Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
4 '“'uı Size — her şeyi ' Evet hayatımda bir &'"'İG evlenmezden ; Dette — bulunuyor- 0 mektuplarını vere- herkeee ı tsizlik etmiş fena ortaya çıkarım. : Ü Müdafaa bile etmi 'ı 4 muhakemede ha- Gıyabımda Süretle de ayrılmış ve basit bir mese- M ÜŞ DG m, 1 bakalım mektupla- Çıkmasına razı olur yi l%nmuıaade alma” h. “demem. — Dava ile « YWukatlar esasen ha erdir. Onun da bizim b © karar verdiğimizi a0 Emin — olunuz ki İ Edine kani olmasam da bile getirmezdim. Bek doğru... O kadın ha Utanmaz — ve sikil- Uka 'y teşhir edilmek ister. iğim kadın tiyat- bir sanatkârdır. Hem İşten haberi olması lâ” 3"'*-. Boyle taraleynin işler kolay m'denbıre bir gün bir p N bayla filân bayanın * ve herşey olur gi dL * 'Nerak etmeyiniz. | Per şeye rağmen ben O, Tında gene çirkin bir İ Fakil’ken ko- Tü> bir kadın olarak ka vaziyete düşen M © Genç, güzel bir ka: İ l“üuğu halde onu al “m daha mı viodan- Süstu, Sesinde öyle vm.dı hl .. l sizi tena tanıma- yetı yok mu- f*lt bana en acı gör ai beni fena bilme- | W ül edemem. S niçin fena tanıya- Pvuınedıvesbzu Tba bu — komedide a h* zevce gibi hemen ' lâzım değil..Ben 'a "“re seyahatine çıka” MA siz bir. — dostun, yi Din evine gidersiniz. İ nızda size yar- üyh Olsun. Fakat her | ' bilsin. Ona hepsini » fakat kati bir " lâzım olan şeyleri M%Glekr hakkında tı vardı. Her- enberi pek çok b“' avukatla da gör im — avukatım dan biri, Âyır 9 hususlarında bü- Sahibi, Sörecek ve işi anla- gidip görüşe- fana yapacağmı sey bir sesle S h:“"îllktetı sonra ya' İğ L dedi, Size bun: , Ne zahmet çek- KÜ ve mantıksız — Müşterek hayatı- D” tatlıydı. Fakat 5, ben hayatım' Yalnızca takip meluı gimaz | NAKLEDEN: BURHAN BURCAK edeceğim, Höyle acı bir karar ver- edeceğim. Böyle acı bir karar ver- diğim için sonradan bana hak ve- recek ve müteşekkir kalacaksınız. — Ş$imdi anlıyorum. Önce biraz şaşırmıştım. İyi düşünememiştim. Pek doğru... Artık evliliğimiz pek tuhaf bir şekil aldı. Hürriyetinizi elde etmek istemeniz pek tabii bir ŞEy e. Yüzü sapsarıydı. Hatinde de bir kaç gündenberi bir — mahzunluk vardı. Kendisine doğru koştum, — Kerim, dedim, siz gene benim dostum kalacaksınız, benim müş; fik ve sadık dostum, Biz gene bi tibirimizi eskisi kadar çok sevece- ğiz. seni kolları arasına zünü görmüyordum: — Kerim, biribirinden — ayrılan başkalarının biribirinden kaçmak ve bDiribirini sevmemek için sebDebr leri vardır. Biz, gene sevişiriz. Drostuyüumuza halel — gelmez, Biz biribirimize hi; bir zaman fenalık etmedik ki.. — Biribirimize fenalık etmedik.. — Beraber yaşamasak bile gene sık sık görüşürüz, çok sık... Biri" birimizin saadetine alâka gösteri- riz. cmaz mı? Aksisada gibi tekrar etli: — Eyet, alâka gösteririz, Feri« Sonra alnımdan uzun uzun öpr tü ve birdenbire beni yanından it: ti. — Haydi yavrum gidip üyüyü- Luz, Ben çalışacağım, dedi. Bir müddet sonra evden çıktı- ğını işittim. Doğru olması kabil mi? Yoksa ben rüya mı gördüm. Kerim, .nademki serbest - olmak aldı. Yü- niz galibe 'eler ve İeessür duyuyor. Demek ben, gene zalim rüzgârlara tabi kimsesiz bir küçük yaprak olacağım, üyle mi? Ah, Kerzim beraberce tatlı ve samimi günler yaşadıktan sonra beni böyle yapayalnız hayatınız dan dışarı atmakla beni evvelkin- | den daha fakir ve biçare bıraktı- nız. Kerim bunu nasıl anlamıyorsu- nuz? Bizi böyle birdenbire ayıran para öyle vi? ne yazık! Size hür riyetinizi ve"'yorum. Fakat ben | kendi hürriyetimi kazanamıyaca- ğim. Kaleslerini seven kuşlar ar- tık serbest uçamaz, kapalı pence- reye, catma carparlar. — Eğer açıl mazsa, dışarda soğuktan ölürler. Of ben ağlamak — istemiyorum, istemiyorum... —İ8— 31 mart, gündüz Bilmem neden? İçimde — fena, çirkin bir arzu var. Kerimden, ayrılmamıza sebeb o- lan mektupları istedim. Önce ver- mek istemedi: — Sonra veririm. Şimdi onları ne yapacaksınız! dedi. Ben — öfkelendim, hırçınlık et- tim, Söylediğimi bilmiyorum. Fa kat nihayet “peki!, dedi. —Yüzü sarardı. Elleri titriyordu. — Ancak u laka İüzum görür- seniz okuyunuz, Feride, Böyle ya- pacağınıza söz veriniz, - dedi. Onları okumanız beni ne kadar bedbaht ediyor. Bunu hiç anlamı” yorsunuz. O mektupları niçin oku- mak istiyorsunuz? 31 mari, gece Okumak istemiyordum. Yalnız Kerimin o kadınım — mektuplarını bana vermesini istiyordum. Bir çok vakit onda duran bu mektupların artık bundan sonra bende kalma- sınt istiyordum. Okumak istemi- vordum, Fakat okudum. — Yalnız iki mektup: Biri bu yaz Ankaraya gelmiş, diğeri daha yeni.., Kerimin İzmir seyahati sırasında yazılmış. ı-ı'vlnq W ıq;" u- t HA’II'R Ahım?oıtııı Yazan : Kenan Hulüsi 21 Ali çavuş onu ellerile itti: — Hadi, hadi; diye — konuştu; Ömer bir — defa gelmeyegörsün! İki altın. hı; canını kurtarabilir sen şükret! Kadın: — Bunak! diye gzeriledi; geçen yazdan sonra bir tavuk bile kese- miyorsun artık! Hem, senin için söylediğimi zannediyorsan! a ah., çocuklarım için söylüyorum, İkisi« ne de birer bıçak lâzım — onların.. Kaleciğe ellerini kollarını sallaya sallaya mı gidecekler? Ali çavuşun büyük oğlu: — İstemez! dedi. Ömeri biliriz biz! İkimizle başa çıkamaz! Kadın: — Ben de bilirim; dedi; ikinizle deği! koca Akviranla başı çıkar o.. Çavuş: — Olmuş bir dela, — diyerek söze karıştı; Oğlak Ömer Anbar- lımın kısraklarını önüne sürüp gö” türsün! Jandarmalara ateş açıp bı- çak çeksin. Ya tarlası ne olacak şimdi? -— Düşündüğüne bak — şunun! Tarlası ne olacakmış? — Muhtarı işitmedin mi? Hükümet sonbahar- da tarlayı satışa çıkartıyor. Hem tarla diye övüp durma; işte yanı" başımızda, Tarla, ama çakıl tar lası. Bilmiyen biri seni duyacak olursa, aman; Ömerin tarlası, onu bir şey zannedecek. Ne var ki ya- nımıza bir yabancı gelmektense ça. kıl olduğundan vazgeçip alalım de- rim! Ali çavuş: — Dur hele dur; dedi; hükü- met satılığa çıkarsın bir defa! Kadın: — Hah, diye atıldı; dur! Akvi- ranın muhtarı öküzlerin — üstüne nasıl oturuverdi bak! Sonra küçü- gü de ben büyütürüm, diyor. İneklerine kıllr amuhtar! - kimi var onun? Hiç! ama peş altı yıl sonra! Ömerin çocuğu bir olur ki! Çavuş: — Yeter, yeter, dedi, Ben tarlaya uzanıyorum! Delikanlılardan boyunduruğa geçirdi: — Akşama dönmezsek Kalecik- te geceleriz, diye lâfa karıştı. Hem yarın panayır günü... Kadın: — Durun. dürün; diye söylen di. Arka patikadan bir atlı iniyor. Çavuş: — Bir jandarma olacak; dedi; devriyeler sık sık dolaşıyor artık!, Kadın: — İş işten geçmiş, dedi; bütün Akviran boşaltılıp — götürülmüş. Jandarmaların akılları şimdi baş: larına gelmiş! Ali çavuş : — Sus! diye yürüdü; jandarma değil. Kadın: — Bir yabancı! dedi; belki bir eşkiya, Ellerini uğuşturdu; ve Akviranı basanlardan biri olup olmiıyacağı" nt yokladı. Oğullarından — birine seslendi: — Hasan, hişs! Hasan! Delikanlı eliyle şöyle bir işaret yaptı: “Dur! dedi; — şimdi sırası değil!,, Bununla beraber Ali ça vuşun karısı duramadı. Çocukla- rından birini kenara çekti: — Bir eşkiyaya bir sarı dedi. Dışarda Ali Çavuş bunu işitti; kulaklarını oynattı; ve güldü. Çiftliğin kapısında kısrağından atlayan yabancı hayvanı yedeği- ne aldı; yavaş yavaş içeri girdi. — “Beni tanıyacaklar!,, diyor du; çünkü omuzundaki filinta ve yüzündeki garip bir sakala rağmen îsinirı farkedileceğini düşünüyor- u: — Merhaba çavuş! Ali ağa şöyle bir kımıldadı: — Merhaba oğul! Galiba Kale- biri öküzleri altın! (Devamı var) ciğe gidiyorsun sen de! “ — Hayır; tarla için geldim! — Eh, tarla için mi? — Kimsin öyleyse... — Ümer! Akviran!ı Ömer! Delikanlılardan biri: — Oğlak Ömer! dedi; ve' acele acele içeri doğru yürüyerek ana” sına haber verdi. Kadın: — Tam sırası, dedi; unutma ki Oğlak Ömer için iki altın veriyor- | lar, Delikanlı anasını itti: — Sus! dedi. Filintası hazır! Bununla beraber — Ali çavuşuün karısı onu dinlemedi: — Ah bir delikanlı olsam! diye çırpındı. Yaşı eli — vardı; ve ön yaş daha küçük olmadığı için dö- vündü. Sonra Uğlak Ümerin üstü ne bir sincap gibi atlamak istedi; ve bunun zor olduğunu — görünce başka bir şey düşündü; tarla ka- pısına koca bir halât germeği ta- sarladı. Ümer kısrakla — buradan geçerken nayvanın ayakları takır lp kalacak; Ali çavuşun karısı, he men oracıkta bir balta ile onu bir- denbire sersem edecekti. — Bir sarı aitin! Diyordu. Yok iki tane! Sonra Ümerin tarlasında muh- tarın ıkı gün evvel kapadığı eşya- ları düşündü; kapıya doğru seğirt- ti. Ümer: -- Hişst; dedi. Sen içeriye! Kadın kendi kendine küiretti; ve Uğiak Ümerin bır tuzak hazır- lanaıgından şüphe edeceğini — dü- — Amanın oğul! diye — atıldı. Bizi bağışıamazsan — yandık. Bu yıl öküzlerimizden biri de — öldü. Seller tarlayı harap edip biraktı. Ümer! — Dü5, süs hele, dedi; Âli çavu- : S9 NŞ yem Ft KÜ ll a eeei dedi. ı çavuş önüne baktı; ve karısını gözterile araştırmaya çalıştı. Çün” kü tehlikeli dakikalarda hiçbir za- man karısının yardımı. olmadan konuşamazdı. bereket kadın bunu anıamış olacak ki Ömere — doğru — bDiZ seni eşkiya biliyorüz Oo- ğul; dört ay evvel Anbarlıyı ba- san sen değil misin? Hükümet bü” tün köylere davul çıkardı; — seni haber verdi. Ömer dağa — çıkmış, dedi; karısını rehin olarak tuttular; öküzlerin de Akyiran muhtarında. İki gün evvel jandarmalar Gümü- şü Tercana götürmek için — yola çıktılar, Allah bilir ama, belki de şimdi Demircide geceliyorlar! # * * Uğlak Ömer, aynı gün dört eş- kiya ile beraber Akviran üzerinden Demirciye doğru — uzayordu, Üç saate kadar Demircide — olmazsa belki de jandarmalar Tercana alıp götürmüş olacaklar! Halbuki Ö- mer, karısını vilâyete götüren jan' darmalara Demirciden de daha ge- rilerde rastgelmek istiyor; onu kür- tarmak, yahut kendi götürmeği ter- cih ediyordu. Daha sonra jandar” malar yedi kişiydi. Oğlak — Ömer yanındaki dört eşkiya ile jandar- maların yanma kadar sokulmayı tasarlıyor; ve son bir defa düşün- düğü bir tüuzakla dört — elebaşıyı Demirciye doğru çekerek orada tes lim almak için plân kuruyordu. Çete öğleye doğru Akviranın ü zerinden geçti, Ömer burada bir saniye durmak, hafif — bir rüzgâr altında okşanan zengin — Akviran tarlalarını seyretmek — istedi. Ân- barlıya kadar uzanan geniş otlak- lar üzerinde hayvanların — tenbel tenbel dolaştıklarını gördü. Fakat bunu yapamadı. İlk — defadır ki Anbarlr bozgunundan sonra silâ hın hazırlıyor; ve yokluyordu. Be- şikte bir çocuk sakin uyuyan bir silâah! Üç yüz metreden bir kuş onunla düşürülebilir; yağlır bir do- Meri: — Üç ingilizce kelime öğren- diniz? dedi. Hoşuma gitsin di- ye mi? Jan Sereval gülümseyerek ce- vap verdi: — Evyet, üç kelime.. Tam üç ta- ne- ne fazla, ne eksik... — Çabuk söyleyin.- — Şimdi değil- sonra- hele ak- şam olsun- Vapur “Ceneve” rıhtrmından ay. rılıyordu- İkisi de, güvertenin ke. narmdan, sıcak ağustos güneşinin boşalttığı altm renkli bir toz yağ- muru altmda uzeaklaşan şehri sey- rediyordu: Meri: di- Orası daha iyi- Hem bakm or. kestra ne güzel çalıyor:- Genç adamm önünden yürümeğe başladı. Güverteyi —dolduran sey- yahlarm kimi gazete okuyor, ki- misi gölün mavi sularmı, yeşillik- ler içine gömülmüş villâları seyre- decek yerde küçük kaşığımm bur. İnuyla, önündeki dondurmayı ağır ağır yiyordu. Jan genç kızın arkasından gider. ken bu kıvrılrp bükülen vücudun ahenkli inhinalarını, narin boyunu, başmda ağır bir küme teşkil eden kestane renkli saçlarını doya doya seyrediyordu. Meri beyazlar giyin- misşti-. Sırtmda ince, yünlü kumaş- ka vardı. Jan birdenbire ertesi gün buralardan ayrılacağını hatırladı. Acaba bu güzel kıza Allaha 1smar. ladık demek kuvvetini kendinde bu. labilecek miydi? Etrafı yolcularda. bir halka ile çevrilmiş örkestrayı geçtiler: Va- purun ön tarafıma F- —- Vi Jana doğru döndü, tatlr bir see- le: — Şimdi, sö leyim! As3j. — Neyi? — Sizin kelimeleri.. Buraya ©- nun için geldik. Cesaret vermek için o kadar tat. ı bir bakışla bakıyordu ki-- Jan tekrar gülümsedi: — Ben orkestra,için geldik zan. nediyordum. dedi. Meri eğlenerek cevap verdi: —— Aynı zamanda orkestra için de.. Birdenbire kollarını iki elile, rüzgâra kapılan şapkasmı yakaladı. Jan: .— Dikkat edin, dedi. Rüzgâr si- zi kırlangıçlar gibi uçuracak. — Ne zararı var? Siz beni tu- tarsınız. — Hem de iki elimle... Trpkr şap- kanız gibi- Genç kız sualini bir türlü unüt- muyordü, tekrar etti: — Haydi, karar verin, bekliyo. rum. Janin cesareti kırılmıstı. Kendini kurtarmak için hileli bir yola saptı: — Şimdi söylersem rüzgür ka- pıp götürüverecek: Halbu ki o ke- limeler o kadar kıymetli, o kadar kıymetli ki kaybolmalarma gönlüm hiç razı değil. Ortalık sakinlenin- ce söylerim- Yalandan, — endişeden bihaber gözlerini Jana çevirdi: Sustular: Sanki dansın hafif ahengine ken, dilerini terketmişlerdi. — Halbuki musikiyi işittikleri bile yoktu. Meri, küçük bir deniz gibi uza. 'nrıp yayılan gölün uzakta sarışm bir sis içinde erimiş sahillere ka- rışarak sararan mavi sularma ba- kıyor gibiydi. Fakat hakikatte dü- şünüyvordu: _ Bu akşama kadar neşe içinde ya. şamaktan başka bir şey düşünme. mişti. Senelerdenberi hayat ondan ne gayret, ne de bir fedakârlık is- tememişti. Dünya,, £ “*“ ve hu- zür içinde yaşamaktan — miyoplaş- mış gözlerine ,eğlencelerle dolu zengin bir gençlikten ibaret görü, nüyordu. İnsanm fakir düşebilece. gini, yahut kırk yaşında olabilece- ğini hatırıma bile getirmiyordu. Fa- hududunu biraz daraltıyordu. Bu dakikada eskiden kendini çıldırt- mağa yeten geylerin hiç biri gö, zünde yoktu: Güzel tuvaletler, mu. siki, dans. Hiçbiri, hiç: Jan artık hiç gülmüyor; yeceği üç kelimeyi düşünüyordu: Faaliyet dolü hayatından ayrılalı daha bir ay olmuştu. Sudandaki, Tonkindeki muharebelerini, donan- mada topçu yüzbaşısı olarak bu- lunduğu zamanları henüz unutma. mıştı. Bir ay evvel, buraya, dok. torların taysiyesile — tebdilihavaya getirdiği annesinin yanına gelmiş, müzü iki kursunla yere yıkabilirdi. (Devamı var) gelir gelmez Meriye tesadüf et- miş Ve savmdştı. Flakat günler ca- — Hadi, ön tarafa gidelim! de- tan bir rop, başında güzel bir sap-. kaldırarak, . yine birdenbire | kat şimdi, aşk, gözünde dünyanın | söyle- | İngilizce üç kelime Nakleden : K. N. bucak göçmiş; izin müddeti bit- mişti. Artık ertesi günü buralardan ayrılacaktı. Bugün, son defa ola. rak, başbaşa yapacakları bir göl gezintisinde — nihayet - hissiyatmı dökmeğe karar vermişti. Hem Me. ri ona bakışlarile, hareketlerile, sözlerile cesaret vermemiş miydi? Çoktan anladığı bu üç kelimeyi işitmek için beklemiyor mıydı? Sanki hayatına iştirak etmeği, ka- risı olmayı niçin istemiyecekti? Fakat tam söyleyeceği anda yeni- den tereddüde düştüğünü hisşsedi- yordu: Kendinin orta bir serveti vardı. Halbuki Merinin babası şu bir iki gün içinde bu küçük Servetin bir kaç mislini hiç düşünmeden sar. fetmişti. Böyle zefgin yaşamağa alışan bu genç kız, acaha onunla daha az müreffeh bir hayat ge. çirmeğe razı olacak mıydı? Şimdi orkestra aşağıda ikinci mevki yolcuları için çalışıyor; yu- kâarıdan yalnız flütlerin ince, kes- kin slıkları düyülüyordü. Rüzgâr fazlalaşmıştı: İki genç boş bir sı. ranm üzerine, yanyana, oturdular: Meri Janım gömüldüğü derin süüi. küta güç tahammül ediyordu. — Yarm Parise mi dönüyorsu- nuz? dedi. Sonra hoöş bir tavirla ilâve etti: — Ne yazık! Kararan gözlerinden çekindiğfi mağmum arkadasmı biraz neselen- dirmek için gevezeliğe başladı: — Ben de gelecek ay, bir ev. lenmede hazır bulunmak için; Pa. rige gideceğim, — arkadaşlarımdan biri bir budalalık yapıyor da- Artık düşüncelerine, tereddütle- rine nihayet veren Jan dalgın dal- gın: — Budalalık mı yapıyor? dedi.- — Evet, fakir bir gençle evle, niyor- Genç adam birdenbire slâkadar olmağa baslamıstı: — Neden budalalık yaptror? de. di. Biribirlerini sevmiyorlar mı? Keskin bakıslarmı Merinin pem- be yüzüne dikmisti. O, bu ani dik ;un farkmda olmadan cevap ver. —- Biribirlerine tapıyorlar: — Öyle i&ec? Bir sev anlamıyo. rum. — ÜÖOh! şimdi anlaramız. Helenin senede beş bin frank geliri var- Ni- ganlısının kazancı da ancak o ka dar- Bu şerait icinde evlenmek &- falete atılmak demektir- Jan endişeyle Meriye bakryor? Fakat © gözlerini kaldırmadı; Ja. nm kısa Buallerinden sesinin a- henginden hiç de memnun olmadı: fazı anlıyor; onun haşin bakısları. na tesadüf etmekten cekiniyordu. Meri annesinden maddi bir ter- biya, tam bir İngiliz terbiyesl al- Talştı. Bu terbiyenin tesiri altında giriştiği. >uhakaron'n peşini bı. rakmadı: — Çok bedbahkt olacaklar, dedi: — Emin misiniz? — Şüphesi-, Sevişmeakt icin sı. kıntıdan uzak olmak lâzım. Halbu- ki Parist>.. Ben Pariste yaşamak için ne lâzım oldufunu hesap et- tima: -— Ah, ettiniz mi? — Evet, pek karımık bir bütçe cıktı. Senede en asağfı otuz bin frank lâzım: Jan a7mr bir istihza ile tekrar. ladı: — En aşağı! Genç kız bu söze yanlış mana verdi. — İsterseniz beraber hesap e- delim. dedi. — Teşekkür ederim. Hacet vyok- Size itimadım var: Meri Janm hak verdiğini zanne- derek ısrarla: — Sonra, Fakir düse©cekler de. di. Jan zayıf bir sesle'cevan verdi: — Oh! Nisbi bir fakirlik. Hem cok kimse bundan daha azla yaşı- yor- — Zannediyor musunuz? — Eminim. Sonra pek acok seç- ler vardır ki satın alınmaz. Göğün, sularm ağacların güzelliğine kıv. met bicilmez. Hele aşka, hic bhir vakit. Bakım şü aksamın güzelliği- ne! Buna ne derstiniz? — Bu güzelliği tadabilmek İcin boş vaktimiz var: Bunu da servett borçluyuz. Güzelliğe kıymet ve- ren seryvettir: — Eğer o olmazsa?.. — O halde evlenmemeli. Jan susmuştu. Güneş ulfka yak. laşıyordu. Akşamın Biütün itisa - mile ortalığı sardığı, günün sön: meden evvel tarif edilmez bir cü. (Lütfen sayfayı çevir ada di Ha 30 a aei ll ” ei