22 Kasım 1939 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Vi p ılî- ı." t bu meîe girmesi be- 3!6 diyor mu sanıyor" . Ben emri. kaldım. Zaten bir 1 İ istediğiniz o"“ d“âundüğünüzü san: 'ltı b"'l harekete hazır- tayyarenin etrafı: Ka ansuaz Vilların ine yardım etti. Onun yerine — geçti. ona verdi ve ni- İye kadar Allaha: | Dervaneye! ” k%:m tayyarenin Öön. # . ı y * * N &, A, R' Üa Tilmı'e yavaş va- —îîdı ü, Hızlandı. Bir İ 5».. Ve nihayet havaâla. gözden kaybol- ı arasındaki reh- 'a Eldıyomz H T'!kllltımız deîmnme- 'Dnra matmazel ku Gay. Ww ım';î"îıduğu | “ltceksiniz, ) %*D belediye reisi Fur 5 Verdi : Çh , © bize güvenebilir. " kğYltıl»*:rı: doğru bir a“ Uzattı. Furmanuar h ; etini çıkararak hür Diğerleri de onu tak. ea" y "« A ilk defa — olarak birinci plânda de- ar. Fransuaz .I %'ıq Seferlerinde arala- | le" arasında Ve nakiller j * & yapılmıştır. Lis- h: S tarik muallimli- ' ortamektebi ta- Nusret, İstanbul R “M-V © yardımcı mü- ÜİNAÇON t kABlksöz, Eyüb | N Çe yardımecrı mu '*'llı Ziya, Eyüb orta ""oğrafya muallim Kıdıııöy üçüncü €den terbiyesi yar- e € İsmall, Üskü- M inektoh' almanca g"i “ğine Fethi, E. Mektebi — fran - ; İAT — muallimliğine İA a mektebi ingi - L t"“*iuhınliwina Ner. İN Öüagpi aektebi musiki , L e Merzifon _ k"ü vi Muallimi En - : "“llm örtamektebi riyaziye u%% liğine Ayşe Mu- iİkinci ortamekte. ©! muallimliğine Mîun“ü ortamekte- 4 Dhş Ş © munallimliğine ti ortamektebi : '. Müallimliğine de ân M '*FRE-'ZE-:Sı a f/.l_ Nakleden: Fethi KARDEŞ rehberin arkasında — ve Haymın önünde yürüyordu. Haym bir buhran — içindeydi. Hislerini tahlil edemiyordu: Genç kızı tekrar gördüğüne sevinmişti. Fakat ayni zamanda üzülüyordu. Zavallı kimbilir ne korkunç tehli. kelere maruzdu. Onu seviyordu. Bundan — artık şüphesi kalmamıştı. Çiftliğe saba: hın saat beşinde vardılar. Köylü onlara kahve pişirdi ve ikisini de mutfakta yalnız bıraktı. Haym bu fırsattan derhal istifade — etti. Sert bir tavırla: — Matmazel, dedi, bu işi be- nim fikrimi sormadan yapmama. İrydınız,. Genç kız isyan etti: — Yüzbaşı Loranın bana anlat- tığı vazifeyi yapacak kabiliyette- yim, Size bunu isbat edeceğim, — Gözlerinde bir hiddet şulesi pr: rıldıyordu. Devam etti: — Sizden başka türlü bir kabul göreceğimi umuyord n. Banva kü- çük bir kız muamelesi yapıyorsu- nuz. Aldardığınızı da size isbat edeceğim. — Fakat matmazel, maksadımı yanlış anlıyorsun, bu — hareketim size sempati duyduğumdan, en. dişe.. — Sizden böyle hisler değil iti- mat bekliyorum. Bana itimat ede- ceksiniz, sizi buna mecbur edece. ğim. Göreceksiniz. (Devamı var) bakılmıyor mu ? Hastalara Doktor Behçet Sabite göre bu: Üniversite haricinde kalanlafık” tddiklıdır Evvelki gün şehir — meclisinde yapılan toplantıda azadan Doktor Refik Münir, tahsisatı belediye tarafından verilen — ha&tanelerde hâlka lâyikile hizmet edilmediği ve hemen hepsinin üniversite ted- risatı ile meşgul olduğunu — ileri sürmüştü. Protesör doktor Behçet — Sabit bu iddiaya karşı şunları söylemiş- tir: “— Hastanelerin üniversiteye hizmet etmesi tenkid edilecek bir iş olmasa gerek. Üniversite dok- torlarının hastalardan bir kısmına bakıp, diğerlerine aldırmamaları. na ise imkân yoktur. Bu üniversite haricinde kalmış olanların iddiasıdır. Yalnız yatak meselesi mevzuubahs olabilir, ki bu da bütçe meselesidir.., Tıp fakültesi dekanı — Ahmet Kemal de yatak — ihtiyacınım bu sene kısmen — karşılanabileceğini bu sene 470 yatak daha ilâve edi- leceğini söyle-.iştir. —eij Rektörlük kitapları tetkik ettiriyor İlk, orta ve lise kitapları gibi üniversite kitaplarının da bir hay- li yanlışlarla dolu olduğu iddiası. na karşı rektörlük kitapların tet- kikine lüzum görmüş ve işi tedris heyetlerine havale etmiştir. — Üniversitede inkılâp dersleri başladı Üniversitede — bugün inkılâp derslerinin başlaması münasebeti- le merasim yapılmış, Hikmet Ba. yur tarafından inkılâbın hukukt!li ve içtimat cephesi mevzulu — ilk ders verilmiştir. Ü . lli Ekmege on para zam istediler Fırıncılar dün gene belediyeye müracaat ederek undan çıkan ke- pekleri satamadıklarını ve çüval tedarikinde zorluk çektiklerini ile. ri sürerek on para zam — İstemiş- w* . » lerdir. Müracaat kabul edilmiye- | ŞER38Nür: h , T DA Erkek, bu kadın kabilelerinde hem kadının bütün hayat hizmet lerini görmekle, hem de emrettiğ zaman ölmekle mükellef! Aruga kabilesinin reisi Dumg bala isminde gayet iri, şişman dev anası gibi, fakat sevimli — yüzli bir kadındı. Bu kadın — püskülli şallara sarılı olarak, fakat yalın ayak yaşıyan, aşağı yukarı iki İn sari boynunda bir orman kraliçesi dir. Vücuduna hergün gayet mak bul kokularla masaj yaptırır, ba şına yabani horoz ve tavus tüy' lerinden muhtesşem hotozlar kor püsküllü şallarına da sarılıp, en büyük vazifesi olarak, on on beş erkeğin önüne getirdikleri muhte lif yemekleri akşamlara kadar yi yip durur! İtiraf — ederim ki ber ömrümde bu kadar obur bir ka dın görmedim. Hintli uşağımla bizi karşılayar kabile adamlarının refakatinde kendisinin yanına ilk götürüldü: ğüm zaman bu orman — kraliçes' gene ayni haşmetle kalın bir ağa. cın önündeki set üzerine bağdas kurmuş, önünde tahta bir kanp İ: çinde kendisine mahsus olarak pi- şirilmiş pirinçli bir garip yemeği avuçlarile patlayasıya yemektey" di. Ablak ve krvrrm kıvrım gerdan. lr yüzünden aşağı terler akmak: taydı. Benim gibi Hintliye benzemi- yen bir insanın oralara gelmiş ol- masma o kadar hayret etti ki bu hayreti yüzünden bir kap daha yemek yemesi lâzım geldi. Bü kadında âdetâ her şey, her harekete ge “riyor, heyecanını ge. çirmek için karnmı şişiresiye ye- dikten sonra sakinleşebiliyordu! Dumgbala beni ve uşağımı, ye- meği yediği müddetçe uzun uza- dıya süzdükten sonra: — Sizin yanınızda konuşacak aklı başında bir Şamali yok mu? diye sordu. Şamali ne demek biliyor mu. sunuz? Aile reisi olan kadın! Yani kabilenin bu orman kra- liçesi bizimle konuşabilmek için yanımızda lâf anlayacak bir ka- dınımız olmayışına hayret ediyor* du! Bu koca karınlı orman krali. çesine bizim gibi budala erkekler- le de konuşmak meşakkatine kat lanmasını rica ettik. Dumgbala dedi ki: — Biz Cavahlileri misafir ka bul etmeyiz! Fakat siz silâhsız ve dost olarak geldiğiniz için size yi. yecek ve içecek verebilir ve sizi kuvankide yatırabilirim! Kadın armanı orman kraliçesi- nin misafir kabul — etmediklerini söylediği cavahli — hem (köpek), hem (erkek) manasına gelir! Bize ikram edeceğini müjdele: diği kuvanhi ise ormanın ağaçla. rında erkeklerin tünediği tünekti. Püsküllü şalın içinde yedi ger- danlı orman kraliçesine orada çok kalmıyacağımızı, çok uzaklara git meye mecbur olduğumuzu söyli- yerek biz köpeklere — gösterdiği türlü heyecan- evvelâ — iştihasını | bu lütuftan dolayı teşekkür ettim. Dumgbhala yaıuf—dah_:i Hintli u- Hindıstanda dünyanın en eski insanları arasında Yazan: L. Busch 35 yılını vahşiler arasında geçirmiş bir Alman seyyahı Orman kraliçesi avuç avuç patlayasıya yemek yıyordu şağımdan ziyade bana gayet bü. yük bir dikkatle dikdik bakıp süz- mekteydi. — Sen herhalde bu memleket lerden değilsin! dedi. Bizim âdet- lerimizi bilmezsin! Sizin burtada kalmanız için sizi bütün — kabile Şamalilerinin (kabile — kadınları. nın) birer birer görmesi lâzımdır. """ kalmanızı istemezse kabul edemeyiz! Bura- da kalabilmeniz için Şamalilerder. birisinin sizi bzğenip yanına al- ması lâzımdır! Buna razı miısı: nız? Dumgbala köcaman iri dişleri arasından tükürükler sıçrayarak kabilesinin misafir — kabul etme âdetlerini söylerken, dikkat ettim. Suda pişmiş bir büyük kaplum. bağayı dondurulmuş bir krema tatlısı gibi löpür löpür yutmakta idi! 8 ' (Devamı var) Macar Hariciye Nazırı Kont Çakı Macar harici sıyasetini anlattı Budapeşte, 21 (Hususi) — Macar hariciye nazırı Kont Ça- ki, bugün, mebusan meclisin- de harbin başlangıcındanberi ilk defa olarak Macar harici siyasetine dair beyanatta bu- lunmuştur. ' Kont Çaki hülâsa olarak de- miştir ki: Macaristan Âdil, şerefli ve devamlı bir sulh istiyor. İstik- lâl ve emniyeti muhafaza için her türlü tedbiri almıştır. Ma- câristan taleplerini, dalima Av- rupanıni menafii ile telif et- mektedir. Harbi, mevzileştir- meğe gayret edenlere bütün mânasiyle müzaheret eder. Askeri maceraya girmek iste- miyor. 1920 denberi komşula- riyle anlaşmak taraftarıdır. Evvelce gelen Macar hükü- metleri de ayni rulila çalışmış- tır. Avrupanın Bulhunu düşü- nüyor. Orta Avrupada kuvvetli ve müstakil Macaristanın e- hemmiyetini büyük devletler, şimdi daha iyi anlıyorlar.,, Macar haricjye nazırı bun- dan sonra Hitlerin Macar — Alman dostluğuna ve Macçarla- tan hudutlarının kati olduğu na dair beyanatını tekrar et- miş, İtalya ile dostluğunun ilerledifini anlatmıştır. Yugos- layya ile dostluk münasebet- lerinden ve Bulgaristanın te- rakkilerini sempati ile takip ettiğinden bahsettikten sonra, Romanya İle de anlaşmağa ha- zır olduğunu söylemiş, İngilte- re ve Fransa ile münasebetle- rindeki vaziyetin değişmemiş ; olduğunu beyan etmiştir. İğtanbul Basın Kurumu reisli- ğinden: İstanbul Basın kurumu — heyeli umumiyesi, Türk Basın — birliğine Htihak hususunda karar vermek ü- zere, 23 ikinciteşrin 939 perşembe günü saat 13,30 da Kurumun Beyoğ lundaki merkezinde toplamataklır. Sayın üyelerimizin gelmelerini Tİ. ca ederiz. Baş, Dış, Nezle, keser. İcabında çektir. , r Nevralji, Fırıklık ve butun afrılarınızı A r,!,,._lî ('rıp, Romaîızma derhal günde 3 base alınabilir Yanlış küan (Baş tarafı 1 incide) ri de gseslerine uygun olaral: yazmak! Meselâ, buzağı, kirağı gibi ke- limeleri iki hece olarak buazâ, kırâ diye okuyoruz ya? Eskiler bunu bir manzumeye —bu-za-gı, kı-ra- gı gibi heceliyerek korlardı. “E- debi yeniliğimiz" müellifi bu ve. zin atanesinin şöyle böyle Kemal Zade Ekremirni vasiyetile kırıldı- ğını, tabif ifadenin vezin ile itilâfı Mehmet Akifte sistemleştiğini | anlattıktan sonra, kendi kitabın- da yazılmış bu bahislere Musta- fa Nihadın aykırılık gösterdiğini isbat edecek misallere geciyor ve hocalık itiyadı, meslektaşının nu. marasını kırmaya savaşıyor; di- yor ki: *“Eski harflerde imlâ icabı “bu- zâ”, “buzağı” olarak yazıldığı İ- | çin metinlere göre (muasır Türk edebivatı), her iki tabıda da onu (buzağı) şeklinde yazarak hem vezni uçuruyor, hem de nazrm tekâmülümüzde mühim bir hâdi. se olan o mazhariyeti ortadan kaldırıyor: (Senin buzağı büyü- müş, gök ağaç çiçek açmış!) ... (Başka bir misal alarak) aksiliğe bakın, müellif bu sefer de (kâğ- nı) yı (kanı) diye yazarak hem vezni uçurmuş, hem de şairin el- den kaçırdığı mazhariyeti haksız yere kendisine vermiş: (biraz e. kin, buzağı, kanı, bir de sazlı de- ve) ve bütün dördüncü makale- nin dörtte üçü işte bu indiyat ile dolu: — Şair (ağa) yerine (â) dedi; sen İse (ağa) yazıyorsun! — Şair (ayağına) değil (aya. na) diyor; sen ise (ayağına) ya- zıyorsun ! — Şair mağara demez, (mara) der; sen ise (mafara) yazıyor - sun! Vo zavallı Mustafa Nihat, bü- tün bu çıkışmalara karşı gerçek- ten suç işlemiş gibi sinmiş duru. yor! Bu muahazeler bir okul öğ- retmeni kaleminden nasıl çıkabi- lir ve nasıl bir gazeteye makale mevzuu bir dava olarak verilebi- lir? Bütün neşriyata rağmen benim müşahedem öğrencilerimizin bile bu iddialardaki hatayr farkedecek derecelerden yüksek olduğuna beni inandırmıştır; talebe, hoca. larının bu sakat ithamlarına kar- şr yine itimadını muhafaza edi- yorsa onun sanatkârlık değerini tanıyıp bu küçük münakaşaların üstünde bilmektendir ve hocala- rın kürslide kaide olarak bellettik. leri yanında şahsi içtihadları ola- bileceğini pek tabit görmek ve içtihadlarını da diledikleri gi- bi neşriyat ile telkinde olan hak ve salâhiyetlerini tanımaktandır. Biz de tamamile böyle düşünü- rüz; lâkim şahsi içtihadlarımı tel. kin ederken başka meslekdaşları- nı değil, hattâ talebesini bile bu kadar haşin bir dille muahaze. ye hakları yoktur. Kelimelerin imlâsını vezne uy- durarak değiştirmek! Rica ede « rim, bu kaide nerede görülmüş - tür? Bizim bildiğimiz kelimenin kendi imlâsile delâlet ettiği ses, eğer bir lehce, bir talâffuz husu- siyeti olarak değişiyorsa, böyle bir değişikliğe cevaz verilmiştir: Fransız hikâyelerinde votre ye- rine vot', kendi dilimizde (tatlı) yerine da'lı diyenlerin, (geliyo. rüm) u (geliyo'm) gibi söyliyen- lerin bu hususiyetini tesbit mak- sadile yapıldığı gibi... Fakat hiç bir türkçe hocası, bundan başka bir yerde, hiç bir şairi, arab veya Türk harflerile .| yazsını hiç bir kelimenin imlâsı:- nı vezin icin bozmaya mezun kıl- madı, Şairin bozmaya mezimn ol- madığı bir imlâyı da bir edebiyat, bir edebiyat tarihi hocası naklet- #ği metinlerde muhafaza ile mü- | kellef olur. Böyle yanpan Musta- fa Nihat doğru, yapmayan Mus- tafa Nihat yanlıştır. |— Bu demek değildir ki şair keli- - dedikodusu meyi vezne okunduğu gibi almaz; bilâkis... Zaten kelimenin o im- lâsr o sesi vermek içindir,. şair de vezne tatbikında işte O sesi e- sas alır. Bunun için değil midir ki bu #tünün şairi (kurbağa) yı (baya- gı)ya, (bayağı)yı (dağ)a, (dağ)ı ( yumurcağ ) a, ( yumurcağı ) daha ileriye giderek meselâ (ib- da') a kafiye yapmağa başlamış, (geleceğim) — kelimesini kendi mısramda üç hece saydığı halde bunu (gelecim) şeklinde yazma. yı. hatırına getirmemietir. İsmail Habib üstadımız imlâyı bir de vezin icanlarınım tesiri altına ko- yarak yeni bir anarsi doğurtmaya nasıl müsaade edebiliyor, velev manzum bir eserde (halil ağa) yazıp da (hâlil â) yazmıyan bir meslektaşı ile güne karşı nasıl alaalahey ile çıkarabiliyor, an- İryamıyorum. İsmail Habibin istediği imlâyı harf inkrılâbı dahi kabul etmedi. Ve büsbütün fonetik bir imlâ yaptlamadı; nahiv kendi hâkimis yetini —tanıttı. İmlâ — dersini (olduğuna) — yazacaksımız, —. kuma — dersini — ( oldüna )) okuyacaksınız diye belletti. Şair bu derse tâbi olmrıyabilir; yine bu dersi makul bülmryan öğret « men, edebiyatçı da bulunabilir; lâkin onların bu hareket veya fi- kirleri bir tenkit için mihâk diye kabul olunamaz: o fikri kendiles« rinden başkalarına kabul ettirin. ceye kadar... # ** Sözümüzü — bitirmeden evvel kendi meslektaşlarınız için yeni bir imtihan meydanı açıldığını söylemek lâzımdır. Gördünüz: İsmail Habibin 3 buçuk hafta uğraşarak 1000 Bay- falrk bir kitapta bulduğu 79 imlâ, vezin, mâna hatası iddia ve isti- nadından belki 50 si ayrı ayrı bi- le binlerce Cumhuriyet okuyucu- sunu İsmail Habibin ağır hüküm- lerine teşrik etmiştir; zira bun- lardan belki yüzde doksanının benim gördüğüm teferrüata gir- mek için vakitleri de yoktur, ni- yetleri de... Siz gazeteciler ilmi otüd mecmualarma ait bu tefer- | rüatı gündelik gazetelere kabul etmekle üzerinize bir büyük yük * almış oluyorsunuz. İsmail Habib bu hataları yeni | gördüm diyor. Ben bir edebiyat tarihi hocasının kendi kitabıma rakip olarak yıllardanberi halk e- linde dolaşan bir. eseri beş yıl sonra okumasını başlı başına ku. sür sayarım; fakat bu onun gör- düğü kitaptaki hataları ortaya dökmek hakkını kendinden nez' etmez, Bir oğretmen olan İsmail Ha- bibin bu neşriyatı gazeteye ver « meden resmi makamlara bildir - miş olmasındaki lüzum da Üsta - dın bu kademeyi aşmakta miües- sir olduğunu anlattığı zaruretten daha kuvvetli değildir. Ben bu yüzden de kendisine bir şey söy- lenmesini istemem? Öğretmenler memur oldukları kadar vatandaş- tırlar da... Biz onu vatandaş gibi konuştuğu zaman vatandaş gibi dinleriz. Memuriyet sıfatının i - caplarını muhakeme ve müdafaa edecek biz değiliz. Bu neşriyatın bir profesörlüğü ona vermemek yahud o mevkii kendine temin etmek maksatlari- le yapılmış olmasını bir kusur gibi gösterenler de bu neşriyat doğru ise bunun bir hak, bir va- zife olacağını düşünmiyenlerdir. Ben yalnız bir noktaya göz diktim, üzerine bakryorum: Si- zin, meslektaslarımızın, hususile bü hata isnadlarımı neşsir ile İs- mail Habibe — ortaklık etmiş gazetenin vicdanma: Bir ilim adamının bu kadar hahksız yere hırpalandızğını görüp anlayacak, teecssür duyup: “Al- danmışızı hatanın çoğu bizde!” diyecek mi? Öğretmen Mahir TAŞLAR yi âz M z .- ... çe S 4 a Üa ğği e DA Ta Cdi ğ lll İi Pa eai hin'dül AY | BU

Bu sayıdan diğer sayfalar: