlık bir kuyuya düşer f—Anııcuğım' —Xnnı, yadından başka-bir şey çıkama- dan kendini kaybetti. vi 2 ReRe Neyran gözlerini yavaş yavaş araladı.. Yatağının başında otu- ran babası mi idi? Doğrulmak istedi. Fakat- parmağını bile kı mıldatamadı. Üzerinde öyle Ta- hat bir gevşeklik vardı ki... — Uyandın mı, Neyrancığım? Nasılsın? Daha iyisin, değil mi? Sus, aman konuşma yörulursun. Bunları söyliyen babası idi! Ne de tatlı bakışı vardıl... Ne tuhaf... İşte elini almış okşuyor- du. Neyran hastalardaki, o0 en feykalâde şeyleri bile düşünme- deri kabul eden saf memnüniyetle gözlerini kapadı... Babası yavaşça elini bırakmış, arasından ziya sızan perdeyi, biraz daha indir- meğe gitmişti... Genç kıı gözlerini açmadan ı boğuk bir: | n açıyor. Hanım. efendi, parlak siyah gözlerini gene ışıldatarak : — Yarın gelirsiniz değil mi?.. dedi. — Emredersiniz... Ertesi gün gitti.. Daha ertesi gün, ve daha da ertesi gün,gene gitti... * Neriman hanım cfendi, ihtiyar teyzesine sordu: — Genç doktoru nasıl bulu- yorsun? - Çok terbiyeli, kibar bir adam...Âynı zamanda iyi doktor da. — Acaba neden İstanbolda, mesela Beyoğlunda bit muayene- hane âçmıyor? — Kim bilir. y * Doktor Nezih. Neriman hanı- ma aşık olmuştu.. Şimdi küçüğü de tedavi ediyordu. kızamuk, bü- yükten küçüğe de sirayet etmişti. Neriman hanım da, Nezihe karşı dâkayt kalamamağa başladı.. Ve nihayet o da Nezihi sevdi. * Bir akşam, çok geç vakit, misafir — odasında otururlarken, sessiz — sedasız, mukaddemesiz, ilanı aşksız,birbirlerinin kollarına atıldılar. * . Çocuklar iyileşti... Bir- gün ihtiyar teyze Nerima- na dedi ki: — Doktora vizitasını verme- dik. Ayip oluyor. O, nezaketen istemiyor ama, sen vermelisin. Neriman yutgundu: — Evet.. vermeliyiz... — Hem zengin bir adam da değil.., Klbiselerine dikkat etme- din mi ne kadar eski?.. Onu yemeklere alakoyduk, dost mu- amelesi ettik, para almağa uta- nıyor... Ben yarın çağıtıp - vere- ceğim. Olur. * — Neriman, teyzen beni tah- kir ctti.. Bana para — vermeğe kalktı.. Beni artık sevmiyor mu- sun?. * Ertesi gün köşke davet edildi. İhtiyar teyze karşıladı: - Her şeyi biliyorum oğlum, Neriman — söyledi... - Siz para almak istemiyorsunuz... O, sizden ayrılmak — istemiyor:. Evlenin bari... Doktor Nezihin gözleri karardı, sevinçten gırtlağı düğümlendi... Sahi mi? Sahimi? - deye kekeledi.. bana varıyor öyle mi? — Evet. haydi gidip konu- şunuz, sizi bekliyor. İhtiyar teyze kendi kendine söyleniyordu: — Garıp şey ... Çocuklara bakti.. Bunun için hakettiği parayı kabul etmedi... Neri manin metresi diye... Halbu ki evleniyor ve Nerima- nın bütün servetine kon mayı kabul ediyor.. Adabı umumiye telekkisi . içinden çıkılmaz şey vesselâmi... Nakleden Selâmi İzzet Şehremaneti ilânatı | Fatih dairesinden: Unkapanın- da Elvan zade mahallesinde Azaplar sokağında 20-10 emlâk numaralı ve 3 katlı ahşap hane enkazı Martın 20nci Çarşamba günü saat 15 te kapalı zarf - usulile satılacağından talip olanların o günden daire Encümenine gel- meleri lâzımdır. ... Şehremaneti Mezat müdürlü- günden: Sahibi meçhul bir adet fanile makinası ile Belkis hanıma ait otomobil ilân tarihinden iti- baren 15 gün zarfında kaldırıl- madığı takdirde bilmüzayede sa- tılacağı ilân olunur. İstanbul ikinci Ticaret mah- kemesinden: 13 Kânunu sani 029 tarihinde ilânı iflasına karar verilen İstan- bulda kürkcü hanında 46 numa- rada icrayı ticaret eden Mehmet Arslan ve mahtumları - şirketi hakkındaki iflâs kararının ref'ine 28 Şüubat 0209 tarihinde karar verildiği ilân olunur. Zayi Üç üçe tuzlu balığa ait Lenin vapurunun 7-1(-920 tarihi ile ve SI75 nümerofu konşimentosunu kaybedilmiştir. Yenisi - çıkarılacağın - dan eskisinin hükmü kalmadığı ilân olunur. Sovflot İ Ticaret y Istanbul umum ekmekci fırancalacı ve fırıncılar esnafı cemiyetinin idare hey'eti intihabı 4-3-020 Pazartesi günü Karaköyde Huvyır hanında kâin cemiyet merkezinde icra ve saat ondan ondörde kadar intihaba devam edileceği alâkadarana ilân olunur. Doktor A. Kutiel Elektrik — makineleriyle — belso- güukluüğu — idrar darlığı, Prostat ade- müktidar, ve belgevşekliği — serian ve cilt ile ” firengiyi ağrısız tedavi eder. Karaköyde Börekçi Jirimı stra- sında 34 rının ucuna b.ı&.ırak vakl.ı—mış, yatağının başındaki koltuğa otur- müştu. Neyran ' kirpiklerinin arasından belli etmeden ona bakıyordu.. Zavallının saçları .ne kadar da beyazlanmıştı. Başını avuçlarının arasına alan elleri ne zaif, ne şeffaftı.. Sarılığın altından adeta mavi damarlatı seçiliyordu. Neyrana ne olmuştu. Uzun, uzun bir uykudan uya- niyormüş gibi idi. — — Baba ben hasta mı idim? — Evet Neyrancığım, üç haf- tadır yatıyorsun.. Ama korkma, artık İyi oldun. Eğer konuşmaz dediklerimi dinlersen birkaç güne kadar kalkarsın. Dudakların mı yapışıyor... Dur sana bir portakal soyayım. Neyran babayi ne iyi buluyor.. Onun portakalı soyuşunda, ince kabukları dikkatle ayırışında, or- tasından çekirdekleri çıkarısında ne müşfik bir “ana,, hali var... Genç kız ses yıkarmudun ağzı- btA I’u—..ışmı ı,ıkaı emi, _Xuranl' Dudaklarının arasından posayı alan parmaklar ne kadar da tit: Tiyor.... — Baba biraz yatağın içinde otursam, -olmaz mi? Koltuklarının altından — tutu onu kaldırmağa çalışan soğuE eller biraz beceriksiz.. Neyran yoruldu... doğrulmıyor... Kapı yavaşça açıldı... nenin meraklı gözleri bakıyor... Beni tanıyor lâdım? — Elbette, gece anneciğim, seni tanımaz olür muyum? Neyran geçirdiği — nöbetleri hatırlamıyor ... - o geceden beri doktorların ellerine bile; “Anne- ciğim ... anneciğim .. beni bur- dan götür..., diye bağırarak sa- rıldığını, “babam beni sevmiyor.. babam beni sevmiyor..., sayıkla- maları ile çırpındığını bilmiyor... — Babacım, artık — benimle Genç an- Neyrana musun ev- yalnız — Hayir Neyrancığım,.. sen konuşup yorulma. Ne ister- sen ben söyliyeyim... bak gece annen de burada, ikimiz de ya- nındayız... hiç korkma! - Bir şey daha sorayım da... susarım.. Babacığım artık benden kaçmıyacak mısın... hep, hep ya- nımda kalacak mısın? Artık iyi oldum mu? —- Evet Neyrancığım, iyi ol- dun ... Bundan sonra — hiç ayrıl- mıyacağız, yemeklerimizi de be- raber yiyeceğiz.. hele iyi ol, bak seni nerelere götüreceğim... yalnız sen şimdi uslu uslu göz- lerini kapa da ateşin gene yük- selmesin Neyran söz dinledi... fakat yorganın üstündekt küçük - terli el, dudakların söylemeğe cesaret edemediği bir arzu ile kımıldadı, demin oönu yavaş, yavaş okşayan parmakları aradı... ç

Bu sayıdan diğer sayfalar: